Cumartesi, Haziran 11

Galatasaray 97 - 93 Fenerbahçe


Haziran ayı. Üzerine formanı giyerek evden çıkıyorsun. Spor kulübü olmak böyle birşey işte; tekrar hatırlıyoruz bunu. Çoğunluk gibi; TFF'nin açıkladığı fikstüre göre 34.haftada sezonu bitirip tatile çıkmıyorsun. Gerçi sokakta formayı görenler "maç mı var abi" yerine "transfer mi var, oyuncu karşılamaya mı gidiyorsun" diye soruyor. Haziran ayının algısı yine aynı.

Akşam 6 oluyor. Artık salon yolları. Bu yollar bu sene çok üzmedi. Eskiden hiç sevmezdim. Abdi İpekçi ve onun soğuk mahalleleri, ıssız sokakları. Artık öyle değil. Ali Sami Yen gidince boşluğa düşen binler artık orada.Birasını alan, köftesini yiyen orada. Tanıdık yüzler çok fazla. Zaten basketbol maçına gelen insanlar hep tanıdık yüzlerdi. Ama bu sefer eskiler, kırgınlar, küskünler de geliyor. Herkesin tanıdığı abilerden biri yakaladığı her gence anlatıyor; "25 sene önce Spor Sergi'de......"

İçeri girmeden önce cumartesine bilet arıyoruz. Karaborsa bile ASY ekolünden. Eskiden Abdi İpekçi'nin önünden geçen adama "abi maç var gel sen de, adam olsun" denilen günlerden her adım başı rastlanan karaborsacıya.

İçeri erken giriyorum. Salon boş gözüküyor. Herkes avluda takılıyor. Abdi İpekçi'ye gelip önünde takılmak. Çok garip. İçeride eş dost. Sonra büyükler. Haldun Üstünel'den Faruk Süren'e kadar tüm camia orada. Alba Torrens ile ilk selamlaşma. Drogba istekleri hiç olmasa keşke.

İlk basket onlardan. Sonra Johnson ve Shipp. Farkı açıyoruz ama Ömer Onan giriyor devreye. Sinir bozucu şekilde her yerden sallıyor. Bu arada salon dolmaya başlıyor iyice. O kadar kalabalık ki, ne kadar kalabalık olduğunu göremiyor. Çocukluk günleri gibi; kafaların arasından sahayı görmek yetiyor.

Peiyot, herşeyi "zaten biliyor" Kaya'nın hücum süresinin 24 saniye olmadığını bilmemesiyle ve Shipp'in 2 Fenerli'yi devirip sayıyı bulmasıyla bitecekti. Eğer Tomas o son atışı yapmasaydı.

İkinci periyot farkı açmıştık ne güzel. Ama işte rakip Fenerbahçe. Ukiç, yoksa, Preldziç, illa biri çıkıyor. Yine de iyiyiz, güzeliz.

Devre arasında koridorda sıkıntı büyük, oksijen yok. Salonda oksijen olduğunu kimse bana inandıramaz. 3.periyot nefes tutulması başlıyor.

Bundan sonra izlediğimiz maç, daha önceki çoğu maça benzemiyor. Duygusal bir yaklaşım değil; gerçekten çok güzel bir maç olmaya başladı. Uzun süredir salonda böyle bir maç izlememiştim. Shumpert sakatlanıyor, Rancik zaten yok. İşler kötü gidiyor. Preldziç de oyuna ağırlığına damga koyuyor. Biz ise maça Haluk Yıldırım, Caner, Johnson ile tutunuyoruz. Hiç bir zaman takımın en önemli ismi olmayan adamlarla.

Periyot biterken Tutku. Rahat bir periyot arası yaşıyoruz sayesinde. Dönüşte bir tutulma yaşanıyor. Yalçın Dümer'in sadece "Lavrinoviç" diyebildiği dakikalar. Asıl tutulma son dönemde yaşandı. Sayı bulamadık. Fenerbahçe sadece 4 sayı atarak maçı uzatmaya götürdü.Jasi'ye yapılan her faul banko 2 sayı olarak geri döner dakikaları. Litvanyalı adama faul yapmayacaksın aga. Ukiç'in kamikaze gibi dalışlarından biri daha; maç 84-84

Son top bizde, ama Işıl Alben'in son topta hatalı yürüdüğü yerde bu sefer Ermal tıkanıyor. Üstelik aynı yerde 1.5 dakika önce de başarısız olmuştu. Maç uzatmaya gidiyor.

Uzatma da artık anlatılmasın, yazılmasın. Shipp'in kaçan serbest atışlarına sağlık olsun. Maçın en iyisiydi. Johnson en beklenmedik anda sezona damgasını vurdu, sene sonunda gitse de artık unutulmayacak. Ermal ve Haluk büyük karakterler. Tutku, takımı baltaladı ama ligdeki maçta ne yaptığı hala akıllarda. Caner'in yaptığı ekstra işler artık bizim için ekstra değil. Evren'in savunması.

Kazandık, 2-1 oldu. 20 küsür sene sonra kazanılan final maçı. Bunu izledik, 2 gün sonra tekrar Fenerbahçe'yi yenmek. Uzun süredir 1 gün arayla Fenerbahçe galibiyeti görmemiştim. Ama yine de, herşey bir yana; şampiyonluk, final serisi, derbi galibiyeti vs.. Hepsi tamam da; uzun zamandır böyle bir atmosfer yaşanmadı. Önce Banvit, sonra FB maçları; bu maçlarda çok başka havalar var. Spor kulübü olmak böyle işte; bir branş herşeyi unutturuyor.

Hiç yorum yok: