Fenerbahçe 2000 yılında Mustafa Denizli ile anlaştığı günlerde kulüp kaos ortamındaydı. Geçtiğimiz günlerde Rıdvan Dilmen'in de dediği gibi (bu arada Rıdvan'ın sonuna soyadını koymak acayip bir hal aldı, Dilmen demek gelmiyor içimden, adam ev ahalisinden biri oldu sanki izleye izleye) o dönem kolormatik gözlükleriyle dikkat çeken Aziz Yıldırım için çok sıkıntılıydı. Ciddi paralar harcanarak önemli transferler yapmıştı Fenerbahçe. Bir önceki sezon Turan Sofuoğlu'dan önce çalışan Zdenek Zeman ile kıyaslanıyordu Denizli. Antreman stili farklı deniyordu, oyuncularla özellikle de yıldız oyuncularla olan dialogunun iyi olduğuna dair haberler çıkıyordu yerel basında. Çünkü kendisi de bir zamanlar yıldızdı, yıldız oyuncu psikolojisinden anlıyordu, dolayısıyla Sergen'le anlaşamayan Zeman'dan sonra eskiler ve yeniler Denizli'nin çalışma stilini çok beğendiklerini açıklıyorlardı.
İlk sezonda gelen şampiyonluktan sonra Aziz Yıldırım dönemindeki her teknik direktör gibi şampiyon olan hocaya ikinci bir şans verildi ve Denizli ile yola devam edildi. Fakat gerek şampiyonlar liginde alınan 6 mağlubiyet gerekse de ligdeki kötü sonuçlar yönetimi kan değişikliğine götürü. Okulların gün içinde tatil edildiği karlı bir Ocak gününde eve geldiğimde Fenerbahçe'nin 1860 München'ın hocası Werner Lorant ile anlaştığını öğrendim. Devre arası kampı Lorant'la geçti ve hemen o günlerden hatırladığım haberleri paylaşayım. Lorant çok disiplinliydi, takım Denizli'yi gönderen Diyarbakır maçı öncesinde Samandıra'da kartopu oynayan takımken Lorant'ın gelmesiyle gevşeyen yıldızlar Lorant disipliniyle neye uğradıklarını şaşırmışlardı. İlk antremanda Lorant'ın ilk işi bereleri çıkarttırmak olurken buna itiraz eden Rapaic'i idmandan kovmuştu. Hata daha da öncesinde Lorant ile oyuncuların ilk buluşması anlatılıyordu ki bu toplantıdan kareler basına da yansımıştı. Lorant bacak bacak üstüne atmıştı ve bu psikolojide "yeni fikirlere kapalı, dediğim dedik" insanların vücut diliydi basınımıza göre. Fenerbahçeli oyuncular ise süt dökmüş kedi gibi dinlemişlerdi Alman hocayı. Lorant, Denizli döneminde gevşeyen yıldız topçulara ve takıma özlenen disiplini kazandıracaktı. Ama özellikle 2002'de takıma katılan Ariel Ortega ile iyi anlaşamadı Lorant. Yine devre arasında bir Diyarbakır deplasmanıyla gönderilirken, kariyerindeki en büyük başarısı 6-0'lık maç ve Ariel Ortega gibi bir yıldızı yedek kulübesinde oturtmak olmuştu.
O sezon Fenerbahçe için kötü geçmişti, devre arasında gelen Oğuz Çetin gibi, oyuncularla özellikle de yerli oyuncularla iyi dialog kuran bir hoca daha gelmemişti Fenerbahçe'ye. Ama işler Oğuz'la da iyi gitmedi. Tamer Güney ile bitirildi sezon ve takımın başına Christoph Daum getirildi. Daum ile değişen en önemli şey bir kere takımın kondisyonuydu. Koch rüzgarı esiyordu Samandıra'da. Gazetelerde Fenerbahçe'nin kolej takımı olduğundan bahsediliyordu, oyuncuların tükettiği su ve karpuz miktarı bile gazetelerde yer buluyordu ve biz de oha diyorduk. Daum ile olanlar bitenler belli, fazla değinmeye gerek yok. Takım her yalpaladığında dilden dile dolaşan sıkıcı disiplinin Brezilyalı oyuncuları rahatsız etmesi, Hooijdonk problemi, Avrupa'da elde edilemeyen başarı vesaire... Ve bir bahar akşamı kaçan şampiyonlukla Daum ile de yollar ayrıldı Fenerbahçe'de...
2006 Haziranı başkanın gelgitleri ve teknik direktör arayışı ile geçti. Temmuz ayının başında Fenerbahçe Arthur Zico ile anlaştığında manşetler hazırdı: Ri-Zico... Fenerbahçe yönetimi riske girmişti. Scolari, Capello denirken Zico ile anlaşılmıştı ve FB Tv'de Zico'nun frikik golleri dönmeye başlıyordu. Hatta bir arkadaşım da "ulan acaba forvete mi aldık biz bu adamı" diyordu o günlerde. Öyle ya Zico'nun anlatılacak bir başarısı yoktu. Derken kamp dönemi başladı, oyuncular Zico farkından bashetmeye başladı. İlk bahseden de Alex'ti. Zico çok farklıydı, takımdaki bütün Brezilyalılar'ın idolüydü, ve oyuncularla konuşuyordu. Zeman disiplininden sonra Denizli ile rahatlayan topçular, Daum'dan sonra da Zico ile rahatlamışlardı. Bizim güzide basında ise Zico'nun Brezilyalılarla dialogunun iyi olmasını Portekizce bilmesinin doğal bir sonucu olarak gören kimseler yoktu. Bu Zico'nun bir özelliğiydi. Fakat geçen sezon kaçan şampiyonluktan sonra yine başa dönüldü. Tıpkı Denizli döneminde olduğu gibi rahatlık başa bela olmuştu bu sefer de, ligdeki maçlara oyuncuların konsantre olamaması Zico'nun gevşekliğinin bir sonucuydu. Ve herkesin bildiği üzere sezon başında disiplinli huysuz ihtiyar Luis Aragones ile anlaştı Fenerbahçe yönetimi.
Luis Aragones kaybolan disiplini yeniden kazandıracaktı. Yine kamp dönemi haberleri furyası başlamıştı basında. Aragones yaşına rağmen çok heyecanlıydı, hareketliydi, istediklerini yapmayan Gökhan Gönül'ü kovalamıştı hatta. Alex'i geriye çekmesi yüzünden taktik açıdan eleştirilse de Samandıra'da disiplin vardı artık. Lale devri bitmişti. Üstelik pasa dayalı sistem diye bir sisteminde mucidiydi Aragones. Selçuk'tan Iniesta çıkaracaktı. Fakat bu sefer de her zaman olduğu gibi başını Alex'in çektiği disiplinsiz Brezilyalı grubu(!) rahatsız olmuştu bu işten. Alınan başarısız sonuçlardan sonra türlü söylentiler çıktı ortaya, Aragones'in oyuncularla dialog kuramaması eleşltirildi falan.... Ve bugün Fenerbahçe yine Daum'a emanet 3 yıl radan sonra. Gazeteler Koch'un bayıltan temposu ve Daum'un tarzıyla ilgili haberlerle dolu. Daum oyunculara sormuş "arkadaşlar nasıl çalışıyoruz?"... Topçular hep bir ağızdan cevap vermiş: "Mükemmel çalışıyoruz" diye... İşler kötü giderse yine benzer haberler okuyacağız. Aragones döneminde yatan takım yine aslanlar gibi çalışıyor Samandıra'da, gözümüz aydın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder