Pazartesi, Kasım 30

1 yıl önce 1 yıl sonra

1 Aralık 2008 günü hayatımdaki en kötü günlerden biriydi. 325.KD olarak sınava girmeye karar vermiştim o gün. Zaten 3 gün var sınava girebileceğiniz. İlk günden işi bitirelim diye düşündüm ve sabah 8 gibi falan Tuzla'daydım. Tabi o zaman bu işin daha 30 Kasım'ı 1 Aralık'a bağlayan gece sıra alınarak yapılan bir çılgınlık olduğunu bilmiyordum. Gidince efendi gibi, uzunluğu 300-400 metreyi bulan kuyruğun en sonuna geçtim. Sonra bir ara yeniden numara verme durumu oldu ve yüzlerce insan koşarak yer değiştirdi aynı anda. İnanılmaz bir curcunaydı gerçekten. Bu kez nispeten daha iyi bir sıradaydım, en azından saat 8'de orada olan biri için iyiydi sıram.
***
Yaklaşık 10 saat bekledim o gün orada. Bu 10 saat, o gün tanıştığım tertibimle at yarışı muhabbeti yaparak geçti. Atçılar birbirini buluyor gerçekten. Bir kere de tatildeyken aynısı gelmişti başıma. Hacı hacıyı Mekke'de hesabı...
***
- Tüh ya bu da Pendik Şubesi... Arkadaşım sen kenara ayrıl şöyle...
- ... (Nooluyo lan sessizliği)
- Bak şu tarafta ilçelere göre masalar var, Pendik masasına git, yardımcı olsunlar.
***
- Merhaba, kenardan gönderdiler de beni, kimlik numaramı girince bir sorun oluştu.
- Anlıyorum. Ya birşey sorucam, Nisan'da askere gitsen, yani bu dönem gidemesen çok problem olur mu?
- Olur tabi canım, şaka mı bu?
- Şaka değil, Ankara ile ilgili bir sorun var ve eğer 2 gün içinde çözülemezse askere gidemeyeceksiniz.
- Ya nasıl olur, ben askere gidiyorum diye işten çıktım.
- Maalesef durum budur.
***
Beni en çok yaralayan dialoglardan biridir bu. Birkaç saat kendime gelememiştim. Ulan böyle de şans olur muydu be... Askere gidiyoruz işte ya, zaten bayıla bayıla katıldığım bir durum değil, bir de gidemiyoruz. Bu vergi borcunu ödemek isteyen adama vergi dairesinde sorun çıkartılmasıydı bence. Ertesi gün bana telefon numarasını veren o görevliyi aradım. Aradığım yer Kadıköy'de bir parfümeri. Kutay kesin biliyordur yerini. McDonalds'ın hemen solunda kalan yer. Ama McDonalds'a göre değil bize göre solunda :)
***
Dükkan kadın dolu. Gelen olumlu haber üzerine attığım sevinç nidalarıyla herkes bana bakıyor. Koşarak çıktım, dışarıda bekleyen arkadaşlara haber verdim. Kuş kadar hafiftim. Sebebi ise askere gidebilmemdi. Askerliğimi ise Manisa'da yaptım. Kırkağaç değil, Batıkışla. Kırkağaç olmadığını söylediğim zaman ağzını ekşitenlere söyleyeyim şimdiden, eğitim çavuşuydum ve kolay geçmedi askerlik. Zaten bir kısa dönemin Kırkağaç'ta askerliğini yapma ihtimali yok. Komando okulu orası, tıpkı eşi benzeri olmadığı söylenen Isparta gibi... Her neyse bence bunun cidden kolayı zoru yok. Herkese göre zor işte, kimse koşa koşa gitmiyor bence.
***
Tarih hakikaten tekerrürden ibaret. Yarın resmen kışın ilk günü. Kışı, yaza göre daha çok severim. Hele yapış yapış İstanbul sıcaklarını düşündükten sonra, kışı daha çok severim. Kışın Kadıköy'ü de daha çok severim mesela, niye bilmem. Yağmurlu ve temiz havalarını severim kışın. Neyse, geçen yıldan sonra yarın da hayatımın kötü günlerinden biri olacak, kesin... Arefe günü gidip startını verdiğimiz kanal tedavisinde en son sinirler alınmış, geçici dolgu yerleştirilmişti. Yarın kalınan yerden devam ediyoruz. Berbat bir durum. Dişçi koltuğuna oturmak, ağzınızdaki salyaları çekmesi için nal gibi hortumu ağza almak, kafayı kurbanlık gibi kenara uzatıp portatif lavaboda ağız çalkalamak, dişçinin aletlerinin çıkardığı matkap sesi gibi ses ve daha onlarca ayrıntı... Hepsinden nefret ediyorum. Ve evet dişçiden korkuyorum. Bugün ne güzel bitirecektik işi, yarına ertelendi.
***
Şimdiden 331 KD'lere hayırlı kuralar diliyorum ayın 10'u için. Asker alışverişlerinde gaza gelip kazıklanmasınlar bir de. Kulak çubuğu, ayak kremi falan bunlar lüzumsuz şeyler, giderayak bütçe sarsılmasın.

Galatasaray 77-84 Fenerbahçe


Güneşi bir pazartesi günü. Üstelik tatil. Güneşli pazartesiler. Birkaç gün sonra kış gelecek ve bu havalar kaybolacak. Yoğun çalışan biri olarak -ki akşam saatlerinde ofiste olacağım- bu gündüz saatlerini güzel bir şekilde değerlendirmem daha mantıklı olurdu.

Fakat yıllardır yaptığım gibi bu güneşli gün bir Galatasaray maçına harcandı. Maçın başlamasına 1.5 saat kala Maltepe'den çıktım ve Ataköy'deki salona geldim.

Ahmet Cömert'e gelmeyeli herhalde 2.5 sene oluyor. Herhalde değil öyle de en son hangi maçtı onu hatırlayamadım. Sanırım 19 Mayıs 2007'de Sami Yen'de oynanan maçın öncesinden oynanan play-off erkek basketbol maçıydı. Ve eminim ki bundan sonra Bakırköy sınırlarında olma nedenim yine bir basketbol maçı olacak. Daha doğrusu Galatasaray. Başka türlü orada ihtimalim sıfır.

Son 2 senedir peşinden koştuğum kızların isimleri. Işıl, Esra, Yasemin, Sophia, Simeone, Marina... Bu sene yenileri de eklendi.

Son 2 senede böyle günlerim çok oldu. Ondan önce de maçlara gidiyordum ama yalnız değildim. Artık yalnız gidiyorum. Maç esnasında, salonun içinde çok koymuyor ama gidişte-dönüşte yalnız olmak sıkıyor artık. Bu maçların anıları olmuyor. Olsa da anlatılmıyor.

Ahmet Cömert, Abdi İpekçi, Ayhan Şahenk, Caferağa farketmiyor, benim hasretim bitmiyor. En sonunda 2 hafta önce erkek takımı yendi, o da hükmen mağlubiyetle sonuçlandı. Necati'nin attığı golden beri ezeli rakip galibiyetini canlı canlı yaşayamadım. Ve bugünden sonra karar aldım, futbol dışında sadece Caferağa'ya (o da evime yakın diye) giderim.

Çünkü ben ne kadar çok çaba sarfetesem de, Galatasaray yönetimleri ne kadar değişse de, rakibi baskı altına alamayıp, güle oynaya onların galip gelmesini izliyoruz.

Mağlubiyetin birinci sebebi bu değildir belki ama kanıma dokunan sebebi budur. Fenerbahçe Başkanı'nın isteğiyle, karşı tribüne seyirci alınmamaması, ayıptır.

Bu maç şampiyonluk maçı sayılabilir. Bayan basketbolunda durum belli. Galatasaray ve Fenerbahçe hemen hemen eşit güçte ve iş sahada maçı kazanan şampiyon olur. Şu anda Play-Off serisi için büyük avantaj kaybettik. Ama ne kadar ironiktir ki, bu mağlubiyeti alırken iç saha avantajını kullanmadık.

Galatasaray yönetim kurulu üyeleri Caferağa'ya, İpekçi'ye gidince aynı şekilde ağırlanacak mı, çok da önemli değil. Bugün Galatasaray tribünlerinin içinden, evet içinden mecaz yok içinden, arasından, Aziz Yıldırım geçti. Polis, Galatasaray tribününden taraftar aldı, kimse de ses çıkarmadı (Birkaç tribün lideri hariç). Daha da söylenecek laf yok.

Maça geçelim. Fenerbahçe 1. ve 2.periyodu önde kapadı. En önemli isim olan Jia Perkins'in sakatlığı etkilemiş takımı. Bir türlü oyun içinde istikrarı sağlayamadık. Fakat, fark da hiç açılmadı. 3.periyotta muhteşem bir basketbol oynadık ve maçı çevirdik. Düşük olan şut yüzdemiz bu periyotta değişti. Nilay Yiğit'in garip 3lüğü bile girdi.

Son periyotta ne olduğunu anlayamadık. Gerçi biz anladık ama sanırım çok büyük bir istekle takımın başına getirilen Zafer Kalaycıoğlu anlayamadı. 30 dakikada 54 sayı yiyen takım, 10 dakikada 30 sayı yedi. Hakemlerin saçma düdükleri de etkili oldu bunda tabi ama mazaret değil. Bir hakem için ne güzel bir derbi zaten. Baskı yok, gerginlik yok, çal oynasın.

