Seçimden önce yaptığım tahminde;
Genelde AKP yüzde 42 alır dedim (şu an 43.6 gözüküyor)
İstanbul'da Topbaş en az yüzde 4 farkla alır dedim (sanırım yüzde 8 ile kazandı ama herhalde gerçek fark 4'tür)
Ankara belli olmaz dedim (Harbiden şu saate kadar belli olmadı - tutturduğum en net tahmindi)
Ben demiştim demek için yazmıyorum ama bu tahminleri yapmak için çok fazla kehanet yeteneğine gerek yok. İki şey önemli; birincisi anketlere ve kendi cevrendeki söylentilere inanmayacaksın, ikincisi internetin başından kalkıp sokağa çıkacaksın.
"Ama hile var" demeyin, hile şehirlerde oluşan ufak farkları değiştirebilir ama genelde büyük oynamalar yaratmaz (algıyı çok fazla değiştirir, orası gerçek).
Uzun bir yazı olacak, hatta ikiye bölebiliriz. Burada işin özeleştiri kısmını yazalım, daha sonra "şimdi ne olur" sorusuna cevap ararız (veya bu kadar hile dönerken aramayız).
Gerçi özeleştiriyi benim, yan en sonunda bir avuç kalmış tarafımından birinin, yapmasına pek gerek yok. "Tatava yapma" diyenlerin, AKP karşısında duran partilerin, halktan uzak kalanların tek tek yapması lazım, bize belki sonra gelir.
Bu kaçıncı tokat oldu? 3 yerel 3 genel.. Arada referandum... Erdoğan tam bir winner belki ama karşısında durmaya çalışanlar da bir o kadar loser. Ve loser olmak da hoşlarına gidiyor herhalde. Başka bir açıklaması olamaz. Gezi Parkı'ndan beri geçen kısa sürede bu ülkede çok şey yaşandı ama pek bir şey değişmedi. O kadar olaydan, çatışmadan, kandan, yolsuzluktan ve tapeden sonra Erdoğan'ın tek çıkış yolu sandıktı. Adam sandığı işaret etti. Sandık dediğimiz de yerel seçim... Önem derecesi kağıt üzerinde en düşük olan seçim belki de. Oraya gelin dedi ve herkes (karşısında olan) peşinden gitti. Nedenini sorgulayan olmadı. Ya da olana da "tatava yapma bas geç" dendi. Erdoğan'ın seçim kazanması bir yana, balkon konuşmasına oğlu Bilal ile çıkması bazı şeylerin silindiğini gösteriyordu adeta. Gereksiz bir kapışmanın içine girildi. Olay şuna benzetilebilir: Mahalle maçında haksız gol atan güçlü çocuk, hakkını isteyen çelimsiz çocuğa "O zaman gel kavga edelim" diyor. Çelimsiz "tamam" diyor.
Dayağı yedik. Adam müthiş bir hamleyle olayı sandığa yöneltti ve üstündeki baskıyı kaldırttı. İstediğin kadar tatava yapma, bu halk CHP'ye oy vermiyor. Bunu sen Anadolu'nun cehaletine veya samanla beslenmesine bağladığın müddetçe de vermeyecek. CHP'ye güvenmeyeli seneler oldu benim için. Bende böyleyse, Anadolu standartında yaşayan halkın kolay kolay kıramayacağı bir sendrom bu...
Bugün CHP'nin sadece adı değişip AHP veya BHP veya XHP olsa daha çok oy alırdı. Çünkü Anadolu'nun CHP ile algısı çok farklı. Bu adam boşuna vurgu yapa yapa, bağıra bağıra "Cehape zihniyeti" demiyor. Yaşanmışlıklar var. Darbelerle, ekonomik krizlerle, savaşlarla, tüp gaz kuyruklarıyla, yaşayan, bunları gören koca bir nesil sandığa gittiğinde sadece (bölge partisi sayılabilecek BDP dışında) 3 tane parti görüyor. Ve kabus gibi hatırladığı o senelerin temsilcisi olan iki parti ile hala pusuluda karşılaşıyor. O iki parti, ona geçmiş karanlık günleri hatırlatıyor. CHP, 90 yıllık parti, ülkede ne yaşanmışsa onu sırtında taşımış. Ülkenin kendisi artık bunu taşıyamazken CHP nasıl taşısın? Ülke kendi içinde hesaplaşamaya doğru giderken (belki ilizyondur bu ama gidiyor sanki) CHP nasıl kendini bundan soyutlayabiliyor? 1923'ten beri yaşanan her toplumsal olayın iyi veya kötü tarafında olan tek adres CHP. Değişmeyen, değişmek için çaba sarf etmeyen ve sırtında taşıdığı yüklerin, geçmişinin altında ezilen CHP mi daha aciz, yoksa başka alternatif kurmak için çaba sarf etmeden köklü ve güçlü diye CHP'ye kendi tabirleriyle "mecburen" (sanki silah dayıyorlar) oy veren kesim mi?
