Çarşamba, Mart 31

Abi-Kardeş


Golü kurtaran Ivankov, golü atan Sercan Yıldırım, top toplayan Tezcan Yıldırım.

Salı, Mart 30

Fener Maçlarını Önemsemiyoruz


Galatasaray camiasının kendine söylediği en büyük yalandır bu. En azından benim gençlik dönemimde, yani son 10 yılda söylenen en büyük yalandır. Neden söylendiği bilinmez. Belki Fenerbahçe'nin bize olan üstünlüğünü kamufle etme maksatlıdır. Nedeni önemsizdir, büyük bir yalandır. Yalan olduğu dünden beri ortadadır.

Pazartesi öncesine dönelim.Çok öncesine ama. Sezon başına. Belki yaza, belki bir cuma gününe. Frank Rijkaard'ın adının açıklandığı sabaha. İlk başta üzülmüştüm. Üzülmek demeyelim de yanlış olduğunu hissetmiştim. Bunu da çok yazmıştım. Rijkaard geldiği gün de yazdım, ilk Tobol maçından sonra da. İsteyen açıp bakar. Karar yanlıştı.

Kararın yanlışlığı Rijkaard'ın hocalığından kaynaklanmıyor. Karar yanlış çünkü Rijkaard buraya fazla adam. Sene başında sabır diyenler, bu sene kupa alamayalım ama bekleyelim diyenler şimdi Fenerbahçe yenilgisi sonrası hoca gitsin e dönmüştür. Hoca gitsin çünkü çocuklar mahalledeki bakkala rezil oldu. Oysa ne gerek vardı Rijkaard'a, getirecektin Abdullah Avcı'yı Türkiye'de onu bunu yenerdin, Fenerbahçe'yi de yenerdin.

Fenerbahçe maçını önemsemeyen kitle şu anda yeni hoca arayşında. Devrim sesleri yarıda kaldı. Burada işler böyle. 35 metreden Selçuk gol atar, sen de hem hocayı yollarsın hem yabancı futbolcuları sorgularsın. O nedenle ben sezon başında Rijkaard gibi özgür bir hoca yerine Co Adrianse gibi herkesi ama herkesi tokatlayacak adam istemiştim ya neyse. Mesele o değil.

Mesele şudur ki, vizyondan bahseden takım elbiseli abilerin binbir zorluklarla getirdikleri teknik adamın arkasında duramamasıdır. Frank Rijkaard sezon içinde de çok eleştirildi. Tıpkı Michale Skibbe gibi. Skibbe'yi eleştirenlerin, Alman'ın tecrübesiz ve genç olması gibi bir dayanağı vardı. Yönetim kurulu bile bir zaman sonra, belki de şirin gözükmek adına bu konuda hata yaptığını itiraf etti veya öyle demek istedi. Aynısı bu sene Elano için de dediler mesela. Üstelik Elano'nun formunun zirvesine çıktığı günlerde, kendini bulduğu günlerde. Ama peki ya Rijkaard?

Rijkaard'a tecrübesiz diyemeyenler haddini aştı ve "futbolu bilmiyor"a kadar getirdi. Getiriler. Ağız bu. Eğer karşında "hop ne oluyor" diyen yoksa dersin.

İsteğim sansürcü bir anlayışın oluşması değil. Ama Rijkaard''dan birşey isterken, bazı şeyleri de siz yapmalısınız. Yönetim demek budur. Galatasaray Lisesi'ndeki Fenerbahçeli öğrencilerin haberlerini yaptırmaya kudreti olan insanlar, başlarına gelen en güzel insanı korumakta aciz kalamazlardı. O güçleri vardır muhakkak ama kullanmadılar. Belki de isteksizlerdi. Kongre bitti, seçim kazanıldı, görev tamamlandı. Rijkaard alınan oylarda muhakkak büyük pay sahibi. Peki ya şimdi?

Vizyon sahibi olduklarını iddia edenler neden revizyon kelimesinin hem tribünde hem basında bu kadar kullanılmasına izin veriyor.

Kıvırcık saçlının doğru bir tercih olmadığına inandığım cuma sabahının akşamında sarhoş kafayla Bağdat Caddesi'nde "Frank Rijkaard" diye bağırdığımı hatırlıyorum. Rijkaard Galatasaray kelimeleri yanyana gelmişti çünkü. Bunu sağlayan insanlar muhakkak ki ne yaptıklarının farkındalardır diye düşündüm. Rijkaard'ı getiren ne istediğini ne beklediğini biliyordur diye düşündüm. Daha doğrusu aynı şeyleri düşünüyoruz sanıyordum. Yanılmışım. Bir de taraftar boyutu var ama o topa hiç girmiyorum.

Kısacası yönetim acilen bir karar vermelidir. Bu kararı kameralar önünde açıklamasa bile biz gazete sayfalarından hissederiz. Yola devam mı, yoksa anlık başarılar mı? Bizi 1 sene boyunca yediniz mi, yoksa uzun seneleri mi düşündüz? Sezonda 2 gün yaşanan Fenerbahçe mağlubiyetlerini engellemek mi amacınız, yoksa Hamburg facialarını yok etmek mi? Bir yolu seçin. Abdullah AvcıFrank Rijkaard mi? Hemen karar verin ki hem biz boşuna hayal kurmayalım, umutlanmayalım. Hem de siz Seyrantepe'de GS Bonus kullanan müşterilerinizle mutlu Fenerbahçe galibiyetleri yaşayın.

Not: Bugün takımı yönetenlerin son 3-4 yıldaki icraatlarını hatırlatalım ki korkumun desteksiz olmadığını göstermiş olalım.

- Herkesin sevdiği, kimsenin unutamadığını iddia ettiği, küçük bütçeyle, kısa vadeyle büyük işler başaran Eric Gerets ile önce sözleşme uzatıldı, sonra yollar ayrıldı.

- 2008'de takımı baştan kuran Feldkamp'ın arkasında durulmadı. Kalli istifa etti. Onun bıraktığı takım şampiyon oldu, sonra danışman olarak geri geldi.

- Michael Skibbe, Avrupa'da alınan bütün sonuçlara rağmen, Kocaelispor karşısında son 2 dakika yenilen gollerle alınan mağlubiyet gerekçesiyle gönderildi.

- Bunun bir de futbolcu versiyonları var. Şu anda herkesin sevdiği, kimsenin unutamadığını iddia ettiği, gelen her yabancıdan daha verimli olduğu söylenen İliç, bu isimler tarafından "takıma ihanet" suçundan yargılandı ve yollandı. Mondragon'u, Sanctis'i var daha.

Güvenmiyorum ama hocaya değil, ağzından çıkan kararlara baktığımız insanlara. Devrim falan yalandı, kendimizi kandırdık. Geçmiş olsun.

Aynı Nakarat Yarısı Bayat


20 Aralık 1997 19 Mayıs Stadı 1 tane
8 Ocak 2000 19 Mayıs Stadı 1 tane
26 Ağustos 2000 19 Mayıs Stadı 2 tane
11 Nisan 2001 Kayseri Atatürk Stadı 1 tane
8 Mart 2003 Ali Sami Yen Stadı 2 tane
27 Mart 2010 İnönü Stadı 2 tane

Toplam 9 gol, 6 farklı maç, 5 farklı sezon, 4 farklı stad, 3 farklı takım. Aynı forvet, aynı kaleci. Rüştü'nün belalısı Ümit Karan'ın Rüştü'ye tüm kariyeri boyunca attığı toplam 9 gol.

Pazartesi, Mart 29

Makarnayı pişirmek

"Oyuncuları motive etmek spagetti yapmak gibidir. Makarnayı biraz fazla pişirirsen hiçbir şeye benzemez. Onun için motivasyonu çok iyi ayarlamak gerekir. Bizim derbide yaptığımız en iyi şey buydu."

Volkan'a Farklı Lincoln'e Farklı


Volkan kıçıyla top kurtarmış dün. O dakikalarda öyle bir haldeydim ki farkında bile değildim. Eve gelince tribün terörüne neden olacak onlarca şeyin yazıldığı Facebook'ta gördüm. Kızamıyorum Volkan'a. Bana ne, takım yenilmiş. Bizim futbolcumuz yapsa gülerdim geçerdim. Adam yenmiş yapacak tabi. Ama sonra çıkıp "niye bize hep küfür ediliyor" demeyecek. Bunu yaparsan ben kaale almam başkası yolda bıçaklar seni. Türkiye burası.

Ama şu olaya çok takıldım. Bu olayı niye sadece Facebook'ta gördük? Veya gazetelerde "güzel bir derbi anısı" olarak anlatıldı? Evet yaygara çıkarılacak bir konu değil ama iki olaya farklı bir akış değil mi?

Geçen sene Lincoln top sektirdi Sami Yen'de. Başta takım arkadaşı olan ahlak timsali abiler kızdı. Sonra o abilerin abisi ekrandan salladı. Rakip teknik direktör (belki de olayda kızma hakkı olan tek kişi) çok kızdı. Eski bir hakem, "bu maçın Ankara'sı da var" diyerek gözdağı verdi. Eski bir futbolcu "birgün biri ayağını eline verir" dedi. Dünyanın en ahlaksız topçusu olarak Lincoln seçildi o gün. Yaylım ateşi, çapraz ateşi, pusu.. Ne denirse densin. Lincoln itin tekiydi geçen sene, bugün Volkan sempatik derbi anısı.

Niye Lincoln'e ahlak öğreten ahlak timsali abiler çıkıp, "Ey Volkan, yapma bunları, ayıp olur, insanlar hassas" falan demez. Volkan'ın büyüğü değiller mi? Volkan sizi dinler, "büyüklerim böyle diyorsa kendime çeki düzen vereyim" der belki. Yok eğer bu abiler bu olaydan rahatsız değilse en azından çıksınlar elin Brezilyalı karaktersizinden (!) özür dilesinler. Tutarlı olsunlar en azından. Onlar tutarlı olmuyor, bizim tribündeki aklı evvellerde topçu yuhalıyor. Ekranda, gazetede ne görüyorlarsa alıyorlar çünkü.

Neyse yine efsanelere dil uzattık. Türk futboluna emeği olanlar affetsin bizi. Yabancı hayranlığından kurtulamıyoruz.

Yine Onlar


Geçen sene kabus gibiydi, tek güzellik bu kızların getirdiği Avrupa Kupası'ydı. Bu sezon takıma küstüm bazı nedenlerden dolayı ama teselli yine onlardan geldi. Müzeye bu sene de kupa getirdiler. Sağolsunlar, varolsunlar.

Herkese Dert


Blogun artık bloga fazla uğramayan Fenerbahçelisi Peralta son 2 aydaki nadir cümlelerinden biri olarak şunu not düşmüştü: "Dert bende derman sizde (Selçuk hariç)."

Oysa şunu atladı sanırım, 2 senedir dert bende, sebebi Selçuk.

Geçen sene ligde 3 gol attı, biri şampiyon Beşiktaş'a, diğeri lig 2.si Sivasspor'a, diğeri ezeli rakip Galatasaray'a. Bu sene ilk golünü Galatasaray'a Sami Yen'de attı. Bu da demek oluyor ki, Selçuk 3 sene daha Fenerbahçe'de. Derbinin bize kalan teselli armağanı olsun bu da.

Galatasaray 0-1 Fenerbahçe


Futbol 90 dakikadır sözünü herkes ezberinden söyler. Maç hiçbir zaman hakemin son düdüğü çalmadan bitmez. Bunu defalarca yaşadık ve gördük. Doğruluk payı vardır. Ama bu sözün Galatasaray - Fenerbahçe derbilerinde geçerli olmadığını düşünüyorum. Futbol 90 dakikadır belki ama derbiler 45 dakikadır.

İlk 45 dakika çok önemli. Fenerbahçe'nin Kadıköy'de son 10 yılda oluşturduğu serisine bakalım. İlk yarıyı gol atamadan geçirdiği sadece 1 derbi var. O da belki son 10 senenin en stresli derbisiydi çünkü 10 gün önce 5 gol yediği rakibini o gün yenerse şampiyon olacaktı. çubuklular. Zaten golü de çok beklemedi ve ikinci yarının ortası gelmeden gole ulaşılmıştı. Bu maç dışında ilk yarıyı beraber bitirdiği sadece 1 maç daha vardı. O da Mehmet Yozgatlı'nın 87'de attığı golle kazanılan derbi. İlk yarısı 1-1 sona ermişti. Onun dışında bütün maçlarda devre arasında soyunma odasına skor avantajıyla girdiler.

Hatta bu erken gol işini iyice abarttılar da diyebiliriz Son 10 sezonda 7 maçın, son 5 sezonda ise4 maçın ilk 15 dakikasında gol atabildiler. 2006-07'deki maçta ise erken gol atamasalar da 2 dakikada 2 gol attılar.

Ali Sami Yen'deki maçlara bakalım. Nonda, Nobre, Lugano-Edu, Ümit Karan.. Veya kupa maçları. Hep ilk yarıda gelen goller maçın gidişatını belirlemiş. Geriye düşüp maç kazanan sadece Fenerbahçe olmuş, o da geçen sene Lincoln'un golüne 5 dakika sonra verilen 4 gollü cevap.

İç saha avantajının önemi burada da karşımızda. Son 10 senede Fenerbahçe kendi sahasında sadece 5 dakika mağlup duruma düşmüş. Galatasaray'ın Ali Sami Yen'de böyle bir avantajı hiç olmadı. Hatta son senelerde Galatasaray'ın Kadıköy'de daha iyi durumda olduğunu söyleyebilirim. En azından orada gol atıyoruz. Sami Yen'de oynanan son 5 lig maçında sadece 2 gol atabildi Galatasaray. Üstelik biri de "sulu maçın" bitse de gitsek dakikalarında gelen bir anlık gol.

Hal böyle olunca, bu maç 45.dakikada sona erdi benim için. Maçı kaybedeceğimizi, en azından kazanamayacağımızı hissettim. Devre arasında boş gözlerle tribünde dururken bir tanıdık geldi yanıma (Okuyorsa selam olsun). Belki kendini mutlu etmek için, belki de benim o halimi görünce beni mutlu etmek için takımın her zamanki derbi klasiği gibi şuursuz bir atak halinde olmadığını bunun da hoşuna gittiğini söyledi. Belki de haklıydı ama derbide oyle olmuyor.

Mustafa Sarp'ın, Gio'nun, Keita'nın içeri dalışları, Caner'in saçma sapan şutları vs gibi pozisyonlar değerlendirilmesi gereken pozisyonlardı. Aynı pozisyonlara Fenerbahçe girebilseydi maç ilk yarı 3-0 olurdu. Bu biraz kendi güvenle alakalı.

Maçtan önce Galatasaraylılar'ın Fenerbahçeli dostlarına "Emre oynamayacak sizi yeneriz" sözlerine Fenerliler'in verdiği "Emre yerine alakasız bir adama FB forması giydirsinler yine yeneriz" cevabı; aslında maçın psikolojik olarak aynasıydı.

Kısacası derbi dediğimiz bu lanet, sadece 45 dakika oynanan ve Fenerbahçe'nin kazandığı bir oyun haline gelmiştir. Dünkü derbi artık son noktadır. 10 senelik aradan sonra 2. kere aynı şekilde yeniliyoruz. Muhakkak 2000'deki gibi baskılı değildik. Kadro olarak da üstün değildik. Ama Fenerbahçe'nin kaleye sadece 2 kere şut çekebildiğini ve 1 gol atarak 3 puan kazandığını kabul etmek lazım. Dün Johnson'ı çok andık. Bu da demek oluyor ki, yeni 10 yılda Fenerbahçe ikinci seriye başlayabilir. Zaten ilk 10 yılda her şekilde derbi galibiyeti yaşadı.

Yendiler şampiyon oldular, şampiyon olarak geldiler öyle yendiler, 1 sezonda iki kere yenip şampiyon olamadılar, farklı da yendiler, son dakika golüyle de yendiler. Bu dakikadan sonra diyecek fazla birşey yok.

Dünkü maça, saha içine gelirsek. Ne olursa olsun, Fenerbahçe, güzel oynadı denemese de, hatta baskıyı kuran Galatasaray oldu denilse de, pragmatik oynayan, akıllı davranan deplasman takımıydı. Akıllı oynadı Fenerbahçe zira zeka olarak çok üstündü rakibinden. Bir pozisyon yaşandı maçın ilk yarısında. Mehmet Topal ile Alex'in arasında sıkışan bir top vardı orta sahada. Top Mehmet Topal'ın önündeydi ama Topal topu bulamıyordu. Top yerine Alex'i arıyordu. Alex ise çoktan topu alıp kaleye doğru ilerlemeye başlamıştı. Alex'in futbol zekasının yarısının Galatasaray orta sahasında yani Sarp-Topal-Ayhan-Barış toplamında olmadığını düşünüyorum. Rijkaard'ın kurmak istediği sistemin temelinde zeka var. Caner'in yanında boş durumda Elano varken kaleye vurması futbol zekasının kıtlığından kaynaklanıyor.


Kaleye vurmak önemlidir. Fenerbahçe'nin galibiyet golü bu mantaliteden kaynaklanıyor. Selçuk kaleye vurdu ve gol oldu. Vurmasa olmayacaktı. İki tane özlü söz söylemek lazım, önce kaleye vur sonra ne yapacağını düşünürsün. Kaleye vurmadan gol atamazsın. Bir de Feyyaz Uçar'dan çalalım; vurmadan deviremezsin. Kale önüne giren Mustafa Sarp kalaye vuramazsa maçı kazanamayız.

Tribün için fazla birşey söylenmez. Zaten son yıllarda hiçbir zaman Fenerbahçe maçlarında iyi bir tribün olmadı. Derbide çekirdek çıtlamak, sigara içmek artık şaşılacak bir durum değil. Alkolün dibine vurmak, maç öncesi onlarca kişiyle iddiaya girmek ve bilete bu ülke için yüksek bir para vermek. Kimi stresten kimi takımın sahibi olduğunu sandığından her zaman için böyle olmuştur. Fakat bu sefer deplasman tribünü de kötüydü. Genelde Fenerbahçe tribünü bizi ezerdi, (misal Nobre'nin gol attığı maç), bu sefer öyle olmadı. Golden sonrasını saymıyorum tabi. 1-0'dan sonra bizde oluşan sessizliği ise normal karşılamak lazım. Geliyorsun geliyorsun yeniliyorsun, vuruyorsun vuruyorsun atamıyorsun, sonra adam gelip atıyor bir tane. Golden sonraki sessizlik maçın gidişi nedeniyle duyulan endişe değildi bence. Son 10 yılın film şeridi gibi gözlerin önünden geçmesinden kaynaklanıyor. En azından benim öyle oldu.

Az önce bahsettiğim, yanıma gelen abimle ikinci yarıyı beraber izledik. Devrenin başında analiz yaptık ve o analizden sonraki ilk konuşmamız şu oldu: -Abi ben sağdan gidiyorum. -Tamam haftaya görüşürüz.

Bu arada takımın sahibi olanların kaleciyi yuhalamasını artık şaşıramıyorum. Bu seneki kaçıncı ıslık bu sayamadım. Nonda'ya, Topal'a, Sabri'ye... Liste uzun. Seyrantepe'de bunun devamı da gelecektir.

Bir söz de Cüneyt Çakır'a. Hakem yüzünden yenilmedik tabi. Hakem kararları sonucu etkileyecek durumda değildi. Son yıllardaki derbilerde benim hatırladığım 3.son dakika penaltısı verilmese de puan kaybı için onu suçlamıyorum. Ama ne olur hakemliği bıraksın. Babasının hakemiliğini bilmiyorum ama 80lerin anlatılan eyyamcı zihniyetinde olduğu bir gerçek. Bu kokartlı hakemin bir diğer benzeri şükürler olsun ki hakemliği bıraktı. Sıra buna gelsin. Bu kadar sinir bozan hakem azdır. Sanırım 3-4 tane atağımızı gereksiz yere kesti. Pozisyonlara bakmadan faul verdi. Oyuncular istedi diye. Bu sadece bizim aleyhimize olan bir durum değil. Bu maçı yönettiği için, adı anıldığı için söyleyelim sadece; Cüneyt Çakır ne olur hakemlği bırak.

Pazar, Mart 28

Yeni Dönem


Büyük çekişmeye sahne olan kongre sonuçlandı, 2 sene daha Adnan Polat başkanımız.

Bu hafta derbi haftası, hatta bugün futbol bayramından bir gece öncesi, yani arefe diyelim. Kongre falan yazmak istemiyorum ama Mehmet Demirkol'un Twitter'da yazdığı bir tweet, hafta içinde bir yazı yazmama neden olacak. Demirkol'a saldıran ukala blogger olacak değilim ama aynı fikirde de değilim).

Demirkol, şöyle yazmış; "şu liseli/liseci martavalı da böylece tarihe karışmış oldu. hadi başka bir yalan bulalım da peşine düşelim."

Ben tam tersini düşünüyorum. Liseyi her zaman seven biri olarak, bugün lisenin iflas ettiği gün olarak veya misyonunu doldurduğu gün olarak görebiliriz. Ayrıntılar az sonra (Hafta içi).

Ama şimdi konu bu değil. Show Tv açın, eski derbileri izleyin. Maça gidecekler sıcak süt içsin boğaz yumuşatsın, yarın erken kalksın, erkenden sokağa çıksın. Kongre sonra konuşulur, derbiyi yaşamak lazım önce.

Rize Nefes Aldı


- Rizespor haftalar sonra maç kazandı. (5)

- Kartalspor haftalar sonra deplasmanda maç kaybetti. (3)

- Maçın en iyisi ev sahibi takımın oyuncusu Kenan'dı. 1 attı, 1 attırdı.

- Kenan BJK altyapısında. Rizespor'da BJK altyapısıdan bir isim daha var; Mehmet Sedef.

- GS altyapısından da 2 isim var Rizespor'da; Çağrı ve Özgürcan. Çağrı 11 başladı, oyundan çıkarken yerine Özgürcan girdi. İkisi de birbirinden kötüydü.

-Sahanın Florya çıkışlı en iyi adamı konuk takımdaki Efecan'dı.

- Mehmet Sedef sakal bırakmış, çok kötü olmuş.

- Ligin en golcü adamlarından biri Yakubu ama ben hala beğenmiyorum.

- İki takım da 35 puana geldi.

- Rizespor kolay kolay Kartalspor'u yenemezdi, istatistikler onu söylerdi. Bugün de kolay olmadı zaten.

- Kartalspor'un formasındaki A.Bilbao tarzı, kulübe çok zarar veriyor.

Cumartesi, Mart 27

Fotoğraf


İnternette gezinirken karşıma çıktı bu fotoğraf. Galatasaray'ın, E.Frankfurt maçı. Kasım 1992'de oynanmıştı. O yıllarda Avrupa Kupası maçlarının gündüz oynanması çok rastlanırdı. Keza bir sonraki turda Roma'yı Sami Yen'de yenerken (ama elenirken) yine tepede güneş olacaktı. Bir ev gelenği olarak o iki günde de okula gönderilmemiştim. Hangi dersin işlendiğini hatırlamıyorum ama hem Galatasaraylılık hem de bu maçlar hala hatıramda.

Derbiye bağlayalım. Bu fotoğrafta parçalıyı giyen tek isim bir Alman. Alman takımına karşı bir Türk takımının formasını giyen bir Alman. Sert bir futbol oynardı ama nadir kırmızı kart görürdü. En ünlü kırmızı kartı bu maçtan 3 gün sonra çıktı.

Bu Frankfurt maçın oynandığı günün devamında Fenerbahçe, Sigma Olomuc'dan 7 gol yedi. Kadıköy'ün tarihi hezimetlerinden. Başkan Metin Aşık istifa etti, camia çalkalandı. Ve o moralsizlikle 3 gün sonra Sami Yen'e geldiler. Yine güneşli bir havada.

O derbide Fenerbahçe, tek golle Galatasaray'ı yenecekti. Başkan Aşık, geri dönecekti. Camiada sular durulacaktı. Bir kasım ayını daha huzurla geçirecekti ezeli rakip. Maçın tek golünü ise Aykut atmıştı.

Aykut maçı kazandıran adam olmuştu ama bunun tek nedeni maçı kazandıran golü atması değildi. Çocukken jimnastikle uğrasan sporcu Aykut, bu ayıboğan lakaplı Alman'ı çok zorlamıştı. Ve maçın ortasında kırmızı kart görmesine neden olmuştu. Kırmızı karttan sonra bu Alman'ın rakibinin, yani Aykut'un elini sıkması ise hala konuşulan bir olaydır. Aykut ise bu olayı şöyle anlatır:

"Aslında orada onun ikinci sarıyı görmesine sebep olan kötü adamdım. Orada bana temas edilince itiraf etmem gerekirse biraz da kendimi yere attım. Stumpf'tan beklediğim hareket bana tepki göstermesiydi. Beni tebrik etmesine şaşırdım. O anın sıkıntılı bir an olduğunu söyleyebilirim. Hem ödüllendirildiğimi düşünüp hem vicdanen ezilmiştim. Yaptığı benim için çok değerlidir."

Sırf bu nedenle, yanı sırf bu fotoğraftki kumral abinin hareketi nedeniyle ve sırf Aykut'un bu demeci ve tarzı bile onları her zaman derbi efsaneleri arasına sokmuştur. Derbi efsanelerinin yanısıra kulüplerinin de efsaneleri haline gelmişlerdir.

Bu arada, fotoğraftaki siyah futbolcudan başka bir siyahi daha vardır Alman takımında. O da yıllar sonra Türkiye'ye gelir. Çubuklu formayı giyer. O da derbi tarihine adını yazdırır. Bunu yaparken de hemen hemen her maçta rakip kaleye golünü atar. Nijerya'da doğdu sonradan Türk oldu ismi de Muhammed Yavuz oldu. Bu maç Okocha'nın Sami Yen'deki ilk maçıdır aynı zamanda.

Dünyanın En Büyük Derbisi


Yarın dünyanın en büyük derbisi oynanacak. Bunun aksini de bu tezimi de tartışmam. Çünkü olay çok basit. Dünya benim dünyam, derbi benim derbim. Ve hayatımda 90 dakika kadar bu kadar önemsediğim beklediğim maç/rakip yok.

Gerçi bugün hala derbi havasında değilim. Heyecanım yok. Nedenini keşfedemedim. Sorun derbide değil ama bende. Eski derbi ortamı yok sokakta. Ya da ben yakalayamadım. Belki de son aylarda asosyal bir adam olduğum içindir. Ben de Facebook'taki videolarla, Mustafa Ceceli şarkılarıyla veya Antu açılış sayfasıyla havaya girmek isterdim ama olmuyor. Sokakta arkadan biri sana laf atmayınca, Bağdat Caddesi'nde Galatasaray poları ile yürürken biri ters balmadıkça, ve hatta bilet kuyruğunda olmayınca; olmuyor işte. Ama yine de hala tezimin arkasındayım. Bu dünyanın en büyük derbisi.

Dünyanın hiçbir yerinde, bir ülkenin 81 vilayetinin aynı anda bir maça odaklandığını sanmıyorum. Türkiye'de kredi kartı kullanmının en az olduğu zamanlar GS-FB maçlarının olduğu saatlermiş. Al sana bir şehir efsanesi. Mantıksız mı?

Mesela derler ki, "dünyanın en büyük derbisi dediğiniz bu mu futbol oynanmıyor." İyi de bu derbideki futbol ne kadar önemli. Yani mesela Fenerbahçe'nin 3-0'dan 4-3 yendiği 1989 maçı, veya 6-0, veya bizim 5-1lik kupa finalimiz veya Nonda. Şu an bile en çok konuşulan maçlar. Bu maçlardaki futbolu hatırlayan var mı? Kim hangi taktikle oynadı, kim iyi oynadı. Önemseyen var mı? Ya da şöyle sorayım, iki takımında iyi oynadığı bir maçın hafızalarda diğer maçlardan maçtan daha fazla yer kapladığını söyleyebilir miyiz?

Bir de bunu diyenler genelde İzmirli arkadaşlarımız oluyor, Beşiktaşlılar tabi bir de. Oysa biz de Karşıyaka-Göztepe maçlarında hiç bir zaman futbol resitali izlemedik mesela. Hatta son yıllarda maç bile izlemedik. Ama hala derbi denince akla gelir oradası. Çünkü gelenek vardır, kök vardı, tarz vardır. Maç yoksa bile şehir vardır.

Ya da Boca-River maçları, Celtic-Rangers maçları, seyrine doyum olmayan futbol maçları nedeniyle mi bu kadar dikkatle takip ediliyor.

Dünyada kaç kanalın verdiğini sorgulayanlar hayatlarında kaç Yunan derbisi izlemişler mesela. Oysa dilden düşmez Olympiakos-Panathinakos derbisi.

Roma-Lazio maçında İtalya'da Roma dışında kaç şehir bu maçı izliyordur. O gün kaç ulusal TV kanalı yayın akışını maça göre ayarlıyordur. Lig Tv'nin verdiği 321 milyon doların yüzde kaçı GS-FB rekabetini içerir sizce?

Medya pohpolaması diyenler olabilir. Ama medyanın yarattığı derbi tarzının aslında derbiden çok şey götürdüğünü de düşünüyorum. Ruhunun sanallaştığını, sokaktan çıkıp video derbisi olmaya doğru ilerlediğini düşünüyorum.

Fakat yine de farketmez. Bu dünya bu derbi bizim.

Atarı, totemi, maç öncesi duası, maç sonu telefonu, pazartesi sendromu, pazar gecesi eğlencesi, Sokak'ta içmesi, Nazlı'da beklemesi, Fulya'dan inmesi, İskele'den gelmesi, kendilerine ayrılan bölümde oturan az sayıdaki deplasman taraftarı, çok sayıdaki güvenlik görevlisi, derbiye gelmeyen başkanı, derbiye akredite olan yabancı gazeteci,... Seviyoruz bu heyecanı. Sahada olan biten, sadece interaktif bir senaryonun son sahnesini belirleyecek. Geri kalan herşey buraya özgü, bu dünyaya özgü.

Bursa'da İşler Tatil, İstanbul'da Belediye Çalışıyor



- Aslında Bursaspor taraftarı orayı daha fazla doldurabilirdi ama gerek de yoktu. Sonuçta Olimpiyat Stadı, kimsenin gitmesini istemem, kimse mağdur olsun istemem.

- Sercan Yıldırım çok bencildi, bir forvet için bu kadarı da gerekli mi bilmiyorum. Ama kahraman olmaya çalıştı sanırım. Olamadı. Kaçırdığı her golden sonra Helin Avşar denecekir illa.

- Beşiktaş maçında Marcin Kus'u çok beğendiğimi yazmıştım. Bu maçta da çok iyidi. Gol attığı için demiyorum, sağlam topçu. Polonyalı, 1981 doğumlu.

- Batalla yedek kalmamalı arkadaş. Ha diyeceksin ki, girince ne yaptı, ama maç 2-0 olmuş bile ne yapsın adam?

- İBB takımı diğer maçlardaki gibi yatmadı hayret, Beşiktaş tribünün etkisi diyelim mi?

- Bu arada çok yatmadılar ama tekmeler havada uçtu tabi.

- Bu İBB ile, bu stadyumda biz de oynayacağız.

- Bu Bursaspor ile, üstelik Sami Yen'de biz de oynayacağız.

- 2.golü atan Hasan Ali bize de son saniyede atmıştı. Bu sene 9 maç oynamış, 2 gol atmış. Zirveyi şekillendiriyor 21 yaşındaki bebe. (Bebe diyorum çünkü adam Bozkır çocuğu).

- Büyük takım olmak başka birşey. Dünkü bacak titremeleri ve gereksiz asabiyet İstanbul takımlarında olmazdı.

- Maçın hayal kırklığı bence Ertuğrul Sağlam'dır. Yanlış bir değişiklik bile yapmadı. Hiçbir şeyi değiştirmedi. Beşiktaş maçındaki forvet-stoper değişikliği gibi bir şey bile yapmadı.

- Bursasporluları, forumlarını, gazetelerini falan okuyorum da, yine söylüyorum, büyük kulüp olmak başka birşey. Küçümseme maksatlı değilim, ayrıntılı bir yazı yazarım ileride. Ve evet İstanbullu olmayı seviyorum.

Cuma, Mart 26

İlaç Gibi Maç


Son haftalarda, hatta aylarda, bahis dünyasında yaşadığım sıkıntıyı özellikle Twitter'da muhabbetimiz olan arkadaşlar yakından biliyor. Fakat nasıl bir kısmet döngüsü yaşandıysa, bu hafta oldukça verimli geçmeye başladı. Dün, yine bir kupon ay sonuna yaklaştığımız şu günlerde ilaç oldu.

İlk 3 maçı tutturdum saat 11'de itibariyle, fakat son maç gece 2 buçukta oynanacaktı. Libertadores Kupası maçında Deportivo Quito ile Emelec karşılaştı. Bu son maça kalan kuponlarda, özellikle maçlar gece yarısı oynanıyorsa yani Güney Amerika coğrafyasında yaşanıyorsa genellikle berabere biterdi.

Fakat bu sefer öyle olmadı. Grupta 2 maç sonunda puansız olan iki takım karşılaştı ve kazanan ben yani Quito oldu. Golü 67.dakikada Michael Arroyo attı. Daha doğrusu atmış, sabah farkettik zengin olduğumuzu. Zengin dediğime bakmayın, 3 günlük ikramiye diyelim. O da idare eder bizi. Hayırlara vesile olsun. Deportivo Quito diye geçme, 2008 Libertadores şampiyonundan bahsediyoruz.

Pankartı Kaptırmayanlar

Burası Old Trafford. Buranın ahalilieri son dönemde protesto şekillerini değiştirdiler, benim de hoşuma gitti. Tepkinin nedeni bilindiği gibi kulübün Amerikalı sahipleri. Bu sermaye sahibi abilere karşı ilk olarak bir kulüp kurmayı deneyenler oldu. Ama ben United taraftarı olsam bu olayı sahiplenemezdim. Sonuçta kalbinin bir köşesinde Paul Scholes, Ryan Giggs olan adamlar, armayı görünce bakışları değişenler kolay kolay kopamazlar Old Trafford'dan.

O nedenle mi bilinmez ama protestolar artık şekil değiştirdi ve "o zaman biz de gideriz" felsefesi yerine "burdayız ve karşınızdayız"a düşüncesine dönüldü. Liverpool maçında, kuzeydoğu derbisinde, bu pankartın açılmasının nedeni de budur. Fakat aşağıdan beklemedikleri bir hareketle karşılaşıyor pankartı açanlar. Kare bu, devamını bilemiyoruz. Gönlümden geçen pankartı kaptırmamaları. Hem zaten pankartı kaptırmak Akdeniz'de organizasyonu fesh etme nedenidir. Bunu istemeyiz.

Aris ve Kavala

Fotoğraf Balkanlar'dan. Hiç şaşırtıcı değil. Komşu Yunanistan burası. Kavala ve Aris taraftarları arasındaki bir husumetin yanısması. Aslında Yunan futbolunu, daha doğrusu Yunan futbol takımlarını ve taraftarlarını iyi bilen Jesus Almeyda'ya sormak lazım. Kavala ve Aris taraftarları neyi paylaşamıyor?(Tribün olaylarına her defasına şaşıran hümanist yorumcu tarzı).

Kavala ve Aris aslında önemli bizim için. Belki de hiç önemli değil. Bilmiyorum. Ama Yunanistan'daki birçok kulübün Türkiye ile ufak da olsa bir bağlantısını bulabiliriz. Mesela Kavala, Türkler'in en çok yaşadığı şehirlerden biri. Türkiye'de de Kavala isminde birçok semt var. Sanırım Trabzon'da da var. Kavala isminde mekan isimleri de çok revaçta. Benim hayatımın yüzde 90'ını kapsayan Caddebostan ve Bodrum'da vardı bu adda iki mekan.

Kavala ülkenin kuzeyinde yer alıyor. Yani az ilerisi Trakya. Ama bizim güney sahillerine çok benzer derler. Ege'ye kıyısı vardır zaten. İzmir'e benzeten çoktur.

Ama İzmir'e en çok benzeyen şehir Selanik'tir. Selanik, yani Aris'in şehri. Selanik, Mustafa Kemal'in doğduğu şehir. Hasan Tahsin de Selanik doğumludur. Selanik ve Kavala birbirine mesafe olarak da yakın sayılırlar.

Falih Rıfkı Atay, " bizim gençliğimizde hayallerimizi süsleyen 3 Akdeniz kenti vardır. Bunlar Beyrut ve Selanik'ti. Ve Selanik bunların arasında en Osmanlı olanıydı." der mesela. Ama Selanik'in şimdiki sakinlerinin bu kadar ılımlı yaklaştığını sanmıyorum. En azından tribün kesiminde. PAOK ile ezeli rekabetleri vardır. Ama konumuz bu değil.

Zaten konumuz ne onu da bilmiyorum. Fotoğrafı görünce aklıma geldi yazdım bunları. Malum nisan geliyor, bahar geliyor, aklımız Ege'de. Bari şu video ile bağlayalım. Aris taraftarları.

Offspring, Why don't you get a job? falan var galiba repertuarda.

Çarşamba, Mart 24

Baskı


Çok güzel bir rüyadasın. Ya doğup büyüdüğün köydeki güzel günlerini görüyorsun, ya da gelecekte yerleşmeyi planladığın sahil kasabasını. Rüyadan yavaş yavaş kopuyorsun. Bunun bir rüya olduğunu, kısa bir süre sonra uyanacağını hissediyorsun. Uyanıyorsun. Saatin çaldığını farkettin. Kendine gelmeye çalışıyorsun. Yani ayılmaya. İşe mi gidecektim bugün? Evet iş var bugün. Bugün pazartesi, son iki gün hafta sonuydu.

İki gün boyunca yaşadıkların aklına geliyor, film şeridi gibi gözünün önünden geçiyor. Çok kısa bir sürede, yaklaşık 10 saniyede son sahneye ulaşıyorsun. Dün akşam stadyumdaydın, ve tuttuğun takımın kalesine giren golü tekrar görüyorsun. Tebrikler! Ayılma sürecin tamamlandı. Ve günaydın! Bugün haftanın en kötü günü. Bugün kaybedilen pazarın ertesi.

Her sabahın ritüelleri tekrar edilir. Tuvalete gir, yüzünü yıka. Bu arada, sabah yeniden açtığın telefona sürekli mesaj yağar. Çünkü dün akşam saat 21.00'den beri "aranılan kişiye ulaşılamamıştır" Bütün biriken mesajlar sabah telefon tarafından duyurulur. Eğer yeni evliysen, büyük ihtimalle eşin "kim mesaj yolluyor sana sabah sabah" diye çıkışabilir. Eğer yıllara dayanan bir birliktelik varsa ortada, o da alışmıştır artık bu duruma. Senin huysuz bir zamanın olduğunu bildiğinden sana ilişmez. Belki de o nedenle haftanın en güzel kahvaltsını hazırlar ama sen farkında bile olmazsın.

Başına gelecekleri bilerek evden çıkarsın. İlk taşı atan en masumudur aslında. Önce komşulardan sataşma başlar. Esnaf devam eder. Öyle laflar denir ki, kızamazsın. Kızamazsın çünkü dolaylı laflardır. Mesela Bursaspor'a yenildiysen "Abi akşam sana İskender ısmarlayalım" der kapı komşun. Siktir git desen "abi niye böyle dedin, İskender dedik alt tarafı" der. Evet sadece iskenderdir aslında. Veya 3 gollü bir yenilgiyse, bakkal sana "abi bugün 3 ekmek vereyim sana" der. Yine cevap veremezsin. Biri " nasıl koyduk olm" dese de ağzını burnunu kırsam diye düşünürsün. Ama sana "nasıl koyduk" diyenler, genelde 1 sene boyunca aramayıp yenildiğin maçlardan sonra seni arayanlardır. Onları kırmak istemezsin ama içinden en ağır küfürleri söylersin.

Okula gidiyorsan sıkıntı yok. Senin yaşında, senin gibi biri sana bir laf der ve sen de cevap verirsin. O an boşalma anıdır. Hafta, sağlıklı günler, o boşalma anından sonra başlar. Öğrenciler bu nedenle çabuk toparlanır. Ama işe gidiyorsan sıçtın demektir. Çünkü senin üstün sana "nasıl koyduk olm" diyecektir, hazırsın da buna. Ona cevap vermek istemeyeceksin. Kendini tutacaksın, dudaklarını bile kanatabilirsin. Çünkü ağzından çıkan ilk şey senin kariyerini etkileyecektir. Cevap veremediğin için " X Bey ne oldu, cevap bile veremiyorsunuz" diyecektir. Bunların hepsi her zaman olan şeyler. Ve bu pazartesi böyle geçecek.

Bunları bilerek geliyorsun stadyuma. Aklının bir köşesinde hep bunlar var. Ya kaybedersek, okulda-işte-mahallede ne diyeceğim diye düşünüyorsun. Takımın yenik duruma düştüğünde aklına bu senaryolar gelmeye başlar. Ama kabul et, sen de çok kaşındın.

Hafta içi çok iddialı oluyorsun. Herkese "koyarız, yeneriz, gömeriz" diyorsun. Biz en büyüğüz, biz en güçlüyüz diyorsun. Bayrak diktik diyorsun, 6 attık diyorsun, çoğunu yaşamasan da. Takıma güveniyorsun. Sen de haklısın aslında. Gazeteyi aldığında futbol şube sorumlusu "bütün düşmanlarımıza karşı gelip, kazanacağız" diyor. Takımın yıldızı "bu arma için savaşacağım" diyor. Milyon dolarlar alan takımın yıldızı bile sandığın kadar gamsız değilse, en ünlü işadamlarından biri bu kadar iddialı konuşuyorsa, sen de mahallede bir şeyler diyebilmelisin. Zaten sen değil miydin ağustos ayında müzeye 3 kupayı koyan.

Bu pazartesi, yani 29 Mart 2010 günü Türkiye'de milyonlarla ifade edilebilecek bir kesim için yılın en kötü günü olacak. Ölüm gibi bir neden olmadıktan sonra tartışmasız yılın en kötü günü. Mahallede alay konusu olacak milyonlar. Okula gidemeyecek. Kahveye giremeyecek. Ofiste sessiz bir hafta geçirecek milyonlarca taraftar yanyana. Bu grup belki denildiği gibi 20 milyon değil ama milyonla ifade edilir yine de.

Bulunduğu taraftar grubunu, ettiği kavgaları tuttuğu takımdan daha fazla önemseyen br kesim ile tuttuğu takımı sadece şampiyon olunce veya derbi kazanınca hatırlayanlar dışında kalanlar bunlar. Sessiz çoğunluk değil, büyük çoğunluk.

Bu milyonları temsil eden insanlar stadyumda da çoğunlukta. Bilinçaltında pazartesi olanlar. Hakemin her düdüğünde, sol bekin yaptığı her kötü ortada, kaleciye verilen her geri pasta, boşa geçilen bir atakta, kalkan ofsayt bayrağında, rakip forvetin topla kaleye giden her driplinginde, rakip teknik adamın klübeden çıkışında aklına hep pazartesi gelecek. Mağlup olsa sadece 20 dakika üzülecek belki, sonra toparlanacak. Çünkü futbolu izleyerek büyümüştür ve her yenilgiden sonra ayağa kalkması gerektiğini biliyordur. Ama bir süreden sonra karın ağrıları başlayacak. Üzüntü yerini strese bırakacak. Çünkü bu ülkede yaratılan ortamda kazanmak küstahlık hakkı doğurur, kaybetmek aşağılanma nedenidir. Hiç bir insan aşağılanmak istemez. Aşağılanma korkusu büyük bir baskı yaratır.

Bu ülkenin futbolunda en büyük baskı ne topçuda, ne hocada, ne başkanda, ne de hakemdedir. Baskı taraftardadır. Tribündeki adam kendi üzerindeki baskıyı aşağıya yönlendirir sadece. "Üzerimizde büyük bir baskı var" diyenler ise aslında bu baskının kaynağıdır. Baskıyı yarattığı düşünülen kesim, aslında en büyük baskıyı yaşayandır. Yani kısaca, en büyük baskıyı taraftar yaşar. Çünkü taraftar sokakta da taraftardır.

Bu sezonun en baskılı gecelerinden biri; 28 Mart. Derbi sokakta şimdiden başladı.

Salı, Mart 23

90


Kulüpleri yönetenlerin gözünden bir takım taraftarı. Gel de beddua etme.

Gitti Geldi


- Bank Asya 1.Lig'in en bekleneni veremeyen iki takımı, dün de bekleneni veremedi. Pozisyonu kıt bir maç oldu. Maç alt bitti.

- İki takım da birer gol attı. İki gol de son dakikalarda geldi. İki gol de kafayla atıldı.

- Santrforu Eser Yağmur olan takım Süper Lig'e biraz zor çıkar.

- Rizespor'un kadrosu Yılmaz Vural'da olsa 3 sene üst üste şampiyon yapar.

- Konya Atatürk Stadı'ndaki bir maçı izlemek baş ağrısı yaratıyor.

- Maç o kadar sıkıcıydı, şu anda tıkandım.

- Arada Bursaspor maçına baktım, Hakan Kutlu ne kadar inanmış.

- İki takımın Konya'da oynadıkları son maçta (yani 2 sezon önce) iki takım da Süper Lig'deymiş. Takımlar düşmüş ama futbolcular Süper Lig'de kalmış nerdeyse. Konyaspor'dan Kaue, Ç.Rizespor'dan Riberio hala takımda. İki Brezilyalı.

- Konyaspor gol atınca "gooool diye bağıran adamı 2 dakika sonra görmek isterdim.

Pazartesi, Mart 22

Bu Maçlara Dikkat


Hafta sonu oynanacak bazı maçlar kalp durdurur.

Galatasaray - Fenerbahçe Ev sahibi 53 puanda 2.sırada, konuk takım 52 puanda 3.sırada.

Türk Telekom- Akhisar Bld. Ev sahibi 13 puanla 3.sırada, konuk takım 15 puanla 2.sırada.

Tavşanlı - Körfez Bld. Ev sahibi 42 puanla 1.sırada, konuk takım 41 puanla 2.sırada.

Eyüpspor - Konya Şekerspor İki takım da 45 puanda konuk takım averajla lider.

Balıkesirspor - Bandırmaspor Ev sahibi 21 puanla lider, konuk takım 17 puanla 3. sırada

Trabzon Zor Deplasman


- Maçtan önce Trabzonsporlular "yeniliriz" diyordu. Galatasaraylılar da "yeniliriz" diyordu. Berabere biter sandım olmadı.

- İroni yapmıyorum takımın en iyisi Emre Güngör'dü.

- Real Madrid bir ara "Zidanelar ve Pavonlar" diye bir slogan üretmişti. Bunu biz "Elanolar ve Mustafa Sarplar" olarak değiştirebiliriz, daha doğru öyle olduğumuzu bilmeliyiz. Emre Güngör, Elano gibi olmak isteyince gol yiyoruz.

- Bu takımda Elano oyundan çıkınca aklıma Orhan Aklı yıllar geliyor.

- Keita oynayamıyor. İkinci yarı başladığından beri ne top oynuyor, ne de rol yapabiliyor. Su bardağı falan yakışmıyor.

- Rijkaard'ın basın toplantılarındaki psikopat hali çok hoşuma gidiyor. Kimsenin suratına bakmıyor. Devrimci örgütün lideri gibi. Aslına bakarsan zaten öyle.

- We don't give up.

- Colman bizim için yeni Nobre.

- Barış Özbek'in bazen Almanya'dan geldiğini unutuyorum. Bildiğin amatör kümeden yetişmiş delifişek topçu.

- Trabzon'da son yenildiğimiz maçta Emre'nin yaptığını Ayhan yapmıştı.

- Jo'yu hala çözemedim.

- Bir tane ev var, ne zaman orada maç izlesem gol atamıyoruz.

- Heyecanla beklediğim her kornerde top ön direğe gidiyor ya, işte o zaman maçtan kopuyorum, bir sahil kasabasında hayal ediyorum kendimi.

- Rijkaard'ın da işi zor. 90 dakika Barışla Canerle uğraş, sonra muhabirler saçma saçma sorular sorsun.

- Kaybettiğimiz maçlarda rakiplerden çok Galatasaraylılar arıyor beni. "Niye böyle yaptınız" diyorlar. Kendimi Johan Neeskens sanıyorum o an. Camia benden açıklama bekliyor.

- Bu hafta forumlarda yine onun adı geçer: Emana

- Maçtan sonra Güntekin'in hayali dialogu ve "Johan" demesi? Bitti demediniz mi lan?

Pazar, Mart 21

Cenk İş Yapardı


Cenk İşler şu anda Türkiye Süper Ligi'nde faal olarak oynayanlar arasındaki en golcü futbolcu. Üstelik bunu yaparken İstanbul takımlarında da oynamadı. Garip bir şey aslında. Samsunspor gibi bir takımdan İstanbul'a gidememek, Porto'da oynayıp Avrupa devlerine kapak atamamak gibi bir şey olmalı. Tanju, Ertuğrul, Serkan, İlhan sadece santrfor olan, gol kralı olan ve İstanbula giden santrfor Samsunsporlular. Cenk bu listeye dahil olamadı.

Şu Galatasaray'ın forvetsiz geçen kış mevsiminde, A.Madrid maçlarında, Cenk İşler olsa, 6 aylığına kiralasaydık çok farklı olurdu diye tahmin ediyorum. United Larsson'u kiralıyor, şampiyon oluyor, biz niye yapmayalım böyle bir şey. Yapmadık. Sağlık olsun. Cenk de artık 36 yaşına geldi. 3 büyükler onun için hayal artık. Geçmişte neden İstanbul'a gelemediğini şöyle anlatıyor:

"1997 yılında Samsunspor ile sözleşmem sürerken Süleyman Seba'nın talimati üzerine Serdar Bilgili ile sözleşme imzaladık. Ancak kulübe bırakacağım büyük meblağa rağmen Samsunspor gitmeme izin vermedi. O dönemde Samsunspor'un kadrosu çok iyidi. İlhan Mansız ve Tümer Metin yedek oturuyordu. Hedef şampiyonluktu ve kadro bozulmak istenmedi. Böylece 22 yaşında büyük bir fırsatı kaçırdım. Daha sonra direnmeme rağmen kulübün borçlarına karşılık Adanaspor'a gönderdiklerinde Galatasaray'dan gelen teklifi kaçırdığımı öğrendim. Bu benim için büyük bir yıkımdı!"

Adanaspor Plaka Yazdı


- Adanaspor'un tek golünü Fevzi attı. Fevzi Şanlıurfalı bir çocuk, 24 yaşında, dikkat etmek gerek.

- Galatasaraylılar'ın çok dikkat ettiği Musa Çağıran ise vasatı aşamadı, Florya'dan Anadolu'ya giden Anıl Karaer ise hatasız oynadı. Anıl bu sezonun en başarılı isimlerinden.

- Adanaspor'un yedek kalecisi Zülküf ile Altay'ın forveti Şehmuz iki kardeş. Karşı karşıya oynasınlar isterdim.

- Fırat Aydınus İBB-Fenerbahçe maçında yaşanan Guiza pozisyonunun aynısı ile yine karşılaştı. Üstelik bu sefer yere düşürülen isim Şehmus kaleye daha yakındı. Aydınus, serbest vuruş kararı verdi ve sarı kart çıkardı. Altaylı futbolcuların itirazlarına pozisyonu açıklayarak yanıt verdi. Tıpkı Guiza'nın pozisyonunda olduğu gibi aynı gerekçeden dolayı kırmızı kart vermediğini anlattı. Altay kaptanı Onur ile girdikleri dialog güzeldi. Otur izle. Bu arada Aydınus bu tip pozisyonlara hep bu şekilde sarı kart veriyor ve MHK tarafından (veya yetkililer her kimse) uyarılmıyorsa demek ki yaptığı uygulama doğrudur.

- Altaylı Tiago takımı taşıdı adeta, ama ona uyabilen 1 kişi bile yoktu.

- Kibong sakatlıktan çıktıktan sonra ilk defa 11 başladı, bir asist yaptı.

- Adanaspor bu sezon Altay'a 3 gol attı, üçünü de Fevzi attı.

- Adanaspor lige yükseldiğinden beri Altay'ı ilk defa yenebildi.

- İzmir'in kızlarını ve çocuklarını çeken sevgi pıtırcığı kameramanlar, karşılarında "bizim için Adana'ya koy" diyen kızları gösterince güldüm biraz.

- Adanaspor'dan Talha Mayhoş kariyerinde ilk defa Bank Asya maçına ilk 11 başlamış oldu.

1984


"Sevişmek siyasal bir eylemdir"

Watson: Dinle. Ne kadar çok erkekle yatmışsan, seni o kadar çok seviyorum. anlıyor musun?
Julia: Evet, hem de çok iyi.
Watson: Saflıktan nefret ediyorum, iyilikten nefret ediyorum. erdem denen şey hiçbir yerde var olmasın istiyorum. herkesin iliklerine dek ahlâksızlaşmasını istiyorum.
Julia: Öyleyse ben tam sana göreyim. İliklerime dek ahlâksızım ben.

Geçen gün Peralta ve bir arkadaşımızla, gece yarısı yapılan kısa bir Pendik-Bostancı araba yolculuğu sırasında yapılan muhabbetle ilgili olarak aklıma gelen bir kesit. George Orwell yazmış, biz okumuşuz. Tesadüf; 1984 romanını da Peralta'dan alıp okumuştuk.

Haftanın En Sıkıcı Maçı


-Gaziantepspor'un formaları maçın en güzel şeyiydi.

-Andre Santos'a yapılan hareket penaltıydı.

-Ahmet Arı neden 11 başlamadı anlamadım.

-Gaziantepspor'un hocası Koçeryo aynı Romario değil mi?

-Bu arada düşündüm de aslında Guiza'nın golü Gaziantepspor'un formasından daha güzeldi.

-Tribünde Daum'un arkasında duran iki adama dikkat edelim. Bursaspor maçında ön plana çıktılar, Daum tribünle tartışırken biri kahkaha atıyordu, diğeri somurtuyordu. Bu maçta da gördüm onları. Kibar Feyzo filmindeki iki jandarma gibi kült olma yolunda ilerliyorlar.

-Deumi'ye "beyni olmayan stoper" diyen bir arkadaşım var.

-Maçla ilgili değil, sakın Pizza Hut'a gitmeyin. Pizza Hut eski Pizza Hut değil.

-Eskiden bu takımın orta sahasında Anelka,Appiah, Marco, Tuncay oynuyordu. (Ulan yanlış oldu bunu Rıdvan diyecekti.)

-Bu arada düşündüm de aslında Guiza'nın kız arkadaşı maçtaki herşeyden daha güzeldi.

İstemeden Yazılan Bir Yazı


Şekip Mosturoğlu çıkıp "bizim Hıncal Uluc'umuz yok" diyor. Bunun iyi bir şey mi kötü bir şey mi olduğunu anlamadım hala. Yani biz de var da ne oluyor? Tribünün taptığı, rakiplerin saygı duyduğu, dünyanın tanıdığı adama "futbolu bilmiyor" diyen birinden bahsediyoruz. Keşke Fenerbahçe'de olsa. Hatta orda bile olmasa.

Konu Hıncal Uluç değil. Konu iyi organize olan medya, daha doğrusu orada yer alanlar. Fenerbahçeli medya demiyorum. Fenerbahçe medyası diyorum her zaman. Yani "medya Fenerbahçeli o yüzden üzerimize oyun oynanıyor" savına itibar etmem. Bana kalırsa yazacak yeri, konuşacak ekranı olanlardan Fenerbahçe'yi tutan kesim, kendi takımını daha iyi savunuyor.

Mesela Fanatik'i açıyorum okuyorum, Fenerbahçe sayfasında Hasan Ali Atasoy yazıyor. Öyle bir yazıyor ki, Fenerbahçe değil sanki Ergenekon Destanı okuyoruz. Diriliş, Büyük Yürüyüş, vazgeçilmez sıfatlar. Fenerbahçe sanki 10 sene önce Zeytinburnuspor gibi semt takımıydı da, şimdi ülkeye kafa tutuyor. Nereden nereye geldi bu kulüp diyor, başrolde de taraftar var diyor. Yahu nereden gelecek, son 50 yıla damga vurmuş 4 kulüpten biriydi, hala da öyle. Tek fark başkan stad yaptı, taraftar forma aldı.

Galatasaray sayfasını açıyoruz, bu sefer Oğuz Dizer çıkıyor. Sermet Şükür'ün Sakaryaspor ile ilgili anılarını yazıyor.

Veya eski futbolcular. Tamam amigo yazar, tamam bizler için antipatik, ama adam Fenerbahçeli. Neyse o yani. Selçuk Yula. Penaltı verilmedi, gol sayılmadı, böyle oldu şöyle oldu. Bunları yazıyor.

Bizim eski gol kralımız Gökmen Özdenak kafasında şapkayla Murat Boz şarkısı söylüyor.

Aradaki fark budur. Galatasaraylılar kendini avutuyor sonra. "Biz de Selçuk Yula gibi adam yok, biz asil takımız." İyi de memleketin yarısından fazlası Selçuk Yula tarzını okuyor. Bu tarzın adamları; düşünmeyen, görmeyen kafa yormayan halkı yönlendiriyor işte. Sorun da buradan çıkıyor.

Geçen hafta Sami Yen'de bir olay yaşandı. Ceza verilir verilmez onu hiç tartışmıyorum. Daha önce yazdım zaten. Ama öyle bir noktaya geldi ki, bu basit olay bile yaşanandan daha başka şekilde biliniyor artık.

Basit bir olay gerçekten de, üzücü bir olay ama basit bir olay. İki kişi kavga ediyor ve biri kavgadan kaçmak için aşağıya ATLIYOR. Olay bundan ibaret. Üstelik görüntü de var, görüyoruz yani. peki olay nasıl lanse ediliyor: Adamı aşağıya ATTILAR.

Zaten bir adamı aşağıya atanlar varsa orada 2 kişiden fazlası olması lazım ya neyse. Peki bunu lanse edenler kim? İşte bu Fenerbahçeli abilerimiz. Beşiktaşlı abiler de var gerçi ama onların etkisi zaten pek yok. Etkiyi sağlayan Kadıköylüler. FB TV, internet sitesi, yazarları vs..

Önce halkımızda şu fikir oluştu: "Derbi seyircisiz oynanacaktı ama lobi sayesinde Galatasaray komik bir para cezasıyla yırttı."

Ama kimse şunu söylemiyor. Böyle bir olaydan ceza gelse bile bu saha kapama olurdu, seyircisiz olmazdı. Saha kapama olurdu çünkü, kulübün güvenlik ihlali varsa vardır, organize bir seyirci hareketi yok. Güvenlik şartları sağlanınca o saha yeniden açılır, tıpkı kahraman kaleci Volkan geçen sene tribüne hareketini yapınca çıkan tablo gibi. Volkan o hareketi yaptı, 2 meterlik camlar çekildi Kapalı'ya, kulüp daha ne yapsın onu da bilmiyorum.

Yani sonuçta bu tarz bir olayda saha kapama olurdu. Saha kapanınca ne olurdu? Galatasaray gider 60.000 kişiyle İzmir'de oynardı. Ondan sonra da şu denirdi: Ödül gibi ceza.

Mesela Diyarbakırspor'un ligden düşürüleceği konuşulurken hemen yeni bir puan durumu çıktı ortaya. Fenerbahçe'ye kaybettiği 2 puanı vermek için. Oysa "güvenlik nedeniyle tatil edilen maçlar nedeniyle küme düşen takımın bundan sonraki maçları hükmen sonuçlanır." diyor kural. Herkes de biliyor ve bunu ekliyor: "Ama Ankaraspor öyle olmadı".

Çünkü Ankaraspor, güvenlik ihlali nedeniyle falan düşmedi. Haksız rekabet nedeniyle düştü, bu haksız rekabeti ilk oynadığı takıma da yaptı, son oynadaığına da yapacaktı. Fakat bu iki olaydaki farkı anlamak istememek daha kolay. Gazete Fenerbahçe'ye 2 puan vermiş fazladan, yeter.

Aslında şuraya bağlamak istiyorum. Tribünden atlayan adamı atıldı diye göstermek çok başarılı bir operasyondur. Bundan 3 sene sonra bu olay, "Galatasaray taraftarları bir adamı tribünden sahaya attı" diyerek anlatılacak. Çünkü örnek verirken şöyle konuşuyorlar. "Bozuk paraya şu kadar ceza, adam atınca bu kadar". Ya sen bozuk parayı rakibe atıyorsun, oynanan futbolu, rakibi engellemek için bilerek atıyorsun. Ve en önemlisi SEN atıyorsun. Diğerinde iki kişi kavga ediyor.

Biz bunu çok gördük. 2006 senesinde yaşananlar bizi çileden çıkaratacak noktaya ulaşmışken, bir anda kazanılan şampiyonluk şaibeli oldu. Gerekçeler bir maçta 2 penaltı kullanmamız ve Papermoon'da yemek yenmesi, Denizlispor-Fenerbahçe maçının oynanması.

1997 yılında Arif'in penaltısı ve İstanbulspor maçı mesela. Şu maçı konuşan insanların büyük bir kısmı ne o maçın hakemini bilir, ne o maçta verilen diğer kararları. Ama tutturular bir Arif'in penaltısı. Ne olur sonra, Galatasaray'ın şampiyonluğu şöyle böyle.

1992-93 sezonundan 1 maç dahi izlememiş adamlar, bugün Ankaragücü maçını ezbere anlatırlar. Ama o maça dair tek bir görüntü bilmezler. Çünkü onlara sunulanı almışlar, memnunlar.

Sunanları suçlamıyorum. Çok başarılı oldukları ortada. Ve bu iş de böyle yapılır. Bizimkiler ise hala Florya'da bir çocuk var geleceğin bilmemnesi" diye yazsınlar.

Bu arada, fotoğraftaki arkadaşı hatırladınız mı? Kendini atan alkolik kardeşimiz kadar çok konuşulmadı da, unuttuk adını.

Not: Bu tip yazılar yazmak istemiyorum artık. Yoruldum. Ne boş şeyler aslında. Sadece saha içini okusak, yazsak. Olmuyor, serde taraftarlık var çünkü. Şimdi bunları yazarken televizyonda Özdemir ve Koç Galatasaray yönetimine sallıyor. Sonra onlar cevap verecek. Biz çıldıracağız. Hafta sonu da derbi var değil mi?. Filler konuşuyor, biz ezileceğiz. Filler de beraber iş anlaşmaları yapmaya, kokteyllerde beraber eğlenmeye devam edecek. Hadi bakalım, başlasın yeni bir derbi haftası. Bu da etiketi olmayan bir yazı olsun.

Cumartesi, Mart 20

Buca'ya Nazar Değdi


- Chelsea - Inter maçını böyle madde madde yazmıştım. Ercan Saatçi tarzı. Çok hoşuma gitti. Televizyondan izlediğim maçları bloga pek yazmıyordum, en azından bu şekilde yazmaya karar verdim.

- Bugün Bucaspor - Karabükspor maçını izledim. İkisi de ligde ilk iki sıradaydı, hala da öyle.

- İzmir'e bahar gelmiş, Bucasporlular kısa kollularla maç izliyorlar.

- Emenike olmayınca Karabük zorlanır diye düşündüm ama Yasin sahneye çıktı. Herkes Emenike'den bahsediyor ama Yasin Nijeryalı kadar gol attı. İkisi de 14 golde.

- Yasin İzmirli üstelik. Kendi şehrinde attı golü. Sağ kanatta oynardı Altay'da. Tireli Henry.

-Buca Arena çok güzel stad. Bucasporlular'ın "alfabe" tezahüratı çok güzel.

- Mehmet Batdal, kendini her maç geliştiriyor. Hatta belki de kendini en çok geliştirdiği sezon bu sezon.

- Murat Ünlü artık emekli olsun. Cem'e Can diyor, 2.dakikayı 22.dakikayı yapıyor. Yazık oluyor.

-Buca'ya nazar değdi, çünkü Buca Arena yapıldığından beri, yani 1.5 senedir 2.defa yeniliyor. İlk mağlubiyeti Mersin İdman Yurdu'na karşı sezonun son haftasında oynanan formalite maçıydı.

Sol Ayak


Daha önce David Villa için yazmıştık. Henüz küçük bir futbolcuyken, sağ ayağı kırılıyor. Sağ ayağı alçıdayken, babası ile onun sol ayağını çalışıyorlar. Bugün Avrupa'nın en önemli santrforlarından biri olan David Villa'nın iki ayağını da kullanabilme özelliği buradan geliyormuş.

Hatırlanacağı gibi Kezman da Türkiye'ye ilk geldiğinde "çılgın forvet" olarak lanse edilmiş ve bunun için ortaya atılan delil de sol ayağını geliştirmek için bilerek sağ ayağını kırdığı dedikodusuydu. Bunun gerçek olmadığını öğrendik.

Şimdi aynı konu hakkında, yani sol ayağı geliştirme konusunda, Feyyaz Uçar'ın ne dediğini yazalım:

''Küçükken sol ayağımı geliştirmek için yemeği sol elle yemek dahil kendi kendime formüller üretmiştim. O zamanlar beynin sağ ve sol loblarının bağımsız çalıştığını duymuştum. Ellerim de beyni etkiler belki dedim. Üzerime çok yemek döktüm ama faydasını da gördüm. Sol ayağımla attığım goller sağ ayağımla attıklarımdan az değildir, belki de fazladır."

Cuma, Mart 19

Fırat Aydınus Röportajı


442 dergisi bir ilke imza atmış olabilir. İlk olmasa bile önemlidir. Bir hakemle, üstelik son zamanlarda çok eleştirilen bir hakemle röportaj yapmışlar. Mart sayısında okuduk. Hilal Gülyurt imzalı.

Röportajı gerçekleştirilen kişi Fırat Aydınus. Daha önce çok yazdık, hakemliğini iyi-kötü olarak tartışabiliriz ama kesinlikle art niyetli olmadığına emin olduğumuz bir hakem. En azından güler yüzüyle bize bu izlenimi veriyor. Güler yüz röportaja da yansıyor. Bu röportajdan bir kaç kesit yazalım.

Fırat Aydınus'un ağabeyi de hakemmiş, bunu öğreniyoruz, hatta futbolculuk döneminde ona tek kırmızı kart gösteren ağabeyi Fethi Aydınus'muş. Futbol oynamasına izin vermeyen babası, ilerleyen yıllarda hakemlik yapması için teşvik eden isim olmuş.

Eskiden borsacılık yapmış. Stresin tavan yaptığı bir sektörden hakemliğe geçmek. İMKB havasını soluyan biri için yeşil sahaya çıkmak suratta tebessüm yaratıyor herhalde.

Fırat Aydınus'un çok şahane bir tespiti var. Futbolcuların gerginlik nedeni baskıdan mı kaynaklanıyor sorusuna şöyle cevap veriyor: "Futbolun içinde olan herkesin üzerinde baskı var. Özellikle de öncelikli baskı kaynağı olarak düşünülen taraftarların!" Bu konuda aynı şeyi düşünüyoruz ve yakında bu konu hakkında bir yazı yazabilirim, hatta derbi öncesindeki hafta tam zamanı olabilir."

Fırat Aydınus'un "damsız girilmez" önerisine ise karşı çıkıyorum.

Bir de şu var: "Dünyanın başka yerlerinde stattaki koltuklar maç oynanırken kullanılırken bizde devre arasında kullanılır. Bu bizim seyircimizin kanında var. Bizim taraftarımız da tribünde röveşata atıyor, ofsayta düşüyor."

Maça çıkmadan önce müzik dinliyormuş Fırat Aydınus: "En son maçıma Cranberries'den Zombie dinleyip çıktım. Beatles de dinlerim ama olmazsa olmazım Sezen Aksu'dur. Protokole çok önemli insanlar geliyor hiçbiri etkilemiyor ama Sezen Aksu gelirse olacakları düşünemiyorum.

Futbolcular gibi hakemlerin de Play Station sevdalısı olduklarını öğreniyoruz. "Bir dönem hayatıma büyük bir sekte vurduğunu söyleyebilirim. Nesta gibi parmaklarımdan ameliyat olabilirdim" diyor Aydınus. Cüneyt Çakır ve Tolga Özkalfa henüz onu yenememiş. Çok iddialı. Umarım Acun Ilıcalı tayfasının kulağına gitmez bu laflar.

Bir anı: Bir gün bir panelde İbrahim Üzülmez ile karşılaştık. Yakın zaman önce ona bir kırmızı kart göstermiştim. Beni görünce gülerek "Hocam sayenizde futbolu unuttum." demişti.

Eşiyle ilgili çok komik bir anısı var Aydınus'un onu da dergiyi alın, siz okuyun.

Bu arada, şunu da es geçmemeliyim. Fırat Aydınus'a futbolla ilgilenmeye nasıl başladığı soruluyor, o da "Fatih gibi bir semtin havasını solumak da çocuk kalbime futbol sevdasını düşürmüş olabilir. Vefa Stadı'nda oynanan maçları kaçırmadan büyüdüm" diyor. Jesus Almeyda yazarı Temur adlı Ömer'in (garip cümle oldu) Fatih semtine ve Fatih Camii'nin futbolla ilişkisine dair tespitleri aklıma geldi.

Bu Son Olsun


Arsenal, Manchester United, İnter, Barcelona, Bayern Münih, Lyon, Bordeux, Cska Moskova, Fulham, Liverpool, Hamburg, A.Madrid, Valencia, Benfica, S.Liege, Wolfsburg.

Bu senenin şanslı taraftarları bu takımları tutanlar. Çünkü bu takımların taraftarları (CSKA hariç) kısa kollularla Avrupa Kupası maçları izleme imkanına sahip.

Kısa kollularla Avrupa Kupası maçı izlemek. Geçen sene Bülent Korkmaz, Galatasaray'ın başına geçtiği ilk gün bunu demişti. Hayatımda duyduğum en güzel vaat. Kısa kollularla Avrupa Kupası maçı izlemek. Baharda tribünde olmak. Ne o zaman oldu, ne bu sene. Vaat olarak kaldı. Güzel bir hayal olarak içimizde hala.

1 sene önce son buldu bu hayal. Bugün 19 Mart, Galatasaray'ın Hamburg'a elenişin yıl dönümü. Anadolu'da bir laf vardır, vefat edenin ailesine söylenir; "Allah bu acıyı unutturmasın" denir. İlk başta beddua gibi geliyor kulağa ama hiç öyle değil. Allah bu acıdan daha büyük bir acısı yaşatmasın anlamına gelir. Görebileceğin en büyük acın bu olsun, başka acılarla bu acını unutmuş olma demek istenir.

Ne mutlu bize ki, en büyük hayal kırıklığımız bu maç. Ne sokaklarda kutlama yaparken şampiyonluk kaybettik, ne 11 puan öndeyken şampiyonluk verdik. Şanslı bir kuşağız.

Şimdi yola devam eden takımlara bakınca üzülmemek elde değil. Üst sıradaki 8 takım arasında olmak zor, kabul ediyorum ama alt sıradaki 8 takım? Son 1 sene içinde 3 tanesiyle oynadık. Birini deplasmanda yendik, birini forvetsiz oılduğumuz için birini stopersiz olduğumuz için yenemedik.

Deplasmanda maç kaybetmeme alışkanlığı edinmişken bir üst tura çıkamadık, A.Madrid son 10 maçında sadece 1 galibiyet alarak çeyrek final gördü.

Bizim iki maçta yendiğimiz Panathinakos Roma'yı eleyerek bir tur daha ilerledi. Beşiktaş'ın grubundaki 3 takım da şimdi son 8'lerde. 2 sene önce Fenerbahçe'nin olduğu yerde şimdi CSKA Moskova var. Üstelik 2 sene önce Fenerbahçe, Ruslar'a 2 maçta yenilmemişti.

Avrupa'da başarılı olmak zor. Sabır işi. Ama yapılamayacak bir iş değil. Ve bu konuda eksik kalmamızın tek nedeni, ya da en büyük nedeni diyelim, kısır yurt içi rekabeti.

Kendi ligimizi çok seviyorum, buradaki muhabbetten, heyecandan vazgeçilemez, hele böyle sokağın içine kadar girmiş bir rekabet ortamını kaybetmek, sosyal yaşantıya bile zarar verir. Ama kısa kollularla tribünde Avrupa Kupası maçı izlemek hepsinden daha büyük bir haz, daha önemli, daha farklı.

Vizyon, sadece seçim kazandıran veya CV'ye yazılan bir kelime olmamalı. "Avrupa'ya gidersem Galatasaray'dan/Fener'den,/Beşiktaş'tan daha büyük takıma giderim" mantalitesinde olan yetenekli futbolcuların oynadığı maçlardan istediğimiz sonucu alamayız.

Veya Avrupa'da kurulan temasları es geçip Kulüpler Birliği toplantısına daha büyük önem veren başkanlarla olmaz. Olmuyor işte. "Yerli hocayla gelen başarı kutsaldır" zihniyetiyle görülebilecek en büyük başarı lig ve kupayı aynı sezonda kazanmak olur.

Standard Liege gibi bir takımdan, kulüpten değil takımdan, eksik bir takımımız yok. Ama kısa kollularla izleyeceğimiz maç bir Liverpool maçı değil, İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçı olacak.
***
Tam ben bu satırları yazarken kuralar çekildi. Kısaca ona da değinelim. Şampiyonlar Ligi'nde iki Fransız eşleşmesi heyecan verici. Lyon ve Bordeux ve hatta Lille, Montpellier, Marsilya. Fransız takımlarını izlemek keyifli. Çok güzel iki maç var ortada.

Bu maçın bir boy büyüğü ise tabi ki Arsenal-Barcelona maçı. Tenis maçı izler gibi iki maç izleyeceğiz. Topu takip etmekten gözlerimizi yorulacak. Bayern ile United ne zaman karşılaşsa akla illa ki Kuffour'un saha ortasında ağladığı kare gelecektir. Inter-Cska eşleşmesini izlerken ise en çok Kadıköy müdavimleri üzülecektir.

Fulham, Wolfsburg ile eşleşti, Liverpool Benfica. Fulham yarı final görüp Liverpool göremezse çok da şaşılacak bir durum olmaz. Hamburg kendi stadındaki final için hala şanslı; S.Liege geçilecek bir rakip. Valencia - A.Madrid maçı da enteresan. İki takım da son turda maç kazanamadan tur atladılar. Tencere kapak misali.

Son 16 takımın 4 tanesinin İngiliz olması sadece 1 İspanyol olması, 1 Fransız takımın şimdiden yarı final göreceğinin kesinleşmesi de diğer söylenecek şeyler.

Bu başlığın adı da şu şarkıdan gelir aslında, yeri gelmişken onu da koyalım.