Ve maçın en kritik anında tekrar sakatlık belası tabi. Geçen sene play-off'ta sakatlanarak bizi üzen Işıl ile aramda 3 karışlık mesafe var. Çünkü hala sakat ve maçı dışardan takip ediyor. Ve aynı şeyler bir kez daha yaşanıyor. Önde gidiyoruz, yine iç saha, yine FB maçı, yine 1 numaramız, bu sefer Nilay sakatlanıyor. Ve maçı da o dakikadan vermeye başlıyoruz.

Bu arada hak teslim etmek lazım. Nilay'ın gelmesine oldukça tepki göstermiştim. Fakat bugünkü mücadelesiyle kendini affettirdi.

Sonuçta kaybettik maçı. Biz kaybettik. Mağlubiyeti bir kişiye yüklememek lazım. Herkes hatalı. Bundan sonra da futbol ve Caferağa dışındak derbilere gitmiyorum. Fenerbahçe Başkanı rahat rahat gelebilsin diye, biz salondaki yerimizden feragat ederiz. Güneşli havaları kapalı salonlarda geçirmem artık. Bugün yapılanlar, Canaydın yönetimi zamanında olsaydı Canaydın'a neler denirdi acaba?

Douglas'a teşekkür etmek lazım. Esra'nın hala 2 sene önceki halini bekliyoruz, inatla. Young takımın kalbi olmuş durumda, çok seviyoruz, Leuchanka erken faul problemine girmeseydi (niye girdiğini hakemlere sormak lazım) çok daha faydalı olabilirdi. Tuğba kendini bu yaz çok geliştirmiş sanki. Artık skor da yapıyor. Işıl'ı sahada olmasa da salonda görmek güzeldi. Ve son olarak Seimone Augustus çok özledim ablam seni, iyileş de gel artık.

Fenerbahçe beklediğimden daha kötüydü. Ama daha soğukkanlıydı. Bizden iyiydi. O da galibiyet için yeterliydi. Her attıkları girdi nerdeyse. Ajavon bizi bu sefer boş geçti. Penny Taylor 25 sayı attı. Başka bir şey yapmasa da deplasmanda 25 sayı atarak kalitesini göstermiş oldu. Birsel, bana göre bayan liginin en klas Türk basketbolcusudur.

Fnerbahçe'yi tebrik etmekten başka bir şey gelmez. Zaten 4 senedir alıştım artık. Bundan sonra maça gitmiyorum yalanını da 934832.defa söylüyorum ama bu sefer hakikaten ciddiyim.

Penny Taylor

Pondexter'dan sonra Fenerbahçe'ye gelen en iyi yabancı kesinlikle. Bugün umutların bittiği anda maçı aldı götürdü...

Yorumsuz

Bu terbiyesizliği ezeli rakibe taş sevimliliği adı altında yayınlayan Milliyet'i kınıyorum.

Pazar, Kasım 29

Özledim

Aziz Yıldırım Zico'nun takımındaki disiplin noksanlığından ve küçük maçlardaki konsantrasyon eksikliğinden şikayetçiydi. Disiplini ve lig konsantrasyonu ile tercih sebebi olan Daum'un takımında ise Emre ve Kazım maç içinde hakeme küfrettikleri, Bilica ise daha ortada maç yokken kavgaya karıştığı için uzun süreli men cezaları aldı. Ligçi Daum'un Fenerbahçesi, Galatasaray kaybetmişken kendi sahasında Kasımpaşa'ya yenildi. Daum ne müthiş bir altyapı sistemi kurması için ne de Şampiyonlar Ligi'nde final için getirildi. Ligi domine etsin diye getirilen bir adamın dünkü puan kaybı kabul edilebilir gibi değil. Yukarıdaki disiplin sorunları Zico zamanında olsaydı neler yazılırdı kim bilir?
***
Onunla aramızda Ege Denizi var. Arthur Zico Olympiakos'un başında çıktığı ilk Pana derbisinde rakibini 2-0 mağlup etmeyi başardı. Goller Mitroglou'dan... İşler Şampiyonlar Ligi'nde de iyi gidiyor. Gruptan çıkmayı hemen hemen garantilediler. Son hafta, gruptan çıkmayı garantileyen Arsenal'den Karaiskaki'de 1 puan almaları kafi. Yolun açık olsun güzel insan...

Zafere Kaçış


Olur mu olur. Seneler sonra Karşıyaka'yı deplasmanda yendiler. Jasaitis-Rancik takımı sırtlıyor. Hafiften umutlandık, sene sonuna kadar böyle mücadele olsun sonuç ne olursa olsun utanmayız.

Cenk İşler'in Golleri


Şu anda ligin faal olarak futbol oynayan en golcü adamı. Üstelik bunu yaparken 3 büyüklerde forma giymemiş. İlk 10'da olup bunu başarabilen bir kişi daha var, Göztepe efsanesi Fevzi Zemzem.

Yılmaz Vural'ın "bana 3 büyükler fırsat vermiyor" veryansınını Cenk yapmıyor. Yapabilirdi oysa. Samsun'dan İstanbul'a gelen golcü çoktu. Ertuğrul Sağlam, İlhan Mansız, Tanju Çolak, Serkan Aykut.. Hatta Tümer Metin, Celil Sağıroğlu. Ama Cenk sadece İstanbulspor'a transfer olabildi. Ve bu sene Kasımpaşa.

Cenk'in büyüklere ilk golü 1995-96 sezonunda Galatasaray'a. Siftahı bizle yapıyor ama en çok Fenerbahçe'nin canını yakıyor. Bize 8, Beşiktaş'a 7 tane ataren, suyun karşı tarafına 12.golünü dün gece filelere yolladı. Üstelik 6 farklı takımın formasıyla. Koleksiyonluk yani.

İşin ilginç tarafı, Cenk Fenerbahçe'ye ilk golünü attığında Galatasaray ve Beşiktaş filelerine çoktan 2şer gol yollamıştı. Samsunspor'da parlayan Cenk, Fenerbahçe'ye ilk golünü çok daha sonra Adanaspor formasıyla atıyordu. Sene 1999. Sezon 1999-2000

O sezon Fenerbahçe'ye 3 gol atıyor. İki tanesi Kadıköy'de. Adanaspor'a 4-2 yeniliyordu Fenerbahçe. Tarihinin en kötü sezonu bence. Çünkü Fenerbahçe bu kadar kötüyken, ezeli rakip Galatasaray UEFA Finali'ne yürüyordu. Ve daha da ilginci. O gün Adanaspor'a atılan iki golden birini kaydeden Samuel Johnson (diğeri Alpay Özalan) 1 hafta sonra Sami Yen'de bize atıyordu. O Adanaspor maçını Peralta yazar belki, hatırlıyorsa.

2000-2001 sezonuna, İstanbulspor ağlarına 5 gol birden bırakarak başladı Cenk. Ekim ayında Adana'ya Fenerbahçe geldi. Rapajç'in golüne cevap veren isim oldu. O maçı bir Galatasaraylı olarak Faruk Ilgaz Tesisleri'nde izlemiştim. 2000-2001 güzel sezondu.

2001-2002'yi boş geçti Cenk. Fenerbahçe için diyoruz bunu tabi. 2002-03'de boş geçecekti ama son haftada, bir 17 Mayıs gününde Fenerbahçe'ye attı golünü. Bu sefer İstanbulspor formasıyla. Bir sonraki sezonun ilk maçının Fenerbahçe için yine İstanbulspor ile olduğunu hatırlatalım. Ama Cenk o sezon İstanbul'dan ayrılıyordu.

2003-2004'te Cenk'in forması Konyaspor olmuştu. Konya'da 2, Kadıköy'de 1 gol attı. Ama iki maçı da Fenerbahçe farklı kazandı ve sezon sonu şampiyon oldu.

2004-2005'te Fenerbahçe'ye gol atarken formasının rengi sarı-lacivertti. 2000 yılındaki gibi yine bir FB-GS maçından önce oynanan bir maçta attı golünü. Tek fark o maçın öncesinde de bir derbi vardı. İki derbi arasında yani.

Galatasaray'a Olimpiyat Stadı'nda 5-1 mağlup olarak kupayı bırakan FB, az daha ligi de Ankara'da bırakıyordu. Cenk'in golüyle kazanan Ankaragücü oluyordu. Fakat aynı saattlerde bir diğer Ankaralı, Gençlerbirliği, Sami Yen'de Galatasaray'ı 2-1 yenince, 1 hafta sonra Kadıköy'de şampiyonluk turu atıldı.

2005-2006'da Cenk K.Erciyesspor ile Kadıköy'e geldi. Tıpkı dün akşamki gibi seyircisiz oynanan bir maçtı. Seyircili olsa da farketmezdi, keza herkesin gözü Dolmabahçe'deydi. Cenk'in golüne rağmen Fenerbahçe'nin 4-2'lik bir galibiyeti vardı. İnönü'de devler berabere kalınca şampiyon Fenerbahçe olacaktı. 15 saniye sonra kapılar açılacaktı. Fakat, stad dışındaki yüzlerce Fenerbahçe taraftarının beklediği olmamıştı.

2006-07 sezonunda kupa finali oynayaıp küme düşen K.Erciyesspor'un hikayesi önemliydi. Ligin zirvesine demir atan takım ikinci yarı coşmuştu ama olmamıştı. O dirilişin ilk adımı Fenerbahçe karşısında başlamıştı. Ocak ayında Kayseri'de oynanan maçta alınan 1 puanın başrolünde Cenk vardı. Aynı gün Taksim'de Stuart Staples konseri vardı. Cenk'in golünü, bir bakkalda Zafer ile beraber izlemiştik.

Daha sonra Süper Lig'e 2 sezon ara verdi Cenk İşler. Önce Antalyaspor'u, ardından Manisaspor'u Süper Lig'e çıkardı. Bu sene geri döndü. Ve dün yine Fenerbahçe'ye golünü attı. Kasımpaşa ile, 6.farklı takımıyla. Bu arada bir ilginç not daha verelim. Cenk'in Fenerbahçe'ye gol attığı 5 takımın bir tanesi dışında hepsi (ve hatta parladığı Samsunspor) şu anda alt liglerde. Federasyon, Ankaraspor yerine Ankaragücü'nü düşürseydi o zaman bu istatistik daha ilginç bir hal alabilirdi.

Cumartesi, Kasım 28

Cenk İşler, el övünür...

Bu hakemlerle bu ligin biteceğini gerçekten düşünmüyorum. Buna bir tepki koymak lazım, geçen hafta Beşiktaş'ın üçüncü golü ofsayt, bu hafta Kasımpaşa'nın üçüncü golü bariz bir ofsayt ve skor 1-3 iken Semih'e yapılan müdahale net penaltı. O an penaltı çalınsa ve skor 2-3 olsa o maçta herşey olabilir...
***
Yukarıdaki paragraf tabii ki şakadan ibaret. Önce Volkan'dan başlamalıyım. Bu yıl gösterdiği iyi performansa söyleyecek tek sözüm yok. Antalya'da müthiş bir top çıkardı, dönen atak gol oldu maçı aldık, Kayseri'de maç 1-1'e geldi, 4-1 bitecekken Kayseri deplasmanında 1 puanı cebe atmamızı sağladı, 3-0 kazandığımız ve üstün oynadığımız Gençlerbirliği maçı performans olarak takımın zirve maçıydı ve bu maçta bile 2-3 tane, gol olsa kimsenin ağzını açamayacağı pozisyonlar oldu, Volkan müthiş çıkardı ve galibiyette pay sahibi oldu. Volkan'ın tek kusuru, sıçtığı zaman jeneriklik sıçıyor. Öyle bir gol yiyor ki uzun yıllar akıllardan çıkmıyor. Bir kalecinin kariyerinde Kuranyi'den yediği, topu ayağının altından kaçırdığı gol ve bu gece maçın 50.saniyesinde yediği bu gol varsa, onu diğer kalecilerden ayırmak gerekir. Elinizdeki adam standart değil. Ve eğer konsantrasyon problemi varsa akla hayale gelmeyecek golleri yiyebilir. Ama kafa olarak maçtaysa bir Julio Cesar bir Petr Cech oluverir... Golü yiyince arkadaşım, iyi ki Kasımpaşa maçında yedik böyle bir gol, başka hangi maçta olsa çıkaramazdık dedi. Dakikalar ilerledikçe ilk yarıda skor 1-1 iken, bence kazanmamız için en az 2 gol atmalıyız çünkü Kasımpaşa bize kesin 1 tane daha atacak dedim. Vederson ve Deivid oyuna girdiğinde, birşeylerin değişeceğini sanmıyorum sadece umuyorum dedi arkadaşım. Ve maç sonunda eve dönerken şunu düşündüm, bu maça 5-0 önde başlasaydık oynadığımız bu futbolla kesinlikle maçı kazanamazdık. 5-5 ya da 5-6 Kasımpaşa kazanırdı.
***
Kasımpaşa'nın hakkını yemek istemiyorum. Yılmaz Vural (bugün MHP'li Oktay Vural'ın kardeşi olduğunu öğrendim, sahiden benziyorlar lan zaten) hesabını yapmış. Benim adım Kasımpaşa, onun adı Fenerbahçe. Kadıköy'de yenilirsem hatta farklı yenilirsem kimse bana birşey demez. Ama yenersem gündem değişir, olay olurum, milli takım muhabbetinde benimle dalga geçenlere de kapak olur diye düşündü bence. Hatta her büyük maçta hemen hemen böyle düşünüyor hoca. Amacı kazanmak bu maçları... Ama bunun bir bedeli vardı ve o da Kasımpaşa savunmasının arkasında kabak gibi açılan boşluklardı. 4-4-1-1, 4-3-1-2, 4-4-2, 3-5-2, 4-6-0 vesaire oynayan değil, sahada kazanmak için karakter koyan bir Fenerbahçe olsaydı bu maçı kazanırdı. Evet üzgünüm ama sorunlar rakamlarda değil. Keşke orada olsaydı. Yani sorun Selçuk'un ve zaman zaman Christian'ın sol ya da sağ iç oynayacak bir oyuncu olmaması, Alex ile birlikte bazı oyuncuların ki en başa beni ciddi biçimde hayal kırıklığına uğratan Semih'i yazmak lazım, çok kötü gününde olmaları, ya da Rıdvan'ın dediği gibi Galatasaray maçından sonra ligin ilk yarısı için kepenkleri indirmeleri, genel savunma zaafları, Daum'un ilk kez denediği sistemin tutmaması falan değil, olamaz. Galatasaray kaybetmişken, puan farkı 5'e çıkacakken, Beşiktaş ensene gelmişken, geçen hafta taraftarlarını bir derbide üzmüşken, sahadaki bu karakter, disiplin ve mücadele noksanlığını açıklayacak sistem, taktik, vesaire olamaz. Bu Rıdvan'ın dediği gibi (2) başıboşluk değil, içiboşluk bence. O 20 günlük arada ne yedilerse Samandıra'da içleri boşalmış.
***
Daum öyle bir of çekti ki kulübede, sinirlenmemek mümkün değil. Emre hakeme küfrediyor, 3 maç ceza alıyor Daum "Emre gibi oyuncuların kıymetini bilmeliyiz" diyor. Kazım 4 maç ceza alıyor, Daum "bazı oyuncularımızı bilerek tahrik ediyorlar"diyor. E sen böyle yaparsan takım kalır mı ortada? Eklesene o Emre'li cümlenin sonuna sinirlerini kontrol etmeyi öğrenmeli diye. Eklesene o Kazım'lı cümlenin sonuna arkadaşlarını bu şekilde sahada yalnız bırakmaya hakkı yok diye... Kazım'ı kazanıyoruz diye takımı kaybediyoruz abi burda. O Uğur Boral ulan en azından kötü oynuyordum, dikine denemeye çalışıyordum olmuyordu, 4 kişinin arasına girip topu kaybediyordum ama bir gün de yan hekeme küfür edip 4 maç ceza almadım demez mi? Daum'un lig motivasyonu, disiplini, taviz vermeyen tavrı yoksa biz niye katlanıyoruz abi Daum'a o zaman? Ya da ben diyeyim. Çünkü Fenerbahçe tribünlerinin geneli Daum'cu zihniyeti sever. Adam zaten Avrupa Kupalarını düşünmüyor, e sen Galatasaray'ın kaybettiği hafta Kasımpaşa'dan evinde 3 tane yiyorsan ne diye oyuncuları idmanlarda deli gibi lig lig lig diye bağırtıyorsun? Oflayıp puflayacaksan, gel beraber oflayalım, ne farkımız kaldı ki sen Kasımpaşa karşısında bu kadar çaresiz kaldıktan sonra zaten?
***
Sezon başında bir yapı oluşturduk. Aykut Kocaman sportif direktör oldu. Ben Fenerbahçe'de futbolla ilgili herşeyde son sözün Aziz Yıldırım'a ait olduğunu düşünüyorum. Bunu kulüpte bir futbol şube sorumlusu olmamasıyla da açıklayabiliriz belki. O yüzden bu yapının samimiyetine inanmıyordum. Ama Aykut'un bu kadar da pasif kalacağını düşünmüyordum. Arada Aziz Yıldırım'ın ağzı olup Daum'a aba altından sopa göstermesini falan beklemiştim ama onu bile yapmıyor. Demek ki gerçekten bir sportif direktörlük bu. O zaman daha kötü çünkü görevini yapmıyor Aykut Kocaman... Gerçi düzgün bir görev tanımı da yok bu sportif direktörlüğün ama ne bileyim 3-0 kaybettiğin ve değil taraftar yönetim olarak bile oyun 0-0 iken verilmeyen net bir penaltının arkasına sığınamadığın bir derbi mağlubiyetinden sonra nasıl bir 1 hafta geçti de o Samandıra'da, böyle bir takım çıktı ortaya? Mustafa Denizli'nin Fenerbahçe'deki son maçı, Diyarbakır deplasmanından önce bol bol kar topu oynandığını biliyorum, bu sefer kar da yağmadı. Kenarda Kasımpaşa karşısında çaresizlikten oflayan bir teknik direktör varsa onun üstündeki sportif direktöre de "birader sen ne iş yaparsın" demek gerekmez mi? Haddimi aşıyorum biliyorum, ama gerekir.
***
Kasımpaşa'nın kazandığı bir maçtan sonra sürekli Fenerbahçe konuşup onlara haksızlık mı yaptım bilmiyorum, gerçi Murat Erdoğan'a haksızlık yapsam vicdan azabı çekmem, ama ne bileyim gerçekten çok açık oynadılar. Büyük boşluklar verdiler. Skor 3-1 iken bile defans yapma gereği duymayan bir Kasımpaşa varsa ortada, sorunu Fenerbahçe'de aramak lazım sanki. Yine de sakin ve çok düzgün oynadılar, iyi pas yaptılar. Sonuçta her atak oynayan ve açık oynayan takım 3-1 yenemiyor Fenerbahçe'yi... Açıkçası Kasımpaşa Fenerbahçe'nin oynaması gerektiği gibi oynadı. Tebrik edip kara kara Twente maçını düşünmekten başka yapacak birşey yok. Dibe vuran takımlar daha sonra toparlanma sürecine girerler deyip, iyimser olmak gerekiyor sanırım...

Popüler Günler


Andre Moritz'i geçen sene Paşa formasıyla -canlı olmasa da- takip edebilen az kişiden biriyim. Bu azı arkadaşlarıma ismini önermiştim. Bu sene ise altın çağını yaşıyor.

Bu blogu okuyanlar zaten futbolla çok fazla haşır neşir olduğu için Moritz'in geçen seneki futbolunu da izlemiştir. Bu sene diğer kesim de yakından tanıyor. Ve son 1-2 haftadır her yerde karşımıza çıkıyor.

Önce Lig Tv/Radyo'da Ömer Güvenç-Bahri Havadır'ın konuğu oldu. Sonra NTV Spor'a çıktı. Geçtiğimiz hafta içi Tam Saha dergisinde bir ropörtajı yayınlandı. Belki benim görmediklerim de oldu.

Bugün satın aldığım 4-4-2 dergisinde de Hilal Gülyurt ile bir söyleşisi var. Henüz okumadım iki dergiyi de. En kısa zamanda bakalım ne demiş sempatik futbolcu.

Mortiz sanırım önümüzdeki yazın en çok konuşulacak futbolcusu olacak. Transfer döneminde 3 büyükleri peşinden koşturur. Keza tam aranılan özellikler onda. Genç, Brezilyalı ve 4 büyükleri boş geçmiyor. Bu sene henüz Fenerbahçe'ye gol atamadı sadece. Şu anda ise 2-1 öndeler. Belki ilerleyen dakikalarda atar. Maç böyle biterse atmasa da attı derler zaten bu ilgi olduktan sonra..

Futbolcuların Facebook Halleri #4


Fotoğraf buraya sık sık yorum yazan highistanbul'dan. Facebook'tan bir Emre Aşık karesi. Bir haftasonunda Taksim'de bir mekanda kendisi. Bir gün sonra Galatasaray'ın maçı var. Emre sakat tabi, kadroda yok. Eleştiri değil. Zaten bu muhabbet açıldığında, kimse yadırgamadı. Emre'ye profesyonelliği biz öğretecek değiliz. Fakat Berker baya çıldırdı. Emre Aşık'ın içtiği herşey feda olsun diyorum ve yazıyı noktalıyorum.

Cuma, Kasım 27

Ekaterina

Ne Naz, ne Seda, ne Eda... Fenerbahçe Acıbadem'in en sempatik oyuncusu 2.02'lik balık yüzlü Gamova bence...

Abim


Kewell'ı abim kadar seviyorum, abim gibi görüyorum. Fotoğrafraki ise onun öz abisi. Abimin abisi benim de abim sayılır. Yanında da Haldun Üstünel. Bursaspor maçı dönüşü Kadıköy Barlar Sokağı'na gidecekler gibi duruyorlar. Seneye Rod abim gelsin Kadıköy'e, bu sefer istediğimizi alırız herhalde.

Demek ki İyi Yapmışlar


Kural bellidir. Taraftarın yaptığı her olumlu hareket abartılır, olumsuzluk yerden yere vurulur. İyi bir şey varsa, dünya bizi konuşur, kötü birşey varsa çapulcular olay çıkarır. Şimdi yine aynı konular.

Beşiktaş, İnönü'de United'ı konuk etti, gazeteler büyük Beşiktaş taraftarı diyerek gazı verdi. Sonra CSKA Moskova dönüşü Demirören'e saldıranlar oldu, çapulcu oldular. İnönü'de istifa diye bağrıldı diye ceza alanlar oldu, gazetelerde yer bulmadı.

Neyse Beşiktaş'ın iç meselesi, ilgilendirmez beni. Şu anda yapılan ise basının "başkan yalakalığı"dır. Cska maçında başkana yumurta atıyorlardı, şimdi Fenerbahçe-United galibiyeti sevincini yaşıyorlar. "siz bu takıma (hatta başkana) güvnemediniz" imajı yaratılıyor.

Peki tersten okursak şu çıkmaz mı: Moskova dönüşü tepkiyi koydular takım düzeldi. Demek ki maharet baskında.

Eskiden idman basılırdı şampiyonluk gelirdi, şimdi moda havaalanı baskını.

Başkana fiili saldırıyı ve küfürlü tepkileri yadırgıyoruz tabi. Zamanında GS tribünleri de yapmıştı. Yakışan bir hareket değil.

Ruslar


2.06 boyundaki Andrei Kirilenko ve 1.78'lik cüce(!) Yuri Zhirkov.

United Taraftarı


Dominic Monoghan, United taraftarıymış. Lord Of the Rings'den bilen bilir. Daha çok Evangeline Lilly'e hallenmesiyle hatırlanıyor.

Tello gol atıyor, sonra Evangeline gelip teselli ediyor. Ne güzel dünya be?

Perşembe, Kasım 26

Old Trafford'da 1-0 kazanmak


Aslında iki maç içinde oynanan futbol birbirinden apayrı. Dün Beşiktaş'ın oynadığı savunma futbolunu oynayamamıştık o gün. Biraz Allah korumuştu açıkçası. Gerçi o maç Manchester United'ın kazanmak zorunda olduğu bir maçtı. O yüzden ciddi yüklenmişler ve oldukça yıpratmışlardı bizi. Dün ise Beşiktaş zaten iyi olan savunmasına oyunun bazı bölümlerinde bu sezon bugüne kadar bence hiç yapamadığı topu tutma, ayağa oynama özelliklerini de az da olsa sergiledi. Ve Mancester United'a fazla pozisyon vermeden tamamladı maçı. Beşiktaşlılar'ın içinde eminim buruk bir sevinç vardır. Deplasmanda kaybedilen CSKA maçı, içeride kaybedilen Wolfsburg maçı bugün belki daha çok can yakıyordur. Maçın ikinci yarısını seyrettiğim için genel olarak bir yorum yapamayacağım, zaten böyle bir maçtan sonra yorum mu olur? Old Trafford'da kazanıyorsun, ötesi yok. Evra'nın kendini bıraktığı pozisyona penaltı vermedi diye kenarda çıldıran bir Sir var, neyin tekniği taktiği...
***
Boliç'in golüyle kazandığımız maçtan sonra Lazaroni "aslında iyi oynamadık ama canla başla mücadele ettik" demişti. İyi oynanan maçlarda kazanamamıştı Fenerbahçe. İlk yarılarını 0-0 bitirmeyi başardığı iki maçtan birinde Juventus'a Alen Boksic'in golüyle 1-0, diğerinde ise Beckham ve Cantona'nın golleriyle 2-0 mağlup olmuş, deplasmanda da 1-0 önde olduğu maçta ikinci yarıda Ivanov'un golüne engel olamayınca Rapid Wien'le de 1-1 berabere kalmıştı. Rapid maçı grubun birinci maçıydı. Ve Bolic daha o zamanlardan yavaş yavaş saç baş yoldurmaya başlamış, Ali Şen'in "gol atar atmaz parmağını kaldırıp ben buradayım başkanım diyeceksin" sözleri üzerine dikkat edilirse iki golden sonra da parmağını kaldırıp koşmuştur. Bu gereksiz detayı da verdikten sonra biraz o gün oynanan Manchester United maçını hatırlatalım.
***
Fenerbahçe maça kalede Rüştü, sağda İlker göbekte Uche ve Saffet solda Erol, orta sahada Kemalettin, Tuncay Akgün (Leman çizeri değil Kocaelispor'dan transfer), Okocha, Högh ileride de Bolic ve Kostadinov 11'i ile çıkmıştır. O gün daha defansif bir oyun yapısıyla oynamak gerektiği için Lazaroni göbeğe Saffet'i çekip, Högh'ü zaman zaman Parreira'nın da yaptığı gibi ön liberoya, Kemalettin'in yanına çekmiştir. Högh ayağı düzgün bir adamdı, bir Lugano veya Servet değildi. Manchester United ise Schmeichel, Irwin, May (Bolic, karşısında May, gitti rakibinin üstüne), yolu bir dönem İstanbul'a da düşmüş olan Johnsen, Roy Keane, Kemalettin'in paspasa çevirdiği Nicky Butt, Beckham, Jordi Cruyff, Poborsky ve Cantona ile başlamıştır.
***
78. dakikada Bolic'in golü geldiğinde gerçekten inanamamıştım. Bugün May'in ayağına çarpıp girdiği besbelli olan gol o gün Bolic doksana taktı' ydı. O atakta Fenerbahçe Manchester'ı 3'e 3 yakalamıştı. Bolic'in karşısında May vardı ve Güntekin Onay'ın dediği gibi Bolic rakibinin üstüne gitmişti. Sağında Kostadinov vardı. En dış kulvarda ise oyuna Tuncay Akgün'ün yerine giren Mustafa Doğan vardı ki bir yerde Güntekin Onay da "sağ kanattan destek veren Mustafa da var" diyordu. Mustafa uzunca bir süre elini kaldırmış ve Bolic'ten pas istemişti. Bugün düşünüyorum da iyi ki kendisi vurmuş ya herro ya merro diyip... Maçta unutulmaz bir başka an da golden bir iki dakika sonra, aptallaşan Manchester'ın üstüne cesurca giden Fenerbahçe'nin, çok stoper oldu bir tane top yapan adam koyayım diyen Lazaroni'nin Högh'ün yerine oyuna aldığı Bülent'in soldan ortasına kafayı vuran Kostadinov'un bu topunun direkten dönmesidir. Maç sonu malum. Büyük ve şuursuz bir sevinç. Galatasaraylı abim oldukça üzülmüştü. Yalan yok, hiçbir Avrupa Kupası maçında Galatasaray'ı ya da Beşiktaş'ı desteklemişliğim yoktur. Yemişim ülke puanını... Ama dünkü galibiyete sevinen biri var ki, kendisi şu an askerde... Hem 100. yıl Chelsea'lisi olduğu için sevmez Manchester United'ı ve Rus mafyasına sempati duyar, hem de 100.yıl Beşiktaşlısı olduğu için Beşiktaş'ın mutsuz günlerini daha çok görmüştür. Şafak saydığı bugünlerde üstüste gelen Fenerbahçe ve Manchester galibiyetleri en çok onun için moral oldu. Buradan selamı çakalım ve özlediğimizi belirtelim.
***
Öte yandan grupta kalan iki maçta Högh'ün golüyle 1-0 galip geldiğimiz Rapid Wien maçıyla umutları son maça taşımıştık gruptan çıkabilmek için. Ama hem Manchester'ın Rapid'i yenmesi hem de bizim Juventus'a 2-0 mağlup olmamız nedeniyle gruptan çıkamamıştık...
***
Bu arada akşam akşam Vakıfbank maçını izlerken bugünden beri devam eden diş ağrısı pes dedirtti ve ikinci sette oyundan çıkıp dişçiye gittim. Kanal tedavisi dedi doktor. Randevu pazartesi günü, o gün Ahmet Cömert'te derbi var. Kutay'la maça gitmeye niyetliyim ama durumum maç saatinde belli olur, bakalım. Herkese iyi bayramlar...