İnsanların AKP'ye oy vermesini cehalet üzerinden tartışan herkese; sosyalistler, alternatifler, mücadele edenler, şunlar, bunlar da "CHP'ye oy verdikleri için cahiller" diyebilir mesela...
Size kötü bir haberim var, duyunca şok olacaksınız: Herkesin kendine ait bir yaşam tarzı var.
İnsanların hayattan beklentileri, kaygıları, korkuları, istekleri, geçmişleri çok farklı olabilir. Sizinkilerle örtüşmeyebilir. Tamamen "Onlar kötü biz iyiyiz" siyaseti ile oy almayı beklemek hayalcilik bile sayılamaz. Herkes CHP değişti diyor, ben nedenini-nasılsını sorunca da "Görmüyor musun" dışında bir cevap gelmiyor. Somut bir şey yok. Reklamdaki başörtülü teyze değişimin kendisi olamaz, en fazla simgesi olabilir. Ama maalesef o bile değil. Olmayan şeyin simgesi de olamaz.
İnsanlar partilere oy verirken eğer milliyetçilik ve din öğelerine aşırı bağlı değilse ekonomik nedenlere dayanarak oy verir. Bizde öyle olmuyor. CHP, sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir parti, yine zengin mahallelerde şovunu yaptı. Yine varoşun oyunu alamadı. Bu nasıl oluyor? Taksi şoförünün, bankadaki güvenliğin, AVM'deki tezgahtarın oyunu niye alamıyor? Çünkü onlara hitab edemiyor. Şehirde kıt kanaat geçinen kültürlü üniversite öğrencisi ile hali vakti yerinde olan, Şişli'deki evlerinin kira parasıyla geçinen yaşlı teyze aynı yerde buluşuyor. Nasıl oluyor bu? Çarpıklık da burada başlıyor. Belki çarpıklık da değil. Bu seçimler tamamen şehirli ve taşralı arasındaki çekişmeye döndü artık. Kent yaşamına adapte olanlar CHP'ye kayıyor. Taşrada kalan ve tırnak içinde sabit yaşam tarzına sahip insanlar (sadece maneviyatla alakalı olmayan muhafazakarlık) ise AKP'de kalıyor. Ve AKP kazanıyor. Çünkü CHP'nn onlara götürebileği hiç bir şey yok. Son 20 senede de olmadı da. Oysa onlara bir alternatif, çözüm üretecek parti CHP olmalıydı. Veya o kanattan bir şeyler çıkmalıydı. Çıkmadı, olmadı. Tarihin en tembel sosyal demokratları... Buna rağmen CHP her zaman yerinde sayarak oyunu korudu. Kötü örgütlenmesi, kendi içinde statükocu zihniyeti, muhalefeti sadece TBMM'de önerge vermekten sanan yapısı her daim ödülünü aldı. Her seçimde biraz daha güçlendiğini sanıp "bir dahaki sefere olacak" umudu verdi. Olmasa da onlara koymaz ya; peşinden gidenlerin yaşadığı hayal kırıklığı büyük oldu. Ondan sonra da öfkeyle, CHP'ye oy vermeyen insanlara yönelik çıkışlar geldi...
Cahil dediğiniz halk nasıl oluyor da bu ülkede zamanı geldiğinde sosyal demokratlara oy verdi ben de onu çzöemiyorum. Tamam ülkedeki atmosfer çok farklıydı da mesela 1977 seçimlerinde nasıl oluyor da Bülent Ecevit'e yüzde 43 oy çıktı. Ülkenin her yerine "Umudumuz Karaoğlan" yazıldı, çocukların adı Bülent veya Ecevit oldu. O gün yüzde 43'ün içinde olanların bir kısmının çocukları bugün AKP'ye oy veriyor olmalı ki bu sonuçlar çıkıyor (Harita aşağıda, dün sarı olanlar 30 sene önce kırmızı). Babaları çok zekiydi de çocukları mı aptal oldu? Yoksa çocukların ihtiyaçlarına uygun siyaset mi yapılmadı?
Aslında çocuklar aptal olmuş olabilir. Ne de olsa Ecevit 43'ü koyup sol taraf güçlenince araya darbe girdi. Engeli koydular. O zaman toplumun genleriyle oynandı. Ama hak geçmesin hepimiz aptal olduk. 80'den sonra doğan nesil aptalsa hep beraber aptal, duyarsızsa hep beraber duyarsız. Sıfatı siz koyun, biz darbenin yetiştirdiği çocuklarız.
Buna rağmen darbeden kısa bir süre sonra 1989'da SHP yerel seçimlerde yüzde 29 oy aldı. Bugün alınamayan Ankara ve İstanbul (ve alınan İzmir) SHP'nin eline geçmişti. Bu partiye oy verenler, birinci yapanlar kimdi? Demek ki bir yerlere bir şey sunduğun zaman, gittiğin zaman karşılığını alıyorsun. CHP götürmez, götürmeye uğraşmaz. Şu an daha net görüyoruz ki kendisine verilen oyu bile kovalamaz.
