Çarşamba, Temmuz 31

Nadide Hayat



Ne kadar eleştirsek de 'Çağan Irmak sineması' diye bir kimlik oturdu artık. Bunu da takdir etmek gerek. Bir de "Türkler iyi pazarlama yapamaz" derler. "İçeriğimiz iyi ama paketlememiz kötü" deriz. Irmak, tek başına bu ezberi yıkıyor.

Nadide Hayat, ana fikir olarak saygı uyandıran bir konuya sahip. Fakat yine o kadar çiğ işlenmiş ki, mesajın yerine ulaşıp ulaşmadığından emin değiliz. Fakat izlerken sinemanın 'görsel' bir sanat olduğuna ikna oluyoruz. Çekimlerin Muğla'da yapılmasının etkisinden olsa gerek, çok güzel renkler, görüntüler, manzaralar eşliğinde filmi izliyoruz.

Oyuncu seçimi ise çok tatmin etmedi. Demet Akbağ da, Yetkin Dikinciler de çok başarılıydı. Hatta Dikinciler, gördüğüm en iyi performansını ortaya koymuş. Fakat yine de bir aşk serüveni yaşayan ikili arasında uyumsuzluk vardı. En azından yaş olarak sıkıntı vardı. Demet Akbağ film çekildiğinde 55 yaşında. Oysa ben biraz daha genç gösterdiğini düşünürüm. Oysa filmde torunu olan bir kadını canlandırıyor. Bana biraz alakasız geldi. Irmak'ın kadrolu oyuncularından Şerif Sezer çok uyardı ama o da bir komedi filminde yetersiz kalabilirdi. Ama zaten Akbağ gibisini bulmuşken, diğer tercihler de (mantıklı olarak) direkt silinmiş olabilir.

Fakat genç oyunculardan gerekli verim alınamamış. bu da yönetmenle alakalı bir durum olsa gerek... 

Yine de duygusallığın dibine vuran ve izlerken sıkan Irmak filmlerine kıyasla daha iyi bir yapım olduğunu belirtmek mümkün. Sanırım komedi olunca duygular daha tutarlı dağılıyor. Üstelik son yıllarda vizyona giren filmleri, hele hele komedileri düşününce Nadide Hayat elle tutulur bir yere konulmayı hak ediyor. O kadar da gömmeye gerek yok. Fakat bir şekilde Türkiye'nin en popüler yönetmenlerinden biri olmuş birinden daha iyisini bekleyebiliriz.

Yıllar önce, ülkede Issız Adam çılgınlığı yaşanırken bir arkadaşım şöyle demişti: "Çağan Irmak sinemanın şifresini çözmüş. Kadınlara olmak istediklerini, erkeklere olduklarını sandıklarını gösteriyor."

Aradan en az 10 yıl geçti. Irmak, hâlâ aynı rotayı izliyor...

Salı, Temmuz 30

Spor Büro Buraları Okuyormuş



Yazar: Refet

Bu Hollywood bir konuya taktı mı, hemen arkası çorap söküğü gibi geliyor. Önce Avrupa sineması ve dizi sektörü ve Türkiye. Hatta romancılar başta olmak üzere tüm disiplinler etkileniyor. Modacısı, reklamcısı, youtuberı, bloggerı...

Bir ara 33 tane farklı hayatın 'tesadüfen' kesişmesi ve sonucunda “alın yazısı diye bir şey var arkadaş” mesajı.

Şimdilerde ise yeni moda zaman makinası hesabı 'geçmişe dönme - geleceğe gitme', paralel evrenler falanlar filanlar. 

Yine böyle bir sahne. Psikanaliz yapılıyor Digiturk koltuğunda. Hoca soruyor, “Çocuk Henry’i gördün mü? Git, sarıl O’na..sevgini ver..” gibi terapiler.

Orada düşündüm. Hangi anı ve davranışları silmek isterdim bilinçaltımdan? Yeniden yaşansaydı mesela.

Abi ben lastik dershane dosyalı, Fanatik gazeteli, 2 gram kıymalı poğaçalı ve Cappy karışıklı günleri silmek isterdim. O günlerin bitişi nasıl oldu sahi?

Süpersport muydu? Cine 5 miydi? Ya da Ntv Spor’un ilk zamanları olabilir. Okay Karacan konuk ya da sunucuydu. Konu Türk basınına geldi; gazete satışları falan... Orada bir cümlesi vardı Karacan’ın: "Ben artık blogları okuyorum, klişelerden uzak bambaşka bir gençlik geliyor...”

O yıllarda forumlarda dönen en büyük geyiklerden biriydi: “Oğlum x sivil polismiş spor bürodan, buraları hep takip ediyorlar” 

A.c.a.b”, “1.3.1.2” pankartlarının anlamlarına stat önlerinde yapılan Google aramaları ile ulaşılıyor ve “Buradan yazmayın semtte konuşuruz” diyordu artık abiler.

