Salı, Temmuz 9

Oya Sahip Çıkmak


Bu yazıyı 31 Mart'tan sonra yazmayı planlamıştım ama süreç bizi de engelledi. Önce mazbatayı bekledim, sonra YSK'dan çıkacak son kararı... Seçim kararı gelince yazı da 23 Haziran'a kaldı. Ekrem İmamoğlu, 23 Haziran'da seçimi kazandıktan sonra yazının önünde engel kalmadı ama bu sefer yoğunluk iki hafta geciktirdi.

Zaten tam da o günlerde İmamoğlu, Saraçhane'de İstanbullulara seslendi. Oradan başlayalım. Yeni başkan, vatandaşlardan yere çöp atmamalarını, trafikte korna çalmamalarını ve bunun gibi birkaç insani görevi yerine getirmelerini istedi.

İstanbul insanının en temel eksiklerinden bahsetmeye gerek yok. Hepimiz biliyoruz. Türkiye'de genel bir alışkanlıktır. Herkes, diğer inanların kurallara uymamasından rahatsızlık duyduğunu söyler ama herkes yapmaması gerekeni yapmaya devam eder. Bir de bunun devlet tarafından düzeltilmesi gerektiğini söyler.

Bu büyük bir yanılgıdır. Devlet kurumları, toplumun hatalarını, eksiklerini düzeltmekle sorumlu değildir. Tam tersi toplum nasıl hareket ediyorsa, devlet de ona göre şekil alır. Toplum kısa yoldan günü kurtarmanın yöntemlerini arıyorsa; devlet de bedelli askerlik, vergi affı, imar barışı getirir.

Konumuz genel bir toplum analizi değil. Tarihi bir seçim dönemi yaşadık. İstanbul 25 sene sonra el değiştirdi. Bu kenarda dursun. Ayrıca son dönemde toplumun iyice ayrıştığı bir noktada, muhalif kalan kesim ilk defa büyük bir zafer kazandı.

Muhalif kesim ve iktidar (direkt iktidar; seçmeni değil) uzun yıllardır karşı karşıya geliyordu. Bu çatışmanın olması gayet doğaldı. Toplumun büyük bir kesiminin üzerinde büyük bir baskı yaratıldı. Bu noktada toplumun yarısından bir empati bile görmemeleri, hatta zaman zaman 'vatan haini' olarak adlandırılmaları sinirleri bozdu. Fakat bu siyasi ayrım dışında iki taraf arasında çok keskin farklar yok. Oysa muhaliflerin, kendilerini iktidara oy verenlerden daha akıllı ve daha modern gördüklerini biliyoruz. Hatta Türkiye'de yere çöp atanların, korna çalanların vs. aynı yüzde 50'den çıktığını düşünüyorlar. Oysa Türkiye'de bunların yapılma oranı yüzde 80'den fazladır.

AKP'ye en az oy veren ilçelerden birinde yaşadığım için biliyorum. Kırmızı ışıkta geçen yayayı, çöpünü yere atan kadını, korna çalan adamı görüyorum. Biraz sonrasında bir mikrofon uzatsak "Türkiye'de adalet yok. Teksas'a döndük. Herkes istediğini yapıyor" diyecek insanlar, sokakta çok rahat hareket ediyorlar. Uyarılara ise "Bunu herkes yapıyor" cevabını veriyorlar.

Seçimden sonra artık yeni bir dönem başlayacak. Yeni çatışma alanları oluşacak. Hatta yavaş yavaş kendini hissettirdi. İktidar kaynakları, yeni belediye başkanının eksiklerini, hatta olmayan hatalarını medyanın her kolundan göstermeye çalışacak. İşte o yüzden, muhalif kesimin kazandığı seçimin ardından uğraşmaya devam etmesi gerek.

Oya sahip çıkmak, son zamanlarda çuval korumak veya okullarda oy saymakla eş değer tutuluyor. Esasından vatandaşın bu kadar işin içine girmesi bile ilginç bir durum ama bunu sorgulayacak noktada değiliz. Fakat oya sahip çıkmak bununla da sınırlı kalmıyor. Oy verdiğin başkanın, belediyenin daha rahat hizmet etmesini sağlaman da gerekiyor.

O yüzden İmamoğlu kaygılarında haklı. Caddebostan'da "Şerefine" tezahüratı yapan gençler bira şişelerini yerlerde bırakmamalı. Sosyal medyaya konulan fotoğraflara "Kargalar çöpleri karıştırmış, öyle olmuş" demeyecekler. Belediyenin bisiklet yolu yapmasını istiyorlarsa, var olan bisiklet yollarını işgal etmeyecekler. Daha fazla toplu taşıma isteyenler, her defasında sosyal medyada "Taksicilerden bıktık artık" yazmak yerine otobüse binecekler. Belediyenin kültür sanat etkinliklerine önem vermesini isteyenler, belediyenin var olan kültür sanat etkinliklerinde boş sandalye bırakmayacak.

Bunların beş sene içinde gerçekleşmeyeceğine ve bu konularda İmamoğlu'nun çok zorlanacağını, hatta bu yüzden iktidar medyası tarafından yerden yere vurulacağını biliyorum. İnsanların, özgürlüğü ve düzenli bir toplumsal yaşamı sadece kendisi için istediğinin de farkındayım. Haliyle pek bir ümidim yok. Bu tip temel konularda bile burnumuzdan kıl aldırmayacağımızın farkındayım. Fakat hiç yazmadan da olmazdı.

İktidarları, seçimlerin sonuçlarını, devletin kalıplarını değiştirecek güce sahip bir toplumsal hareketin bu topraklarda olmadığına inanıyorum. En fazla isimleri değiştirirler ama sokak aynı kalır. O sokakta da biz varız. O yüzden önemli olan orası. Yaşam alanı(m) esastır. Geniş çaplı bir değişimden zerre kadar ümidim yok ama en azından, 23 Haziran dalgası ve bu yazı sayesinde sokağa iki izmarit  az atılsa benim için kârdır. 

Hiç yorum yok: