Ronald Koeman
hiçbir zaman sevdiğim teknik direktörlerden biri olmadı. Futbolculuk yıllarından kalma hatıralarımızda yer edinen sert suratı ve teknik direktörlük kariyerindeki ters demeçleri ondan soğumama neden olmuştu. Zaten bugüne kadar çalıştığı takımlarda hep arkasında polemikler bıraktı. Özellikle Valencia, Everton ve Southampton dönemlerinde beraber çalıştığı oyuncular, sık sık Koeman hakkında çok olumsuz sözler söylediler. Uzaktan, geçimsiz bir adama benziyor ve ben geçimsiz adamları kolay kolay sevemem.Bu referanslara sahip Koeman'ın Bayern'den sekiz gol yemiş ve iflas etmiş Barcelona'yı toparlayacağına inancım yoktu. Diğer yandan onun da Euro 2020'ye gidecek Hollanda Milli Takımı'nı bırakıp problemli Barcelona'ya geçmesi doğru hamle olmazdı.
Zamanlama önemlidir. Eğer pandemi olmasaydı ve Euro 2020 ertelenmeseydi Koeman'ın planları başka olabilirdi. Fakat o, bir sene beklemekten vazgeçip, kalıp kalmayacağı belli olmayan mutsuz Messi'nin liderliğindeki takımı çalıştırmaya karar verdi. Başka zaman Barcelona'yı ona vermezlerdi ama Barcelona'da o zaman alınacak gibi değildi.
O günleri yeniden anımsayalım.
8-2'lik Bayern faciası Barcelona'yı saha içinde öz güvensiz bir hale getirmişti. Üstüne Messi'nin durumunun belirsizliği eklenmişti. Pandemi nedeniyle finansal kayıplar vardı ve transfer yapılamıyordu. O yaz sadece 20 yaşındaki Sergino Dest takıma katılabildi. Koeman'ı takımın başına getiren yönetim kurulu da yerini başka bir oluşuma devretmeye hazırlanıyordu.
Böyle bir kaotik atmosferde hangi teknik direktör ne yapabilirdi? Benim umudum yoktu. Koeman ise beklediğimden daha fazlasını yaptı. "Uzun süre toparlanmaz" denilecek takımı toparladı. Bunun için biraz zaman kaybettiğini kabul edebiliriz. Fakat doğru kimyayı, nihayetinde Ocak ayında yakaladı. 2021 ile beraber hem saha içindeki oyunla hem de alınan sonuçlara çıkışa geçen bir Barcelona vardı.
13 Aralık'taki Levante maçıyla başlayan seri önemli. Nisan ayındaki El Clasico'ya kadar 19 lig maçında yenilmedi Barca. Kral Kupası'nı kazandı. Şampiyonlar Ligi'ndeki 4-1'lik PSG yenilgisi ağır yaraydı ama diğer yandan da gerçekçiydi. Barcelona henüz o sınıfın takımı olamazdı. Fakat rövanşta 21 şut çektikleri ve Messi'nin bir kez daha penaltı kaçırdığı maçta oynadıkları oyun gelecek için umut vericiydi.
Griezmann gibi 'fiyasko transfer' olarak gözüken bir oyuncuya bile yer açmayı başarmıştı Koeman. Fransız oyuncu, o Aralık-Mayıs döneminde 10 gol attı, ki herhalde Barcelına dönemindeki en parlak zamanıydı.
Fakat esas olarak genç oyuncular, grubun içine dahil edildi. Pedri (17), Mingueza (22), sakat olsa da Fati (18), Araujo (21), Puig (21)... Bu sezon takımdan ayrılanları dahil etmiyorum bile. Bu gençlik aşısı Lionel Messi'yi de memnun etmiş gözüküyordu. Artık sahada yüzü gülen bir Messi vardı.
Hatta belki de o PSG maçında kaçırdığı penaltı, Messi'ye yeniden rekabetçi bir Barcelona'yı zirveye taşıma hevesi ve sorumluluğu yüklemişti.
O sezon bir şekilde tamamlandı. Real Madrid ve Granada yenilgileri şampiyonluğun vedasıydı. Olabilir. Hedef zaten yeni sezondu. Messi takımda kalmalı, onun için de rekabetçi bir kadro kurulmalıydı. Gerisi gelirdi.
Mart ayında Koeman'i getiren başkan gitti, onu istemeyen başkan geldi. Aynı zamanda Messi'nin istemediği başkan gitti, istediği başkan geldi.
Koeman'in koltuğu o günlerde sallanmaya başlandı zaten. Laporta'nin aklındaki ismin Xavi olduğu söyleniyordu. Fakat bir değişiklik yapmak için uygun zaman değildi. Messi de takımda kalmanın sinyallerini verince Koeman ile devam etmeye karar kılındı. Messi varsa, kimin hoca olduğu pek önemli değildi zaten...
Devamında Laporta seçim döneminde verdiği sözü tutmak için çalışmalara başladı. Messi'yi takımda kalmaya ikna etmek için rekabetçi bir takım kurmaya çalıştı. Kankası Agüero bu projenin parçası olarak geldi.
Fakat beklenmedik.bir şey oldu. Gecen yaz gitmek isteyen ama artık yer değiştirmemeye karar kılan Messi takımdan ayrılmak zorunda kaldı. Ve tüm taşlar yerinden oldu...
Arjantinli yıldızın saha içindeki önemini anlatmaya gerek yoktur herhalde. Büyük ihtimalle Koeman onu her zamanki gibi takımın merkezine koyacaktı. Belirli bölgelerde birer 'tecrübe' ve yanlarında geleceğin Barcelona'sını oluşturacak çocuklar... Bu iş tutardı...
Fakat planlar bir günde çöktü. Koeman, yeni sezona Barcelona tarihinde Messi'si elinden alınan ilk ve tek teknik direktör sıfatıyla girdi.
Üstelik isim ve kariyer olarak ona en yakın gözüken isim olan Agüero da sakatlığı nedeniyle tek bir maça çıkamadı.
Elde U-21 takımından hallice bir kadro ve Pique, Busquets gibi birkaç papaz kaldı.
Barcelona'nın sezona iyi başladığını söylemek mümkün değil. Özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarında durum karanlıktı. Fakat gelecek herhangi bir teknik direktörün de bundan fazlasını yapması pek mümkün değildi.
İçi boşalmış bir kadro ile hayata tutunmayan çalışan ve başkanın desteğini hiçbir zaman alamayan bir teknik direktör...
Bu tip hikayelerde tarafım her zaman bellidir. Ne kadar sevmesem de Koeman bu hikayenin haksız yere yanan ismi. Değerlendirme objektif yapılmıyor ve sadece skorlara bakılıyor. İşin onun açısından daha vahim olan kısmı, arkasında tribün ve medya desteği de bulamaması. Özellikle medya ona sırtını çevirdikçe, o daha da sertleşiyor ve haklıyken haksız duruma düşebiliyor. Zaten geçmişte de bu tip sorunlar yaratmıştı.
Büyük ihtimalle yakın zamanda Barcelona, son yıllardaki kötü yönetimlerinin faturasını bir teknik direktöre daha kesecek. Oysa ne Valverde ne Setien bunları hak etmişti. Büyük ihtimalle Koeman da benzer bir sonla karşılaşacak. O da hak etmemiş olacak. Bir enkaz devralmıştı. Enkazı kaldırmak isterken, üstüne bir enkaz daha düştü. Ve sorumluluk onda kaldı.
Biz testi kırılmadan önce tarafımızı seçelim. Şampiyonlar Ligi, böyle bir sezonda Barcelona için ağır gömlek. Ligde ise, en büyük efsanesini kaybetmiş, yeni kurulmuş, yaş ortalaması düşmüş bir kadro sınav veriyor. O kadro yedi maçta sadece bir kez, onda da son şampiyona, yenilen bir takıma 'kötü yolda' demek mümkün mü? Bence değil...
Belki gelecek bir bir teknik direktör durumu toparlayabilir. Olmaz diye bir şey yok. Fakat Koeman için 'Barcelona'yı vasat takıma çevirdi' demek, haksızlıkların en büyüğü olur.