Maç izlerken sıkılıyorum artık. Genelleme yapmam haksızlık olur ama izlediğim maçlar sadece Süper Lig veya 1.Lig karşılaşmaları. Zira açık kanalda Avrupa maçları yok. Ben de internetten maç izlemeye üşeniyorum biraz. O işi ligimize delege ediyorum. Yani TV 8.5 yardımı olmazsa evrensel futboldan uzağım bu aralar. Haliyle "maç izlerken sıkılıyorum" dediğimde aslında bu ülke futbolu anlamına geliyor.
Zaten kalite olarak düşük seviyelerdeyiz. Buna bir de son olarak uzatma süreleri eklendi. Bir maç bitsin de işimize gücümüze bakalım diye beklerken her iki devrede toplam 20 dakika uzatma görüyoruz bazen. Saat 19:00'da başlayan maç, kağıt üzerinde 20:45'te bitmeliyken artık 21:30'da bitiyor.
Oysa futbolun ilk çıkış zamanlarında işçi sınıfının kalbine kazınmasının nedeni buydu. Fabrikada mesailer belliydi ve izleyeceğiniz futbol maçı size gününüzü ayarlayabilme konusunda yardımcı olurdu. Ne zaman başladığı ve biteceği bellidir futbolun. Maç bitince mesaine gideceğini bilirsin. O güvenle stada akarsın. İngiliz işçiler tenise ilgi duyamazlardı. Zira ne zaman biteceği belli olmayan bir oyuna zaman ayıramazlardı. İki saat mi sürecek beş saat mi bilinmiyor. Futbol ise nettir; 90 dakika..
Tamam 200 sene öncesine dönmeyelim ama bu son moda işler de oyunun tadını kaçıyor. Nasıl başladığını da biliyoruz. Her şey Dünya Kupası yüzünden oldu.
Kasım ayında, bir maçın sonuna beş dakika uzatma eklemeyi radikal gören Türk hakemleri ve futbol federasyonu, Dünya Kupası'nın ardından bir anda topun oyunda kalma süresinin sıkı takipçisi oldu ve maçları 10 dakika civarında uzatmaya başladı.
Oysa peşlerinden koştukları FIFA bile o kararından henüz turnuva devam ederken vazgeçti. UEFA zaten hiç girişmedi bile. Zira bu oyunda öyle bir durum yok. Bu oyun basketbol değil...
Türkiye'de ezberler çok revaçta. Uzun süre topun oyunda çok kalmadığı iddia edildi. Oysa topun oyunda kalma süresi ligin kendi standardına göre (eğer İngiltere ile boy ölçüşmüyorsak) gayet normaldi. Esas sorunumuz oyunun hızıdır. Oyunu oynama isteğidir.
Zaten bu sorunu çözmedikten sonra maça 20 dakika eklesen ne olacak ki? Yine yerde daha uzun kıvranan, yine yavaş adımlarla oyundan çıkan oyuncular olacak. 90 dakika boyunca az pozisyon izlettiren bir maç yerine, 120 dakika boyuna az pozisyon izlettiren bir maçı tercih ediyoruz.
Tabi bu işin oluşmasına neden olan bir de VAR kazuleti var. Masa başında oturan hakemler her açıdan izledikleri bir pozisyona dört dakika boyunca karar veremeyince, sislsile domino taşı etkisi gibi başlıyor. Uzat babam uzat sonra... VAR hakkında çok defa yazdığım için tekrar girmiyorum o konuya...
Fakat bir de işin istatistik tarafı zarar görüyor. Tam bu noktada "Derdini..." diye başlayan cümleler kurduğunuzu fark ediyorum. Ama yine de mesela "Bu sezon Galatasaray 90 +'larda şu kadar gol buldu" demek pek makul değil. 90+ denilen süre zaten devrenin kendisi kadar neredeyse.
Veya Kaan Ayhan Trabzonspor maçının 89. dakikasında oyuna giriyor. Sezon sonu o maçta bir dakika oynadığı yazacak. Oysa 10 dakika sahadaydı.
Esas konumuza dönersek ve yazıyı bitirirsek; şu anlamsız uzatma dakikalarından vazgeçelim. Konumuz bu. Bu oyun bir zamanlar güzeldi ve herkes izliyordu. Şu an seyirci kaybediyor olabilir. O zaman o "bir zamanlar"a bakmak gerekir. O dönemde neler doğruydu? Böyle abidik gubidik uygulamalar son dönemde geldi. Demek ki, bu uygulamalar olmadan da futbol insanların gönlüne ve evlerine girebilmişti. Uzatmadan köklere dönme zamanı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder