Cuma, Ekim 31

Arkanı dön ve çık...

Ne yalan söyleyeyim, üniversiteden sonra çalıştığım bir yıl boyunca işe 2-3 kere isteyerek gitmişimdir, pek memnun değildim işimden. Aralık ayında askere gideceğim için kasım sonunda ayrılmayı planlıyordum ancak fazla trafiğe maruz kaldığım bir sabah kayışı kopardım, gittim istifamı sundum. Bugün de ceketi asıp ayrıldık. Lise, üniversite, iş tecrübesi derken hayatımda bir dönemi daha kapatmış oldum askere gitmeden.
***
Yalnız işin ilginç yanı işten ayrılırken çok daha mutlu olacağımı düşünüyordum, böyle olmadı. İşyerinde hemen hemen hepsi benden yaşça büyük, doğru düzgün tanımadığım insanlar buruldular ayrıldığımı öğrenince, askere gideceğimi söyleyince burukluk yerini üzüntüye bıraktı. "Ulan şu işten zil takıp oynayarak ayrılacaktım, ona bile müsade etmediniz!" demek nankörlük olur. Topu Mazhar abiye atıyorum...
***
Nasıl da paylaşıyor insan isterse
Nasıl da birmiş meğer hasretler
Nasıl da mecburmuşuz sabretmeye, sevmeye, öğrenmeye...

Barıştık

Çayı hiç sevmedim uzun yılar boyunca... Kahvaltılarda şu canım ince belli bardağın yarısını dökerdim, berbat gelirdi açıkçası. Kah meyve suyu aldı yerini, kah sadece su. Evet kahvaltıda sadece su içtiğim bile oluyordu, o kadar sevmiyordum çayı. Bu ramazan ayında birşey oldu, eşle dostla iftardan sonra içince tatlı geldi. Maç izlerken içmeye başladım, evde bizimkiler demlediği zaman içmeye başladım. Kahvaltıda ince belli bitmezken, şimdi fincanın dibini görüyoruz. Velhasılkelam bu küslük de bitmiş oldu. Hayat ne garip vapurlar falan...

Perşembe, Ekim 30

Ya Kazım...

Dün Almanya maçının özetini izledim youtube'dan... Hakikaten çok güzel maçmış, her anında yeniden heyecanlandım diyebilirim. İkinci yarıda bir pozisyonda Colin Kazım sağ çaprazdan ceza sahasına gireyim derken kalabalığın arasına daldı ezdi topu. O esnada Kerem Öncel "Ya Kazım..." dedi. Çünkü o kalabalığa dalmasa atak daha etkili olabilirdi. Hani maç anlatmıyor olsa belli ki kalayı basacak Kerem Öncel. Cümleyi biz tamamlayalım...
***
- Ya Kazım sıçtın yaa...
- Ya Kazım bi siktirgit ya...
- Ya Kazım yeter yaa...

Çarşamba, Ekim 29

Ribella bırakıyor

Selim Kaya'nın "o bir prensestir" dediği Ribella bugün bir törenle jübilesini yapıyor. Ribella'nın bırakmasıyla da bir devir tam anlamıyla kapanmış olacak. Onun devrinden koşan kimse kalmamıştı, Ribella her yarışında bize Pawnee Rhythm'i, Dinyeper'i, Akındayım'ı hatırlatıyordu. Doping cezası aldıktan sonra onun bir daha eskisi gibi olabileceğini düşünmüyordum ancak o asıl sürprizi 7 yaşından sonra hazırladı bizlere. Kariyerindeki en unutulmaz yarışları, yaşıtları haradayken yaptı, İzmir kumunda bile kalitesini ispat etti. Bu jübile töreni de Türk at yarışçılığı tarihinde bir ilk.
***
Gün içinde yapılacak önemli iki yarışla ilgili de görüş belirtmek istiyorum. Yine uzun mesafeli bir kum yarışı ve Fairson. Bütün gücüne, kalitesine rağmen Fairson'un uzun mesafelerde eksik koştuğunu düşünmekteyim. Son Enetrnasoynel Koşuda sen Godolphin atlarını geç, Harputlu Gaggoş'a geçil. Son 200'de geriden sağlam kopabilen bir at olursa Fairson'u yine geçebilir. Bu safkanın ideal mesafesi 1500 metre bence.
***
Çaldıran Koşusu ise malum, Araplar için Hatay neyse İngilizler için Çaldıran o. Perfect Storm şimdiden en başarılı aygırlar arasına girdi, yavruları arasında Bekmezbey'e belki de ayrı bir parantez açmalıyız. Ankara'da çok başarılı yarışlar koştu bu safkan, her yarışında biraz daha olgundu, bugün de iyi bir koşu çıkaracktır, tıpkı bugün en sıkı rakibi olarak gördüğüm Wind Of Copperland gibi.

Salı, Ekim 28

Çıkış Yok


Porto : 38 Maç
Chelsea : 60 Maç
İnter : 5 Maç (şimdilik)

Toplam: 103 İç saha maçı, mağlubiyet 0(sıfır)

Küçük Golcü

Bu postu cuma günü girecekken, yazının ortasında blogla bağlantı kesildi, yasak tam o saatlere denk gelmiş meğersem. Lafı uzatmayalım, kısmet bugüneymiş...
***
Yok akulla vuruşu, yok magnum vuruşu gibi zırvalıklardan sonra Küçük Golcü, futbol aşkıyla yanıp tutuşan genç bünye için ilaç gibi gelmişti o zamanlar. Çizgi film birçok açıdan eleştirilebilir, yine şut çekildiğinde topun elipsleşmesi, ağlarda bir süre dönmesi, sahanın yokuş olması, absürd hareketler, imaknsız goller vs... Ama gerek Nankatsu takımındaki birlik beraberlik ve gerekse de çizgi filmdeki karakterler itibariyle efsane bir çizgi filmdir Küçük Golcü. İlk zamanlar gündüz kuşağında yayınlanırken, sonradan sonraya 06.10 gibi abuk saatlerde yayınlanmış, bir neslin uykusuz büyümesine neden olmuştur.
***
İlk önce ana karakterlerden başlayalım. Tsubasa Ozora... Uzak doğunun Maradona'sı, mükemmel bir futbolcu, aynı zamanda Nankatsu takımının da kaptanıdır. Topla yapamayacağı hiçbirşey yoktur. Üstelik hırslıdır ve tam bir liderdir. İyi de bir çocuktur. Bu çizgi filmin ilk bölümü yanılmıyorsam Tsubasa'nın rüyasında rövaşata atarken yataktan düştüğü sahneyle başlar. Tsubasa'nın takıldığı mahallede bir de sanırım eskiden futbolcu olan Roberto diye biri vardı. Tsubasa'yı Brezilya'ya götüreceğine dair söz vermişti ama sanırım götürmemişti. Taro Misaki ise Tsubasa'nın takımda en iyi anlaştığı adamdır. Tsubasa'nın attığı gollerde asist genelde bu adamındır. Takımın hücum yükünü çeker. Efendi biridir, o da çok iyi oynamasına rağmen kızlar genelde Tsubasa'ya hastadır ama Misaki alınmaz bu duruma, işine bakar. Tam bir takım oyuncusudur. Bir bölümde ağır bir sakatlık yaşamıştı diye hatırlıyorum. Nankatsu takımının bir diğer elemanı ise Ishizaki diye sürekli kademe hatası yapan bir defanstı. Ama takımın popüler isimlerinden biriydi o da. Genelde ortamın komiği olurdu, suratı kızarıktı ve yara bere içindeydi.
***
Bir de tren istasyonunda ordan oraya top koşturan manyak ikizler vardı. Tachibana kadeşler... Bunlar topa aynı anda vururdu falan, üst direğe zıpalarlardı, maymun gibi çocuklardı kısaca. Çok başarılılardı ama takım oyuncusu değillerdi.
***
Çizgi filme can veren, gerçekten izlemesi keyif veren iki karakter vardı. Kojiro Hyuga ve adamım Genzo Wakabayashi. Hyuga, ilk zamanlarda duvara sert şutlar çekerek idman yapardı. Omzunun üstünden bakardı millete, burnu büyük ve ukala biriydi. Tsubasa'nın en sıkı rakibiydi. Sağlam bir fizik yapısı vardı bu çocuğun, tişörtünün kolları da kıvrıktı ki, karizmasına karizma katardı bu. Kimseyle konuşmazdı Hyuga. Futbol olarak Tsubasa'dan geri kalmamakla birlikte şutları zımba gibiydi. Japonya milli takımında oynarken bunlar Hyuga 9, Tsubasa ise 10 numara giyerdi. Oynadığı takımda Ken Wakashimazu diye kıl bir kaleci de vardı. Bu adam karate kökenliydi ve şutları uçan tekmeyle çıkartırdı. Favori kurtarışı da bir direkten ayağıyla detsek alıp öbür köşeye giden topu çıkarmaktı (oha). İyi bir kaleciydi ama aşağıda anlatacağım eleman bambaşkadır.
***
Genzo Wakabayashi... Şutetsu takımının kaptanı, efsane kaleci Wakabayashi, Tokyo derbisi (attım) olan Nankatsu-Şutetsu maçında gösterdiği enfes performansla gönüllerde taht kurmuş, kırmızı kaleci şapkası ve bal rengi kazağıyla akıllarda yer etmiştir. Milli takımda ise kırmızı kaleci forması giyerdi. Derbide Wakabayashi sağlı sollu Nankatsu ataklarından bunalan takımına "kuş kafesi" taktiğini öğütlemiş, Şutetsu abuk subuk bir taktikle uzun süre maçı berabere götürebilmiştir. Wakabayashi son bölümlere doğru Almanya'ya gitmişti diye hatırlıyorum.
***
Bi de Nankatsu numaralı tribününde üç tane kız vardı. Ortadaki Tsubasa'ya hastaydı ama, ağır adamdı Tsubasa, pek yüz vermezdi, aklı hep toptaydı.

Pazartesi, Ekim 27

Eve camdan girmek

Kendi evimize camdan da girdik ya ne diyeyim bilmiyorum. Blogger'a gelen yasak ne zaman kalkar onu da bilmiyorum. Ama bu yasak kalkana kadar post düşmeyeceğiz bloga. V-tunnel, k-tunnel gibi aracılar olduğu sürece bu konuda sağlam bir refleksin oluşmasını da zor görüyorum. Maalesef sansür hayatımızın bir parçası oldu. Futbol yazmayı, futbol okumayı sevenlerin iki dirhemlik keyfi elinden alındı, bildiğim tek şey bu.
***
Edit: Bugün itibariyle yasak kalktı. Umarım bir daha aynı sıkıntıyla karşılaşmayız.