O nedenle Gezi Parkı'nda heveslenmiştim. Bir şeyler doğardı belki. Ama darbe çocukları işte. Hem sabırsız hem çabuk yılıyor. Sokağa çıktı karşılığını alamadı ve tükendi. Sadece 10 ayda. Daha büyük çabaya girmedi. "Direniş" olayı sona erdiğinde tam anlamıyla evine döndü herkes. Çıkın çatışın demiyorum, çıkın çalışın... Sokak kavramı sadece çatışma alanı olarak anlamlandırılamaz. Diğer insanlarla iletişime girebileceğin tek yolu, sokağı göz ardı ettin. Kendi içinde bile...
Gezi Parkı için her kesimden insan sokağa çıktı ama kimse kimsenin kaygısını dinlemedi. İletişim yarıda kaldı. Kendi içinde bile fazla yakınlaşmayınca karşı tarafa adım atmamanın çok da şaşılacak bir tarafı yok. Belki de zor geldi. En güçlünün karşısında olmak için en güçlü ikinci olana yamanıldı. Aksini iddia edene "tatavacı" dendi. Ki keşke öyle kalsaydı. Hakaretin sınırı olmadı. Beraber çarpıştığı, mücadele ettiği insana sırf inandığı düşünce farklı diye küfür edenler, hakaret edenler "hain, maşa" diyenler; tabi ki bir yerden sonra direkt karşısında olana da saldıracak, küçümseyecek, aşağılayacak. Kim şaşırabilir...
Bu iş etkileşim işiydi ama kimse iletişime girmek istemedi. Adam belki de ülkenin ortasından çizgiyle çekilen iki grubun bir iletişim alanı oluşturmasını istemediği için bu kadar kutuplaştırdı. Neden olmasın? Kendi tabanını korumak için mantıklı bir hamle. Benim başörtülü bacım veya milletime göbeğini kaşıyan adamldiyorlar çıkışları bunun tezahürü belki de. Eh diğer taraf devamlı çanak tuttu bu söylemlere.
Gezi'den sonra eylemler Kadıköy'de veya Taksim'de veya Kızılay'da yapıldı. Tamam Tophane'de eylem yapılırsa sıkıntı olur eyvallah da, mesela Sultanbeyli'ye GOP'a, Bayrampaşa'ya gidildi mi? İlişkiye girildi mi? Sanmıyorum. Uzun konular.
Ama şunu da atlamamak lazım. Bu kadar eleştiriden sonra hak verelim. Belki de bize aylarca tatava yapma diyenler, bugün niye tatava yaptığımızı anlayacaklardır. Çoğu hala sandık peşinde, oyunun peşinde. Kollektif hareket adına önemsediğim bir adım. Halk kendisi oy atıyor, kendi sandığının başında duruyor, yetmiyor kendi oyunu sayıyor, kendi oyunu teslim ediyor... Her şeyi kendi yapıyor. Bu sayede hem peşinden gidilen siyasi partilerin, "abi değişti onlar" denilen partilerin, ne kadar hantal ve umursamaz olduğunu görüyorlar, hem de bir taraftan sokağa çıkmadan, gaz yemeden (muhakkak saldırı da oluyor Ceylanpınar gibi), gözaltına alınacak ortam oluşmadan, hep birlikte otoritenin karşısında durup fayda getirecek bir işin temelini atıyor (En azından kimse "bunlar yüzünden esnaf kan ağlıyor" demez).
Mesela şu an başta Ankara'da olmak üzere bir çok yerde yaşananlar çok hoşuma gidiyor, kısa vadede sonuç alınamasa da az da olsa umut veriyor. Ama yalan yok, ben de o mücadelenin içine girme hevesimi kaybettim, girdikten aylar sonra "tatavacı" damgası yiyeceksek, aynı yol için çabalamak biraz saçma geliyor şu an, üzgünüm. Sonuçta ben de 80 sonrasında doğdum, ben de çabuk yılıyorum.
Atladığımız çok şey olmuştur. İşin özü, artık bir özeleştiri zamanı gelmiştir. Belki de bu yenilgi iyi olmuştur, sevindirir bile. Belki bu seçim gündemi biraz soğuyunca, öfkeniz azalınca dışladığınız insanlara ulaşmadan, onları kazanmadan sizin de kazanamayacağınızı anlarsınız.
Eğer mesele seçimse, önemsenen buysa burada "biz haklıyız, o zaman kazanacağız" diye bir durum söz konusu değil. Oy alacaksın. Oyu da insan atıyor. O zaman insanı kazanacaksın. Kazanmak için çabalamıyorsan sonunda ya sandıkta tokat yiyip Facebook'a Aziz Nesin haklıyımış yazmaya devam edersin, ya da Uruguay konsolosluğu önünde tek sıra olursun. Tercih senin ama sanıyorum ki Facebook'ta Aziz Nesin paylaşacaksın. Çünkü o daha kolay ve zahmetsiz. Şimdi kim kalkıp gidecek Uruguay'a...