"Dünyanın 1 numaralı seri başıydı ve tenisi bıraktı, anlayamadım. Kadınsal birşey olmalı. Zaten kadınları da hiç anlayamadım"Goran Ivanisevic, Justine Henin'in emeklilik kararını yorumlarken...
"Dünyanın 1 numaralı seri başıydı ve tenisi bıraktı, anlayamadım. Kadınsal birşey olmalı. Zaten kadınları da hiç anlayamadım"
Beklenildiği gibi 82. Gazi Koşusu'u Pan River kazandı. Benim Selim Kaya'dan ötürü kazanmasını çok istediğim Nihalim ikinci olurken, bana göre tek hayal kırıklığı Nash Bishop oldu. Sait Akson'u kazanan Gazi'yi kazanıyor genelde.
Burak Yılmaz'ın Trabzonspor'la prensipte anlaşmasına rağmen ısrarla resmi sözleşmeyi imzalamaması ve bunun öncesinde bence imzalamamasının nedeni olan Fenerbahçe'nin teklifinin kafasını karıştırması ve Fenerbahçe'yi tercih etmesi hoşuma gitti. Yetenekli ama soru işareti olan bir futbolcu Burak. Beşiktaş'ta oldukça yıprandı, Manisa'da tekrar moral buldu ve kendini ispatlamak için bu sefer baskının ve beklentinin daha üst seviyede olduğu bir kulüpte boy gösterecek. Kadro derinliği açısından da olumlu bir transfer bu.
Euro 2008'den ötürü bir süredir at yarışı ve Seinfeld'le ilgili post gönderemiyordum bloga. Euro 2008 ve milli takım hayatı durdurmuştu resmen bizim için, ama reelde öyle değil tabii ki. Hayat devam ediyor ve 82. Gazi Koşusu geldi de çattı bile. Bu pazar günü Veliefendi'de koşulacak.
Hep böyle olmaz mı? Kaderimiz bu değil midir hep? İyi oynadığımız maçları şanssızlıkla veya beceriksizlikle kaybederiz. Turnuvanın başından beri en iyi oynadığımız maçtı. Direkler bu kez bize izin vermedi ilk yarıda, zorla ite kaka golü attık. Yine geriden geldik, üstelik takımın en tecrübeli oyuncusu inanılmaz bir bireysel hata yapmışken, ayağa kalkmayı bildik.
Bundan iki yıl önce Zico ile anlaştığımızda yönetime acayip kızmıştım. Kulüp deneyimi olmayan, tamamen kapalı kutu bir teknik direktörü getirmişti yönetim, üstelik medyada Scolari ve Capello gibi iki isim zikredilirken. Rize maçı ile Chelsea maçına aynı taktik ile de çıksa Zico benim için her zaman büyük teknik direktördür ve hep de öyle kalacaktır. Bunun sebebi 100.yıl şampiyonluğu falan değil, şampiyonluk iddiamız her sene zaten %50'dir. Ama bu yıl ki çeyrek final bambaşkadır, yüz yıllık kulübün kaderini değiştirmiştir ve bunu da taraftarın yuhaladığı Deniz ve Deivid gibi isimleri kazanarak yapmıştır.
Türkiye - Almanya: Tabii ki geri düşmemeliyiz, ama şuna katılmıyorum, "bu kez geri düşmemeliyiz, Almanya disiplinli takım" vesaire... Çekler disiplinsiz miydi, ya da son dünya kupasından gol yemeden elenen İsviçre disiplinsiz miydi? Portekiz maçında 2-0'dan çevirecek pozisyonları bile buldu Portekiz, ağır Almanya savunmasının arasına atılacak her top Mevlüt veya Gökdeniz ile değerlendirilebilir diye düşünüyorum. Hangi 11 ile çıkarsak çıkalım, zaaflarımız ne olursa olsun sahadaki 11 oyuncu biliyor ki, bu maçı alırlarsa finaldeler.
İspanya - Rusya : İtalya maçında görüldü ki İspanya öyle deliler gibi hücum eden savunma zaafı çok olan bir takım değil. Mükemmel oynadı İspanya savunması. Rusya Arshavin'siz de pozisyon buluyordu, onun katılması ile hücum aksiyonları daha da zenginleşti takımın ama Rusya'nın iyi yapmak zorunda olduğu yegane şey savunma. Grup maçındaki faciadan sonra bu kez daha dikkatli olacaklardır diye düşünüyorum, zaten 3 maçtır da belli bir standardı tutturdular. Bana göre finallerin en iyi iki orta alan oyuncusu Senna ve Semak'ın da karşı karşıya geleceği bir maç bu. İsveç ve Hollanda maçlarındaki Rusya'dan korkulur burası bir gerçek ama bu kez Rusya'nın kazanması benim için de sürpriz olur, İspanya'nın performansını geçelim, 4-1'in de psikolojik üstünlüğü ile çıkacaklar maça. Yine gollü bir maç bekliyorum.