Perşembe, Ekim 23

Antu'nun bildirisi hakkında

Antu.com bugüne kadar yayınlamış olduğu belki de en anlamlı bildiriyi yayınladı. Kelle isteyen, hemen hareket isteyen, göstermelik alelacele alınmış ya da alınacak kararları bekleyen taraftar profilinden uzak gayet aklı selim bir bildiriydi. Bu şu demek; 5 yılın birikimi ile belli ki istikrarın önemi kavranmış. Hoca ve futbolcu değirmeni olmakla hiçbirşeyin çözülemeyeceği de anlaşılmış. En azından Aziz Yıldırım'dan daha çok anlaşılmış.
***
Forumdaki yorumların geneline baktığımızda Aragones kalsın ibaresi hariç hemen herkes bu fikirde sabit. Hemen herkes planlı programlı hareket edilmesini ve yönetimin çıkıp hal ve gidişat hakkında bir açıklama yapmasını bekliyor. Kimseyi hedef göstermeden, hatta mümkünse "yapılan hataların farkındayız, gereğini yapacağız" tadında bir açıklama...

Efsane Yarışlar / 2005 yılı TJK Koşusu

Direncin, dayanıklılığın, yarış karakteri kelimesinin tam manasıyla ifadesi olan, aynı zamanda bir döneme damgasını vurmuş Grand Ekinoks'un da kazandığı son yarış olan bu koşu sadece koşan isimler itibariyle değil, birçok yönüyle hatırlatmaya değer. Öyle zannediyorum ki efsane spiker Zadik Gökoğlu'nun da anlattığı son yarışlardan biridir. Ağızlarda güzel tat bırakmış bir koşudur.
***
Yine farklı jenerasyonlardan farklı isimlerin yer aldığı bu leziz koşuda, maalesef Süleyman Akdı'nın binmesiyle hayatı kayan ve önce geçilip daha sonra da yarış hayatı biten, benim gördüğüm en iyi atlardan biri olan ve kuşkusuz Distant Relativ'in en başarılı yavrusu olan Yavuzstar'ı Cumhurbaşkanlığı Koşusu'nda geçerek büyük bir sürprize imza atan Altın Ordu, Velociraptor'un özkardeşi olduğu için start aldığı her yarışta yarışsevere acaba dedirtse de akıllarda kalacak yarışını hatırlamadığım Ganj Nehri, bu yarıştan bir ay kadar önce şampiyon Senex'e Veliefendi'yi dar etse de yarışı burun ucuyla vermekten kurtulamayan Grand Ekinoks, ne zaman ne yapacağı belli olmayan sinsi Hücum, koştuğu yarışlara tempo veren tavşan Radikal Prens, Eliyeşiller'in son yıllarda az sayıdaki başarılı atlarından biri olan Ultramar, Dubai'de hakkında fıkralar anlatılan ilginç at Win River Win, maalesef erken yaşta ölerek bizleri üzen karakterli at Wolf's Son, Perfect Storm jenerasyonunun parlak atlarından Eylül Fırtınası ve her ne kadar bir miler olsa da bu mesafede bile acı sprintiyle etkili olabilmiş Ribella start almışlardır.
***
Yarış taktik savaşı şeklinde geçmiş, Grand Ekinoks her zamankinin aksine bu yarışı biraz daha önlerde kabullenmiştir. Bariyer dibi avantajıyla son 400'den sonra liderliği alan Grand Ekinoks, gerek Halis Karataş'ın ekonomik kullanımı gerekse de eşsiz yarış karateriyle, sprintinin çok kuvvetli olduğu bilinen Ribella ve Wolf's Son gibi isimlere direnerek bu yarıştan da alnın akıyla çıkmasını bilmiştir. Yarışın son metrelerinde Zadik Gökoğlu "...ve bilmemkaçıncı TJK Koşusu'nu sayın Volkan Ekinci'nin..." diyip susmuştur, çünkü biraz erken demiştir bunu ve Ribella'nın sprinti de tam o esnada kuvvetlenmiştir. Yarım boya kadar inse de fark Grand Ekinoks yarışı kazanmış, Zadik Gökoğlu da keyifle cümlenin geri kalan kısmı olan "...Grand Ekinoks isimli safkanı Halis Karataş'la kazanıyor..." bölümünü tamamlamıştır.

Hala Feldkamp'a görev vermek...

Galatasaray'ın bu Feldkamp hastalığı nedir bilmiyorum. Geçen sene görüldü ki, bu adam ne insan ilişkilerini iyi yönetebiliyor, ne de dünyada futbolun ne kadar değiştiğinin, sistemlerin, savunma anlayışlarının ne kadar değiştiğinin farkında. Barusso sağ bek, Servet önlibero, Linderoth sağ açık ve daha aklıma gelmeyen bir sürü saçmalıkla, Fenerbahçe'nin tamamen Şampiyonlar Ligi'ne konsantre olduğu bir dönemde, güçlü kadrosuna rağmen şampiyonluğu kaybedecekti ki, tam zamanında görevine son verildi veya istifa etti işte her neyse.
***
Bir dönem büyük hizmetleri olmuş olabilir, Galatasaray'ın Fatih Terim ile elde ettiği başarılardaki çekirdek kadroya dikkat edilirse temelinin belki de 92-93 sezonunda atıldığı görülecektir. Ama o günden sonra hem dünya futbolu, hem de Feldkamp çok değişmiş belli ki, geçen sene bunu gördük. Üstelik sağlık durumu elvermediği için takımını yalnız bıraktığı günler de olmuştu. Şimdi geçen sene taktiksel anlamda inanılmaz hatalara imza atmış birini siz rakipleri analiz etmesi için görevlendiriyorsunuz. Neresinden bakarsak bakalım, çok yanlış bir karar bence.
***
Bir de acaba teknik direktörlere bu tip şeyler soruluyor mu bunu çok merak ediyorum. Skibbe bu konuda ne düşünmüştür acaba? Bu belli ki yönetimin tasarrufu. Belki de Skibbe, Kalli'nin teknik düşüncelerine hiç değer vermeyen biri, bunu bilemeyiz ki! Aynı şey Fenerbahçe için de geçerli. Rıdvan'ın teknik menejerliğe getirilmesi gündemdeydi Kayseri maçından sonra, ki hala da gündemde. İşte Aragones'e Türkiye hakkında bilgi versin, Türkiye'yi tanıtsın, futbolcuları anlatsın diye falan. Ben açıkçası Luis Aragones olsaydım, kimse kusura bakmasın ama Rıdvan'ı hiç iplemezdim. Onun futbolu ne kadar iyi bildiğini biz biliyoruz, Aragones değil.

Çarşamba, Ekim 22

Efsane Manşet


Fanatik Gazetesi diğer spor gazetelerinden biraz daha farklı gibi gelir bana. Yıllardır her gün alırım, güne onu okuyarak başlarım. Herhalde bir 10 yıldır askerlik dahil almadığım gün sayısı 10u bulmaz. Ama hiçbir zaman gazeteyi açınca bugünkü kadar şok olmadım.

Diğer gazetelerde, internet sitelerinde bu resime rastlamıştım, ama hiçbiri manşetten vermemişti. Bir bayan orta parmağını kaldırıp hareket çekiyor. Kime olduğunu bilmiyorum, maçın öncesinde Arsenal taraftarına yapılmış bile olabilir.Altındaki üstündeki yazılarla alakalı olmayabilir yani. Bu resmin manşetten verilmesi beni önce tabular yıkılıyor sebebiyle sevindirdi, sonra basının, bazı yazarların ezberci düşününcelerini hatırlayınca üzülüdüm. Az önce Peralta ile değerlendirdik fotoğrafı o da baya sinirliydi, ama onun ki benimkinden biraz farklıydı. Camiasına yapılan bir saldırı olarak görüyordu. Ben dışarıdan bakınca hiç onu düşünmemiştim. O da kendisine göre haklıdır tabi, ama ben o kadar sert düşünmüyorum.

Nereye bağlayacağım; yıllardır maça gidip bu hareketi yapmayan insan yoktur. Bu hareketi yapan insan küfür de eder. Eğer bir insan bu hareketi yaparken kirli sakallı bir erkekse ve boynununda atkı varsa holigan olur, karşı cinsten biriyse manşet olur. Bir kız küfürlü tezahürat yaparsa, çevresindekiler tebessümle bakar civarında kamera varsa çeker, erkekler küfür ederse akşam Erman Hoca-Şansal Abi kızar, hatta saha bile kapanır.

Aslında çok uzun bir konu. Tribündeki bayanların sayısı ne kadar olmalı. Bunu uzun uzun tartışmak gerekir. 2 hafta sonra bizim için dünyanın en büyük derbisi oynanacak. Galatasaray taraftarı Kadıköy'e gelince haliyle atışmalar yaşanacak. Akşamında herkes olayları ayıplayacak. Hareket çekenler küfür edenler "ahlaksız" olacak. Ve sonra usta yazarlarımız "Bayanlar maça daha çok gelse de bunlara ( hatta bazıları ileri gidip "bu hayvanlara") örnek olsa, tribünler çiçek açsa" diyecek. İkiyüzlülük devam edecek.

Bir toplumun, insansın mimikleri hareketlerdir, jargonu argodur. Argo küfürdür. Bundan utanmak toplumundan utanmak demektir. Argodan korkulmaz. Yeter ki argonun küfürün boku çıkmasın. Ve birileri de bir zahmet hanım kızımıza ve onun gibi bu hareketi sık sık yapanlara orasının Harlem değil Kadıköy olduğunu hatırlatsın. Türkler parmak kaldırmaz, kol geçirir. Tıpkı İ. Cavcav gibi.

