Cumartesi, Mart 4

Bozguncu



Biraz da siyaset...

Malum; herkes aylardır hatta yıllardır altılı masanın adayını bekliyordu. Son tahlilde masa kalmadı. 

Herkes bu olayı konuşurken, süreci en başından yeniden anımsayalım o zaman...

Haziran 2019'a dönüyoruz. Türkiye, yerel seçim maratonunu İstanbul'un ikinci defa oylanmasıyla tamamlamıştı. Tablo açıktı. AKP halen birinci partiydi ama artık yenilmez değildi. CHP ve İYİP ittifakı büyükşehirlerde bir zafer elde etmişti. HDP de aday çıkarmayarak ve ittifak adaylarını destekleyerek galibiyete katkıda bulunmuştu.

Bir sonraki seçim 2023 yılındaydı ve muhalefet ilk defa bu kadar ümitliydi. "Kazanacak aday" sıfatı o günler için ortaya çıkmıştı. Ortaya konulacak doğru aday, Erdoğan karşısında seçim kazanabilirdi. Peki o aday kim olacaktı?

Türkiye'de hiç yaşamamış ve siyasi figürlerin geçmişini hiç bilmeyen biri, en saf haliyle gözlerini  sadece 2019 seçim sonuçlarına dikince ortayda dört tane doğal aday görürdü.

Ana muhalefet partisinin lideri, ona destek veren ve uzun bir aradan sonra umutlu olmasını sağlayan diğer partinin lideri, yıllar sonra İstanbul'u kazandıran belediye başkanı, yıllar sonra Ankara'yı kazanan belediye başkanı...

2019'dan sonra ara sıra bu isimlerin arasına yenileri girdi çıktı. Fakat bizce onların hiçbiri geçerli olacak isimler değildi. Sadece suyu bulandırmaya, gündemi işgal etmeye, biraz kulis bilgisi verme hevesine yaradı. Onun dışında bir katkısı ve geçerliliği yoktu. 

Kısacası esas seçim öncesi bir seçim daha vardı ve o seçimin dört adayı olacaktı. Bunun halk nezdinde bir oylaması olmayacaktı. Bu seçimi sadece çalışmalar, kulisler, stratejiler ve dört yılda yaşanacak gelişmeler belirleyecekti.

İlk etapta kendini eleyen Meral Akşener oldu. "Ben başbakan olacağım" dedi ve adaylıktan feragat etti. 

Geriye kalan üç aday arasında, anketlerde en zayıf görünen Kemal Kılıçdaroğlu'ydu. Benim de en azından o yıllardaki düşüncem; doğru adayın Yavaş ve özellikle İmamoğlu olduğu yönündeydi. Fakat Yavaş süreci doğru yönetemedi. Ya da bir aday olma dürtüsü ortaya koymak istemedi. "Ben belediye başkanı olarak devam edeceğim, ne görev verilirse yaparım" gibi söylemlerle kendini dışarıda bıraktı. Halkın teveccühü inkar edilemezdi ama bu teveccühün altını dolduracak bir siyaset izlemedi. Belki de kendisi için en doğrusunu yaptı. Fakat sonuç olarak adaylıktan elendi. Ya da en azından, kendisini üçüncü alternatif konumuna düşürdü.

Diğer iki aday ise uzun süre çalıştı, birbiriyle yarıştı. Biz bunu gözlerimizle gördük. O esnada aynı zamanda Türkiye'de çok fazla badireler yaşandı. Pandemi ve ekonomik kriz en ağırlarıydı. 2021 yılının Aralık ayında doların bir anda 18 liraya fırlayıp bir haftada 13 liraya düştüğü günlerin ardından muhalefetin ortadan kaybolması büyük bir hataydı. Sahne, istikrarlı bir şekilde oy kaybeden AKP'ye bırakılıyordu. Söylemler sertleşmedi, toplumsal reaksiyon sıfırlandı. O günlerde sarf edilen "Sokağa çıkmayacağız" düsturu tarihi bir hataydı. AKP'nin önünde uzun bir zaman vardı ve takati olmasa da kaybolan oyları toparlaması mümkündü. Buna adeta yol açılmıştı.

Dünyada hiçbir otoriter rejim yoktur ki; sadece sandık günü okullara gidilerek seçimi kaybetsin. Yani, bir halk hareketi, bir toplumsal muhalefet, bir enerji, sokaklarda bir atmosfer değişimi olmadan sandığa gitmek, sandık sonucunu değiştirmeye yetmez. Oyların arkasını dolduracak bir enerji birikimi gerekir. Sosyal hayatta her şey aynı şekilde devam ederse, o zaman yıllar boyunca varlığını sürdüren sert otoriter iktidar da devam eder.

Yine de o günlerde bile Ekrem İmamoğlu sadece okullara giderek dahi seçilebilecek bir umuttu. Zira siyaset oyununu çok iyi bildiğini çok kısa bir süre içinde kanıtlamıştı. Onun adaylığında muhalefet çok büyük oy toplayabilirdi. Her cepheden oy alabilecek yegane isimdi. Türkiye'nin yaşadığı durumu düşününce İmamoğlu ancak kırmızı kar yağarsa seçim kaybederdi.

İbre Kılıçdaroğlu'na geçerken

Fakat işte tam o günlerde, yani Aralık 2021- Ocak 2022 gibi işler değişti. Kırmızı kar yağmadı ama beyaz kar yağdı. İstanbul'a kar yağdığı günlerde İngiliz büyükelçisi ile İmamoğlu'nun yemek yemesi olay oldu. AKP'liler yıpratma taktiği ile konunun üzerine gittiler ki bu hiç şaşırtıcı değildi. Fakat diğer yandan CHP medyasında da çok fazla gündem oldu. Sözcü gazetesi bile konuyla ilgili, İmamoğlu eleştiren manşetler attı. Üzerine bir de İmamoğlu'nun Karadeniz turuna Nagehan Alçı ile gitmesi olayı başka yere çevirdi. Fazıl Say, Athena Gökhan gibi ünlüler bile "Ben bu otobüsten inerim" demeye başladı. Fenerbahçe Başkanı Ali Koç'un İmamoğlu'nu hedef alan sözleri de o günlerdeydi.

Tabi ki İmamoğlu'nun oyunun o günlerde düştüğünü iddia edemem. Anketör değilim. Fakat o günlerde "Erdoğan'ın replikası" ve "Karadenizli inşaatçı" sıfatları ile daha çok yan yana geldi adı. Ve o günlerde artık şu belli oldu:

Artık aday Kemal Kılıçdaroğlu'ydu. CHP'nin genel merkezi zaten buna hazırdı. Bunun yanı sıra CHP'nin diğer katmanları (kanaat önderleri ve çekirdek tabanı) da bunu kabul etmişti. Altılı masanın geri kalan dörtlüsü de onayı vermişti.

O günlerde yakın arkadaşlarıma "Aday Kılıçdaroğlu" dediğimde, hepsi "Yok canım strateji yapıyorlardır, olur mu öyle şey?" diyorlardı. Acaba Meral Akşener de mi böyle düşünüyordu bilmiyorum. Zira o zamanlarda da "Kazanacak aday" vurgusu yapsa da, sesi son iki aydaki kadar güçlü çıkmıyordu. Keşke tavrını o zaman koysaydı. Zira zamanında yapılmayan isyan, isyan değil gürültüdür. 

Yine de her şeye rağmen İmamoğlu'nun adaylık ihtimali halen masadaydı. Hatta İmamoğlu'nu isteyen benim bile umudum Akşener'in masada bunu daha sert bir şekilde dillendirmesiydi. Oysa halkın "adayı açıklayın" nidalarının olduğu o dönemde bile, tavrını çok silik bir şekilde gösterdi Akşener.

Türkiye gelişmelere gebe bir ülke olduğu için her an her şey olabilirdi. İmamoğlu da işleri toparlayabilecek bir siyasetçiydi. Gemiler yakılmamıştı. Fakat işte tam o anlarda İmamoğlu davası geldi. Ayrıntılara girmeye gerek yok. Kılıçdaroğlu o günleri de kendi istediği gibi yönetti. İmamoğlu ismi önceden açıklansaydı ya o karar çıkmazdı, ya da çıksa bile 'mağduriyet' daha büyük kazanım getirirdi. 

Ama artık hepsi çöp kutusundaydı. O günden sonra, seçime girememe riski bulunan birini aday olarak sunmak, harakiri gibi bir şey olurdu. Aralık 2022 itibariyle İmamoğlu'nun adaylığı başka bahara kaldı. Ve tabi ki tek aday ihtimali kaldı: Kemal Kılıçdaroğlu!

Kemal Kılıçdaroğlu ve altılı masa, o davadan biraz önce İmamoğlu'nu aday gösterseydi ve yine aynı karar çıksaydı işler değişebilirdi. İmamoğlu'nu adaylıktan çekip herhangi bir adayı onun temsilcisi olarak göstermek, yaşanan mağduriyet algısı ile bambaşka bir etki yaratabilirdi. Fakat hem onun için geç kalındı hem de zaten CHP genel merkezinin böyle bir düşüncesi de yoktu.

O günlerde İmamoğlu'na bu cezayı veren düzenden çok, Kılıçdaroğlu suçlanmıştı sosyal medyada. Bu da bazı işlerin garip ilerlediğinin göstergesiydi.

