Pazartesi, Aralık 31
2012
Interpol-Hands Away
Mos Def - Auditorium
Lykke Li - I Follow Rivers
Cavinsky - Nightcall
Yeni Türkü - Yılmaz Peşrev
Manu Chao - Mala Vida
Beach House - Take Care
Orhan Gencebay - Seveceksin
Paul Simon - Duncan
Austra - Lose it
Özel ödül;
Mustafa Sandal - Ağlatma
Yılın Ahmet Kaya Şarkısı:
Bu Dert Beni Adam Eder
2011
2010
Pazar, Aralık 30
Cinsiyetçi
Ben kadın spor sunucusunu çok da ikna edici bulmuyorum. Ben erkek olsam, özellikle futbol yorumunu erkekten dinlemek isterim. Seyirci gözüyle söylüyorum. Kadından futbol yorumu dinlemek beni doyurmaz. Spikerlik ise başka bir iş.. Hazır metin geliyor,o metin seyirciye okunuyor.Ama ben kanal yöneticisi olsam,kadın spor yorumcusu tercih etmem.Çünkü futbolla erkekler daha haşıneşir. Onların egemenlik alanı... Yorumu da onlar yapmalı diye düşünüyorum. İnsanlar bana kızabilir, itirazım yok. yapan yapabilir. Televizyon görsel bir iş ve bu da tercih meselesi... Ama ben kendimi futbolu takip edenlerin yerine koyuyorum, kadından futbol yorumu dinlemek beni doyurmaz
Gülay Afşar (Galatasaray Dergisi Kasım 2012)
Evet, şimdi hepimiz objektif ve tutarlı davranıyoruz. Futbolcu Ümit Özat'a cinsiyetçi diye saldıranlarımız aynı hassasiyeti Ntv'nin sempatik sunucusu Gülay Afşar'a da gerçekleştirsin. Ama bir dakika, Gülay Hanım'a "cinsiyetçi" etiketini yapıştırırsak, çevremizdeki hanımlar ve kantin solcuları bize tavır alabilir. Çok dikkatli olmak lazım.
Ne Kadar Daha Sürecek Böyle
Son 20 saatte buraya 4-5 yazı yazdım ve hepsini sildim. Hem içimi dökmek istiyorum, hem de sıkıntılarımı kimseyle paylaşmak istemiyorum. Zaten dışarıda, gerçekte, reelde kimseyle paylaşmıyorum; o zaman buradan yazmanın da anlamı yok. Ve backspace....
Sonra bunu dinledim. Dünyanın çeşitli noktalarında; benim, yani 21.yüzyılın standart insanının standart problemlerinden başka, çok alakasız ve çok daha gerçek sıkıntılar olduğunu bir kez daha fark ettim ve kendi sorunlarımdan uzaklaştım.
Zaten temelde asıl isteğim kendi sorunlarımdan uzaklaşmaktı. Bunun için dünyanın asırlardır çözülmemiş sorunlarını dert etmem yeterli oldu. Gerçi ben yazarak, yani kendi sorunlarımı başkalarının üzerine yıkarak rahatlamayı tercih ederdim ama benim dünyevi problemlerim burayı okuyacak adamı çok fazla ilgilendirmez.
Çevremdeki insanlara açılamazken, onlara kendi sorunlarımı yüklemekten kaçarken, buraya yazmak çok ters, bencilce.
Hem zaten, dinlediğin bir şarkıda veya izlediğin bir filmde veya okuduğun öyküde, yine de seninle ortak bir nokta yakalıyorsun. Orada çok farklı bir şey anlatılsa da, sen kendin için gerekeni alıyorsun, o zaman bazen birşeyler yazmana gerek kalmıyor.
2013'e girerken, içimde gram umut yokken ve tonla korku varken, aradığım cevaplar varken ve hiç bir çıkış yolu bulamazken, ne yaptığımı bilmez haldeyken, en iyisi buydu.
değiştin mi hiç?
değiştim ben bu sene.
ve her gece,
her bir gece.
zalimin mazlum ile,
celladın kurban ile
dönüp durduğu
bu dehşet çemberi
bunca delilik ne kadar daha sürecek böyle?
eskiden uysal bir kuzuydum,
sonra bir kaplan oldum
ve vahşi bir kurt.
güvercindim önceden, bir ceylandım.
bugünse bilmiyorum ne olduğumu.
ve her şey yeniden başlıyor işte...
Cumartesi, Aralık 29
RAY'ın Altı
Tam şu anda Prekazi'nin katıldığı 21 programını izlerken duygusallaştık yine. En güzel günlerimizi yaşadığımız yer. Bir de yaşamadıklarımız var.
Lacivert Gökyüzünde Beyaz Bulutlar
Kulüp marşlarını pek sevemedim. Bizim "Cimbom Galatasaray" güzeldi, ondan sonrası fiyasko; Fenerbahçe'nin Viva Espana uyarlaması da bir klasiktir, saygı duymak lazım ama onun dışında kalan hepsi saçma sözlerle böğüren insanların buluşması şeklinde sunulmuştu.
Burada ise çok farklı bir şey var. Şarkı güzel, sözler kulübün tarihine, semtin yapısına uygun. Kasımpaşa yönetiminin geldiğinden beri yaptığı tek olumlu iş olabilir. Maçların devre arasında çalıyor, 15 dakikada en az 10 kere dönüyor ama bir kere bile rahatsız olmadık. O arada gidip büfeden ucuz köfte-ekmeğini de alacaksın, nefis.
Cuma, Aralık 28
Cruyff
Johan Cruyff bir idmanda kalecisi Zubizarreta'ya savunma hattı ile arasındaki mesafeyi her an korumasını söyler. Takım ataktayken, Zubizarreta'nın da kalesini terk edip, yayın üzerine kadar çıkması gerekmektedir Cruyff'a göre. Deneyimli kaleci,''İyi de o sırada topu kaptırırsak ve rakip, orta sahadan aşırtma bir vuruşla bana gol atarsa ne olacak? diye sorar.Çok basit der Cruyff gülerek, "Dönecek ve golü atan futbolcuyu alkışlayacaksın. Orta sahadan atabildiğine göre alkışı haketmiştir"
Eray Sözen, Muslera'ya anlatıyor Galatasaray Dergisi Kasım sayısında, ondan sonra da sorusunu soruyor. Soru da cevap da dergide ama soruyu böyle sorunca güzel olmuş...
Perşembe, Aralık 27
Gangs of New York
Amerika ile ilgili bir şey anlatılıyor ama pek anlamadım. Cehalet işte bizimkisi. Birşeylere gönderme var, bir şeyler anlatılıyor ama bilmiyoruz. Yine de 2.5 saatten fazla süren bir filmi sıkılmadan izlemek güzel.
Daniel Day Lewis, müthiş. O kadar müthiş ki filmden bile daha müthiş, adam filmi gölgede bırakmış. Ara ara Robert De Niro mimikleri, tavırları da görmedik değil.
Çarşamba, Aralık 26
Attığı Her Gol
Ben 17 yaşında Galatasaray'ın alt yapısına girdim. Sarı - Kırmızılı forma için delirirdim ve oynamaya başlayınca sevdiğin bir takım için gol atmak başka oluyor. Ama Galatasaray'dan ayrılmak benim için hezimet oldu. Çünkü ben Galatasaray'ın alt yapısında yetişmişim altı sene emek vermişim ve 20 yaşındasınız Galatasaray'dan ayrılıyorsunuz. Hakikaten tabiri caiz ise insana koyuyor. Galatasaray'dan ayrıldıktan sonra yaptığım her bir mücadele attığım her gol sadece Galatasaray'a tekrardan geri dönmek içindi.
Okan, Tugay, Hakan Şükür, Bülent, Arif'i herkes hatırlar da bir de o takımın Hayrettin'i, Mustafa Kocabey'i, Rambo Yusuf'u, Hamza'sı Cihat'ı, Mert Korkmaz'ı vardı. (Yabancılar ve Uğur ile Erdal).
Çocukluğumun takımı diye demiyorum ama böyle bir takımı bir daha izlemek mümkün olmaz. İlerleyen yıllarda bizi çok üzenler olsa da; Galatasaraylılığından şüphe edeceğimiz adam yok. Hepsi içimizden biriydi. Kimisi hala bizim gibi, kimisi çok değişti.
Salı, Aralık 25
15 Ayın Özeti
Ankaragücü'nün 1.5 sezonu. Üstteki fotoğraf geçen sezonun ilk haftasından. Ankaragücü henüz Süper Lig'de, eylül ayında ilk maçına çıkıyor.
Alttaki fotoğraf son maçtan. İlk yarının son haftasından. Ankaragücü PTT 1.Lig'de. 1.5 senede ne olduğunu bilen bilir. Bir anda böyle olmuyor. O süreç çok sancılı. İsyanın geleceği, bir şekilde patlama olacağı belliydi. Fakat tribün de, şu anda ne kadar çok sıkıntı çekse de, şapkayı önüne koymalı. Bu kulüp de bu duruma bir anda düşmedi ve yaşananlar olurken onlar da tribündeydi.
1.5 sene gerçekten çok kısa bir süre.
Tosun
Böyle fotoğrafları seviyorum. Adam uçuyor amk. Hem futbolcusun hem gol atıyorsun hem uçuyorsun. Süperman misin?
Değil tabi. Cenk Tosun balondu söndü. Nerede ilk geldiği günler.
Gaziantepspor'un 23 numarasını Cenk Tosun giyiyor. Ama yandan bakınca hiç Cenk Tosun gibi durmuyor. Metin Akan'a daha çok benziyor. Bilmeyenlere de hatırlatalım, Metin Akan da en son Adanaspor'a transfer olmuştu.