Ne yapmalı # 2

Birkaçı hariç bütün spor yazarları zırvalamış bence. Çoğu Fenerbahçe'nin hücum aksiyonlarını övmüş, savunmadaki zaaflarından bahsetmiş. Kısaca yazılar Fenerbahçe'nin kaçırdıklarından yakınmalar üzerine kurulu biraz, Guiza eleştiriliyor falan. Yani anlamak mümkün değil, ne olacaktı ki, bir Şampiyonlar Ligi maçı 7-5 falan mı bitecekti? Dün gerçekten Arsenal savunması evlere şenlikti, 5 attığın rakibine 7-8 çok net pozisyon vermenin başka anlamı yok. Peki bizim savunmamız nasıldı? Ya savunmanın önündekiler, defansı rahatlatması gerekenler?
***
Zico'nun gidişiyle kaybolan çok şeyden birisi de Fenerbahçe'nin zorluk derecesi yüksek maçlarda oyunu tutma özelliği. Hiçbir maça dünkü ilk 10 dakikadaki gibi agresif başlamazdı Fenerbahçe. Sakin, ayağa, kontrollü oynayarak oyunu tutardı, eğrisini doğrusuna getirerek de kazanamadığı deplasmanlarda bile iyi oynar, kendi sahasında ise kazanırdı. O tamamen kaybolmuş, bir agresiflik var hücumda ama hep panikli sanki. Yani sanki 1 farklı mağlup durumdaki takımın son 10 dakikası gibiydi dünkü ilk 10 dakika. Halbuki bu yersizdi, zaten çift santrfor üstüne Alex ile oynuyorsun, bir de ailece hücuma gidiyorsun. Üstelik Kayseri maçı gibi bir kopya var önünde, rakibin araya attığı bütün kısa-uzun toplar başına iş açmış. Oynadığın takım ise Arsenal, yani belki de Avrupa'da en hızlı top yapan, hücuma en hızlı çıkan takım. Aragones bu konuda feci şekilde çuvalladı ve geldiğinden beri de bunu önlemek için hiçbir şey yapmadı. Porto maçında da aynısı oldu, ilk yarım saat 3-4 farklı olabilirdi oyun. Porto'yu da geçelim, Partizan deplasmanında da aynısı oldu. Farklı sınıflardaki takımlara karşı hep aynı pozisyonları veriyorsa Fenerbahçe, burada teknik ekibin büyük bir ihmali var demektir. Araya atılan her top tehlikeli kabul de Kayseri maçında da tehlikeliydi, o maç iki hafta önce oynandı, Porto maçında da tehlikeliydi o maç 1 ay önce oynandı, Partizan maçında da tehlikeliydi o maç 2 ay önce oynandı. Hani önlem? Hani çalışmak? Vaktini boşa harcıyor sanki Fenerbahçe.
***
Bir de Fenerbahçe artık şu Alex ve çift forvet, tek forvet muhabbetini çözmeli. Alex ve çift forvet bu orta saha ile Türkiye'de bile mümkün değil. Çünkü Fenerbahçe'nin iki önliberosu Maldonado ve Selçuk'un, özellikle de 6 yıldır nasıl bu takımda olduğunu hiç kimsenin açıklayamayacağı, dün hala takım otobüsüne giderken sırıta sırıta yürüyüp insanı deli eden Selçuk'un bu takıma ne ofansif ne de defansif katkısı var. Aksini söyleyen beri gelsin... Bir pozisyonda sinirlenir rakibe çift dalar, bunun adı Selçuk mücadele etti olur. Maldonado ise tamamen günah keçisi, bu organizasyonların, Şampiyonlar Ligi'nin, büyük hedeflerin adamı değil ama ona gelen kadar kimler var, hep söylüyorum. Saha içi planlaması açısından pahalı bir forvet almak ne kadar doğruydu, bunu tartışmalıyız. Alex ile oynamaya fena halde alışmış bir takımınız var ve Alex ile çok iyi anlaşan, artık yedek bırakamayacğınız, kesemeyeceğiniz bir Semih var. E siz bir de Guiza'yı aldınız. Forvet transferi lazımdı ama Guiza ve Alex yedek bırakamayacağınız isimler. Guiza pivot özelliği olan bir forvet de değil... E ne olacak o zaman Şampiyonlar Ligi? Bari Mehmet Yıldız'ı alsaydı Fenerbahçe, 14 gol 12 asist gibi harika bir cv ile gelecekti, o da deli danalar gibi mücadele eder, alkışını alırdı, kulübün parası da cepte kalırdı. Bunları Guiza'yı eleştirmek için de söylemiyorum, kaçırdığı gollere rağmen bence yine çok iyi futbolcu ve umarım böyle oynamaya da devam eder.
***
Dün maçı fanatik Galatasaraylı abimle birlikte izledim, bu zaten ayrı bir dert. Ama yıllarca kadro kalitesizliğinden Cihanlardan, Orhanlardan dert yanan bir Galatasaraylı, Fenerbahçe yedek kulübesine bakıp da "kim olm bunlar, hiç birini tanımıyorum" diyorsa, bu kadro derinliğinin tamamen kaybolduğun yüzeysel de olsa ispatıdır. Zico'nun rotasyon yapıyorum diye saçımızı beyazlattığı maçlarda belli olmuştu sığ kadro. Nasıl takviye yapılmaz anlaşılır gibi değil.
***
Gelelim grup artimetiğine. Artık Fenerbahçe'nin sorunları başka bir boyuta taşındığı için, gruptan çıkmak veya üçüncü olarak UEFA Kupası'na katılmak gibi ihtimalleri düşünmek yersiz. Gruptan çıkma şansımız Porto'ya deplasmanda kaybettiğimiz maç ile bayağı bir azalmıştı. Çünkü kağıt üzerinde 6 maçın planını yaparken Londra'dan sıfır puanla döneceğinizi hesaplamış olmanız lazım. Kiev beraberliği ile bu şans iyice azaldı belki de yok oldu. Dün ise tescillendi. Üçüncülük için bir şansı var Fenerbahçe'nin, çünkü iyi savunma yapan Kiev takımı bence Porto'yu kendi evinde de yener. Fenerbahçe Porto'yu yenerse puan olarak üste çıkabilir. Deplasmandaki Kiev maçı ise oldukça zor geçecek... Ben Fenerbahçe'nin grup üçüncülüğü şansını devam ettireceğini düşünüyorum.
***
Sezon başından beri yaşanan mağlubiyetlerin, Mehmet Demirkol'un deyimiyle yanlış kadro mühendisliğinin ve zırva transferlerin tek sorumlusu muhakkak yönetimdi, ancak Aragones de yaptıkları ve yapamadıkları ile bir şekilde bu duruma ortak oldu. Bir de her ne kadar eski usül yöneticilik olarak algılanacaksa da bazı isimlerin (Colin Kazım, Volkan, Selçuk gibi... Gereksiz insan çok olduğundan listeyi artırmak mümkün) ciddi bir şekilde uyarılması gerekiyor. Daum döneminde kazanılan şampiyonlukta büyük payı olan Tomas, Adana deplasmanında formayı fırlattı diye ipi çekilmişti. Suç ve ceza, kabul. Peki Kazım'a neden katlanıyoruz, hangi kredisi var da bu kadar sapıtabiliyor bu adam? Bu muydu vaat edilen disiplin?

Çoluk Çocuk


Maçın ikinci yarısına anca yetişebildim. Televizyonu açtığımda 4-1 olmuştu bile. O dakikadan sonra, o skorun eşliğinde çok sağlıklı bir yorum çıkmazdı. Ufak detaylara takıldım ben de , onları yazacaktım. Fakat son dakikada dumura uğrayınca tek bir şeyden bahsetmek istiyorum.

5. golü atınca Arsenal, yayıncı kuruluşun sunucusu İngiliz takımı için "çoluk çocukla dünyaya meydan okuyorlar" dedi. Evet yaş ortalamaları 21.5. Genç bir takım, ve birçok takıma korku salıyorlar. Ama el insaf biraz. Arsenal bu zaten, Hoffenheim değil ki.

Hani deriz ya 3 Büyüklerin formasını koysan ilk3e girer, bu da o hesap. Arsenal'in formasını koysan dünyaya meydan okur. Arsenal dünyaya meydan okuyor ama dünya da ona meydan okuyor sonuçta.

Bu arada son golü atan genç Gallerli Ramsey, ilk Şampiyonlar Ligi golünü atınca aklıma David Beckham geldi. Keza o da ilk golünü bir Şampiyonlar Ligi maçında Galatasaray'a atmıştı.

Bir de şu var. Bir Türk takımı ile İngiliz takımı maç yapınca Believe yazan pankart açarsanız; Uğur Boral mı daha çok dikkate alır bunu, yoksa Theo Wallcot mu? İnanın demek çok zor olmasa gerek.

Salı, Ekim 21

Ağır abi de gitti...

Ligin en ağır abi teknik direktörü de pes etti. Hakan Kutlu, hemen hemen her kademesinde görev aldığı Ankaragücü kulübünün teknik direktörlüğünden istifa etti. Ben bu son hafta oynadıkları Sivas maçının görüntülerini izleyebildim, maç 3-0 bitti ama rahat 6-7 olacak maçtı. Enkaza dönmüş durumdaydı Ankaragücü. Geçen yılın sonlarına doğru iyi bir ivme yakalamışlardı, sezon arasını belli ki iyi değerlendirememişler. 27 yıllık Ankaragücü taraftarıyım diyen Hakan Kutlu'ya üzüldüm açıkçası...
***
Yılmaz Vural iş buldu, sıra Hikmet Karaman'da...

Pazartesi, Ekim 20

Kışlık-yazlık

Kocaelispor maçını izlerken arkadaşımla aramda geçen bir dialog:
u: Ben bu milli maç arasından sonra cidden bir kıpırdanma bekliyordum, hiçbir şey yok...
c: Ya abi Aragones de o arada üç günlük izin yapmış, İspanya'ya gitmiş zaten.
u: Evet abi, kışlıklarını almaya gitmiş, öyle okudum.
c: Bence yazlıkları götürmüştür, eğer kışlıkları almaya gittiyse yanmışız biz...

Bakışbey

Dün İzbatur'un kazandığı yarışta start alıp üçüncü olan Bakışbey, gerçekten hakkında birkaç kelam etmeye değer bir safkandır, itibarını teslim edelim. İzmir ve Bursa'da ikinci baharını yaşıyordu, dün İstanbul'da koştuğu yarış da bana göre parlak sayılır. Post fotosunda içeride kalan, rengi beyaza çalan kır attır.
***
Berkoş'un, Herkül, Yaşarcık ve Saltukhan ile birlikte en başarılı yavrusu Bakışbey'e taylığında Süleyman Akdı binmiş, 3 yaşlılığında sezonun baş taylarından biri olmuş, çimde de kumda da standart bir performans sergilese de zaman zaman yanıltan bir isim olagelmiştir Bakışbey. İlk zamanlarında kendisiyle aynı jenerasyondan olan, ününü Kafkaslı'nın ekürisi olmaya borçlu Saltukhan, kayıplara karışan Pirler ve bana kalırsa 2003 jenerasyonunun en yetenekli tayı olan Karayağız gibi isimlerle mücadeleye girişmiştir.
***
Adana kumunda gösterdiği enfes performanstan sonra daha ziyade kum yarışlarında start alan Bakışbey'in daha sonra biraz çaptan düştüğünü görüyoruz ki, kazanamama serisine bir sonraki yılın kum yarışları da dahil. 2006'dan sonra 2 yıl ara veren -nedenini bilmiyorum- safkan 8 yaşlılığında taylığındaki gösterişli günlerine geri dönmüş ve 5 yarış üstüste kazanma başarısı göstermiştir. Dünkü yarışta da kendisine daha çok yakışan jokeyi Mehmet Kaya ile kazanan İzbatur ve 4 yaşlı en iyi dişi olan Yücelay gibi isimlere kafa tutmuştur yaşlı kurt. Bu koşuda kum yarışlarıyla söz sahibi olan Anka, sürpriz Ankara yarışıyla hatırladığımız Tarakçı, ve hep üst gruplarda koşmaya alışkın Şimşeğinoğlu ile Beybora gibi isimleri de geride bırakmıştır.
***
Acaba hakkı teslim edilmeyenler diye bir seriye mi başlasam, en iyisi hiç bulaşmayayım.

Tutukluk yapmış

Kulüple ilgili en doğru bilgileri kişisel ilişkilerinden ötürü Alaattin Metin verdiği için genelde yazılarını okumaya gayret ediyorum. Aşağıdaki satırlar Kocaeli maçı sonrası köşe yazısından, yani şaşılacak şey doğrusu...
***
...Alışık olmadığı ön liberoda ilk kez oynayan Selçuk’un tutukluluğu. Arkasındaki Lugano ile Edu’ya da bozması; yine stres...
***
Benim bildiğim Selçuk Fenerbahçe'ye geldiğinden beri önlibero oynuyor. Ve hala iyi oynayacak...

Cumartesi, Ekim 18

Şimdi Arsenal düşünsün...