Sol Ayağın Yaşattıkları


Beşiktaş'ın 21.yüzyılda İngiltere'de 2 kazandıği maç var. Biri Chelsea, diğeri Man.Utd. İki maçta 3 gol attı Beşiktaş. İkisini Londra'da Sergen, diğerini dün Tello. 3 golün de ortak özelliği, sol ayakla atılması.

Bir solak olarak eklemek istedim sadece. Yeri gelmişken Beşiktaş'ı da tebrik edelim. Ve Mustafa Denizli'yi. O da bir solak zaten

Babam Beşiktaşlıdır. Normalde Avrupa Kupası'nda Beşiktaş'ı tutmam ama dün baya destekler buldum kendimi. Babam görseydi keşke. Onla Chelsea maçını izlemiştik, baya sinirim bozulmuştu, babam da iyi dalga geçmişti. Neyse sevinmiştir adam akşam akşam zaten.

Beni yetiştiren insanların bir kısmı Beşiktaşlıdır. Beni Galatasaraylı yapan insanların çoğu da Mustafa Denizli hayranıydı. Dün hem Beşiktaş hem Denizli kazandı. Güzel oldu valla ne diyim.

Old Trafford'da United'ı yenmelerine rağmen, müthiş bir başarı kazanılmışken bile lafı GS ve FB'ye getiren yeni kuşak, (bizim kuşak) Beşiktaşlılar'ı olsa da sevindim. Eskiler için sevindim.

Tello'nun golünün fotosunu bulamadık biz de Sergen koyalım.

Kral



Tanju, Devler Ligi'nde 4 gol attığı bir maçtan sonra, kendisine tezahürat yapan 10 kişilik çocukların önünde, "bu sevgiyi görün, dünyada Maradona varsa, Türkiye'de de Tanju Çolak gerçeği var." demişti.

Tanju istese bu ülkenin Maradona'sı olurdu. Belki de istedi. Ama başka şeyler de isteyince Tanrı olamadı, Kral olmakla yetindi. Ve bence Türkiye'de Tanju Çolak neyse, dünyadaki karşılığı Romario olur.

Gol atmaksa ikisi de atar. Hatta ikisinin de Galatasaray'a golü vardır. Tanju, Metin Oktay'ı geçmek için çirkin bir gol atmıştı. Romario ise Pele'yi geçmek için Avustralya'da bile top oynadı. Bence kendisini madara etti.

Ve ikisi de gol atmak için hala şu yaşlarında bile kendilerini paralıyorlar. Tanju Devler Ligi'nde gol atarken, Romario'da atmış yine bir yerlerde, seviniyor.

Gelme!!

Ronaldinho da biraz gulyabani havası var zaten.. Gelme..!!

Gulyabani filminde Kemal Sunal repliğiydi bu sanırsam. Gulyabaninin geldiğini gören Şaban, "gelme, gelme!" diye bağırıyordu.

Şampiyonlar Ligi'nde 3.olup muhtemel rakibimiz olabilecek takımlara bakınca ben de aynı şeyi hissediyorum. Gelmeyin abiler.

Gulyabani için şöyle bir tanım vardır: Gezginlere ve yolculara uğrayıp onları mahveden canavar. Biz de Hamburg yolcusu olduğumuza göre, bize uğrarlarsa mahvedecek olan takımlar bunlardır.

A Grubu'nda 3.olacak takım ya Juventus ya B.Münih. Juventus bizi iyi bilir gerçi. B.Münih de Ribery ile entersan bir eşleşme olabilir. Ama olmasa daha iyi.

B Grubu Beşiktaş'ın grubu. Orayı ezeli rakibe saygıdan es geçelim.

C Grubu Marsilya, Milan. Marsilya daha dişimize göre. Milan bizi Juventus'tan daha iyi bilir. Madem biliyorsun, daha çıkma karşımıza. Tanıştık biz.

D Grubu yüzde 80 A.Madrid. Bak bu iyi olur. Zaten bu sene kötüler. Sami Yen'de Aguero izleriz. Gerçi V.Calderon deplasmanı var, o biraz riskli.

E Grubu Liverpool.

F Grubu zaten en karışığı. Hiç girmeyelim. Bu seneki cenabetlikle Inter gelir kesin.

G Grubu Stuttgart veya Unirea. İkisi de Uefa takımı zaten. Hoş bir grup., keza H Grubu da öyle. Son iki grup kurtarıyor ama diğerleri çok fena.
***
Tabi bu işin şakası. Dün kafaya oynayan bir takımı deplasmanda mağlup eden Beşiktaş'ı baya kıskandım. Eskiden biz de yapardık ama baya ara verdik. Fenerbahçe Sevilla'yı, Inter'i, Beşiktaş Chelsea'yi, United'ı, Liverpool'ı yenerken bizim son güzel galibiyetimiz 2004 Juventus. Zamanı geldi artık.

Bu arada, bu sene Bordeux ile eşleşmemek çok garip olacak. Şaşırdım.

Tercih


Borges sık sık yazar Lothar hakkında. Pek sevmez. Doğrudur, o bizden daha hakimdir Alman futboluna. Vardır bir bildiği. En çok bahsettiği konu da Lothar'ın 1986 Dünya Kupası kadrosuna çağrılınca üzülmesidir. Sebebi, kız arkadaşına yazı beraber geçirme sözü vermiş olmasıymış.

Buradan da yola çıkabililiriz. Ama biz sadece fotoğrafa bakalım. Fotoğrafta, bir İtalyan, bir Fransız ve bir Alman erkeği var. Alman'ın yanında hoş bir sarışın bayan var. Hemen zihinlerde hakim olan görüşleri dökelim.

İtalyan erkeği, kadınların kafasında bizim ( benim değil genel olarak erkeklerin) Ukraynalı hatun için oluşturduğumuz imaja sahiptir. Onlar için bir numaradır. Totti, Cannavarro, Maldini, Del Piero canlı örnekleridir. Haksız da sayılmzlar yani. Karizmatik abilerdir. Saygımız sonsuz.

Fransız erkeği, aşk adamıdır derler. Yönetmeni, şairi oradan çıkar. Fransızca küfretsen kız sana aşık olur. Öyle bir imajları var. Paris zaten aşk şehri olarak geçer. Fransa'ya gidip birine aşık olmayanı döverler. Hatta Paris'e de damsız girilmezmiş.