Çamur
Kim ne derse desin futbolun ruhu yağmur ve çamurdur. Bütün başarılar yağmurla daha fazla anlam kazanır. Çamurlu forma mücadelenin simgesidir. Futbolda "kalite" arıyorsanız yolunuz buradan geçmez. Ama çamurlu sahada oynanan maç herkese zevk verir. Allah topçulara sakatlık vermesin...
Afrika'nın sıcak ikliminden kalkıp geliyorsun, Avrupa'ya, Karadeniz'e Trabzon'a. Sürekli yağmur yağan şehir. Amacın para kazanmak. Üstelik ikinci ligde. Dramatize etmeye gerek yok, Emenike de bunu yaşadı.
O bulutlarla kaplı şehirde bütün zamanını o hayat hikayeni sorgulayarak geçirsen de; maç zamanı kaçırdığın golde, kendini çamurun içinde bulduğunda aklın sadece topta ve kalede olur.
En azından öyle olmalı. Ben de bile öyle oluyor. Bütün sıkıntılara rağmen en ufak mahalle maçında bile en büyük mesele o topun kaleye girip girmemesi. Afyonu çamura atsan afyon yine afyondur.
Pazartesi, Aralık 24
ACABa
Dışarıda, herkesin gözü önünde, kameraların çektiği bir anda bunları yapan bir zihniyet acaba kimsenin görmediği, kapalı kapılar ardından neler yapıyordu.
Neyse ki bu durumlara hiç düşmedim. Ama düşmeyeceğimizin garantisi yok.
Olayları tasvip etmek-etmemek mesele değil ama her suçun yazılmış cezası vardır. Tahmin ediyorum ki, bu ceza hiçbir yerde yazmıyordur.
Papaz Yedek Kalırsa
Cumartesi öğleden sonra ofisten çıktım, basketbol maçına gittim. Ofisten çıkarken internet ile, salondan çıkınca da sporla alakamı kısa süreliğine kestim. Aykut Kocaman'ın istifasını bile 1 gün sonra öğrendim.
Cumartesi gecesi, Mustafa kardeşimden mesaj geldi. ''Mourinho, Casillas'ı kesmiş lan" yazdı (Cumartesi akşamı bize gelen mesaj da bu olur zaten). Casillas'ın papazlığını bilmeyen yok, daha önce buraya da taşıdık. Ben de Mustafa'ya, "kesin yenilrler, takım oynamaz, sabote olur" dedim. Real'in kimle oynadığını bile bilmiyordum.
Dün baktım. Rakip Malaga'ymış. 3-2 yenilmişler. Tam bahislik maçmış. Futbolda çoğu zaman sonucu kestirebilmek için; saha içi dizilişi değil insan psikolojisini bilmek gerekiyor.
Galatasaray 84-66 Gaziantep BB Spor
Cumartesi günü öğleden sonralarına iyi alıştık. Beşiktaş derbisi dışında 6 maçı da cumartesi günü oynadık. Bu ülkenin çalışan nüfusu büyük çoğunlukla haftada 6 gün çalışıyor. Cumartesi günü 16.00-17.00 gibi saatlerde İpekçi gibi ulaşımın da zor olduğu bir yerde maç olması taraftar sayısını azaltıyor.
Bu sorunun federasyonun veya Lig Tv'nin veye Galatasaray yönetiminin düşünmesi gereken kısmı. İngiltere Ligi'ne göre saat ayarlaması yapılınca sıkıntı oluyor haliyle. Yine de bunlar bahane olmamalı. Taraftar da düşünmeli. Neden gelmiyorlar? Cumartesi günü çalışmayan 5.000 Galatasaray taraftarı yok mudur? Cumartesi saat 12.00'de Fenerbahçe maçı olsa kaç kişi gelir? Havanın soğukluğu çok geçerli bir bahanedir ama havanın iyi olduğu zamanları da biliyoruz. Fenerbahçe yenilgisi etkilemiş midir? 10'da 10 gidilen zamanı da biliyoruz.
9 Ocak'ta Kazan maçında salon hatırı sayılı bir kalabalığa ulaşacaktır. Videolar da paylaşılır. Ne güzel tribün yapıldığından bahsedilir. Fotoğraflar şahanedir. Kıskananlar çatlayacaktır. İstanbul tribünlerinin en büyük sorunu kendilerini çok iyi ve cefakar sanmalarıdır. Oysa cefakar olanların sayısı her tribün için 2000'i geçmez.
Gaziantep maçı saat 16.00'da olsaydı gidemezdim. Cuma akşamı, saat 17.00'ye alındığını öğrendim. Çok rahat yetişirim diye düşündüm. Zaten gitmek için artı motivasyon yaratan faktörlerden bir rakip takımda Kötü Gün Dostu Cem Akdağ'nın olmasıydı. Cem Akdağ bu şubenin en çok saygı görmesi gereken figürlerinden biridir. Ama ne yazık ki maç başını kaçırdık. Koç için neler yapıldı bilmiyorum. Belki de hiç bir şey yapılmadı. Kafa abiler de yolunu Vakıfbank maçına çevirmiş, pankart falan hazırlandığını da sanmıyorum.
Maçın başından beri üstündük. Neyse ki, geçen seneki Antalya maçı gibi veya Beşiktaş yarı finali gibi "keşke taraftar olsaydı" diyebileceğimiz bir son olmadı. Maçı baştan sona üstün götürdük. Son dakikalarda Ender, Can Korkmaz, Doğukan, Furkan, Sertaç beşiyle mücadele ettik. Muhteşem anlardı. Biraz da üzüntülüydü. Keşke Göksenin de sağlıklı olsaydı ve Ender yerine o dakikalarda orada o oynasaydı. Ve 5 tane genç oyuncuyla parkede olsaydık. O zaman dilen sabah kadar. Göksenin'e bir kez daha üzülmemize vesile oldu.
Maçta oynayıp sayı atamayan tek oyuncumuz da Doğukan oldu. Sanırım TBL'deki ilk maçı oldu. En azından bir ihtimal yıllar sonra "ilk maçını izledik" diyebileceğiz. Bizim bunu dememiz için onun iyi bir oyuncu olması lazım. Can da 4 sayıyla ligdeki kariyer rekorunu kırdı)
Bu tip maçlarda kayıp yaşamazsak normal sezonu lider bitiririz diye tahmin ediyorum. Fakat haftaya Banvit deplasmanı çok önemli. Fenerbahçe'nin Aliağa ile; Efes'in Tofaş ile, Karşıyaka'nın da Edirne ile, yani nispeten kolay rakiplerle oynayacağını düşünürsek, bu yazıdan 4 gün önce liderken, bu yazıdan bir hafta sonra 5.sıraya düşmüş olabiliriz. Bu puan durumunda, matematikte çok da sıkıntı yaratmaz ama psikolojik olarak ufak bir yara açabilir.
Banvit'i yenelim, Hacettepe maçı da pazar günü olsun, ondan sonra ikinci yarı bambaşka bir havada yaşansın.
Cumartesi, Aralık 22
Herkes Gerizekalı Sen Akıllısın
Şimdi bu yazıyı 21 Aralık'tan sonra yazınca biraz tuhaf olacak. Sanki cevap hakkı doğmuş gibi. Gerçi kıyametin kopacağına, daha doğrusu diğer günlerden daha riskli bir gün olduğuna inanmıyordum. Ama 21 Aralık muhabbeti fena değildi, hoşuma gitmişti.
Bütün dünyanın ortak bir şeyi konuşması, ortak bir şeyden korkması, tedirgin olması, ortak bir durumla eğlenmesi güzel bir şey. Globalizm diye yapılan binlerce acı verici uygulamanın yanında, bazen Macarena dansı, bazen Milenyum heyecanı bazen de 21 Aralık daha çok işe yarıyor.
21 Aralık muhabbetine kapılıp Şirince'ye gelen veya bu tarz rituellere girişen insanların daha çok bu maksatla hareket ettiklerine inanıyorum. Buna rağmen yine de buna inanan da olabilir. Pardon olamazmış.
Bunlar mantıklı açıklaması olmayan, hurafeye, safsataya inanan insanlarmış. Bunu diyenler bir dine aşırı derecede bağlı, hatta radikal diye adlandırılan insanlar değil. Tam tersi, muhafazakar zihniyete karşı devamlı savaşan, özgürlüklerden bahseden, inançlara saygı tamlamasını kullanmaktan çekinmeyen, hatta ateist olan insanlar. Evet onların inanmaması normal ama bazıların başka şeye inanması gerizekalılık. Radikal islamcılar, dindarlar, bu kitleyi sorgulasa anlaşılır belki, ama onlar çok daha tutarlı. Onlara göre, mini etek giyen kız ile Şirince'ye giden arasında fark yok. Allah ona ahirette cezasını verecek. Adam 5 ay önce ne düşünüyorsa aynısını söylüyüyor: "Benden olmayan cehennemde yanacak." Ama sen, seneler boyu inançlara saygıdan bahsederken, çok farklı bir şey söyleyen insanın zekasını sorguluyorsun.
"Şirince'ye giden gerizekalılar"ın çoğu farklı kafada insanlar. Öyle sanıyorum yani. Birşeyden korktukları için değil bir şeyi aradıkları için oradalar. Sen çok akıllı olduğu için hiç bir şey aramıyorsun. Büyük ihtimalle 20 Aralık gecesi, "gerizekalılar" Şirince'de şarap içip muhabbet ederken, sen ofisten çıkamadın, çıktıysan araç bulamadın, evine 3-4 saatte döndün ve sefaleti yaşadın. Plaza-apartman arasındaki hayatın gerçekten zeka parıltılarıyla dolu.
Bir de her olayda olduğu gibi, işi rekabete dökenler var. Sanki kıyamet kopsa Şirince'de olanlar kazanacak. Kopmadığı için Şirince'ye gitmeyenler neredeyse "koyduk mu" yazacak. Olası kıyamet gününde bile işi rekabete döken bir zihniyet insanlığa akıl veriyor.
Eğer maddi anlamda gücüm olsaydı ve iş sıkıntısı olmasaydı ben de giderdim. Zaten bir yerlere gitmek için en ufak fırsatı bile kolluyorum (gerçi bu daha çok deplasman maçları oluyor), 21 Aralık'ta da Şirince'ye giderdim. Ne olacak yani, biraz muhabbet, insanlarla konuşma, Şirince'yi görme, kıyamet muhabbeti, ondan sonra 22 Aralık'ta evine dön. Yeni insanlar tanı, yeni fikirler edin, ufkun açılsın. Ama pardon o insanlar gerizekalı, yeni fikir edinecek değiller. Saçma inanışların peşinden gidiyorlar. Sen metrobüsü kovalamaya devam et...
Cuma, Aralık 21
PFDK Eyyamı
Kısa keselim ve itiraf edelim. Meireles'e verilen ceza fazladır. Engin'e verilen ceza fazladır veya değildir ama tartışılır. Orada hakeme fiili saldırı var. Burada yok. Tükürme de yok. Cezayı hak edecek bir davranış vardır. Fakat anlıyoruz ki bu olayların ir standartı yok. Daha doğrusu standart sağlamak için herkese eşit ceza veriliyor. Olay aynı olmasa bile.
Gerçekten zevki kaçıyor işin. PFDK, bazı olaylarda fazla ceza vermiş olabilir, bazı olaylarda adaletsiz, hatta hukuksuzluk yapmış olabilir. Ama ilk defa bir eyyam görüyoruz. Galatasaraylı oyuncuya ceza verdiysek Fenerbahçeli'ye de aynısını verelim mantığı. Kabul edilir değil. Tahkim'den ineceğini düşünüyorum.
Bu olayın tersi olsaydı; Engin, Meireles, cezalar hepsi tersten işleseydi, Meireles'in yaptığını bir Galatasaraylı futbolcu yapıp 11 maç ceza alsaydı ne hissederdiniz? "Ama bizimki de 11 maç ceza aldı" demeden. Aslında çoğu Galatasaraylı da cezanın çok olduğu konusunda hemfikir.
Öte yandan Meireles'in kendisi "korkuyorsun" anlamında bir hareket yaptığını (yani "yemedi") itiraf ederken, Fenerbahçeliler'in "abi adam sıfır yapıyor" çabası da adamı yoruyor. Her kesimden insana laf anlatmak bazen zor oluyor.
Meireles de, yani İngiltere'de top oynamışsın, üst düzey adamsın, kırmızı kart gördükten çek git. Zaten çok tartışılan bir karar değil, dakika 82 olmuş, bütün maç top oynamayan tek adamsın, oyundan çıkarken de şov yapıyorsun taraftara yaranmak için, sırf bu yüzden 11 maç oynamamayı hak edebilirsin aslında. uradan bakınca da çok üzülmüyorum.
Perşembe, Aralık 20
Başkan ile Gündem Değiştirme
Herkes birşeyler yazdı, yazacak, konuşacak, çoğu da aynı fikirde olacak zaten ama içimde kalmasın diye şuraya not edelim birkaç cümle.
Aziz Yıldırım ile gündem değiştirme;
Sporda şiddeti önlemek adına çıkarılan 6222 sayılı yasa yalnızca Fenerbahçe üzerinde uygulandı; haklı veya haksız. Bugün amigoların çoğu statlarda birbirlerine küfür ediyorlar, ama ertesi gün kol kola geziyorlar. Yani bizim dışımızda zaten onlar aralarında sohbet içerisindeler. 12 Mayıs’ta yaşananlar ile ilgili 6222 sayılı yasadan yargılanan taraftarlarımız, 4’er 5’er ay içeride kaldılar. Bizim taraftarlarımız her olayda 6222 sayılı yasadan yargılandı. Ancak bizim dışımızda hiçbir takımın taraftarları, hatta Fenerbahçe’ye ve Fenerbahçelilere saldıranlar bile kesinlikle 6222 sayılı yasadan yargılanmadılar. Bu nedenle bu centilmenlik yasasını bir hükmü kalmamıştır. Bu yasa sizin bu önemli maçlar için getirilip, kabul görmediği bir yasadır. (Bu bold kısım Mosturoğlu'nun)
Belki de Aziz Yıldırım'ın haklı olduğu tek yer burası. Tribün liderlerinin arasından su sızmıyor, başkanlar iyi kötü birbirleriyle görüşüyor olan bizim gibi münferitlere oluyor. Hatta, Aziz Yıldırım'ın son mücadelesini, deplasman yasağını kaldırma telaşını, samimi olmasa da doğru buluyorum. Keşke kimse samimi olmasa da böyle talepleri olsa. Fakat Mosturoğlu fena patladı. 6222'den kime ne kadar yargılanmış, ne olmuş, bunun yarışını yapmak çok şık değil. 6222'yi çıkaranlar zaten sizsiniz (kravatlılar), ceza alan da biziz (formalılar). Adalet önünde forma rengi pek ayrılmıyor, son engelli basketbol maçında da gördük bunu.
Şampiyonluk günü sonrası o kadar olaydan sonra 4-5 ay içeride kalan sadece 2 kişi oldu benim bildiğim. Fenerbahçe tarftarı onlara destek pankartlar açtı, Aziz Yıldırım Metris'ten mektuplar yazdı. Sonrasında ne oldu. Bu arkadaşların Galatasaraylı ve Beşiktaşlı olduğu ortaya çıktı.
*****
Psikolojik üstünlüğün Galatasaray’a geçmesi için Galatasaray’ın bizi 6-0 yenmesi gerekiyor. Bu böyle olmadığı sürece psikolojik üstünlük kaybolmaz. Ben iddia ediyorum Mayıs ayında Galatasaray ile stadımızda oynayacağımız maç ile bir 10 yıllık süreç daha başlayacak. 10 senede 1-2 maç kaybedilir. Zaten yendikleri de 2-1’lik bir skor.
Zurnanın zırt dediği yer de burada başlıyor. Keşke Fenerbahçe Başkanı kendi camiasının tarihini, yaşadıklarını daha iyi bilseydi. Fenerbahçe'nin bize kazandığı psikolojik üstünlükte 6-0'ın etkisi kesinlikle büyüktür ama asıl neden bizi üst üste hatta Ali Sami Yen'de bile yenmiş olmalarıdır. Aynı seri aynı şekilde bir daha yaşansa ve 6-0'lık maç, atıyorum 2-0 bitse yine psikolojik üstünlük kurulurdu. Veya 6-0'dan sonra 3-4 maçı biz kazansaydık ortada psikolojik üstünlük kalmazdı.
Böyle konuşan birine 8-15 yaş arasında olsa, ses etmezsin, seninle yaşıt olursa "Sen önce Uefa Kupası kazan" veya "Sen önce benim stadımda benim elimden kupa al" dersin başkan olunca "yazık" diyorsun sadece...
****
Galatasaraylılar her yere yazdıkları, gündeme getirdikleri Mayıs ayında sadece ’yarım puan fark ile’ şampiyon oldular ve bu da statü gereği. Fenerbahçe’ye yapılan, yaşatılan onca şeye rağmen. Fenerbahçe’nin başına 3 Temmuz süreci getirilmesiydi, böyle olmazdı. 2011-12 sezonunda bize tüm yaşatılanlara rağmen arkalarına aldıkları tüm destek ile son maçta bizimle 0-0 berabere kalarak şampiyon oldular. Siz sanıyor musunuz ki Fenerbahçe’ye 3 Temmuz yaşatılmasaydı geçen sezon o şekilde bitebilirdi? Fenerbahçe’ye 1 yıl boyunca yapılanlar olmasaydı Fenerbahçe kurduğu kadro ile oturmuş yapısı ile geçen sezon ve bu sezon uzak ara şampiyon olmaz mıydı? Geçen sene de şampiyon olurduk ama Fenerbahçe’nin önü kesildi, 2006’da olduğu gibi. Bunlar gerçekler.
****
Hoşgeldin 2006. Şu 2006'da neler olduğunu bir açıklasa da rahatlasak. Neyse yine üstü kapalı geçmiş, biz de geçelim. Ama statüyü unutmayalım. Bu kadar ..... şey olmaz. Noktalı yere ne geleceğini bulamadım. İnsanları aptal yerine koymak bu. Statü değişikliğinin nasıl olduğu, ne için olduğu,... Yazası gelmiyor insanın. Statü değişmeseydi 9 puan farkla hem de yine Kadıköy'de şampiyon olacaktık, statü değişince lig yarışı esnasında Metris'te olan adamın "yarım puan" demesine maruz kalıyoruz.
Fakat yine haklı olduğu bir durum var. Niang, Lugano, Andre kalsa böyle olamazdı. Bu da gerçek bir durum.
****
Hakem tayinini bile gazetelerden öğreniyoruz. Eskiden, maçlardan birkaç gün önce hakem atamaları resmi olarak açıklanmadan önce 3-4 hakem ismi sayılırdı. Şimdi 2 gün önceden Twitter’dan hakem ismi açıklanıyor ve iddia ediliyor: Galatasaray kulübü bunu istedi diye. Ama hiçbir şekilde bu konuya ilişkin bir açıklama yapılmıyor.
Bu bir itiraf mıdır acaba Artık hakem tayinini bile gazetelerden öğrenmek. Yakın zamanda "Rakip takım kadrosunu artık gazetelerden öğreniyoruz" der mi.
****
Yıllarca bizim taraftarımız statta koreografiler yaptı. Ama geçen yıl ve bu sene yapmadı. Çünkü Türk Sporunda biz Fenerbahçeliler kırgınız, üzgünüz ama inançlıyız. İnancımız, Fenerbahçe’nin bu işlerin içinde olmadığıdır.
Acaba neden yapmadılar. "Koreografi nasıl yapılacak görecekler" diyen kulüp başkanı, öyle veya böyle, haklı veya haksız , bir şekilde içeride olunca , kulüpten uzak olunca taraftarının koreografi yapamamanın bahanesi nedir. Şike ile ilgili de değil, takımın arkasındayız mesajı bile verememenin nedeni nedir? Gerçi Aziz Başkan bilmiyor ama, o Metris'teyken Fenerbahçe tribünü bir koreografi denedi ama başarılı olamadı. Aziz Yıldırım'ın bu cümeleleri de Galatasaray'a taş atmaktan çok Fenerbahçe'nin tribün emekçilerine hakarettir.
***
Ben de yorumluyorum şike sürecini, iyi duysunlar: Tüm takımlar ne kadar temizse, Fenerbahçe de o kadar temizdir. Ne demek istediğimi hepsi anlasın. Türkiye’de tek takım teşvik primi almamıştır. Bu da Fenerbahçe’dir. Diğerleri çıksın, biz de almadık desin. Ben kendi sorumlu olduğum kulübümle ilgili konuşuyorum. Fenerbahçe, tarihinde hiçbir şekilde teşvik primi almamıştır. Bu söylediklerim de olay olacak biliyorum ama bazı şeyler de bizi rahatsız etmeye başladı.
Buyur buradan yak. Fenerbahçe kim niye teşvik primi versin. Biz senelerdir senin verip-vermediğini tartıışıyoruz. Seri katilin "Bugüne kadar bir tane adamı sakat bırakmadım" demesi gibi. Katil öldürmiş herşeyi, hala başka yerleri kovalıyor.
***
Futbol takımımıza yapılan cezalandırma diğer takımların futbolcularına karşı yapılmadı, yapılmıyor. İki gündür açıklamalar yapılıyor, 9 maç 10 maç cezalar. İlk önce düşünün, bu kadar ceza verdiğinizde bu ülkenin parası gidiyor, buradan da bakmak lazım. Fenerbahçe Avrupa’da oynuyor. Yapmışsa alsın buna itirazımız yok. Ama böyle abartılı cezalarla…
Buna yorum bile yapmıyorum, Meireles'in cezası açıklasın ona göre geri döneriz.
***
Şekip Moturoğlu: Galatasaraylı bir yöneticimiz Abdürrahim Albayrak psikolojik üstünlüğün kaybedildiğini söylüyor. Aynı Abdürrahim Albayrak devre arasında fenalık geçirdi. "Teknik ekip bana yardımcı oldu" diyor. Nasıl psikolojik üstünlük kaybedilmiş, çelişki var sanki.
Çelişki, 3 Temmuz'dan sonra her mahkeme günü, her ifade alınma esnasında fenalaşan sizlerin, hastanelere kaldırılan sizlerin, "fenalaştı ehehe" diyerek üstünlük kurmaya çabalamış olmanız. Demek ki hakiketn psikolojik üstünlüğü kazanmışız, hatta başka şeyleri de kazanmışız ki çıkıp" olsun sonuçta psikolojik bizde" diyorsunuz. Tamam sizde, o sizde kalsın. Böyle devam etsin.
***
Bu bir infialdir. Şoktur. Fenerbahçe'nin başkanı, yönetim kurulu ne yapacağını şaşırmış durumdadır. Bu şok ters de tepebilir. Bir anda daha saldırgan olabilir ve sonuç alabilirler. Ama telaş işe yaramaz. Biz izlerken bile korkmuyoruz, "adama yazık" diyoruz. Şu yazıyı yazmak bile gereksiz ama içimizde kalmasın.
Bugüne kadar hep sustular demesinler diye, yazmak lazım önceden.
Fenerbahçe 74 - 67 Galatasaray
Bu salonu kim yaptıysa eline sağlık. Güzel bir salon yapmış. Ama bu tarz salon/stadyum zihniyetini kim bizim oyunumuza soktuysa dertleri bitmesin. Neyse ki biz salon konusunda daha şanslıyız. Ebesinin nikahında da olsa, samimi bir ortamı olan bir salona sahibiz. Ülker Arena, Kadıköy'de dediler, Ataşehir'de dediler daha zor gittik ama olsun. Salonun öyle problemleri var ki, ulaşıma sıra gelmez. O problemler de bizi değil Fenerbahçelileri bağlar. Konuştuğum birçok Fenerbahçeli de salondan şikayetçi.
Olmuşla ölmüşe çare yok. Bu sezondan sonra Fenerbahçe bu salonda oynayacak. Biz de Göksenin ve Domercant olmadan oynayacağız. Buna alışmamız lazım veya alternatif üretmemiz lazım. Takım içinde olmuyor bu alternatif . Artık Arroyo mu oluyor yoksa başkası mı göreceğiz. Sene başındaki o her an her şeyi yapan takım gitmiş. Rakibinin kötü oynamasını bekleyen bir takım gelmiş. Açıkçası bu sene rakibini bekleyen değil rakibine kendisine oynatan bir takım izlemek istiyorum.
Hocamıza güvenimiz sonsuz. Basketbolla ilgili çok fazla analiz yapmak istemem. Ama birkaç şey yazalım ki, sayfa dolsun. Öncelikle maçın kırılma anı herhalde, 11 sayı geriden gelip 3 sayıya indirdiğimiz anda kaybettiğimiz toptu. Hücum süresinin dolmasına 3 saniye kalmıştı ve topu oyuna yandan sokacaktık. Hocam mola almayı tercih etti. Öncelikle 3 saniye kala ne yapacağını bilmeyen bir takım varsa sahada bu çok üzücü. Sonrasında ise hızını ivmesini almış bir takım bir hücumdan boş dönsene olur. Rakip hala şokta ne de olsa. Fakat mola alarak rakibe de fırsat tanıyorsun.
Mola dönüşü 3 saniye olabilecek en kötü şekilde geçti. Önce top kaybı ardından sportmenlik dışı faul. Fark yeniden açıldı. Ondan sonra toparlamak kolay olmadı. Takımın mücadelesi de toparlama ışığını vermedi. Üçüncü periyot gelgitleri bu sene de yepyeni oyunculardan kurulu bir takım da olsa devam ediyor. Geçen sene Sinan Erdem'de de, bu senede burada kazanacak kadar oynamadık. Sıfır mücadele. Ve ikisini de pisi pisine verdik.
Furkan'ın 13 dakika oynamasına neden bulamıyorum. Oynadığı süre içinde 10 ribaund topladı. Bu iyi bir sayı bence ama hocamı tatmin etmemiş.Oyuncuları da eleştirmek istemiyorum. Hawkins'in formsuzluğunu (buna rağmen takımın en skoreri) Gordon'un durgunluğu... Bunları uzun uzun yazmak istemiyorum, çünkü biliyorum ki, birkaç gün sonra Euro Cup'ta falan kritik bir maç falan kazanınca hepsine övgüler düzeceğim. Ama insan derbi galibiyeti hemde deplasmanda kazanmayı istiyor.
Fenerbahçe neyi daha iyi yaptı da kazandı bulamıyorum. Sanırım daha çok istedi ve bu da yetti. Preldziç'in uzaydan attığı son saniye üçlüğü bir şeylerin ters gittiğinin habercisiydi. Yine de geçen sene 30 Aralık'ta Marco Tomas'ın iki üçlüğü kadar acı olmadı.
Herşeye rağmen lig devam ediyor, sezon devam ediyor. Böyle şeyler yaşanabiliyor. Yenilgiler olacak. Ama böyle isteksiz oyun görünce üzülüyoruz. Derbide yeniliyoruz ve ne salonda oluşan kötü atmosfere ne de hakem kararlarına ne başka birşeyde bahane aramıyoruz.
Bu arada hakemler o kadar kötüydü ki, bir taraf çıkıp "bize daha kötüydü" diyemez. Kendileri bile aksini iddia edemez, zaten o kadar eyyam düdüğü çaldılar ki, en azından kötü kararlarını dengelediler.
Maç sonu Fenerbahçe'nin sevinci, bana 2009'da Kadıköy'de kazandıkları 3-1'lik maçı hatırlattı. Sevinmek hakları ama konfetiler falan biraz abartı oldu sanki. Sanırım psikolojik üstünlüğü bu sayede koruyorlar.
Bu arada kupadaki maç 74-69 bitmişti, bu sefer 74-67 oldu. Birbirine benzeyen ama kazananı değişen maçlar.İki takımın bu maçlar dışında sadece 1 yenilgi aldığını düşünürsek ve bu yenilgiyi bile İzmir'de Karşıyaka deplasmanında aldığını eklersek üçüncü maçın oldukça kritik olduğunu belki de sezon finalini etkileyciğini söyleyebiliriz. O yüzden İpekçi'de 7 sayı kazanmak bile yetmeyebilir. Bekliyoruz
Çarşamba, Aralık 19
A Scanner Darkly
Film o kadar doyurmadı ki; o kadar soru işareti bıraktı ki, kitabı okumak farz oldu. Bu arada bu tarz da güzeldi, her ne kadar Winona Ryder'ı canlı canlı göremediysek de...
Salı, Aralık 18
Ağlatma
Maç öncesi koreografi muhteşemdi. Pankarttaki sözü beğenmedim. Daha anlamlı bir şey yazılabilirdi. "Herşey unutulur hatıralar kalır" bu şölenin yanında çok basit kalmış.
Stada ilk geçtiğimiz günlerde, TT Arena'da koreografi yapmamız zor olur diyordum ama yanıldım. Ali Sami Yen geleneği devam ediyor. Hatta bazen Ali Sami Yen'de o ufacık tribünlerde nasıl yapmışız diye düşünüyorum.
Derbi olmasından dolayı, rakibin Fenerbahçe olmasından dolayı bu sefer yadırgamamak lazım ama bu aralar çok Kadıköy temalı koreografiler yapıldı. Belki biraz değişik, yaratıcı şeyler bulunabilir. Bu da ufak bir eleştiri.
Asıl eleştiri ise bu paragrafta... Koreografi yükselirken çalan şarkı muhteşem. Fakat stadyum hoparlöründen şarkı çalınması kötü bir durum bence. Kulüp ile tribün arasında organik bağ olmamalı, olsa bile bu kadar belli edilmemeli. Nasıl sahada Fenerbahçe gibi kazandıysak, burada da Fenerbahçe zihniyeti çıktı ortaya. Kadıköy'de yönetim destekli hazırlanan pankartlar, çalan şarkılar, Ercan Saatçiler vs...Unutulmadı. Ve sanki bu da biraz bu yolu tercih etmeye başladığımızın göstergesi. Keşke o tezahüratı taraftar tek başına söyleseydi.
Gerçi Aziz Yıldırım'in "Kadıköy'de nasıl koreografi yapılır göstereceğiz'' açıklamasından sonra buna da çok takılmamak lazım.
Koreografinin bir parçasını tutmak, ne olduğunu, neyin altında olduğunu eve gidip saatler sonra görmek veya karşı tribünde ilk açılış anını izlemek. Bunlar en az gol kadar güzel şeyler.
Bu arada; uzun süre söylenip daha sonra gerçekleşen tezahüratları çok seviyorum....
Fener Gibi Olan Kazandı
Derbi galibiyeti her türlü güzel. Bu rahatlığın, huzurun, mutluluğun tarifi yok.
Üstelik artık gelenek oldu. Elmander'in maçı (nedense o maçı hep böyle hatırlayacağım), Baros'un direği, Stoch, Kadıköy'de şampiyonluk, Erzurum'da Umut ve dün gece. 5 maçta sadece 1 yenilgi, kazanılan 2 kupa. Bunların hepsi 374 güne sığdı. Böyle bir periyot daha önce olmamıştır herhalde. En azından ben yaşamadım.
Bu maçın önemi de bundan kayaklanıyordu aslında. Kazanan kupa almayacaktı.Kaybetsek en fazla 3 puan kaybedeceğiz ama daha ligin 16.haftası, telafisi olan bir dönem. Herhangi bir gerginliği veya önceden gelen bir rövanşı da yok. Kağıt üzerinde son yılların en önemsiz derbisi gibi gözüküyor. Ama öyle değil işte. Bu maçı kazanan psikolojik üstünlüğü eline geçirecek gibiydi. Galatasaray kazanırsa yukarıda bahsettiğim inanılmaz seri oluşuyor. Fenerbahçe kazanırsa; "Ne olursa olsun ben seni yeniyorum" mesajını veriyor. Kazanan Galatasaray oldu, 10 sene, hatta belki de 1989'daki 4-3'lük galibiyetten sonraki 23 sene süren üstünlük artık son buldu. Hem de Fenerbahçe'yi Fenerbahçe gibi oynayıp yenerek..
Yılın empati ödülünü Çarşı aldı, ama dün geceden sonra ödülün Fenerbahçe taraftarına verilmesi lazım. Yıllardır nasıl kazanıyorlarsa öyle kaybettiler. Erken gol yediler, iki duran toptan gol yediler, kendi kalelerine gol attılar, topla daha çok oynadılar, ama buna rağmen pozisyon bulamadılar, fazla pozisyon da vermediler ve yenildiler. Ne kadar da alışık olduğumuz bir hikaye.
Maçın en iyi futbolcusunu seçmek zor. İyi oynayan yok. Ortak kanaat Semih Kaya'da birleşiyor. Kazanan takımın stoperi. İkinci sırada belki Riera, sol bek. Olacak iş değil. Semih Kaya ile Emre Çolak geçen seneki derbinin gizli kahramanlarıydı. 1 sene içinde ikisi çok zıt şekilde ilerledi. Semih derbinin yıldızı olacakken, Emre, Engin'in bile ilk 18'de oynamadığı bir derbide yoktu. Engin tercihi de çok ilginç. Hoca oynatır veya oynatmaz o ayrı mesele de; bugün hala, "Terim kazandı ama kaybetseydi Engin tercih tartışılırdı" diyen bile çıkmadı. Engin tercihi tartışılmadığı gibi, kaybetseydi tartışılırdı diyen bile yok. Bu da Engin'in ne durumda olduğunun göstergesi. İnsanlar sağ bek Sabri'nin olmamasına bile daha çok şaşırıyor.
Alex yerine Meireles'in olması bizim için daha kötü demiştim, fena yanıldım. Alex olsa da sonuç değişmezdi ama Meireles maçın en kötüsüydü belki de. Belki de derbide son zamanlarda bu kadar kötü oynayan başka biri yoktur. 4-0'lık maçta Ferhat belki.
Bu kadar saha içi yazmak yersiz. Derbi sonrası yazı yazıyoruz ve saha içini konuşuyoruz. Ne atar var ne gider, ne sataşma, ne rövanş çığlığı ne galibiyet çığırtkanlığı, ne de TFF'ye, hakemlere, rakiplere hesap sormalar. Kavga yok, vukuat yok. Böyle derbi mi olur diyeceğim ama bir kere de böyle olsun. Uzun zamandır çok yordu bizi bu derbiler, bu sefer böyle rahat bir şey olsun.
Yukarda son 5 maça isim taktık; bu maçın adı da bu olur işte.
Pazar, Aralık 16
Galatasaray 71-61 Tofaş
Bu sefer maça geç kalmadım. Olabilecek en erken zamanda içeri girdim. Ama takım benden daha sonra geldi maça. İlk iki periyot büyük sıkıntı yaşadık. Cenk'in bireysel katkısıyla ayakta durmaya çalıştı uzun süre. Sonradan gerisi geldi de derbi öncesi sürpriz yaşanmadı.
Donetsk maçı sonrası böyle bir atmosfer bekliyordum. Takım, psikolojik olarak ufak da olsa bir çöküntü yaşadı. Bunu ilk periyotta görmek mümkündü. Taraftar ise yine salona gelmemekte diretti. Gerçi bu sefer normal. Donetsk maçının hayal kırıklığına; geçen pazar Ahmet Cömert'te yaşananlar, ve futboldaki derbi eklenince tribün, ufak çocukların Galatasaray ile buluşmasına döndü. Tribün büyükleri bile maça fazla ilgi göstermedi.
Geçen sene Antalya'ya yenildiğimiz maç esnasında bütün tribün Florya'da toplanmış, takımı Kadıköy'e uğurluyordu. Şimdi de akıllar futboldaydı herhalde. Bir de Beşiktaş derbisi dışında çoğu iç saha maçını Cumartesi 16.00'da oynamış olduk. Daha uygun saatlere çekilse, tribünün daha çok dolacağına inanıyorum.
Neyse ki takım ikinci yarıda maça dönmeyi başardı. Alıştığımız Galatasaray geri dönünce maçı kazanmak kolay oldu. Jamont Gordon TBL'deki en yüksek sayısını Tofaş'a attı; 18 sayı; hangi ara attı izlerken bile fark edemedim. Hawkins sene başındaki gibi değil ama en kötü gününde bile etkili.. Furkan'ın çabası ve Ndong'un ribaund katkısı iç rahatlatıcı...
Tofaş, geçen senenin en sempatik takımıydı. Bu sene o sempati kaybolmuş gibiydi. Takım yine iyi ve sert oynuyor. Ama fazla adrenalin pompalıyorlar sanırım. Gereksiz yere gerginlik yaratıyorlar. Başka maçlarda işe yarar ama Galatasaray karşısında ter teper. Tribünü maçın içine sokmak için Kenan Sipahi'nin gereksiz yere Cenk Akyol'a atarlanması yetti.
Maçın sonu Fenerbahçe'ye sataşarak geçti. Fener Sami Yen'e nasıl gelecek ile Ataşehir Fener'e mezar olacak arasında geçen son dakikalar. Belki de uzun bir aradan sonra ilk defa 2 dileğim var tezahüratı gerçekçi oldu.
Cumartesi, Aralık 15
Hocam Akşama Ne Yapıyosun
Beşiktaş ve Ankaragücü ile menemen ülke gündemine otururken, Mersin'de daha başka bir hikaye varmış. 4-4-2'den Hilal Gülyurt'a konuşan Mersin İdman Yurdu Teknik Direktörü Nurullah Sağlam anlatıyor:
"Takımı çalıştırmaya başlar başlamaz futbolcuların düzgün beslenmesi içimize dert olmuştu. Bir türlü içinden çıkamayınca bizim ekipten hocalarımızla kaldığımız yere bir taş ocak yaptırıp, kazanlarla yemek yapmaya başladık. Antepli olduğumuz için de yaptığımız yeniyordu hani! Biz yemeği yapıyorduk, futbolcular da masayı hazırlıyordu. Oturup hep beraber yiyorduk.
Bir gün antrenmanda bir pozisyona kızdım, bağırıyorum. O sırada futbolculardan birinin sesini duydum. Kaleci antrenörümüze "hocam akşama ne yapıyorsunuz" diye soruyor. Ondan sonra kız kızabilirsen
Kasımpaşa 1-1 Trabzonspor
Sebepsiz bir batıl inanç işte. Eğer bir maça geç girersem ve maçı kaçırdığım dakikalar içinde gol olursa, bir daha maça gidene kadar geçen günler kötü geçer. Sanki ihanetin bedeli gibi. Toplasan böyle 3-4 maç olmuştur ama o inanç da bir yerden sonra korkuya dönüşüyor.
Gereksiz işler yüzünden Özer'in golünü kaçırdık. Ondan sonra da maçtan keyif almak mümkün olmadı. Dakikalar geçiyor gol olmuyor. Kendi takımımızın maçı değil ki sadece sonuç önemli olsun. Gol olsun, pozisyon olsun istiyoruz. Geldiğimiz maçta gol olmuş ama görememişiz. Derken en kötü olay oldu. 89.dakikada gol oldu, maç uzadı.
Özer'in golüne yetişseydim, 1-1 olunca çıkardım. Uzatmaları izlemezdim. Nasıl maç başındaki batıl inancım varsa, bir de maç sonu için var. Maç bitmeden stadyumdan çıkmam. Maçtan çıkma, maçı kaçırma gibi bir durum değil. Girişte başka etkenlere bağlısın, çıkış ise Allah korusun ölüm-kalım meseleleri dışında senin verdiğin bir karar. Hal böyle olunca 90.dakika bitmeden tribünden çıkmam. Ama maç uzarsa keyfime göre giderim. Çünkü uzatma kadar saçma bir şey yok. Bazı futbol ulemaları penaltılar kalksın diyor. Sanki penaltı futbolun içinde olan bir durum değilmiş gibi. Sanki futbolcular penaltı atmıyorlar da taş kağıt makas oynuyorlarmış gibi adaletsizlikten dem vuruyorlar. 120 dakika boyunca birbirine üstünlük kuramayan iki takıma penaltı attırmaktan başka bir yöntem aklıma gelmiyor. Üstelik penaltılar, o sıkıcı 30 dakikalık uzatmayı izleyen taraftar için de heyecanlı birkaç dakika demek.
Maçın normal süresinin berabere bitmesini ne kadar istemediysem uzatmada gol olmasını da o kadar istemedim. Madem uzatmayı izliyoruz, penaltıları da görelim. Penaltılar başlayınca akla ufaktan Videoton maçı geldi. Kasımpaşa'yı daha şanslı gördüm. Ama Trabzonspor, Tolga ile turu yakaladı.
Şota'ya ligin en kötü teknik direktörü demiştim, arkasındayım. Hiçbir şey üretemeyen, Alanzinho'nun yalancı çalımları ve driplingleri dışında sahada var olmayan Trabzonspor, İstanbul'dan turlayarak döndü. Şota uzun süre oyuncu değiştirmedi. 80.dakikada hücumcu Dimitrov'u çıkardı ve savunmacı Elyasa'yı çıkardı. 10 dakika da kalsa, oyun içinde böyle değişiklik yapmak her zaman risktir. Öyle de oldu. 8-9 dakika sonra Adrian attı. 90 dakika boyunca tek oyuncu değişikliği yapıyorsun ve onda da hücumcu çıkarıp savunmacı alıyorsun. Gol yemek kaçınılmazdı.
Trabzonspor'un verilmeyen bir golü de vardı maç içinde. Sanırım nizami golmüş. Benzer bir şekilde yan top golü yediler. Kalede de uzun boylu Isaksson var. İlginç yani.
Neyse olan oldu. Kupa maçları için İstanbul dışına çıkmayan Kasımpaşa, grupları göremedi. Görse güzel olurdu, en azından 1 maça daha giderdik. Kasımpaşa tribününün boykotu da biletler 5 liraya düşene kadarmış. İki günde iki kupa maçında iki Trabzon takımı İstanbul'da kupada tur atladı. Bu haftayı da unutmazlar artık.
Perşembe, Aralık 13
1461 Türkiye
1461 Trabzon'un Trabzon için önemini biliyorum. Yaptıkları işe büyük saygı duyuyorum, hatta seviyorum. Küçümsemek aklımdan bile geçmiyor.. Muhteşem bir hikaye var. Başlarında idealist hoca Mustafa Akçay varken orada olan biten şaşırtmıyor. Ama bir parantez açalım.
Galatasaray galibiyetinden sonra ülke gündemine oturan bu takıma, 70'lerin Trabzon'u (yerlinin yerlisi) muamelesi yapılıyor. Tartışmasız altyapya gerekn önemi verdikleri ortada ama takımda Trabzon dışından gelen oyuncu sayısı daha fazla. Bunu belirtmek istedim sadece.
Galatasaray maçı 11'i şöyele;
Fatih Öztürk, doğum yeri Fransa, futbola Gölcük'te başladı.
Abdullah Karmil, doğum yeri Sarıyer, futbola Çorum'da başladı, kiralık geldiği Trabzon'da kalıcı oldu.
Mehmet Kuruoğlu; Trabzonlu
Caner Osmanpaşa Trabzonlu, Sebat altyapısından yetişti, Ordu'da Denizli'de oynadıktan soıonra bu sene 1461'e geldi.
Göksu Alhas, Trabzonlu
Abdülkadir Özdemir, Trabzonlu
Sercan Kaya, İzmirli, Bucaspor'da futbola başladı, dikkat çekince Trabzonspor'a geldi. Salı günkü golü, Türkiye Kupası'nda Galatasaray'a attığı ikinci gol oldu.
Yusuf Erdoğan, Isparta doğumlu
Emrullah Kokoç, 61 numara, anlatmaya gerek yok. Yine de kariyerinde iki sezon Orduspor var.
Kadir Keleş, Trabzonlu; Gaziantep'te, Diyarbakır'da, Adana Demirspor'da oynadı. Güney turundan sonra Trabzon'a geri döndü
Ofoedu, Nijerya'da doğdu Trabzonlu oldu
Otobüs
Otobüs ilginç film. Daha önce adını bile duymamıştım. Sonra yasaklı bir film olmasına rağmen yurt dışından ödüller aldığını öğrendim. Yönetmenliğini de Sarı Mercedes'ten tanıdığımız Tunç Okan yapınca ilgi çekti. Bir de oyuncu kadrosunda Tuncel Kurtiz'i görünce...
Beklediğim gibi olmadı ama. Yavaş ilerleyen bir film olması bir yana ana fikir çok rahatsız edici. Sanki Doğu-Batı kültürleri arasındaki fark değil de, Batı'nın ahalksızlığı anlatılıyor. Gerçi filmdeki en ahlaksız adam bir Türk.
Eşcinsellik, kumar, içki; bütün kötülüklerin başkenti Avrupa'ymış gibi gösterilmiş. Aslında filmi yasaklaması gereken Türkiye değil İsveç'miş. Bunun tersi bir film olsa sonu Midnight Express'ten farklı olmazdı. Ve işin aslı bu filmin Türkiye'de yasaklanması gerçekten çok saçma.
Siyasi içerikli, filmlerin yasaklanmasının mantığını bir yerden anlıyorum. Ama bu filmde devleti, devlet otortesini, toplum huzurunu bozabilecek ne görmüşler bilemedim. Belki de o zamanlar, yurtdışına işçi gönderilmesi devlet için olması gereken bir durumdu ve bunun toplum nazarında negatif etki görmesi planları bozabilirdi. Bu da sadece ufak bir tahmin...
Çarşamba, Aralık 12
Yönetimin İflası
Yönetime zaten zerre güvenim yoktu, bu hafta iflas etti. Aslında biraz da sevindim "Ünal Aysan büyük başkan yaa" diyenler belki bir nebze olsa da görmüştür olan biteni...
Gerçi yönetimin çok da umurunda mı bilmiyorum; Store para basıyor, kombineler satılıyor, gerisi mühim değil.
Bugün yapılan açıklamanın da hiçbir geçerliliği yok.
Galatasaray 1-2 1461 Trabzon
En son, kupada Sivasspor'a elendiğimiz maçta gelmiştim TT Arena'ya. Modern futbolun simgesi olan yeni stadyumumuza geçen sene Fenerbahçe galibiyetinden sonra gitmeye başlamış, Sivasspor ile son noktayı koymuştum. Bu sefer Fenerbahçe maçı öncesi geldim. Gelmekten hoşlanacağım maç. Az kişi, soğuk hava, alt lig takımı. Vasatlığın en dip noktası. Modern stadyum, bu muhteşem birleşimi bozan tek unsur.
İsteğim; erkenden farkı yakalayıp, derbiyle uğraşmaktı. Galatasaray tribünü yine sıkıntılı 2-3 gün geçirdi. Aslında kimsenin de keyfi olduğunu sanmıyorum. Zaten öyle bir stadyum ki, kim ne düşünüyor, ne konuşuyor, neler oldu, neler yapılacak bilmiyorum. Kimseyle konuşamıyoruz, birileri uzakta diğerleri daha uzakta, maç öncesi diye bir şey yok, kulis yok, sohbet yok,.. İşten çık, metroya bin, koltuğuna otur...
Evet biz maç erkenden kopsun ve Fenerbahçe'ye sataşalım istedik, bu rehavetle maça geldik ama takımın buna hakkı yoktu. Ama daha da üzücü olan, Fatih hocamın bunu yapmaya hakkı yoktu. Rakip bu kadar küçümsenmez. Üstelik bu rakip, alt lig takımı olsa da kendi liginin en iyi takımlarından biriyken. Rotasyon dediğiniz şey, iki farklı oyuncu grubunun; organizasyona ve rakibe göre oynamasıyla yapılmamamlı. İdmanda yelek dağıttığınız grupların kendine özel maçları olmamalı. Bazen Sercan Süper Lig'de en zor deplasmanda oynamalı, bazen kupada en kolay gözüken maçta Selçuk İnan da olmalı. En kötü ihtimalle yedekte her zaman B planı olmalı.
Galatasaraylı arkadaşlar, Ofspor karşısına yenik duruma düşünce Fernandes ve Almeida'yı oyuna alarak maçı çeviren Beşiktaş ile dalga geçmişti. Oysa olması gereken oydu.Tehlike anında camı kırmak için bir şeyler gerekiyor. Bizde dün yedek kulübesinden santrfor yoktu. Hocam, oyucuları istediği kadar suçlayabilir, eleştirebilir, ''Galatasaray futbolcusu her zaman hazır olmalı" diyebilir, hatta devre arasında bazılarının biletini de kesebilir ama şunu da eklemek lazım; neredeyse babam kadar sevsem de dün yanlış yapmıştır, bizi üzmüştür.
Bir de şunu tartışmak lazım; kupa gerçekten angarya mı? Eğer değilse 70'ten sonra oynanan top da neyin nesi? Gerçekten kupadan elenmek çok üzücü bir şey değil. Ama böyle elenmek kötü. 70 dakika top oynamayıp, 70'ten sonra yumurta kapıya dayanınca top oynamaya başlamak taraftara yapılan büyük saygısızlık.
2005'te kazanılan 5-1'lik kupa zaferinden sonra kupa yolculuğuna biri dışında hep iç sahada son verdik. Fenerbahçe, Erciyesspor, Gençlerbirliği, Antalyaspor, Gaziantepspor, Sivasspor, 1461 Trabzon... Gençlerbirliği maçında hepsi tribündeydim ve sanırım Ömer Çatkıç faktörlü Antalyaspor maçını saymazsak en çok üzüldüğüm bu oldu. Fenerbahçe'yi yenmemize rağmen elenmemiz dahil. Çünkü diğerlerinde kötü oynadık, iyi oynadık, top girmedi birşeyler oldu ve sonunda elendik. Bu sefer hiç bir şey yapmadık. (Düşündüm de Fenerbahçe maçı baya acı olmuştu)
Eğer maçtan, saha içinden bahsedeceksek, konusmamız gereken tek şey 1461 Trabzon olmalı. Hatta Mustafa Reşit Akçay. Tavşanlı'da yaptıkları heyecanlandırıyordu, şimdi Karadeniz'de yaptıkları da heyecanlandırıyor. PTT 1.Lig'in içinde kazanılan galibiyetler-alınan yenilgiler gelip geçer 1 hafta konuşulurdu ama TT Arena'da Galatasaray'ı elemek müthiş iş. Ligi yakından takip edenler ve Trabzonlu olanlar şaşırmamıştır gerçi. Galibiyeti sonuna kadar hak ettiler. Bu modern stadyumda amatör ruh kazanınca ister istemez Zafere Kaçış'ta Pele'nin takımı kazanınca yüzünde tebessüm oluşan subay tipine giriyoruz.
Bu yenilgiden ders çıkar umarım, 8 sene süren bir kupa hasreti oldu. Üstelik 8 senede final bile oynanmadı.
Bir söz de Trabzon taraftarı üzerinden Galatasaray taraftarına. Galibiyete kadar Galatasaray'a küfür etmelerini aslında çok yadırgamıyorum ve ciddiye almıyorum. Onlarla beraber yürüyüş yapan Galatasaray taraftarı ciddiye alırsa daha çok sevinirim. Daha kötü olan ise Galatasaray'a edilen küfürlerden sonra Aziz Yıldırım'a küfür ettiler. Ve ondan sonra Galatasaraylılar alkışlamaya başladılar. Yazık. Neyse ki "Kapalı'nın solu" ruhu devam ediyor...
Öte yandan maç sonu çalan şarkı da ilginç oldu.
Salı, Aralık 11
Yine Sabah
İnsanlığın yaygın inanışı; "her gecenin sabahı var" Sabah olunca, güneş doğunca, yeni güne girince güzel şeyler olabilirmiş. Olmuyor. Aynı şeyler tekrar, bir daha... Belki daha da acısı.
Tekrar savaşıyorsun, bir daha darbe yiyorsun, yine lanet ediyorsun ve sonra akşam oluyor. Belki de içimiz rahat olduğu için akşamlar daha çok hoşumuza gidiyor. Geceler daha çok umut veriyor. Akşam olacak, yatağa gireceğiz, kafamızı yastığa koyacağız ve her şeye rağmen huzurlu uyuyabileceğiz. Çünkü vicdanımız rahat. İçimiz rahat. Herşeye rağmen yanlış bir şey yapmadık. Ya da yapmadığımızı sanıyoruz.
Keşke içimiz rahat olduğu kadar kafamız da rahat olsaydı...
Öyle zor, öyle zor, öyle zor geliyor ki; her yeni gün, her yeni gün, her yeni gün, her yeni gün.....
Tek Tip Vicdan
Zengin değiller. Ama durumları iyi olan insanlar, aileler. Sıkıntılı dönemleri illa olmuştur ama hiçbir zaman yokluğu görmemişlerdir. Sistem içine bir şekilde dahil olmuşlardır. Sistem de onları dışlamamıştır zaten. Toplum da dışlamamıştır. İki ileri bir geri, iyi-kötü, az-çok idare etmişler. Aslında iyi insanlar. İçlerinde biraz olsun vicdan kırıntısı var. Diğerleri gibi vicdansız değiller.
Sistemin içinde nasıl var olacaklarını, nasıl yer edeceklerini biliyorlar. Diğer yandan kendileri gibi olmayanlara iyi davranmaya çalışıyorlar. Onları çok sevdikleri için değil, vicdanlarını rahatlatmak için. Zekat veriyorlar, sadaka veriyorlar, yardım ediyorlar, yardım dernekleri kuruyorlar, bağış yapıyorlar, kampanya yapıyorlar. Ama hiçbir zaman onlarla bir araya gelmiyorlar. Sokakta karşılaştıkları zaman yollarını değiştiriyorlar. Onlara yeni kıyafetler alıyorlar belki ama onları eski kıyafetleriyle, yırtık ayakkabıyla görünce yollarını değiştiriyorlar. Veya istemsiz olarak, onları potansiyel hırsız olarak gördükleri için ellerini çantalarına atıyorlar.
Okullara serbest kıyafet geldi. Ülke yine ikiye bölündü. Demokratikleşme, serbestlik, özgürlük, ayrımcılık, sosyal uçurum, kullanılan potansiyel kelimeler. Hemen yazalım; ben tek tipin kalkmasına sevindim. Güzel bir uygulama. Öğrenciyken de hep bunun hayalini kurardık zaten. Çoğu kesim ise karşı çıktı. Bunun fakir çocuklar için zararlı olduğunu söylediler. Genel olarak profilleri ilk 2 paragrafta anlattığım tipler.
Yoksulduk diyemem, babama haksızlık olur. Ama zengin değildik, hatta dönem dönem orta sınıf bile olamıyorduk. Belki de tek sıkıntı, zengin mahallesinde oturuyor olmamızdı. Ülke standartlarının üzerinde bir yerde oturuyorduk. Biz ülke standartlarındaydık, belki daha bize uygun bir yerde otursaydık farklı hissederdim, o zaman ortanın üstü olurdum belki. Senelerdir aynı yerde oturduk. İlkokulum bizim arka sokaktaydı. Sınıf arkadaşlarım ile aynı mahallede oturuyorduk. Okuldan çıkınca beraberdik. Bazısı topu olan çocuktu, diğerinin yırtık ayakkabısı vardı. Yaşım 10 bile değildi ama kim zengin kim fakir bilirdik.
Sonra ortaokul ve lise. Aynı okul. 7 sene. Kimliğin, karakterin oturduğu yıllar. Çok iyi arkadaşlıklar kurdum. Babası işsiz olan adam da vardı, 17 yaşında arabayla gelen de. Devlet okuluydu. Her kesimden çocuk vardı. Üniforma mavi renkte gömlekti. Kimi abisinden kalan gömleği giyerdi, kimi en şık markanın en pahalı gömleğiyle gelirdi, onu da ertesi gün giymezdi. Kimi öğle yemeğinde, arkadaşının aldığı bisküviden 1-2 tane alırdı, diğeri 2 tost bir hamburger çakardı. Küçüktük ama salak değildik. Ve herkesin de hakkını vermem lazım, kimse vicdansız değildi.
Fakir olduğu için aşağılanan çocuk görmedim. Üstelik birini aşağılamak o yıllarda bir hobiydi neredeyse. R harfini söyleyemeyen, berberde saçı rezil edilen, yüzü sivilceli olan, sınavda zayıf alan.. Herkesle dalga geçildi ama fakir olanla dalga geçilmezdi. Belki de çocukların vicdanı ve ahlakı sizlerden daha üstündü.