Yani şu oyunla salı gecesi ne olur bilmiyorum. Hasbelkader maç kazandı Fenerbahçe bugün. Kazanamaması daha büyük ihtimaldi. Ben bu milli maç arasından sonra cidden bir kıpırdanma, bir yükseliş bekliyordum, çünkü Kayseri maçında bu takım vuracağı kadar dibe vurmuştu zaten. Artık çıkış ve toparlanma zamanıydı ama ilk yarıda eski tas eski hamam.
***
Sezon başındaki MTK ve Partizan maçlarında da bu dizilişi hiç sevmemiştim, hala da sevmiyorum. Zor maçlarda başına çok bela açılır Fenerbahçe'nin ki kolay maçlarda bile yeterince açıldı. Aragones'in ikinci yarıda memnunum demesinde tek forvete dönüp Fenerbahçe savunmasını rahatlatan meslektaşının da büyük katkısı oldu, ekleyelim.
***
Hiç mi olumlu birşey yok, birkaç bireysel performanstan söz edebiliriz. Guiza hakikaten çok iyi futbolcu bence. Gol vuruşu olsun, asist özelliği olsun, yaptığı koşular falan komple bir forvet. Keşke daha iyi bir takım olsaydı arkasında. Semih'in varlığı bile çok şeyi değiştiriyor, olmazsa olmazı oldu artık bu takımın. Bir de Önder saçını kestirmiş güzel olmuş. Olumlu şeyler şimdilik bu kadar. Yoksa 9 puana çıktık diye sevinecek halimiz de yok. Ancak salı gecesi Fenerbahçe'nin kazanması için bu yıl oynadığı her maçtan çok çok daha iyi olması gerekiyor.

Cuma, Ekim 17

Chao


"Üçüncü dünya ülkelerini temsil eden yegane takım olduğu için konserlerde Galatasaray forması giydim."
Kimse yanlış anlamasın polemik değil amaç, bu burada dursun, bu sözün üzerine yazılacak çok şey var çünkü.

Öküz Altında Buzağı


Şu dakikalarda Ümit Davala basın toplantısı düzenledi. Görevinden alınışı hakkında açıklamalar yapıyor. Kendine göre haklıdır muhakkak konuşması gayet doğal, ama sanki bu iş biraz haddinden fazla uzadı. Gidenler yardımcı antrenörler, bu böyle fırtına koparırsa Skibbe giderse ne olur acaba?

Adnan Polat'ın başkanlığına çok sevinmemiştim. Kendisi biraz fevri hareket eden, sağlıklı karar veremeyen, kriz yönetimini başaramayan biri. İş bitiriciliği onun hakkında söylenen en büyük avantaj. Yani aslında yönetici olarak iş yapabilecek, ama başkanlık için yetersiz kalacağını düşünüyordum. Yıldırım Demirören ayarında olacağını tahmin ediyordum. Yiğidin hakkını vermek lazım, başkan başkanlıkta şu an için başarılı.

Adnan Sezgin ise kulübün yarayan kanasıdrı. Polat'ın ondan vazgeçmiyor olmayışı çok büyük yanlış bence. İstanbulspor'da adı karışınca bazı şeylere, benim gözümden oldukça düşmüştü. Amerika'da tez konusu olması gereken transferlere imza atınca hiç bir faydasının olmadığını iyice anladım.

Michael Skibbe, iyi başlamadı. Belki çok iyi de devam edemeyecek. Bu kadroyu hakettiği şekilde taşıyamacak belki. Ama Galatasaray'ın sezon içinde teknik adam görevinde alınmaz geleneği devam etmeli. Hem zaten Skibbe iyi veya kötü bir şeyler yapma uğraşı içinde. İnatları yok, doğruyu yakalama peşinde. Gerek maçtan maça , gerek maç içinde bunu görebiliyoruz. Umarım yakın zamanda doğruyu bulacaktır.

Şimdi bunları yazdım ki bu adamlar hakkındaki görüşlerim bilinsin, sonra Davala konusuna gelelim.

Hıncal Uluç'un Türk futbol literatürüne kattığı bir görüş vardır. Herkes bunu kayıtsız şartsız kabul etmiştir, ve atasözü-deyim gibi kullanır. Nedir o? Denizli, Dewall'in yanında, Terim Piontek'in yanında, onlarla çatır çatır tartışınca yükseldiler. Yardımcı oturmayacak konuşacak.

Davala tartışmıyordu demiyorum. Zaten bilmiyorum. O kadar içinde değiliz.Hıncal Abi'mizin görüşü ne kadar doğru o da konumuz değil. Ama işler kötü gidince hocayı kovup takımı kaosa sürüklemek yerine yardımcı hocaları gönderip yerine geçen sene son haftaları başarıyla çıkarmış insanları buraya getirmek çok akıllıca bir davranış. Bu gayet normal bir olaydı. Ama nedense sanki çok büyük hata yapılmış. Galatasaray'ın tarihi hatalarından birisi sanki.

Basın niye bu duruma soktu merak ederken, komplo teorileri iyice kafamda yer edindi. Davala basın toplantısını TSYD binasında yaptı, konuşmasında arkasında duran basın mensuplarına teşekkür etti.

Sinan Engin gibi kült bir isim istifa edince bu kadar kıyamet kopmadı. Davala'yı bulunmaz Hint kumaşı yapan ne çok merak ediyorum.

Bu arada Davala şunu unutmasın, eğer yönetim hata yaptıysa bunu ilk başta Cevat Hoca'nın ekibi yerine kendisini oraya koymakla yaptı, neyse ki hatadan döndü. Umarız düzlüğe çıkacaktır takımımız.

Kupa

Milli takımdan sonra heyecanını kaybeden bir başka şey de Türkiye Kupası. Bu kupayı biraz olsun önemli, biraz olsun konuşulmaya değer kılan tek şey Fenerbahçe'nin yıllardır alamıyor oluşu. Yoksa hiçkimsenin kupayı umursadığını zannetmiyorum. İşte Fenerbahçe alamazsa bir klasik haline gelen mailler dolaşacak ortalıkta, o zamandan bu zamana neler oldu diye dünyadaki gelişmeler sıralanacak vs... Kupayı özel kılan tek şey de bu.
***
Ayrıca statüsü de rezalet, 5'er takımdan oluşan 4 grup var. Grubu ilk iki sırada bitirmek yeterli. Beşiktaş, Tranzonspor ve Gaziantespor aynı grupta ki en zor grup da bu. Fenerbahçe'nin grubunda Bursa ve Ankaragücü var zor diye nitelendirebileceğim. Diğer taraftan yine Galatasaray-Kayserispor maçı oynanacak. Bu sene bu üçüncü oldu. Ali Sami Yen'deki lig rövanşını da eklersek dört... Sivasspor seribaşı girmişti, gruplarında Kutay'ın takımı Alanya da var.
***
Diğer taraftan Bakary Sagna, Gallas ve Bendtner sakat dönmüş milli takımdan, ayrıca Van Persie'nin de oynayıp oynamayacağı belli değil. Beni daha çok bu ilgilendiriyor.

Çarşamba, Ekim 15

Silvio Berlusconi vs Cem Uzan


1-) Berlusconi zirveye oynayan Milan'ı satın almıştır,kolaya kaçmıştır, Cem Uzan alt liglerde sürünen İstanbulspor'u alıp büyük oynamıştır.

2-) Berlusconi'ye Tayyip Erdoğan "Silvio" diye hitab eder oğlunun nikahına davet eder, Cem Uzan'ı Erdoğan anmaz, değil nikahına cenazesine bile gelsin istemez.

3-) Berlusconi futbolcularıyla baba-oğul gibidir (Sheva, Kaka vs..), Cem Uzan'ın hiç öyle ilişkileri olmadığı gibi gerektiği zaman "bunları satmayacağım, oynatmayacağım da, futbol hayatlarını bitireceğim demişliği vardır.

4-) Berlusconi tuttuğu kulübü satın almıştır, Cem Uzan tuttuğu kulüpten ihraç edilmiştir.

5-) Berusconi maçları hep en güzel koltuklarda izlemiştir, Cem Uzan kapalı tribünün yeni açıkla birleştiği yerde de maç izlemiştir.

6-) Berlusconi, Adanalıları pek iyi anılarla hatırlamaz(Fatih Terim ), Adanalılar Cem Uzan'ı hatırlamak istemez.

7-) Berlusconi'nin en iyi transferi Van Bastendir, Cem Uzan'ın Van Vossen.

Keşke hep böyle kalsaydın

Bülent Uygun benim çocukluk kahramanımdı. O dönem Fenerbahçesi'nde ondan daha çok sevilebilecek, Oğuz gibi, Aykut gibi, Uche gibi, hatta filmi bir iki sene ileri saralım Boliç gibi bir sürü oyuncu varken takımda benim en çok güvendiğim isimdi Bülent. Osieck'li sezonun da gol kralıydı ayrıca. Bambaşkaydı yani o...
***
Onu yıllar sonra teknik direktör olarak görmek ilk bakışta inanılmaz hoşuma giden birşeydi ne yalan söyliyeyim. Önce menejeriydi Sivas'ın, Karol Pecze gittikten sonra takımın tek sorumlusu oldu. Fazla ön plana çıkmıyordu o dönemlerde ancak zamanla takımının ilerlemesiyle birlikte kendini de ön plana çıkardı. Sivas takımı geçen senenin takımıydı, burası kesin. Yakalanan başarıda Bülent'in rolünü tabii ki es geçmiyorum ama, basına verdiği her demeçle, yaptığı her açıklamasıyla gönlümdeki yerini her geçen gün biraz daha sarstı.
***
Çok konuşuyordu, bir teknik direktör bu kadar çok konuşmamalıydı sanki. Bir yandan takımına güvenirken diğer yandan da "bizi şampiyon yapmazlar" diyerek bir lidere yakışmayacak şekilde davranıyordu. Mehmet Yıldız'ı satıyorum, satıyorum, saaaattım hareketleri de cabasıydı işin. Neresinden bakarsak bakalım geçen yılın en itici teknik direktörlerinden biri oldu Bülent Uygun, gaza gelip yaptığı açıklamalar sayesinde.
***
Yeni beyanatı da Luis Aragones'in yardımcılığını kendisine yakıştıran medyaya giydiren cinsten. Bu Türk teknik direktörlere saygısızlıktır diyor hoca. Futbolumuzda bir yabancı hayranlığı olduğunu ben de düşünüyorum, Semih bunun en iyi örneği sanırım. Hele Fenerbahçe gibi beklentilerin çılgın attığı bir camiada bu daha da üst düzeyde. Geçen sene, açıklamaları ve büyük maçlarda takımının gösterdiği performans ile, ileride Fenerbahçe teknik direktörlüğü için umut vermeyen Bülent Uygun'un Aragones'ten öğrenecek hiçbir şeyi yok mu yani şimdi? Geçen sene gösterdiği performans yeterli mi şimdi Fenerbahçe teknik direktörlüğü için? İşte Aragones, Avrupa şampiyonluğundan geldi, şimdi Kadıköy'deki favori şarkısı "I love you Zico". Real Madrid hocalağından, Ferguson'un yardımclığına geçen bir Queiroz örneği de var halbuki.
***
Ben isterdim ki Bülent Uygun çıksın, "buna yakıştırılmış olmak bile bir onurdur" desin. Çok mu şey istedim bilmiyorum ama teknik direktörlerimiz ve futbolcularımızın egosundan nefret ediyorum, bunu biliyorum. Kaldı ki bir-iki yıllık performanslar da yeterli değil, uzun yıllar bir takımda bulunmak ve kendini tam anlamıyla ispatlamak gerekiyor bence. Ersun Yanal adımlarını hızlı attığı için bugün halen kendisini ispat edemedi. Ankaragücü'nde kalmadı, 2003-2004 sezonun en iyi futbolunu oynayan Gençlerbirliği'nde kalmadı, milli takım, Manisa'daki çöküş derken çok yıprandı. Bülent Uygun'un kaderi umarım öyle olmaz, Sivas'ta yakaladığı istikrar onun egosunu şişirmemeli, sadece olgunlaştırmalı.
***
Nereden duyduğumu hatırlamadığım bir sözle bitireyim: Şöhret insanı yükseltir, pekçok yükseltir, düştüğünde yerden kalkacak hali kalmasın diye...

Ezeli Rekabetler / Odinhan - Tamerinoğlu

Gönül isterdi ki Haberbatur-Yavuzhan-Caş üçlüsünün kapışmalarını da yazalım, hatta Bold Pilot Trapper ekleyelim, ancak Trapper haricinde bu safkanların fit dönemlerini bilmediğim için yazmam doğru olmaz diye düşündüm. Neyse biz konumuza dönelim...
***
Aslında Tamerinoğlu öyle bir at ki, yarış yaşamının sonuna kadar formda kalmayı başarmış, uzun yıllar pistlerde en iyi diyebileceğimiz isimlere rakip olabilmiştir. Belki de Özgünhan ile daha çok kapışmıştır bilemiyorum, ancak bu ikilinin 2000 ve 2001 yıllarında yaptığı yarışlar her anıyla unutulmazdır. Üstelik aynı jenerasyondan oldukları için ezeli rakip olduklarını söylemek daha mümkün.
***
İlk önce bu iki atı kısaca tanıyalım. Odinhan, Özgün-55.Kemiyetülırak yavrusudur. 1988 yılının şampiyon atı Özgün'ün, yarış kariyeri kadar aygırlık kariyeri de mükemmel olup, Odin, Odinhan,Özgünhan, Yavuzca ve Ayabakan gibi çok başarılı isimlerin babasıdır. 55.Kemiyetülırak da yine en verimli kısraklardan biri olup, Odin ve Odinhan haricinde hep istikrarlı koşup bir türlü kazanamayan Özgünkan, ve halen daha Ankara'da bacaklarında kalmış son barutu tüketmekle meşgul Sakarya yavrusu Ali Reis gibi isimlerin de annesidir. Neresinden bakarsak bakalım şampiyonlar çıkarmış bir kan hattı... Tamerinoğlu ise Tulyad yavrusu olup, görülmeye değer bembeyaz, eşgal olarak şahane bir attır. Tulyad'ın da açık ara en başarılı yavrusudur. Annesi 45.Neame'nin de Tamerinoğlu haricinde kaydadeğer bir yavrusuna rastlamıyoruz.
***
2000 yılı üç yaşlılarının en başarılı ikilisi olan bu çifte o günlerde başta Faroağa olmak üzere, Cankartal, Gökhantay ve Pikehan gibi vasat isimler rakip olmaya çalışmışlarsa da çoğu zaman başaramamışlar, yarışlar genelde bu ikilinin arasında geçmiştir.
***
Ben hem Fenerbahçeli olduğum için Gürbüz Refioğlu'ndan dolayı hem de abisi Odin'den dolayı bu rekabette Odinhan'dan yana idim. İkilinin ilk ciddi kapışması Tamerinoğlu'nun yarım boyla kazandığı yarışta, bir dönem üç yaşlı arapların sezon açılışı gibi olan Sultansuyu Tarım İşletmesi Koşusu'nda olmuştu. Odinhan rövanşı Gr I Çanakkale Zaferi Koşusu'nda almıştır. Ben o gün abimle birlikte Carrefour'a gitmiştim ve bu yarışı izleyememiştim. Aslında Faroağa için bir parantez açmazsam ayıp etmiş olabilirim. Hakikaten kabiliyetli bir taydı. Zaman zaman bu ikiliye kafa tuttuğu hatta geçtiği yarışlar da oldu ancak devamını getiremedi. Kuma daha yatkın bir taydı diye hatırlıyorum.
***
Tamerinoğlu, Babakuruş ve Hatay Koşuları gibi önemli koşuları da kazanmayı başarmış, haliyle kalbimi de kırmıştır. Hatay Koşusu'nda Odinhan iç kulvarda sıkışmış, Yavuzhan'ın ablası Ajda'nın kızı Birgi'ye de geçilmiştir.
***
Odinhan ise şova efsane sezon 2001 yılında başlamış, önce Gaziantepspor'u 4-3 yendiğimiz maçtan 3 gün sonra bu blogda da yazdığım koşuda TBMM Koşusu'nda Tamerinoğlu'nu geçmiş, Daha sonra ise Anadolu Tarım İşletmesi ve Ali Rıza Bey Koşuları'nda sadece Tamerinoğlu değil, Ağakaraca, Antepli gibi kuvvetli safkanları da geride bırakmıştır.
***
Bugünkü kadar olmasa da gene İstanbul'a hatırı sayılır yağmur yağdığı bir Temmuz gününde insanı çileden çıkartan bir başka Özgün yavrusu Şirinoğlu'na burunla geçilmiştir. Tamerinoğlu bugünlerde hemen hemen her yarışında Odinhan'a geçilmiş, adeta sürklase olmuştur.
***
Bana göre ikilinin koştuğu en zor koşu Enternasyonel Malazgirt Koşusu idi ki bu yarış 1.44'lerde bitmiş, Odinhan Mutabahi'yi geçip üçüncü olarak, bu yıl Ayabakan'ın geçtiği Bright Light ile birlikte bir Amer yavrusunu geçmeyi başaran ikinci at olmuştur Türk yarışçılık tarihinde. Tamerinoğlu ise bu yarışı okeye dönerek 7. bitirmiştir.
***
Bugün bile acı ile hatırladığım TSK Koşusu ise sadece rekabetteki son yarış olmakla kalmamış, Odinhan'ın da kariyerinin son yarışı olmuştur. Son 100'de İmparator idaresindeki Odinhan'ın ayağı kırılmış, pistte seyisine, evde de bana duygu dolu anlar yaşatmıştır. O yarışta Odinhan'ın ahını alan Tamerinoğlu ise bu yarıştan sonra koştuğu 14 yarışın 11'ini 2. bitirerek, belki de bugün tam anlamıyla şampiyon nolarak anılamamasının zemini hazırlamıştır. Tabii bu safkanın 2002 yılında Özgünhan ile mücadele ettiğini de unutmayalım.
***
TSK Koşusu talihsizliği bir sonraki yıl Özgünhan'ı da vurmuş fakat bu safkan toparlanarak ertesi yıl pistlere dönüp tozu dumana katmaya devam etmiştir. Ezeli rekabetler devam edecek...

Salı, Ekim 14

Hiç "Salma"dı Kendini Hayek


Yanlış anlama olmasın, başlık bana ait değil. Vatan gazetesinin dünkü arka sayfa güzeli Salma Hayekti. Güzel oyuncu anne olduktan sonra formunu korumaya devam etmiş. Bu sayede sayfalarımıza misafir olmuş. Yaratıcı başlıklara spor sayfalarından alışıktık daha çok. Arka sayfa güzellerinin altına ilişen Türkler çok sıcak veya 5 aydır sevişmemiş tarzı başlıklardan sonra böyle bir başlık görünce sevinelim üzülelim mi anlamadık.

Pazartesi, Ekim 13

Eşkıya

Cumali: Ayaklarımda,ayaklarımda bir sıcaklık var,yukarı doğru çıkıyor. Ne bu? Sen çok vuruldun bilirsin eşkıya... Ben ölecek miyim? Hiç yoktan üvey annem geldi aklıma... Kendini damdan aşağıya attı beyaz elbiseleri ile. Kuş gibi uçacak zannettim, taş gibi yere çakıldı. Sonra, Emel geldi aklıma... Onu vuracağımı hiç düşünmemişti, ben de düşünmedim, herşey birdenbire oldu. Ben şimdi cehenneme gideceğim değil mi?
Baran: Kimin nere gittiğini kim bilir...
Cumali: Hani senin memlekete gidecektik? Hani dağlara çıkacaktık? Çok korkuyorum eşkıya, beni bırakma, çok korkuyorum, çok...
Baran: Korkma... Sadece toprağa gideceksin, sonra toprak olacaksın... Sonra, sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin, oradan özüne ulaşacaksın... Çiçeğin özüne bir arı konacak, belki o arı ben olacam...

Pazar, Ekim 12

Tek tabanca

Yarışın adını, grubu vs yazmaya gerek yok. Ayabakan'ın koşması yeterli. Yarış seçerek koşturuluyor, özenle bakılıyor. Cumhuriyet Koşusu'ndan önceki son prova. Saat 20.00'de...

Böyle Bir Maç Vardı


Bu hafta Fenerbahçe önce Kocaelispor, sonra Arsenal maçına çıkacak. Peki efsane sezon 2000-2001in sonunda, Fenerbahçe bu hafta Beşiktaş ile imzalayan Mustafa Denizli yönetiminde sezonu şampiyon tamamladıktan sonra ne olmuştu?

Kocaelispor ve Arsenal 26 Temmuz 2001 günü kamp yaptıkları Avusturya'da karşı karşıya geldiler. 1 sene önce Uefa finalinde bir Türk takımına kaybeden Arsene Wenger, karşısında 2. Fatih Terim Hikmet Karaman'ı buldu. Üç büyüklerin amatör küme takımlarıyla oynadıkları hazırlık maçlarını naklen veren Türk kanalları bu maçı es geçmişti. Türk futbolseverlerin çoğu bu maçın skorunu bir gün sonra gazetelerden öğrenmişti.

Kocaelispor'un kadrosunda bulunan isimlerden bazıları şunlardı: Lazarov, Alex Yordanov, Serdar Topraktepe, Milan Timko, Ahmet Sahin.

Maça golle başlayan Körfez, 4te Lazarov ile öne geçti, sonra Parlour beraberliği getiren golü attı. İlk yarı Bulgar topçunun 2. golüyle 2-1 sona erdi. 2. devre goller Serdar Topraktepe ve Nuri Çolak'tan geldi. Maç 4-1 sona erdi. Herkes şaşırdı. Hikmet Hoca coştu, "çok canlar yakacağız" dedi.Sezona "başaltı"nın yukarısında tamamlama hedefi ile başlayan yeşil-siyahlılar ligi anca 11.sırada bitirebildi. Sonraki yıllarda kendini bir alt kademede buldu.Avrupa'dan transfer teklifleri alan Bulgar topçular İstanbulspor ve Gaziantepspor maceraları yaşayabildi anca. Arsenal ise sezonu çifte kupa ile bitirdi.

Helena Svedin

Başkan: "Hep seni destekledim, ama sen hep geceleri dışarı çıkıyorsun kendini takıma vermiyorsun. yeteneklerine güveniyorum, düzenli yaşarsan kesinlikle dünyanın en iyisi olacaksın yine. Bak Figo'ya, idmandan eve gider, ondan feyz al."


Ronaldo: "Benim de evimde Figo'nun eşi gibi biri olsa ben de evden çıkmazdım."

Yönetim İstifa


"Eğer beyaz mendiller sizin için sallanıyorsa korkmanıza gerek yok, sizi koruyacak bir başkan vardır ve onun sözü geçer; ama beyaz mendiller başkan için sallanıyorsa o zaman korkmaya başlayın, çünkü fırtına yaklaşıyordur ve arkanızı kollayacak kimse olmayacaktır."

Bobby Robson

Cuma, Ekim 10

Aylardan Mayıs Değil Oysa


Her 17 Mayıs zamanı gazetelere demeç veren Faruk Süren bu sefer eylülde konuştu, bizi ters köşeye yatırdı. Üstelik konuştuğu yer kulübün resmi dergisi. Diğer kulüp dergilerinde olması mümkün değil böyle bir şeyin. Faruk Süren'den inciler:


-Omlet yapacaksan, yumurtayı kıracaksın.

(96-2000 arası oluşan borçlar için)

- Büyük işleri başarmak için önce hayal etmek gerekir.

-Bir insan bir işe bu kadar vakit harcarsa o konuda muvaffak olur. Ama o konuda olur, diğer konulara vakit kalmıyor. Gün 24 saat çünkü. 48 saat olsa olacak ama...

(Özhan Canaydın için)

-Bu iş kese kağıdında para getirerek, Gelincik sigarasının arkasına takım kadrosu yazarak olmaz.

-"Antrenör dedi ki" ile bu iş olmaz.

(Yabancı hoca yerine niye Fatih Terim'i seçtiğini söylerken)

-AIG ortaklığı kurulsaydı şimdiye kadar stadyumu bitirmiş olurduk. Hatta o stat demode bile olmuştu.

-Aşk bitince masayı terk etmeyi bilmek lazım.

-Kulübe telefon ediyorum bana 20 dakika Galatasaray marşı dinletiyorlar.

(Kulüp-taraftar ilişkisi için)

FB TV'nin yüzleri

Evde uydu olduğundan 3 büyüklerin televizyon kanallarını sıkı takip ederim. Nostaljik maçlar, paf takım maçları genelde izlediklerim. Evde olduğum zaman genelde FB TV açık olduğu için artık bu kanalın bazı spikerlerine ve program sunucularına da alıştık.
***
Pelin Karabay ve Hande Karakadıoğlu bildiğim kadarıyla ilk zamanlardan beri var. Pelin Karabay daha ciddi ve soğuk biri edindiğim izlenim kadarıyla. Zaten Haftanın Konuğu diye bir programı var, ne zaman açtıysam ya Onur Belge ya da Mehmet Y. Yılmaz gibi camianın sevmediğim kalemleri denk geldi program konuğu olarak. FB TV'deki tek sarışın spiker dersem, sanırım hatırlanır.
***
Hande Karakadıoğlu kanalın en bilindik yüzü. Genelde FB TV'de ana haber bültenini sunar. Buna karşılık Biz Bir Aileyiz gibi gereksiz programları da sunduğu görülmüştür. Pelin Karabay'a göre daha sempatik ve sıcak kanlıdır. Greenpeace'te çalışırken ben, Bağdat Caddesi'nde Boyner'in önünde tarafımca görülmüşlüğü, maruz kaldığı iltifatlarımı gülümseyerek yanıtlamışlığı, kalp hırsızlığı yapmışlığı da vardır.
***
Zeynep Tandoğan yanılmıyorsam Okuldaki Fener diye bir program sunuyordu. O, Biz Bir Aileyiz programından çok daha gereksizdi. Kah çocukla çocuk oluyor saçma espriler yapıyor, kah işte Fenerbahçe Koleji'nde geçnlerin hayallerini soruyordu. Şimdilerde haberleri sunarken görüyorum, hafif toplu esmerce bir hanımdır.
***
Ve İpek Ustaoğlu... "ve" diyerek sona bırakıp bir de üç nokta koyunca bir numara varmış gibi görünecek ama hiçbir numarası yok. Countdown programında halk çocuğu Kıvanç'ın partnerliğini yapıyor, bir de Genç Çizgi diye bir program sunuyor. Kanalın yeni yeni popüler olmuş isimlerinden. Her kızda görmekten artık zul gelen büyük çerçeveli güneş gözlükleriyle görüyorum sürekli, o gözlükler olmadan daha güzel. Ayrıca an itibariyle de post fotoğrafı kendisine ait.

Ümit Özat'ı Sevmek İçin 15 Neden


1-) Oynadığı takıma olan bağlılığı: Fenerbahçe'de oynadı, çoğu zaman tribünler sevmedi. O zamanlar Galatasaray tribünü ile münakaşa eden Tuncay daha çok seviliyordu. Ama bir Galatasaraylı olarak şunu derim ki, Ümit gibi bir topçu keşke bizim takımda olsa. Ama kesinlikle Ümit olmasın. Çünkü onun Fenerli Ümit olmasını, öyle anılmasını çok isterim. O bir Tanju Çolak, bir Fatih Akyel değil. Zaten Bir gün Tuncay bile bizim formayı giyer ama Ümit giymez.

2-) Futbol sevgisi: Çoğu topçu milyonların sevdiği oyunu kendilerine meslek edinmiş olma şerefine ulaşmışken çıkıp medyaya "ben futboldan nefret ediyorum" derler. Pascal Nouma, Tümer Metin aklıma ilk gelenler. Ama Ümit futbola aşık. Mesleğine olan saygısı inanılmaz. Dünya futbolunu takip ediyor. Antremandan sonra futbolu bırakmıyor. Yaşıyor 24 saat.2-3 sene evvel FB TV' nin Biz Bir Aileyiz programında, yanında eşi kucağında çocukları varken Sevilla'nın taktiksel dizilişini anlatıyordu.Kalp krizi geçirince futbolu bırakmasını istedi eşi. O sıra Peralta şunu dedi bana: Kaptan futbolu bırkmaz, gerekirse hanımı boşar yine topunu oynar." Bu izlenimi kesinlikle bırakıyor bizlerde.

3-)Sol taraftan ellerini açarak gelip çizgiye gelince sağ ayağının dışıyla orta yapabilmesi.En teknik oyuncuyum diyen yapamaz.

4-)Tam anlamıyla efendi olması. Öyle gösterişten bir pısırık Ergün Penbe efendiliği değil. Yeri gelir sahanın ortasında Songla sarmaş dolaş olur, yeri gelir Giray Bulak'ın üzerine yürür. Sonra da aslanlar gibi çıkıp "Pişman değilim, Fenerbahçe'nin kaptanına kimse "lan" diye hitap edemez.bana ailem "lan" diye hitap etmemişken değil Denizlispor'un teknik direktötü, Real Madrid hocası gelse tanımam" der

5-)Taraftarın en çok tepki gösterdiği oyunculardan da olsa her zaman taraftar haklıdır der.

Muhabir sorar: Taraftar size küfrediyor, bunları sahalarda görmek istemiyoruz değil mi sen ne dersin?

Ümit Özat:Şimdi rızkından kesip bilet alan taraftarımızın "Ümitim lütfen biraz daha iyi oynarmisin" diyecek hali yok!

6-) Şaşı gözleri, sevimli gülüşü, sıcak insan olması.

7-) Sokataki insanla ilişkisi. Futbolcular artık halktan kopuk yaşar. Ayrı yerlerde gezerler,insanlar onlarla konuşmaya çalışınca soğuk davranırlar. Tanınmamaya çalışırlar. Ama Ümit öyle değil. Yaşanmış gerçek bir hikaye size. Bir arkadaşımın annesi, iyi bir Fenerli kendisi. Ama öyle bizim gibi "o kim" , "bu nereden geldi", "kaç maç oynadı" bilmez. Tamamen saf haliyle Fenerli. Bir gün arkadaşım evde otururken annesi gelir eve ve şöyle der:Evladım bizim kaptanın adı neydi bugün onu gördüm yarım saat konuştuk şunları şunları anlattı, ne kibar çocukmuş, tam kaptan olacak çocuk işte, ama ismini çıkaramadım.

8-)Hiçbir zaman hocalarıyla takışmamış her sisteme, mevkiye adapte olmaya çalışmıştır.

"hiçkimse anasının karnından sistemle doğmadı."

9-) Gittiği her takımda kaptanlık pazubandını takması. Bunu Meira yapınca el üstünde tutulur ( ki normaldir, herkese nasip olmaz) Ümit gerçekleştirince kimse takmaz.

10-)Le Guen ile konuşması:

"Maçtan bahsettik benım oynadığım mevkiden bahsettik, milli takım ve isviçre maçı hakkında konuştuk ama İngilizce bilmediğim icin dediklerinin çoğunu anlamadım.

11-) UEFA başkanı olmak istemesi, büyük düşünmesi, farklı olması.

12-) Fenerbahçe'den gidince yeri dolsun diye gelen adamın Roberto Carlos olması.

13-)Sparta'yı Sparta'da yenebilme ihtimali.

14-)Fenerbahçe'de oynmasına rağmen diğer takım taraftarlarının onu daha çok sevmesi.

15-)Takım arkadaşlarını kollaması, koruması. Alex'i tanımayan Carew'e cevap verişi, Anelka'yı gelir gelmez karşılayışı, maç içinde kendinden yaşça küçük topçuların ona "abi" diye hitap etmesini engellemesi
"saha içinde abi olamaz, olursa korkarlar, ben hata yapınca bana kızamazlar, hata yaparsam kızsınlar bana"

Çarşamba, Ekim 8

Mustafa Denizli?

"Çeşme'de herkes bilir benim Beşiktaş'lı olduğumu..." Mustafa Denizli
***
Ertuğrul Sağlam'ın istifa ettiği gün, yani dün, Sinan Engin Mustafa Denizli olasılığının düşünülmediğini, Beşiktaş'ın hocasının yabancı olacağını söylemişti. Yani en azından ben öyle okudum gazetelerde. Bugün ise haberciliğine güvendiğim Ntvspor'da prensip anlaşmasına varıldığı söyleniyor, hatta Sergen de yardımcısı olacakmış.
***
Aziz Yıldırım da Löw, Rıdvan Dilmen, Zdenek Zeman ve Turan Sofuoğlu ile çalıştıktan sonra Mustafa Denizli'yi getirmiş, şampiyonluk sevincini de o şekilde yaşamıştı. O sezon birçok açıdan unutulmazdı zaten. Farklı bir teknik direktör Mustafa Denizli, Lig Tv'deki yorumculuğuna bakarak değerlendirmemek lazım. Ertuğrul Sağlam'ın hem saha içinde hem de dışında yapmaya cesaret edemediği bir çok şeyi yapacaktır. Ayrıca yıldız oyuncuyla da iyi geçinir. Misal sezona iyi giren, sonra ortadan kaybolan Delgado'nun yılı olabilir bu yıl. Mustafa Denizli'nin bu oyuncuya olan hayranlığını da biliyorum.
***
Sözün özü hayırlı olsun. Ben açıkçası çok sevindim bu gelişmeye. Mustafa Denizli Türk futbolu için çok önemli bir figür. Onu yeniden iddialı bir takımda görmek büyük keyif verecek. Ayrıca Demirören yönetimi de akıllı bir iş yapmış oldu böylelikle. Koemann ve Rijkaard, hemen sonuç bekleyen bu sabırsız yönetime uygun değildi. Fazla maceraya girmeden en doğru seçimi yaptılar diye düşünüyorum. Tabi bütün bu varsayım ve yorumlar haberin doğruluğuna bağlı, umarım doğrudur.

Salon Turnuvası

Bu turnuvayı hatırlayan çıkar mı bilmiyorum. 1994 yılı salon turnuvası. Bu salon turnuvası futsal salonlarına benzeyen bir zeminde oynanıyordu ya da futsalın ta kendisiydi, bilemiyorum. Turnuva Almanya'da yapılmıştı. O günlerde Fenerbahçe'de Nielsen, Aykut, Müjdat, Kemalettin, Ali Nail gibi isimler forma giymekteydi. Bu arada resimde kollarını havaya kaldırmış kaleci de Engin İpekoğlu'nun yedeği Altay'dı. Sol taraftaki bıyıklı yönetici ise 90'lar Fenerbahçesinin en önemli yönetici figürlerinden futbol şube sorumlusu Erol User'dir.

Efsane Yarışlar / 2006 yılı Enternasyonel Topkapı Koşusu

Türk atlarının resmi geçidi gibi olan, deli oğlan Kaneko'nun enteresan performanslarından birini sergilediği, Ribella'nın akıllarda en çok kalan yarışıydı bu yarış. Öncelikle koşuya katılan isimleri gözden geçirelim:
***
Her zaman başa güreşmiş, hep en sert gruplarda koşmuş, kah geçmiş kah geçilmiş, Dubai'de bile harika işlere imza atmış Kaneko, bir tanesi Dubai'de olmak üzere, bu koşuya girmeden önce koştuğu 5 yarışın tamamını kazanan, o günlerde hayatının en formda günlerini geçiren Sabırlı, henüz üç yaşlı olmasına rağmen koşuya kaydı yaptırılmaktan çekinmeyen, zaten yaşıtlarından üstün olduğu her haliyle belli olan, an itibariyle ise en formda İngiliz diyebileceğimiz Kurtiniadis, bir önceki yıl Erkek Tay Deneme Koşusu'nu kazanıp, Gazi'de de Popular Demand arkası ikinci olan fakat yaşadığı sakatlık nedeniyle toparlanamayan süratli isim Mahalle Çocuğu ve ideal mesafesi 1600 metre gibi görünse de uzun mesaflerde de harika yarışlar çıkarmış, doping yaptığı söylentilerinin ardından ceza almasına rağmen kariyerinin en büyük yarışlarını da aldığı cezadan sonra koşmuş, gelmiş geçmiş en büyük kısrak olan Ribella koşuya bizden katılmışlardır.
***
Yabancı atlardan ismini duyduğum bir tane bile yoktu. Zaten bu yarıştaki dökülmeden sonra yabancı eküriler bu koşuyu ciddiye almaya başladılar ve hatırlarsak ilk defa geçen sene Godolphin ekürisinin atları gelmişti Veliefendi'ye. Bosporus yavrusu Billy Allen ve Ryono o gün şans verilen isimlerdendi ama gerek performans gerek kalite açısından bizimkilerle yarışamayacakları belliydi. Bizde de Sabırlı'nın çok rahat bir şekilde yarışı kazanması bekleniyordu.
***
Filmi biraz başa saralım. Temmuz ayında koşulan Adnan Menderes Koşusu inanılmaz bir mücadeleye sahne olmuş, ezeli rakipler Ribella, Sabırlı ve Kaneko'nun kapışmasından 1.33.77 gibi bir derece çıkmış 1600 metrede, ve yarışı Sabırlı kazanmıştı. Eylül ayındaki enternasyonel yarıştan önce üstad Reşat Köstem, Ribella'nın sahibi Selman Taşbek'le hipodromda röportaj yaparken şunları dinledik: O yarışta kızım (Ribella'dan bahsediyor) çok yıprandı. Zaten rekor bir dereceyle bitmişti yanlış hatırlamıyorsam. Bir daha koşamayacağını düşündük ve onu anne olması için çiftliğe götürmeye karar verdik. Çiftlikte bir süre istirahat ettikten sonra adeta yeniden hayata döndü, yerinde duramıyordu, ondaki bu heyecanı ve parıltıyı gördüğüm için bu yarışa katılmaya karar verdik dedi.
***
Koşuda startla birlikte her zaman numarayı almasa da genelde koşuyu önlerde götüren Kaneko bu kez mükemmel bir çıkışla liderliği almış, yarışı sert temposuyla götürmüş, son virajı da uzak farkla grubun önünde geçmiştir. Yarışın sürdirek favorisi Sabırlı ve Selim'le hep bekleme yarışı yapan Ribella son iki sırayı paylaşmaktadır. Son 400'de yine Kaneko açık ara liderdir ve bu metrelerde görülmektedir ki farkın kapanacağı falan yoktur, çünkü o kapasitede olan bizim atlarımız çok gerilerdedir, o kapasitede olmayan yabancıların ise Kaneko'yu yakalamaları imkansızdır. Fakat son 200'le birlikte zaten ufak tefek birşey olan Ribella o inanılması güç sprinte imza atar.
***
Yarış bittiğinde Selim Kaya şovunu yapar ama fotofinişte ben açıkçası anlayamamıştım Ribella'nın kazandığını. Ribella sadece yarışta dipten çıkmamıştır, belki de kariyerinin sonuna gelecekken yeniden ben de varım demiştir. Bugüne kadar izlediğim yüzlerce yarış içerisinde kesinlikle en güzeli, en anlamlısı ve en görkemlisi bu yarıştı. Bu muhteşem finali izlemek isteyenler koşuyu youtube da bulabilir.

Salı, Ekim 7

B Grubu


Galatasaray'ın rakipleri belli oldu. Zor grup demeye gerek yok. Turnuva bu sene çok dengeli. Güçlü takımlar gruplarda yer aldı. Üstelik bunlara 8 tane üst düzey ekip daha katılacak. Yani zor bir grup olacağı aşikardı. Lokum gibi kura kandırıkçılığını bir kenara koymak lazım. Ama çıkılmayacak grup değil.

Benfica, elemelerin en zorlu eşleşmesinden geldi. Napoli'yi kupanın dışına ittiler. Portekiz'in 3 büyüklerinden en dengesizi bu aralar onlar. Geçen sene 4. bitirdiler. Takımın başına Valencia'nin Mourinho'su Quique Sanchez Flores'i getirdiler. Taraftarlar pek ısınamadı. İspanya görmüş 2 teknik oyuncu Aimar-Reyes takıma renk kattılar, ama hem sakatlıkları hem davamlılık sorunları zayıf karınları. Portekiz deplasmanları Akdeniz2in en az korkutucu deplsmanları ama Benfica'nın "Işık Stadyumu" oldukça görkemli bir atmosfere sahip. Maçın 6 Kasım'da oynanacak olması da enteresan. Meira'nın da transfer rekoru kırarak geldiği , kaptanlık yaptığı eski takımı olduğunu belirtip eşleşmenin rengi olduğunu söyleyelim.

Olympiakos en garip takım.Şampiyonlar Ligi ön elemesinde onlar da hüsran yaşadılar. Üstelik hüsranın babası. Kardeş ülkeleri Rumların Anorthosis takımına deplasmanda 3-0 yenildiler, kendi evlerindeki 1-0 yetmedi ve elendiler.Üstelik oldukça olaylı bir maç yaşandı. Rumlar, Türkiye'de bize daha iyi davranıldı dedi. Olympiakos'a herkes şaşırdı, ezeli rakipleri Panathinakos güldü. Ama gülme komşuna gelir başına misali Bremen'den puanla dönen Rumlara onlar da yenildi. Sonuçta Kupa 1'de 2 maçta 4 puan alan bir takıma elendi kırmızı-beyazlı takım. O puanı alacak bir Türk takımı bu sene çıkmazdı zaten.

Onların başında da bir İspanyol Ernesto Valverde bulunuyor. Raul Bravo, Darko Kovaçeviç gibi La Liga tecrübeli oyuncuları var. Maçın Sami Yen'de olması, orada olmaması büyük avantaj bizim için.Açılış maçı olup, galibiyetle başlamak motivasyonu yükseltir. Olympiakos bu sayede son 5 yılda 3. kere Galatasaray'a konuk olup ilk defa Sami Yen'e çıkmış olacak.

Son maç kendi evimizde Berlin'de oynanacak. Gruplar belli olduğunda ilk bunu diledi herkes herhalde. Deplasman'a gideceksek "Wir fahren nach Berlin" diyelim. Son yıllardaki Herha değil artık. Bir düşüş içindeler. Üst düzey bir kadroları yok, bana göre grubun en zayıf takımı. Ama sonuçta bir Alman takımı ve geçen sene Leverkusen çıkınca da sevinmiştik. Sonra acı bir mağlubiyet yaşandı.

Eğer Beşiktaş haftaiçi 4 gol yemeseydi Kharkiv'den BERLİN'den çok onu küçümserdik. Ama artık dikkat edilecek takım konumundalar. Kuzey'in soğuk kışında maç yapmaktansa sıcak Sami Yen'de oynamak yine bir avantaj.

Sonuçta grupta herkesin şansı eşit gibi ama Galatasaray bir adım önde. Onu sağlayan da fikstür avantajı. İçeride oynanması gereknler ile içeride, deplasman istenenler deplasmanda. Ve galiba herkesin üstte veya altta bitirebileceği grubun en kritik takımı Galatasaray. Ne yapacağı hiç belli olmayıp, herkesden puan alıp, herkese puan verebilecek olan. Kadrosuyla en üst kalitede olan, Bursa2daki futbolla karamsarlığa neden olan takım.

Hayırlı olsun.

Büyük Maçların Büyük Topçusu


2000li yılların başında Yusuf'a daha başka gözle bakılırdı. Küçük maçların topçusu, Anadolu takımı topçusu, alemci topçu denirdi. Sonra Anadolu'ya geri döndü. Pazar günü Galatasaray'ı yıktı ya yine gündeme geldi. Yoksa normalde kimse hatırlamaz. Sadece halı sahalarda en teknik futbolcu için arkadaşları aynı Yusuf gibi derler de öyle adı geçer. Yusuf'a da halı saha topçusu denirdi zaten.

Ben şahsen her zaman kendisini çok beğendim. Bana göre özellikle 2 sene önce ligin en iyi topçusuydu. Bu sene başında soru işaretlerim vardı. O da yeni bir takımda yaşayacağı uyum sorunu ve geçen yaşı nedeniyle. Ama Bursaspor'un klasmandaki yerine bakılınca bunların geçersiz kaldığını söyleyebiliriz. Anadolu'daki şehirlerin kalbi yerel medya'da ona destek verdiğine göre sorun yok.