Alman erkeği ise cazip değildir pek. Odun gibidir biraz. Dil zaten kabadır. En güzel aşk şarkısını dinlesen tiksinirsin. O nedenle Alman müzik grubu denince karşısında Rammstein yazmasının nedeni budur. Scorpions şarkılarını Almanca söylseydi şimdi nerede olurdu acaba? 7 sene Almanca okudum oradan biliyorum. bunları . Alman erkeği diyince, bira içen göbekli adam gelir akla. İstisnası vardır muhakkak. Hatta önerme yanlış bile olabilir ama kafadaki imaj budur.

E peki bu sarışın abla niye Alman'ın yanında? Önünde İtalyan var, Fransız var. Niye Alman? Ablamız kim onu bilsek, Lothar hakkında bir iki şey daha öğrensek belki daha doğru bir cevap verebiliriz. Ama sadece fotoya bakarak şunu diyebiliriz.

Ribery, Toni, milletinizin yüzkarasınız oğlum siz. Tiplere bak. Çirkinlik değil kastım. Şu bakışlar, kıyafetler. Saklandığı yerde yakalanan Saddam Hüseyin gibi bakıyorlar. Bir de Lothar'a bak. Hatuna hava basıyor resmen. Buralar eskiden bizimdi, dutluktu, sattık böyle oldu diyor sanki. Gerçi haksız da sayılmaz.

Çarşamba, Kasım 25

Özer Hurmacı Hakkında


Fenerbahçe'nin bu sene en çok konuşulan 3 isminden biri Özer. Taraftarın sevgilisi Alex, taraftarın sevmediği Guiza ve taraftarın henüz görmediği Özer. Bir Galatasaraylı olarak Özer hakkında, dışarıdan bir göz olarak ben yazayım.

Gerçi çok da dışarıdan sayılmayız. Çünkü alıcı gözle Özer'i izlemiştik. Ankaraspor'dan almıştık Özer'i birkaç sezon evvel. Ama takımda yer bulamaz diye Özer'i Ankaraspor'da bırakmıştık, sezon sonu alacaktık. Karşılığında 3 futbolcuyu Ankaraspor'a yollamıştık ama. Gereksiz transfer hamlesi olarak tarihe geçti.

O dönemlerde çok konuştuk Özer'i. Ne iş yapar ne eder? Özer iyi adam. Bir kumaş var. Çok mu üst düzey? Değil. Fakat Özer'i diğer futbolculardan ayıran çok önemli bir özelliği var. Gelişmeye açık ve hedefleri yüksek. İstanbul kulüpleri onun için son nokta değil. Birçok söyleşide bunu duyduk. Diyeceksiniz ki, her futbolcu lafta aynı şeyi söyler. Ama Özer'in bu konuda daha samimi olduğunu düşünüyorum. Futbol altyapısını sadece teknik olarak değil mental olarak da Almanya'da almış bir futbolcu. Onu İstanbul kesmeyecektir.

Daum'un onu oynatmaması bence olumlu bir hareketti. Sakatlıktan yeni çıkmıştı. Form, beklenen seviyede olmayabilirdi. Fakat oynatmaması beklentiyi de arttırdı. Bıyık-sakal teoremi.

Herhalde son yıllarda Anadolu'dan İstanbul'a gelip bu kadar beklenti yaratan bir futbolcu yoktur. Tuncay Şanlı da, Gökhan Gönül de hatta zamanında İlhan-Tümer, Karan bile çok büyük beklentilerle gelmediler. Nedense Özer'den çok şey bekleniyor. Kapalı kutu olarak kaldıkça da bu beklenti artıyor.

Aynısı FB camiası geçen sezon Gökhan Emreciksin'e yaptı. Andolu'dan İstanbul'a gelen futbolcunun geliş zamanı çok önemli. Mesela iki Gökhan'a bakalım.

Emreciksin, kötü giden takıma adeta kurtarıcı olarak geldi. El üstünde tutuldu. İmza attığı gün yanında 17 yaşındaki Abdülkadir vardı. Gözler onun üzerindeydi. O da bu beklenti altında ezildi. Sadece 1.5 senelik bir Süper Lig tecrübesi vardı oysa.

Gökhan Gönül ise, şampiyon takıma transfer olmuştu. O hava ile imza attığında kimse ismini bilmiyordu. Bilmek için de çabalamıyordu. Onun Fenerbahçeli olduğu günlerde sol beke yeni bir isim transfer edilmişti. Dünyanın en iyisi Roberto Carlos. Gökhan, nereye geldiğini ilk günden idrak edebilmişti.

Özer ise ikisinin arasında kaldı. Ne Emreciksin gibi kendini dev aynasında gördü, ne Gönül gibi isimsiz geldi. Daum onu korumak istedi. Ama severek öldürmek deyimini uygulamasından korktu tribünler. Özer'in hazır olmadan oynatılmaması büyük bir hata olurdu. Fakat paslanma ihtimali de vardı. Bu noktada ben Özer'e çok güveniyorum. Başka bir Türk futbolcusu olsa oynamadığı zamanlarda futbola küsebilir. Fakat Özer'in kafa yapısı çok daha farklı. Sıranın kendisine geleceğini biliyor. O güveni sağlayan da muhakkak Daum.

Sonuç olarak, Özer'e büyük bir baskı binmemeli. Özer, yeni Alex değil. Daha vakti var. Aklı başında bir futbolcu. İstanbul'a gelince ümitlendiğim bir diğer Anadolu futbolcusu Burak Yılmaz'dı. Ama tutunamadı. Özer, Burak'tan daha farklı bir zihine sahip. O nedenle umut saçıyor. Lakin son ümit vaadeden adamı Burak olan bir blog yazarının Özer hakkında olumlu konuşması da aslında çok da dikkate alınmamalı.

Sıçtın Mavisi


G.Rangers destan yazmaya devam ediyor. Facebook'ta çok popüler olan bir grup ismi, sıçtın mavisi. Resmen Rangers için söylenmiş. Bu sezon gerçekten sıçtı maviler. En çok da kaleci Allan McGregor. Duruşundan belli zaten.

Yılın Spor Fotoğrafı

Habertürk Gazetesi'ne ve Gökhan Türe'ye tebrikler. Şu fotoğrafı, böyle bir ortamda çektirmişler. Galatasaray'un uzunlarında hep bir akıl tutulması olur zaten. Fatih Solak da böyleydi mesela ama saha içinde kalırdı onun tutulmaları. Cemal tutulmuş gidiyor.

Bir de reddetme lüksüm yoktu diyor. Şimdi çıkar bu fotoğraf için de aynısını der. Gökhan Türe'yi reddetme lüksüm yoktu der. Ve bir Galatasaraylı sporcu geleneğini de yerine getimiş:

"Şu an Galatasaray’da muhatap alacak kimse de kalmadı. Kulüpten bir kişi de arayıp benim böylesine mağdur olduğum bir durumda destek olup, tesellide bulunmadı. Bu da beni üzen ayrı bir konu.” diyor Cemal. Şu fotoğraftan sonra da kimse aramasın zaten. Haftaya da Cemal acaba, "Galatasaray camiasına kırgınım" der mi?

Bu arada bu akıl tutulması nasıl bir bahanedir. Benim bildiğim akıl tutulması anlıktır. Mesela binceğiniz otobüs gelir, siz bir anlık gafletle binmezsiniz. Veya iddia da FB-GS maçına akıl tutulur GS yazarsınız. Uzun uzun düşünerek bir olay yaratıyorsunuz sonra akıl tutulması diyorsunuz.

En güzel yorumu Demirkol yaptı. Fotoğrafı görünce, "hala tutulma devam ediyor herhalde" dedi. Güzel dedi.

Salı, Kasım 24

Allah akıl fikir versin

Aklıselim demiştim Mehmet Cansun için, ama sağolsun hemen yanılttı beni. Camianın önemli bir ismiydi, ve bence Cemal Nalga olayını en makul değerlendiren kişiydi. Ama geçen gün katıldığı bir radyo programında bu işte Fenerbahçe'nin parmağının olabileceğini ima etmiş. Fenerbahce.org yanıt vermiş, bence ciddiye alıp yanıt vermemeleri gerekirdi.

You Don't Fool Me



Bugün 24 Kasım. Önce öğretmenlerimizin, öğretmenler günü kutlu olsun. Aynı zamanda Freddy Mercury'nin ölüm yıldönümü. O nedenle bu videoyu buraya koyalım.

Quenn'in en sevdiğim şarkısı; You Don't Fool Me. Özellikle 2004-2005 sezonunda çok dinlemiştim. Hagi ile alakası yok, sadece beni aptallaştıran bir kızla alakalıydı.

Neyse efendim dinleyin, ben de bu şarkıyı, 2004 yazında Bodrum'da sabahlayıp Quenn muhabbeti yaptığımız Alp'e, bu şarkıyı bana MP3 olarak yollayan Zafer'e, Mercury'nin doğduğu yer olan Zanzibar isimli bir cafeye beraber gittiğim bir arkadaşıma ve tabi ki beni aptal eden kıza armağan olsun.

Ha bir de Bodrum'da Körfez'de çok çalardı bu. Benle Körfez'e giren herkese selam olsun.