“Özeller (o zamanın DM’si) okunuyormuş” muhabbeti tüm taraftar gruplarına şafak operasyonu yapıldığı gün doğrulanıyordu. (o zamanın DGM’si)

Geçenlerde sözlüklerin birinde bir başlık açıldı; “sözlükteki MİT ajanları” tarzında. Goygoyun makaranın biri bin para. Ben de dayanamadım geyik bir alıntı ile kervana katıldım. Ama o da ne? Mesaj kutum doldu taştı. Harbiden inanmıştı insanlar. Oysa Google tarihçiliği yapmıştım. 1996 yılıyla ilgili bi şeye bakıyordum başlık açıldığında, tüm olayları harmanladım. Attığım yalana kendim de inandım. Tarihçiler, algı operasyoncuları da böyle çalışıyor heralde. Zehir tohumunu dikiyorsun, 5-10 sene sonra filizleniyor.

DM kutumu yeşillendirip beni hayrete düşüren bir mesaj... Noktasına virgülüne dokunmadan paylaşıyorum.

"Sene 1996... İstanbul’da sıcak bir gündü. Bugün Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş kampüsünün bulunduğu yerin tam karşısındaki o tatlı yokuştaki evimde ben, o günlerde albümü satış rekorları kıracak emniyetçi bir arkadaşımınızın kızı ve Galatasaray’dan sınıf arkadaşım duayen bir televizyoncu arkadaşımla bir gecede meşhur edeceğimiz, sevdiğim bir musiki üstadımın torunu ile fasıl geçiyoruz. 

Hatta o gün TSYD Kupası maçı vardı İnönü’de Galatasaray-Fenerbahçe arasında. Teşkilattan çocuklar “Başkan Sakarya’da çiftlikte, şimdi onsuz izlediğimizi duyarsa gönül koyar” demişlerdi. Başka program yapmışlardı.

“Yeşil ördek gibi daldım göllere”

Anamın en sevdiği türküdür bu. Bir de güzel söylüyordu ki keratalar. Stadyumdan gol sesi geldi, transferinde yardımcı olduğumuz t.d gol atmıştı. Mutlu olduk.

Birden telefon çaldı. Arayan eski bir dostumdu. Maç için arıyor zannettim ama değilmiş.

"Abi, bir program çıkmış bu internette. Odalar varmış. Oradan insanlar sohbet ediyorlarmış. Malum örgüt burayı kullanmaya başlamış. Filistinlilerden öğrenen İsrailliler öğretmiş bunlara, hatta “@“ bile buradan veriyormuş talimatları.

O günden sonra bilgisayarın “b” sinden anlamayan ben bilgisayar kurdu oldum. Tavla ve okey oynanan bir mail sitesinde #eskidostlar masamız vardı. Çok gizli konuşmaları buradan gerçekleştirirdik.

11 Eylül’den sonra dönemin Cumhurbaşkanı bizzat aradı ve bu tarz modus operandi dediğimiz gizli mesajlaşmaları kontrol altına almamız gerektiğini iletti. İşte evlat, o sorduğun site o gün kuruldu. Hatta logosu ve renkleri benim teşkilattaki ve okey sitesindeki nickimle aynı idi:

Yeşil..."

Pazartesi, Temmuz 29

Bronenosets Potyomkin



Dedikleri kadar varmış. Bugüne kadar yüzlerce film izledim. En iyisi bu değildi ama her şeyin başı gibiydi. Sinemaya ve özellikle sinema tarihine ilgisi olmayanları açacak film değil. İzlerken sıkabilir. Ne de olsa hem sessiz film, hem bir propogandaya hizmet ediyor, hem siyah-beyaz, hem de eski! Fakat benim açımdan yönetmen Eisenstein'ın çağını aşan tekniklerini görmek ilgi çekiciydi.

Citizen Kane'i izlerken de benzer duyguları yaşamıştım. Gerçi Welles'in filmi günümüz sinemasına daha uygun ilerliyordu. İzlemesi daha kolaydı. Alışkanlıklarımıza çok yakındı. Fakat ne kadar zor olsa da 1925 yapımı Sovyet filmini de ağzımız açık izledik.