Şimdi gözde Yusuf. Pazar gecesi ve dün herkes onu konuştu. Milli takıma da seçildi. Bu hafta artık onun. En son Norveç maçı için çağrıldığında bu kadar anmıştık onu. Sonra unutulur, birkaç hafta sonra bir daha büyük bir takımı devirir, yine herkes onu konuşur. Fenerbahçe'de oynarken (kendi hataları da olsa) onu yerden yere vuranlar şimdi baştaci ediyorlar. Ligin en iyi topçusunun( ben böyle diyorum ama dün bütün abilerimiz de bunu yazdı-söyledi) sadece 1 kere milli olmasından kimse rahatsızlık duymuyor. Büyük takım maçlarından sonrası hariç. Yusuf'un milli takım kariyeri sorgulanmıyor bile.Peki bu çok mu ilginç? 3 büyük takıma endeksli bir futbol ülkesinde ilginç değil bu. Biz alıştık artık.

Bu arada Yusuf, Galatasaray'a 3 farklı takım formasıyla gol atmıştır. Denizlispor ile Ali Sami Yen'de, Sebatsporla, ve 6 Mayıs 2001 efsane maçında Fenerbahçe ile. Bu hafta gol atmadı 4 yapamadı, ama gol atmaktan daha beterini yaptı.

Kıyım sürüyor

Bence Beşiktaş camiası Metalist yenilgisini çok abarttı. Kendilerinden her mevkiide üstün, çok çok iyi bir takıma elenmişti Beşiktaş. Az önce çekilen grup kuralarında da Galatasaray'ın grubuna düştüler, maç Ukrayna'da oynanırsa Galatasaray'ın da şansı yok bence. Kimse şimdi oturup da 100 yıllık camia bu durumlara düşemez demesin, yemeyiz. Geçen seneki Liverpool faciasından sonra bir tek yetkili istifa dahi etmemişken, bugün Ertuğrul Sağlam'ın istifaya zorlanması sadece ayıp. Ya baştan yapacaksın sezon planlamanı, Lucescu'yu o zaman getireceksin, ya da Ertuğrul hoca ile yola devam edeceksin. 6 haftada alınması gereken 18 puandan 14'ünü almış bir Beşiktaş vardı. Sağlıklı alınmış bir karar değil bence.
***
Ertuğrul Sağlam'ın istifası ile teknik direktör kıyımı da sürmüş oldu. Önce geçen sene Konya'nın süper ligde kalmasında büyük katkısı bulunan, hocalığına çok inandığım Raşit Çetiner kovuldu daha üçüncü haftadan. Konya o gittikten sonra iki maçta 7 gol yedi. Daha sonra Engin İpekoğlu ile devam etti kıyım, Yılmaz Vural sezon ortasında herhalde ilk kez bir takımı bu kadar erkenden aldı.

Pazartesi, Ekim 6

Aragones vs Del Bosque


1-) Aragones İspanya milli takımının eski teknik direktörüdür, Del Bosque yenisidir.

2-) Aragones A.Madrid'in Süleyman Demirel'i olmuştur, Del Bosque R.Madrid'in Bülent Ecevit'idir.

3-) Aragones, Türkiye'de Deniz Barış'a takımıştır, Del Bosque'nin arası Okan Koç ile bozuktu.

4-) Aragones, İspanya'da Raul'u sevmeyen tek adamdır, Del Bosque Raul'un en çok sevdiği insanlardan biridir.

5-) Aragones'in Türkiye'de ilk 6 maçta 6 puan toplayan takımı geçen sene Avrupa'da çeyrek final oynadı, Del Bosque'nin Beşiktaş'ı bir önceki sene 11 puandan şampiyonluğu vermişti.

6-)Aragones emekli olmadan önce son kez para kazanmak için Türkiye'ye geldi, Del Bosque Türkiye'den ayrılınca daha önce kazanmadığı parayı kazandı.

7-) Aragones'in lakabı burda ve tüm dünyada dededir, Del Bosque sadece burada Yeniköy Kasabıdır.

Ne yapmalı?

Dün bu maçın üzerine birşeyler yazıp çizmek zordu. Dumlupınar Koşusu'nu kazanan Kafkaslı'ya atmak gerek topu belki de, çünkü hakikaten Fenerbahçe'nin şu an yaşadığı travma öyle teknik taktik mevzularla açıklanabilir birşey değil.
***
Genelde eleştiriler Aragones üzerinde. Muhakkak eleştirilebilecek yönleri var ama "takıma kondisyon yüklemedi, neden herkes sakatlanıyor" gibi sığ eleştiriler var medyada, artık bu kadar da gerizekalılık olmaz. Yani şimdi Luis Aragones bu takıma kondisyon yüklemiyor, bir tek Guiza'ya yüklüyor, vatandaşı diye onu kayırıyor da bir tek Guiza mı mücadele edip koşuyor? Sağlık konusunda Emre Belözoğlu'nun hiçbir sakatlığına şaşırmam. Kariyeri boyunca sakatlık problemiyle boğuşmuş bir oyuncu. İlla getirmek istiyorsan maç başına para şeklinde anlaşmak en makulüydü. Neyse bu başka bir konu. Bu kadar sık sakatlık yaşanmasının nedenini bilmiyorum açıkçası. Ama sakatlık geçen sene de vardı, son haftalarda sakat sakat oynayan Gökhan, Sevilla deplasmanına döner denen Roberto Carlos'un sezonu kapaması, ve 2007 Kasım'ında oynanan Kayseri maçında sakatlanan Deniz'den bir daha haber alınamaması gibi durumlar mevcut. Yani aksaklık varsa bu konuda geçen sene de vardı, MR'ını Acıbadem'ini ben bilmem, Piyer Arzuman bilir. Partizan maçından önce Aziz Yıldırım'ın Semih'e sana ihtiyacımız var çık oyna demesi ise cidden skandal. Ben şimdi nereden bileyim, başkanın benzer şeyleri geçen senenin sonunda Gökhan'a söylemediğini? Bazı oyuncular sakat sakat oynuyor Fenerbahçe'de, bu bilinen birşey.
***
Sistem diyeceğiz, böyle olmaz diyeceğiz. Ne yaptı Aragones, 5 forvetle mi çıktı sahaya, Guiza'yı stopere mi çekti, bariz diyebileceğim tek hatası Porto maçında Emre'nin sağ kanatta oynamasıydı. Zico yapmıyor muydu peki böyle hatalar, geçen sene Chelsea maçında kimilerine göre Deivid'in sol kanada geçmesi ile iki kanadı birden kırılmıştı Fenerbahçe'nin. Ya Daum? Her teknik adam farklı düşünür, kim bilir Aragones bu kararı verirken ne düşünmüştü? Sonuçta tutmadı, ama birşey düşündü de bu kararı verdi herhalde. Fenerbahçe geçen seneki sistemiyle oynuyor. Geçen sene yaşanan başarılarda kadroda yer almış oyuncuların çoğu kadroda. Takıma yararından çok zararı dokunan Kezman gitmiş, Aurelio gitmiş, o kadar. Yani bu çöküş, özellikle de dün akşam yaşanan, Aurelio'nun gitmesiyle, orta sahanın düşmesiyle, açıklanacak cinsten falan değil, onu demek istiyorum.
***
Fenerbahçe yönetimi, bir transfer sezonu nasıl heba edilirin dersini verdi herkese. Üstelik kadro derinliği konusunda yaşanan sıkıntılar geçen seneden biliniyorken, takımın birkaç takviye yapıp yoluna devam etmesi gerekirken Fenerbahçe, futbolcularının sabır istediği, taraftarının ya sabır çektiği bir takım oldu. Teknik taktik deniyor ya, inanın dün sahadaki 11 ve kenardakilerle daha iyisi mümkün değildi. Fenerbahçe öyle sıradanlaştırıldı ki, mağlup durumda iken baskı kuramıyor, öne geçtiği maçlarda, rakibin çatır çatır oyunuyla galip durumdan maçı veriyor. Yine söylemek istiyorum, Yasin'in, Önder'in, Selçuk'un, Volkan Demirel'in, İlhan Parlak'ın oynadığı, Ali Bilgin'in, Gürhan'ın, Can Arat'ın, Burak'ın kenarda şans beklediği bir takımdan fazlasını beklemek hayalcilik. Yönetim herhalde bizim aslanlar hiç sakatlanmaz diye düşündü, ama siz taraftarınıza lig ve kupa şampiyonluğu üstüne Şampiyonlar Ligi'nde geçen seneyi en azından tekrar eden bir başarı vaat ediyorsanız, zaten senede 50 maçtan fazlasını oynayacaksınız demektir. Sakatsız, cezasız mümkün mü bu? Üstelik sezon arasında bir de Euro 2008 oynanmış.
***
6 ay önce Şampiyonlar Ligi'nde yarıfinalin eşiğinden dönmüş bir takımın içi bu kadar nasıl boşalabilir sorusunu an itibariyle uygulanan teknikle, taktikle, sistemle açıklamak mümkün değil. Filmi başa sarmak gerekiyor bence. İlla bir günah keçisi bulunur, saha içerisinde Maldonado'dur bu çoğu zaman, onun 10'da 1'i yeteneğe sahip olanlar bu takımda senelerdir oynuyorlardır, göze batmaz. Saha dışına çıksak desek, hemen kanarda duran Aragones'i eleştiririz. Aragones'in oturduğu yedek kulübesi varya, git oraya, yukarı kaldır kafayı, şeref tribününü göreceksin. Suçlu orada...

Büyük Yürüyüş


Blog'un ağır Fenerli yazarı Peralta bugünkü maç için yazar bir şey. Onun dedikleri daha dikkate alınır. Ama böyle bir skor her zaman olmuyor ve iki satır da ben yazmak istiyorum. Kayserispor 4-1 galip gelebilir Kadıköy'de. Zamanında Aydınspor 6 tane attı. Şimdi Aydınspor alt liglerde, Fenerbahçe o günden sonra 5 kere şampiyon ligde. Zaten konuşulması gereken saha içi değil.
Bir zihniyet bugün yenildi. Herşeyi ben bilirim zihniyeti. Hatta kendi ağzından benden sizin kadar futbol biliyorum zihniyeti.
Geçen sene kalemine güvendiğimiz birçok Fenerbahçeli yazar, zihniyet devrimi diye birşeyden bahsetti. Ve bu devrimin önünü kesmeye çalışan harici ve dahili düşmanların varlığına dikkat çektiler. Ama onlar da görüyorlardır ki devrimi yiyen onun kendi çocuğu.
Şampiyon olamayan hocayı yollarsa, gelenek olur kaygısı taşıyanlara ben Fenerbahçeli olsam şunu sormak isterdim. Hani bu takım yürüye yürüye şampiyon olurdu.
Zico ilk geldiği zaman Peralta'ya "onun Kadıköy'de dolaşması bile büyük bir katkı" demiştim. O zaman ona stajyer diyorlardı. O zaman gerets-tigana-zico İstanbul sokaklarında 80li yılları yaşatıyordu. Şimdi Fenerbahçe 90lı yıllara geçti. Hayırlı olsun.