Tek tip benim için karanlık bir uygulama. Askeri rejim tarzı. Özgürlük kısıtlanıyor. Çocuğun okuldan soğumasının en büyük nedeni. 10 yaşında kravat takan çocuktan ne beklersin? Ortadan kaldırılması güzel olur. Herkes istediğini giyer. Daha rahat olur. Rahat çocuk daha çok şey öğrenir. Eğer amacınız dayatmak değil, öğretmekse tabi. Gerçi bu uygulamanın da bazı sıkıntıları var. İçime sinmeyen şeyler var. Fakat bunların nedeni ekonomik değil. Daha siyasi mevzular. Karşı çıkılan nokta bu değil.
Bir kesim karşı çıkıyor: ama bu eşitlik ilkesine ters. Fakir çocuklar için baskı olacak tramva yaşayacak, zengin ve fakir ortaya çıkacak diyor. Mesele işin bu kısmı, yoksa çetrefilli bir konu olduğu gerçek.
Size kötü bir haber vereyim. Yoksul ailelerinin çocuklar zaten yoksul olduklarını biliyor. Fakat sizin korkunuzun asıl nedeni yoksulun belli olacak olması. Yoksuldan korkuyorsunuz. Çünkü yoksulun size zarar vereceğinden korkuyorsunuz. Servetinize, rahatınıza, refahınıza uzanacağından korkuyorsunuz. Çünkü siz kapitalizmin en vahşi kodamanlarından değilsiniz, içinizde biraz olsun hak ve adalet var. Ve biliyorsunuz ki, sizin kazandıklarınızda, maddiyatta, statüde, konforda, o yoksulların de hakkı var. Onların, yoksul olduğunu anlayıp o hakkı talep etmesinden korkuyorsunuz.
Ve bu sefer iyi haber. Okullarda serbest kıyafet olunca, yine sizin refahınıza zeval gelmeyecek. Örterek, saklayarak ahlakı kontrol edebileceğinizi sanıyorsunuz. Ve evet öyle. Okulda tek tip kalksa da televizyon, medya, devlet, her şey sizin, ya da size sus payını vermiş olanların elinde kalacak. Değişen çok fazla bir şey olmayacak. Hiç olmazsa çocuk, okula severek gidecek.
Bu arada; zengin-fakir ayrımı ortaya çıkacak diyenler; yemeğinizi lokantada dışarıda, lokantanın bahçesinde yiyorsunuz değil mi? Ne de olsa içeride sigara yasağı var. Yemeğin üzerine bir sigara da iyi gider, içeride niye oturalım ki...
Pazartesi, Aralık 10
Dayan
Ankaragücü futbolcuları kazanınca haftaya biraz olsun moralli başlıyoruz. Bu sayede Ay sonuna kadar dayanma gücü, hırsı kazanıyoruz biz de. Onlar başarıyorsa biz de başarırız... Gerçi böyle bir galibiyetten sonra rakipler Göztepe ve Tavşanlı da kazandı...
Dayanmak zormuş meğer
Pazar, Aralık 9
Sleepers
O kadroya rağmen nasıl gözümüzden kaçmış bilemedim. İlk başta başarısız olmuş, beklentileri karşılayamamış bir proje olduğunu düşündüm. Oysa baya sağlam filmdi.
Çok yorgun ve keyifsiz bir günde izledim, tahminim 30 dakika içinde filmi izlerken sızmaktı. Ama tam tersi oldu. Su gibi akıp geçti. Zaten New York'un arka mahallelerinde geçen bir filme kolay tutuluyorum nedense.
Sonuç olarak güzel bir filmmiş. IMDB puanı nasıl 7.4'te kalır anlamak mümkün değil ama gerçi orası çok bana uymuyor. Levinson'ın 85-2000 arası kötü işi yok zaten. Oyuncular zaten muazzam. Robert De Niro, Al Pacino'dan bir adım daha öndedir benim için. Mahallenin din adamı rolünde. Klasik bir din adamı da değil. Dustin Hoffman az ama kilit bir roldeydi. Sevebileceği bir karakter. Tamamen bitik. Brad Pitt'in yeteneğini, sadece yakışıklı olduğunu bu noktalara geldiğini düşünen olabilir, katılmasam da saygı duyarım ama şöyle de bir gerçek var; adamın iş tercihleri üst düzeyde. Bütün oynadığı filmler neredeyse çok iyi filmler. Bazıları ondan daha yetenekli olsa da daha kötü filmlerde rol alarak geri planda kalmışlardır. Bu da yeri gelmişken bir Brad Pitt analizi olsun.
Güzel film demiştik değil mi?. Monte Kristo göndermeleri iyiydi. Hem Kirsto'yu hem de filmin kitabını bir daha okuma isteğim arttı. Öte yandan çok popüler olan Suskunlar dizisi, buradan uyarlamaymış. Diziyi izleme hevesim kaçtı. Ezel izleriz o zaman...
Kasımpaşa 2-2 Gençlerbirliği
Hafta içi oynanan kupa maçından sonra, Şota, kendisine sorulan "Ligde şampiyonluk hedefliyor musunuz?" sorusuna "Biz bu dünyada yaşıyoruz.İyi uyuyoruz ve sabah kalkıyoruz.Rüyalar görmüyoruz. Hayata ciddi bakıyoruz" dedi. Hoşuma gider gibi oldu. O öyle deyince biz de kısa süreli olarak Şota'ya dilenmeye karar verdik. Süper Lig'in en kötü iki teknik adamı Şota ve Fuat Çapa'yı buluşturan mücadeleyi yerinden izlemeye karar verdik. Gerçi Bülent Korkmaz da aramıza yeniden geldi; liste uzuyor...
Öncelikle Kasımpaşa camiasında olan bitenden bahsedelim. Yaz aylarından beri yaşananların arka planını bilmesek de yansıyan tarafı oldukça mide bulandırıcı. Bir semtin, insanların kulübü resmen ellerinden alınıyor. Önce arma değişti, şimdi bilet fiyatları arttı. Yönetim istifa sesleri duyulmasın diye yapılan ucuz politikaların ürünü pahalı biletler. Çok kurnazca. Neyse ki bizim kombinemiz vardı da girdik. Yoksa biz de 30 lira verecek durumda değiliz. Bu zihniyet devam ederse proje takımı olan Kasımpaşa boş tribünlere oynamaya devam eder.
Bu sene iki Süper Lig maçı izledim, ikisi de Kasımpaşa'da. Fırsat buldukça da giderim ama takımın alt ligde yaşattığı heyecan verdiği zevk daha fazlaydı. Keşke bu sene yeniden düşse, eski samimi hava geri gelse. Tabi Kasımpaşalılar diyecek ki, "Ulan hem semtten değilsin hem ahkam kesiyorsun" Ama eminim ki onlar da geçmiş yılları, başarısız olsalar da özlemle anıyorlardır.
Maça gelirsek, ilk yarısı oldukça zevksiz ve kısırdı. Topla daha çok oynayan, daha baskılı oynayan Gençlerbirliği olsa da, tek etkili atağı Kasımpaşa yarattı ama golü atamadılar. İkinci yarıda ise 70.dakikaya kadar Gençlerbirliği istediğini yaptı. Yediği gole bile anında cevap verebildi. İşte Fuat Çapa'nın beğenmediğim yönü de burada ortaya çıkıyor. Ne bir sistemi var, ne de maçın gidişatına göre pragmatist davranabiliyor. Mesela Mehmet Sedef bu hafta sağ bek oynadı, haftaya nerede oynayacağı belli değil. Geçen senenin yıldızlarından Özgür yedek, ilk 11 adamı diyebileceğiniz adam yok. Ukalalık yapmak istemiyorum ama bu kadroyla daha farklı şeyler denenebilirdi. Gerçi sıkıntı da her haftanın birbirinden çok farklı olması. Oyuncuların mevkileri belli değil, takımın oyun karakteri belli değil. Oysa çok yetenekli adamlardan oluşan bir takım.
Kasımpaşa'nın son 20 dakikası çok etkiliydi. Golün geleceği belliydi. Zaten bu sene sürekli 80'den sonra gol atmayı başardılar. İlginç olan Şota'nın maç boyu sadece 1 oyuncu değişikliği yapmasıydı.
Bana göre maçın hakkı Gençlerbirliği'nin kaznaması şeklindeydi. Ama golü yemek için resmen davet gönderdiler. İlk yarı Zec'i beğendim ama ikinci yarı yoktu. Mehmet Sedef'in mücadelesi iyidi ve açıkçası şaşırttı; ama yine de mücadele yetmiyor çok ağır kalıyor. Lekiç, Tosiç, Jimmy iyidi. Kasımpaşa'da ise orta saha çok kötüydü. Ernst tam bir hayal kırklığı. Özer ikinci yarı açıldı. Sarmov ilk yarı yoktu, ikinci yarı daha etkiliydi.
Basit bir Süper Lg maçı, aralık ayında güneşli bir hava ve izlenen 4 gol. Arkamızdaki kadın, müthiş futbol bilgisiyle kafamızı sikmese daha çok zevk alırdık. Eskiden bu tip maçlarda, amatör küme maçını izleyen eski futbolcu yaşlı amcalar olur, "bak bu çocuk 18 yaşında..." diye başlayan cümlelerle muhabbet ederdi. Artık Kasımpaşa yönetiminde yer alan insanların şirketlerinde çalışan ukala insanlar var. Yine de köfte ekmek'in 5 lira olduğu bir stadyumda Süper Lig maçı izlemek müthiş ayrıcalık. NBA maçı izleyen Amerikalılar gibi girdik. İşin kötü kısmı öyle de devam etti. Umarım bu sorun çözülür.