Pazar, Temmuz 28

Tek Maçtan Yatan Kuponlar #1



Tıkanan, biraz monotona bağlanan, uzun süre güncellenmeyen, eski ışıltısını kaybeden bloga yeni sezonda bir renk katmak gerekiyordu. Hem az yazıyoruz hem de blog aynı eksende ilerliyordu. Bir yenilik gerekiyordu. O nedenle yeni bir seriye başlıyoruz. Bakalım ne kadar ilerleyeceğiz?
Malum, yeni sezonda bahis dünyasında yenilikler olacak. İhale sonrası beklentiler yüksek. Canlı bahis oyunlarının geleceği söyleniyor. Oranların artacağını da iddia edenler var ama ben bu konuda negatifim. Zira vergi verilen bir ortamda daha yüksek oran biraz zor. Bekleyip göreceğiz. Fakat kesin olan bir nokta var, zaten çok revaçta olan bahis dünyası artık daha da ilgi çekecek. Bu dönemde sık sık kupon verenler, maç yorumlayanlar, hatta karşılaşma esnasında bahis tüyosu verenler çıkacak karşımıza.
Bu blog hiçbir zaman somut bir şeyler kazandıramadı. Kazandırmak gibi bir iddiası da olmadı. Haliyle aynı iddiada yine bulunamazdı. Sizlere kuponlar, maçlar verecek değiliz. Aynı zamanda bu mecra, kendi reklamını yapmaya çalışan bir blog da olmadı. Tamam ara sıra satır aralarında şovlar döndü ama o kadar! O nedenle size tutan kuponları da göstermeyeceğiz. 11 senelik mazisi olan bloğun ruhuna uygun olarak; karşınızda tek maçtan yatan kuponlar…
Herkesin belalısı olan tek maçtan yatan kuponlar benim de çok canım yakıyor. Çok sevdiğim canım sevgilim, bu konuda benim dünyada tek olduğumu sanıyor ama biliyorum ki bu ülkede tek maçtan yattığını saklamayacak yürekli bahisçiler var. O yüzden toplumsal bir yaraya, ortak bir kadere eğileceğiz ve yolumuz burası olacak.
Tam bu kararı vermişken çok şükür bu hafta da tek maçtan yatmayı başardık ve serinin ilk içeriği için çok beklemedik. Kuponu yukarıda görüyorsunuz. Esasında ilk maçtan yattığımız için, yattığımız maçtan da çok büyük beklentimiz olmadığı için derin bir hayal kırıklığımız yok. Fakat ben kuponu yaptıktan sonra uzun bir süre internete giremedim. Ertesi gün TRT’de Real – Atletico maçının tekrarına denk gelince kuponu hatırladım. Geri dönüp baktığımda o kaçınılmaz sonla karşılaştım. İnsan bir anda tek maçtan yattığını görünce, son maçtan yatmış kadar üzülüyor.
Kendim yaptım diye demiyorum ama güzel kupondu. 25 oran çok cazipti. Önce tutanlardan bahsedelim.
Geçen sezon play-out’tan düşen Stuttgart’ın kısa sürede Bundesliga’ya döneceğini tahmin ediyorum. Böyle köklü takımlar uzun süre aşağıda kalmaz, kalsa bile en azından o ilk dönemi zirveye yakın geçirirler. Tabi karşılarındaki takım Hannover de cidiye alınmalı. Üstelik henüz sezonun başında kimin ne oynayacağına dair bir tahminim de yoktu. Fakat birçok lig henüz başlamamışken, hele bir Cuma gününde maç bulmak kolay değil. Sonbahar ve kış aylarında (pazartesi olmadıkça) böyle bir maça kolay kolay oynamam ama bu sefer güvenerek oynadım. Yanılmadım da.
Atletico Madrid’in Real Madrid’i yeneceğinden emin değildim esasında ama oranlar arasında o kadar dengesizlik vardı ki… Bu bir derbi ve aynı zamanda bir hazırlık karşılaşmasıydı. Her an her şey olabilirdi. O nedenle böyle yüksek oranlı bir Atletico galibiyeti yakalamışken kaçırmak istemedim. 7-3 kazandıklarını görmek şaşırttı ama skorun kendisi bile doğru bir yöntem izlediğimizi kanıtladı.
Bir diğer maç da MLS'ten eklendi. New York City, ligin iyi takımlarından. Hatta belki de Los Angeles FC ile beraber en iyi takımı. Onlara özellikle iç sahadaki maçlarında ayrı güveniyorum. Sporting Kansas karşısında kazanacakları kesin gibiydi. Riski arttırdık ve handikap dedik. Yanılmadık. 
Kuponu yatıran maç için 'Ne alaka?' diyebilirsiniz ama Romanya Ligi yakından takip ettiğim bir organizasyon. Nedeni de internetten kolayca izliyor olmam. Maç saatleri de biraz absürd olduğu için genelde Türkiye ve diğer büyük liglerle pek çakışmıyor. Dünyanın bir yerinde maç yokken, Romanya'da bir lig maçı oynanıyor olabilir. O nedenle iki takıma dair geçen sezonlardan kalan bir fikrim vardı. Fakat sonuçta sezon başındayız. Romanya kısır bir lig. Sezonun başında bu tip maçlarda kolay kolay denge bozulmaz diye düşündüm. Esasında Astra’nın daha iyi bir takım olduğunu biliyordum ama sonuçta deplasmandaydı. Voluntari öne geçti, devre 1-1 bitti. Astra ikinci yarıda öne geçti. O süreçte Voluntari bir gol sıkıştırabilirdi. Maçın özetini dahi izlemedim ama son anlarda kaçan müsait bir gol veya direkten dönen bir top beni çok üzer. Asıl üzücü olan ise oranlar arasında çok fark olmamasıydı. Astra galibiyetine oynasaydık 2.20'yi yakalayacaktık. 25 yerine 21 olacaktı. Yani açgözlülükten kaybetmedik.
Sağlık olsun. Açıkçası uzun bir süre benzer orandan bir kuponu buraya taşıyamayız gibi hissediyorum. Serinin ilk parçası yakışıklı bir kupona denk geldi. Fakat daha dramatik kuponlar gelecektir.