Mercury ölmedi, bak hala dinliyoruz.

Sağ Açıklar


Dün K.Karabükspor, Ç.Rizespor'u 3-0 yendi. Gollerin asistini Sertan Vardar yaptı. Bugün gazetelerde pek adı anılmamış. Herkes golleri atan Emenike ve Engin'den bashediyor.

Sertan iyi bir kanat oyuncusudur. Geçen sene Boluspor'da da iyidi. (Yukardaki foto o zamandan). Zaten o takım iyi bir takımdı. Niye bozuldu anlamıyorum. Stoper Aytek, sağ açık Sertan takımdan yollandı. Fatih Gül oynamıyor, Edim Demir sakat. Geçen seneki takımın başında Demirbakan olsaydı, bu sene bu kadar geride kalmazlardı.

Konu Sertan. 3 asist yaptı. Bu sene çok etkili. Karabükspor 2.sıraya yerleşti. 4 maçta 15 gol attılar. Gol yemiyorlar. Ulusal basında da çok yer bulmuyorlar. Biz analım.

Onun dışında Sinan'ın taktıği lakapla Drogba Erçağ, Karşıyaka'da çok farklı işler yapıyor. Lüleburgaz'da santrfor oynayan Erçağ, Karşıyaka'nın sağ açığında oynuyor. Bu hafta 3 golden ikisinin pasını verdi, diğerini hazırladı. Sinan, ondan böyle şeyleri beklemediğini söyledi. Kendini aşmış biraz yani. Şu anda Karşıyaka taraftarının sevgilisi konumunda.

Kartalsporlu Efecan ise tam bir sağ açık değil. Her yerde oynayabiliyor. Ama inanılmaz oynuyor. Galatasaray altyapısından yetişti, bonservisi Kartalspor'a verildi. Çok büyük işler yapıyor. Biraz fiziksel olarak yetersiz. Ama 1.Lig'de fiziksel olarak yetersiz olan biri iş yapıyorsa Süper Lig'de hayli hayli yapar. Keza aşağı taraf biraz kasaplar mahallesi. Efecan o kasapların arasında Ribery gibi esiyor. Bu hafta da 1 gol ve 1 asist ile oynadı.

Solak biri olarak, sol açıklara hayranlık duyarım.(Bknz. Harry Kewell). Ama bu hafta aşağı tarafta sağ açıklar öne çıktı. Tebrikler.

SONg

Fotoğraftaki Fatih Tekke takımda olsaydı Song'un kaderi belki daha farklı olurdu. Galatasaray'da da sürekli sorun yaratırdı Şef. Derbilerde oynamamışlığı çoktur. Takımı sabote ettiği hep söylenirdi. Ama çok sempatik bir adamdır. Şeytan tüyü vardır. Kızılmaz ona kolay kolay.

Tabi İstanbul'da böyle. Trabzon'da bazı şeylere sabır gösterilmez. Song, Trabzonspor'a gidince büyük hata yaptı aslında. En birbirine zıt ikili bir araya geldi. Afrika'nın en kariyerli futbolculardan birinin Karadeniz'de gemisi battı. Son günlerin popüler lafıyla; kılıçla yaşayan kılıçla ölür vakası. Galatasaray'da yaşadığı 2 şampiyonluk ve güzel günler adına üzülüyorum tabi. Ama Song'un bu durumuna şaşırmıyorum da.

Anlayan Anlatsın

Forma olayı muhakkak büyük skandal ama biri de bana bunu anlatsın. Bu da büyük bir skandal sayılır. Sadece 2 FB maçı, 1 BJK maçı için salona giden biri olmadığım için bunları yazmakta kendimi haklı görüyorum.

- Murat Özyer 2008'de Torino'da Avrupa'da erkek takımına yarı final maçı oynatır, sonra yollamak istenir.

- Yeni hoca bulamayınca Murat Özyer'e "evladımızsın" denir, takımın başına geri çağrılır.

- Sonra Murat Özyer gelir ama sezon ortasında gönderilir, yerine Lise Defteri takımından Koray Mincinozlu getirilir.

- Bu arada bayan takımı Avrupa'da yarı finale yükselir, ligde şampiyonluğa yürür ama coach Cem Akdağ görevden alınır.

- Takımın başına Zafer Kalaycıoğlu'yu getirmek isterler, Akdağ o yüzden yollanır. Kalaycıoğlu ezeli rakibin hocasıdır. Onla da anlaşmazlık olur. FB izin vermez. Türlü türlü dedikodular muhabbetler.

- Sonrasında bayan takımı boşta kalmasın diye takımın başına Okan Çevik getirilir. İvmeyi alan takım Avrupa'dan kupayı alır. Şahsi kanaatim coachun payı azdır. Ligde Caferağa'da dudaklarımı kanattığım maçta 10 sayıdan Fenerbahçe'ye maçı veririz. Keza serinin son maçında kendi sahamızda öne geçip maçı veririz.

- Bu arada Koray Mincinozlu, bir önceki sezon yarı final oynayan takımı, içerde dişarda fark yiyen bir hale getirir. Aslında Koray M.'yu suçlayamam, sonuçta adamın son deneyimi bir dizide okul takımı coachunu canlandırmaktı.

-Sezon biter. Okan Çevik terfi eder. Erkek takımının başına geçer. Ben Caferağa'da kanayan dudağımı aklıma getiririm. Bir de Esra'yı yanında unutan, Şaziye'yi oyunda tutan coach erkek takımında ne yapar diye sorarım.

-Sonra anlarız ki bunların hepsi boşmuş. Erkek takımının hali ortadadır.

- Ve bugün açıklanır ki, Cem Akdağ erkek takımının başına geçmiş. O zaman geçen sene Cem Akdağ niye yollandı diye sormak abes olur mu?

Murat Özyer'i de yarın bayan takımına geçirirlerse, hiç şaşırmam.

Murat Özyer bu camianın içinde yer alsında, görevi ne olursa olsun zaten...

Demirkol görmemiş

Az önce bir haber yorumlandı Spor Servisi'nde. Biz de onu yorumlayalım hadi. Beşiktaş'ta kapalı altın, üste saldıracağı haberleri yer almış bir gazetede derbiden önce, Mehmet Demirkol da haberi eleştiriyor böyle haber olur mu diye. Hakikaten olmaz. Millet birbirini öldürecek diye haber yapmak doğru değil. Rıdvan Akar gibi maça gitmemiş bu yüzden baksana... Yalnız derbi için, çok temiz, daha ne olsun, küfür olmadı, kimse kimsenin kafasına birşey atmadı gibi şeyler söyledi laf arasında. O kadar da değil bence... Daha tünelden çıkarken Alex ve Roberto Carlos'a bir kaç tane pet su bardağı atıldı ki sanırım bir tanesi Carlos'un kafasına ya geldi, ya da sıyırdı, çünkü yüzünü ekşitip kafasını sildi gelen maddeden ötürü. Daha sonra yine bir kere sanırım ikinci yarıda taç çizgisinin orada bir pet şişe atıldı. Bir taneden ne olur diyeceksek, eyvallah. Ama Galatasaray maçından sonra tam sayfa Saraçoğlu kapanıyor haberi yapılırken, İnönü'de sahaya atılanlardan bir satır bile bahsedilmemesi doğru değil.
***
Bir de Hürriyet'in Fenerbahçe haberi yapmamasını eleştirdi Demirkol. Daha doğrusu Fenerbahçe haberi yapmamasını değil de, olumsuz Fenerbahçe haberi yapmamasını. Daum Emre'ye yatmadığı için kızmış olaylar çıkmış, Guiza çıldırmış, millet birbirine girmiş. Yapmak lazım tabi böyle haberler. Daha yaratıcı olmak lazım ama. Feridun Niğdelioğlu gibi mesela. Bir yıldız futbolcuyu konuşturacaksın herkes mutsuz diye, lider olan takım için herşeye rağmen hala şansımız var dedirteceksin ki haber değeri taşısın olay.
***

Zdenek Zeman

Fanatik'in başlığı "Gol delisi Zeman Fenerbahçe'de" idi Zdenek Zeman Dereağzı'na geldiğinde... Sahi ya o zamanlar Samandıra yoktu. 1-0 kazanmaktansa, 5-4 kaybetmeyi tercih ederim demişti bir de...

Pazartesi, Kasım 23

Lale

Sana sarı laleler aldım, çiçek pazarından...

Yılmaz Vural Gelmez Ama


"Geçen hafta Hikmet Karaman gitti, bu hafta Hugo Broos gitti. Bakarsınız haftaya da Daum gider"

Yılmaz Hoca'nın son lafı da bu. Espiri 10 numara. Ama espiri sadece işte. Fenerbahçe-Galatasaray maçında arkasındaki bayana ve yanındaki adama gider yapan Yılmaz Hoca, bu hafta Kadıköy'e bir kez daha gelecek. Ama bu sefer tribünde olmayacak. Zaten tribünde de kimse olmayacak. Maç sonunda Daum'u yollasa bile, Fenerbahçe yedek kulübesine hiç oturamayacak.

Galatasaray 1-1 Manisaspor


Kasım ayı işte. Galatasaray'ın bir klasiği. Hiçbir zaman sahadaki futbol alınan kötü sonuçlarda birinci neden olmaz. Bu senenin Kasım ayını tarihe not düşelim. Frank Rijkaard'ın İstanbul'u, Galatasaray'ı tanıdığı ay olarak kayıtlara geçsin.

Önce Kadıköy'de başladı. Onlarca derbiyi Avrupa'da oynayan, yaşayan Rijkaard, hayatında ilk defa tanık olabileceği şeyleri Papazın Çayırı'nda yaşadı. Tekrar anlatmaya gerek yok. Sonrasında yaşananlar ve içinden çıkılamayan bir ruh hali ortada.

Bu hafta ise tıpkı Rijkaard gibi biz de daha önce görmediğimiz bir şeye tanıklık etti. Olay kendi içinde ne kadar şaşırtıcı olsa da Galatasaray camiası böyle şeyleri sürekli yaşar. Galatasaray Spor Kulübü olmak böyle bir şey. Basketbol şubesinde yaşanan bir skandal yönetimin sıkıntılı günler geçirmesine neden oluyor, ve bu futbol takımını da ister istemez etkileyecektir.

O nedenle Rijkaard artık daha dikkatli olmak zorunda. Sene başında yazdığım şeyler halen geçerliliğini koruyor. Bu kaotik ortam, saha sonuçlarına beklenen sabrı gösterememeye kadar varabilir. Bu sene önemli derken bunu demek istiyorduk.

Saha içine bakarsak, uzatmaya gerek yok. Kötü oynadık ve puan kaybettik. İç sahada puan kaybetmek futbolda var. Ama Galatasaray genelde alışılmışın dışında bir şekilde puan kaybediyor.

Serseri bir topla yenilen golü çıkaramamak iç saha puan kaybını hoş görebilir. Fakat yıllardır varolan bir hastalık, 1-0 öne geçtiğimiz maçı kazanamamak dün gece de hortladı. Bunu Gerets ile Hagi ile Rijkaard ile açıklamak mümkün değil. Konyaspor'a 3-1'den 3-3'e getiren Gerets takımı ile, Skibbe'nin Kocaelispor'dan 1-0'dan 5-2 yenilen takımı aynı dertlerden muzdaripti. Bu sene Eskişehirspor karşısında aynısını yaşadık ve yine öne geçilen maçı berabere bitirdik.

Dün tekrar anlaşıldı ki, bu takımın en önemli adamı Milan Baros. 25 Ekim saat 20.02'den beri Galatasaray gol yollarında sıkıntı çekiyor. Dünkü maç için söylenebilecek yegane şey budur. Bir de Kewell, son 5 Sami Yen maçında beşinci golünü de attı.

Manisaspor için daha çok şey yazmalı. Güven ve Yiğit geçen seneki görev adamı imajlarını korumuş. Ergin Keleş, sağ açıkta Hakan'ı çok yordu. Simpson takımın yeni yıldızı. Sezer'in oynamaması onlar için eksik değil, keza Nizo iyi iş yapıyor. Eren (goldeki hatasına rağmen) ve Kalabene savunma dörtlüsünden en beğendiklerimdi. Mehmet Nas ise Murat Hacıoğlu'na dönüşüyor sanki.

Ve tabi ki Mehmet Güven. Oyuna girince arkamda "Mehmet oyuna girdi 2.yi atarız şimdi" diyen abimiz, aslında Sami Yen'deki herkesin aklından geçeni dillendirmişti. Fakat totemler kasım ayında GS için ters işler. Mehmet Güven oyuna girince, yine gol yedik. Florya'da nasıl bir cenabetlik varsa hepsi bu çocukta toplanmış. Sami Yen'e adımını attığı an Galatasaray'ın talihi ters tepiyor.

İlk söylenemsi gerekeni ise sona sakladık. Galatasaray tribünleri can çekişmeye devam ediyor. Kuddusi Müftüoğlu çok kötü bir maç yönetmiş olabilir. Gerçi tartışılan birçok pozisyon olsa da nedense şu anda pek konuşulmuyor. Ben es geçiyorum o noktayı. Fakat Kuddusi Müftüoğlu'nun ne kadar kötü bir hakem olduğunu Ali Sami Yen insanı 2002'den beri iyi biliyor olmalı. Elimizden aldığı Beşiktaş maçı sonrası bu stada tekrar tekrar gelmesi ve rahatça düdük çalıyor olabilmesi sinir bozucu. Burada sinir bozan tabi ki Müftüoğlu değil.

80.dakikada skor 1-0 iken, her pozisyonda düdük çalıp topu Manisaspor'a veren bir hakem Sami Yen'de maç yönetirken, Nevizade'yi söylemenin hiçbir mantığı yoktur. Söylersen böyle yersin golü işte. Rakip takımlar, olmayan penaltıyı çaldırabiliyor veya çıkmaması gereken kartı çıkartabiliyor. Sami Yen ise rakipler için cehennemden öte, halk konseri tadında bir panayır yerine dönmüş durumda.

Herkes kendi halinde çalıp söylerken, arkada kimsenin ilgilenmediği top oynayan çocuklar. Manzara budur.

Galatasaray yönetiminin de bunda payı var. Kapalı'nın önündeki camların boyunu uzatmak hangi mantığın ürünü acaba? Sahadan koptukça kopuyoruz. Camlara dokunmak yasak. Yani resmen rakibe rahatlık sunuluyor. Rakip bu sayede, puan aldığı zaman dalga geçer gibi 3lüsünü çeker veya GS formasını ters giyip, tribüne bakış atar. Şaşırmamak lazım.

Tribünün ise yönetime karşı olmayacağı Şardan'a duyulan sevgiden belli olmuştur. Aynı hoşgörü Canaydın'a gösterilmemişti.

Haftaya Bursa deplasmanından puan kaybı çıkarsa, seçim çalışmaları başlar diye düşünüyorum. Yine de Bursa deplasmanından daha önemli olan şey çarşamba günkü olağanüstü divandır. Bursa deplasmanı her sene var ama olağanüstü divan gerçek anlamda 40 yılda bir oluyor. Çarşamba-cuma maçlarından sonra uğursuz kasım ayının sona erecek olması şimdilik teselli.

Pazar, Kasım 22

Anri'nin Eli


Dünya futbolunda daha önce böyle rezillik hiç olmadı. O kadar sene mahallede, sokakta, halı sahada top oynadık, stadlarda, televizyonlarda maç izledik ilk defa bir futbolcu topu elle kontrol etti ve hakem görmedi. Daha önce yaşanmamıştı böylesi. FIFA bile şaşırdı, nasıl davranacağını bilemiyor.

Değil tabi böyle. Ama nedense yaratılan hava bu. Bu konu hakkında yazamadık hafta içi, bu pazar günü yazalım iki satır. Öncelikle maçın tekrar edilmesi çok saçma olur. Hakem ne olursa olsun kararı vermiş. Futbolun içinde bunlar oluyor. Hakem hatasıyla maç kazanılır veya kaybedilir. Çirkef hakemler de olacaktır. Bir takımı ard arda verdiği kararlarla da yakabilir. Ve yıllar sonra o maçı anlatacak, konuşacak bir konumuz olur. Aslolan muhabbettir ve hakem hatalarının buna katkısı çoktur. Maçın tekrarını falan unutalım.

Geçelim Thierry Henry'e. Fransız'ın hayranı çoktur. İyi topçudur. Ama ben çok sevmem. Daha doğrusu severim keratayı ama hayranı olduğum bir yıldız değildir. Bir Raul, bir Ginola, bir Gattuso, bir Redondo, veya bir Totti değil benim için. O nedenle onu koruma isteğim yok. Ama bu kadar çok eleştirilmesini de anlamıyorum.

Henry'e saldıranlar önce elini vicdanına koymalı ve sonra saldırmalı. Aynı durumda kendileri olsa ne yaparlardı. Yani Türk milli takımında oynuyorsunuz, elinizle düzeltip Servet'e gol pasını veriyorsunuz. O gol sizi Dünya Kupası'na götürüyor. Maçı 55.000 kişilik Kadıköy'de oynuyorsunuz. Golden sonra bütün stad seviniyor. Galatasaraylısı, Fenerbahçelisi... Gidip hakeme "gol değildi" diyebilecek olan varsa helal olsun. Ama eminim ki "benim için Henry bitmiştir" diyenlerin yüzde 80'i Henry'nin yaptığını yapardı.

Ben elle oynamazdım diyene de saygılarımı sunarım. Top oynarken top bazen öyle bir gelir ki, ister istemez elle oynarsınız. Hatta elle oynadığınızı anlamaz, topun elinize çarptığına inanırsınız. Anlık bir olaydır.

E peki şimdi ne olacak? Hiç. Futbol devam edecek. Yıllar sonra Fransa futbolunun muhabbeti ni yaparken, 1993 Ginola, 1998 Zidane, 2009 Henry diyeceğiz ve 3 saat futbol konuşacağız.

Şike yapmak, doping kullanmak, takımını satmak, rakibe kasti tekme atmak dışında her futbol hatası hoş görülebilir. Bu da onlardan biridir. Sonuçta hakem bu hareketi görseydi, Henry'e sarı kart gösterecekti, futboldan afaroz etmeyecekti. O zaman biz de etmeyelim.