Kemal Bey kolları sıvadı. İşin ona kaldığı resmileşmemişti ama kesinleşmişti. Artık daha sert ve daha cesurdu. İşi zordu ama yavaş yavaş sahaya iniyordu. Cumhur ittifakı, kaybettiği oyları az da olsa geri topluyordu ama diğer yandan da matematik ortadaydı. Altılı masaya, bir de HDP oyları eklenirse seçim zaferi kesin gibiydi. Fakat seçimi bekleyerek geçecek altı ay, Cumhur'a toparlama imkanı sağlardı. Yani matematik her şey değildi.

Tam bu hesapların yapıldığı dönemde 6 Şubat depremleri yaşandı. Keşke olmasaydı. Fakat Türkiye artık başka bir gerçekliğe uyanmıştı. İlk üç günün şokundan sonra tüm yurttaşlar aynı korkuyu hissetmeye başladı. Öfke arttı. En temel sorunların çözülemediği, var olan sistemin ne kadar işe yaramaz olduğu çok net ortaya çıktı. Bu günlerde Kemal Kılıçdaroğlu da sahadaydı. İktidarın değil yurttaşın yanındaydı. Meral Akşener ise ortalarda yoktu.

Kazanacak aday

Yukarıda bahsettiğimiz; seçim kazanmak için mecburi olan toplumsal muhalefet havası kendiliğinden, kimsenin organize etmesine gerek kalmadan ortaya çıkmıştı. Stadyumlarda 10 sene aradan sonra "hükümet istifa" sesleri yükselmeye başladı. Bakanlar yuhalandı. Televizyon kanallarının spikerleri daha cesur konuşmaya başladı. Toplum artık değişimin kaçınılmaz olduğunu gösteriyordu.

Öyle bir atmosfer doğdu ki (ben devam edeceğini düşünüyorum), "kazanacak aday" söylemi artık taca çıkmıştı. Zira aday olarak; kimsenin tanımadığı biri bile gösterilse kazanacaktı neredeyse. Kemal Bey ise hayli hayli kazanırdı. Matematik zaten yetiyordu, artık sosyoloji ve psikoloji de ondan yana tavır alıyordu.

Fakat ne olduysa bu anlarda oldu... Yaklaşık iki hafta ortalarda görünmeyen, oraya çıktığı zaman "Devletimizin yanındayız" diyen Meral Akşener bir anda kendini hatırlattı. Tam da Selahattin Demirtaş'ın "Yürü Bay Kemal" tweet'inden sonra...

Türkiye'nin gündemi, deprem, ulaşılamayan enkazlar, yıkılan binalar, Kızılay skandalı ve daha bir sürü türlü türlü rezilliklerken bir anda yeniden Saraçhane'ye döndü. O gün yaşananları gündeme getirdi. Ve kazanacak aday vurgusu yaptı. Oysa orayı artık geçmiştik.

"Biz Noter değiliz" diyerek Kemal Bey'e karşı çıktı. İYİP'e yakın olan kesimler de Mansur Yavaş güzellemelerine başlamıştı. Tabi bunun bir diğer ayağı da Kemal Kılıçdaroğlu'nun yerden yere vurulmasıydı. Kılıçdaroğlu'nun silik bir karakter olduğuna vurgu yapılıyordu.

Bunu kabul etmekle beraber; son 2-3 yıldaki Mansur Yavaş bundan daha farklı bir imaja sahip olmayı nasıl başardı onu da merak ederim. Zira Türkiye'nin temel sorunları hakkında tek bir söz söylememişti. O da bir notere dönüşmüştü. Bir devlet memuru gibi hareket ediyordu. Bundan da hoşnuttu. Suya sabuna dokunmam işimi yaparım kafasındaydı. Demirtaş'ın serbest kalmasına "İnşallah" dediği için sonraki günlerde 40 takla atmıştı mesela. Aday olduğu takdirde kanal kanal gezecekti. Habertürk'te Nagahan Alçı'nın CNN Türk'te Zafer Şahin'in sorularıyla karşılaşacaktı. Sadece Demirtaş ve Kürt meselesi değil, cem evleri, LGBT, mavi vatan, Suriye gibi sorular sorulacaktı ona. Bu "çanak" sorulara nasıl cevap verecekti? "Ben bunlara tek başına karar vermem" diyecekse, o zaman Kemal Kılıçdaroğlu'nun altılı masada, herkese eşit yaklaşan tavrı neden kötülendi? Yok eğer fikirlerini sunacaksa, o fikirler neydi, neden önceden bilemiyorduk? Onu son iki ayda mı tanıyacaktık?

Diğer yandan yine sık sık sunulan "Kılıçdaroğlu kazansa bile hakkını koruyamaz" düşüncesi de Mansur Yavaş'ın sınıfta kaldığı meseledir. Zira kendisi 2014 yerel seçimlerinde hakkı olan bir seçimi Melih Gökçek'e kaptırmıştı ve beş sene sonrasına hazırlanmıştı.

Mansur Yavaş'ı eleştirmek istemem. Kendisinin geçmişi de benim için pek önemli değil. Eğer ilk günden aday olarak çalışsaydı ve altılı masanın ortak ismi olsaydı desteklerdim. Fakat kendisi son iki ayda "başkalarının ortaya sunduğu bir isim"e dönüştü. Aday olma cesaretini göstermeyenlerin, başkanlığı başkalarına kaptırmamak için sunduğu bir restti. "Noter olmayacağız" diyenlerin noter memuruydu. Bunu belki kendisi de istemedi ama gelinen nokta buydu.

Diğer yandan yılların "silik, mıymıntı, pasif" adamı Kemal Kılıçdaroğlu, ilk kez geri adım atmadı. Adaylığı ne kadar istediğini gösterdi. Buna direnemeyen Akşener ise masadan kalkmayı tercih etti.

Oysa Kılıçdaroğlu sıradan bir isim değildi. O masanın kurucusu iki kişiden biriydi. Aday olmaya hakkı vardı. Akşener'in de vardı. Fakat kendisi istemedi. Öyleyse Kılıçdaroğlu talep edebilirdi. Etti de...

Bu açıdan Akşener'in yaptığı; biraz 2019 AKP hamlesine benziyor. Yukarıda bahsettiğimiz kapalı seçimin kazananı Kılıçdaroğlu'ydu. Rakiplerini elemişti.Ustelik artık kazanacak aday arama telaşına da gerek kalmamıştı Fakat Akşener bu seçim sonucuna itiraz etti ve yenilenmesini istedi. Geç kalmıştı.

Amaç neydi?

Veya onun için bu çıkışın tam zamanıydı. Köprüden önceki son çıkış... Bunlar, bugünün konusu değildi. Bugün Türkiye'de yerin yerinden oynamasının üzerinden bir ay geçti. Başka gündemlerimiz, korkularımız, sözlerimiz vardı. Akşener; son beş günde tüm bunları üstünü çizerek yeni bir gündem türetti. Ayrıca herkesin adımlar atarak, bagajlarını bırakarak buluştuğu yere doğru adım atmayı kabul etmedi.

Bunun kime nasıl fayda sağlayacağını bilemiyoruz. Türkiye dinamik bir ülke olduğu için iki ay sonra bambaşka şeyler de konuşabiliriz. Fakat işin bu noktasında; karşımızda bir isyankar değil, taşın altını elini sokacak cesareti göstermeden bozgunluğa girişen birini görüyoruz. Havayı bozan, gündemi bozan, uzlaşmayı bozan biri...

Üstelik Mansur Yavaş ve İmamoğlu'nun sadakat tweet'lerini görünce değil B, A planı bile olmadığını hissediyoruz.

Ya da başka planlar vardır. Bunu ilerleyen günlerde göreceğiz

Bir de "kazanacak aday" dedikten sonra, son seçimi kaybeden adayın yanında tavır alırsa çok daha komik günler bizi bekler.

Daha da önemlisi seçim ikinci tura kalırsa ve orada Kemal Bey ile Erdoğan çekişirse, diğer cephenin nasıl tavır göstereceği Türk siyasetinin kaderini belirleyen fotoğraf olacak.

Öte yandan iyi tarafından bakmak lazım. Türkiye'nin tüm muhalif unsurlarının bir şekilde birleştiği zamanda, bir kişinin olmayacak sebeplerle ve olması gereken gündemi değiştirerek masadan kopması iyidir. Sonradan olacağına erkenden olsun. Kimin ne meselesi olduğu, kendi derdinin ne olduğu erkenden görülsün.

Belli ki bundan sonra çok fazla siyaset yazacağız... Fakat bugün de sıcağı sıcağına buraya not edilsin.

Not defterleri herkese ait...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

ekrem şov yaparak kazanır ama aday olmamalı. 3 senede emekli olacak adam değil o. yolu daha çok uzun.
akşener başbakan olmak istiyor ya hani.. chp genel başkanı ekrem bunlara seçim mi bırakır :)

kalıyor mansur ve kk. kürt oyları diye diye iç anadolu, batı karadeniz, ege ve akdeniz köylüsünü unuttu millet. kk ağzıyla kuş tutsa yaranamaz. memur mansur'un avantajı zaten o. memur olması. "iyi adam ya" dedirtecek olması. loser imaja oranla daha sempatik biri olması. kk olmaması. yüzde 53-55 ile kazanırdı.

akşener burak elmas oldu. yüzde 100 başarısız ve azalarak bitmekte olan terim'i kovarak kurtardı. oysa ,syanı haklı. dümdüz chp iyip ittifakı varken iki artığı masaya akan kk asla yi niyetli değil. akşener onları yeni mi gördü diyene, bu kadar yüz verileceğini düşünmemiştir derim.