Yine hangi yorumu yaparsak yapalım eksik kalacak bir maç. Yine 50 yıl sonra yayınlanacak avrupa şampiyonaları belgesellerinde seçilecek 10 maçtan biri olabilecek heyecanda bir maç.
Portekiz - Almanya: Almanya'nın dizilişi sahada belirleyici olur diye düşünüyorum. Portekiz'in nasıl oynayacağı üç aşağı beş yukarı belli. Polonya maçındaki tempolu oyun ve biraz da Polonya'nın kötülüğü ile çok boş alan bulmuşlardı. Löw, hem o takıma güvenmişti hem de Avusturya maçındaki Hırvatistan fazlasıyla yanıltıcı olmuştu. Çift forvet üstüne Podolski'yi kaldıramadı Almanya. Löw'ün Gomez'den vazgeçmesi gerekiyor. Podolski ve Frings'in sakatlıkları ne durumda bilmiyorum. Oynayacaklarını düşünürsek ve Gomez kulübeye gelirse, orta alanı kalabalıklaştırma operasyonu için Löw'ün kullanabileceği ilk isim Schweinsteiger, diğeri ise Hitzlsberger olacaktır. Gönlüm Almanlar'dan yana ancak Portekiz favori ve hızlı hücumcuları da ağır Mertesacker-Metzelder için fazlasıyla sorun.
Luis Aragones haberleri yer almış bugün İspanyol medyasında, Fenerbahçe ile anlaştığı yönünde. Ben pek ihtimal vermiyorum. Ama bizim yönetim sever rakibin keyiften ellerini ovuşturmasını. Fatih Terim'in gelme ihtimali kadar korkutmasa da beni ve sevindirmese de rakipleri, en az onun ki kadar yanlış bir seçim olur bu. 
Bu maçın taktiği, dizilişi nasıl anlatılır bilmiyorum. 75. dakikaya 2-0 geride girip, hem de Çekler'e karşı maçı çevirmek imkansıza yakın. 1-0 gerideyken Semih çıkmış, Sabri sağ içe geçmiş, Portekiz maçının ikinci yarısındaki dizilişe dönmüşüz. Oradan çevriliyor bu maç...
Birkaç saat sonra 2008 yılının üniversite sınavı gerçekleşecek. Giren herkese başarılar dileriz. Milli takımdan 3 topçumuz da İsviçre'de bu sınava girecekler. Servet, Semih ve Uğur Boral sabah sınavda ter döküp akşam Çekler'e karşı mücadele edecek. Sınava girecek binlerce insan gece ÖSS yüzünde uykularını kaçıracak, onlar ise sınavdan çok maçı düşünecek. Ve üniversiteyi kazanmış biri olarak biliyorum ki futbol ÖSS'den daha fazla şey kattı hayatıma...
Futbolun doğasında olduğu söylense de kesin söylemlerle tahmin yapmayı sevmem. Hele Avrupa Şampiyonası gibi 16 tane güçlü takımın katıldığı keyifli turnuvalarda oturup izlemek varken "şu yener bu yener" diye kasmak çok gereksiz olur. Zaten bünye tüm sezon boyunca matematikle kafayı yemiş, "34 haftada şu kadar puan almak lazım", "Son 3 haftaya şu kadar farkla girmek lazım", "Şampiyonluk şu haftada şu maçta belli olur" diye diye, hesap kitap yaparak beyin fırtınası estirmişken yazın oturup sadece maç izlemek daha sağlıklı bence.
Hollanda-Fransa maçını izlerken bir yandan da kalecilik yapan bir arkadaşımla maçı konuşuyorduk, Van Der Sar'dan bahsettik. Hep dünyanın en iyi kalecileri sayıldığında Cech denir, Buffon denir hemen ardına Casillas eklenir. Van Der Sar'ı bu listenin neresine koyarız bilmiyorum. Hakikaten muhteşem bir performans gösteriyor, hem de üst düzeyde. Eğer Hollanda 20 sene sonra bu kupayı alırsa Van Der Sar'ın bunda payı büyük olacak. Kaldı ki sene içinde de Manchester'da harikaydı. Biraz underrated bir adam sanki...
Biraz kör döğüşüydü sahadaki oyun, hele yağmurdan sonra top kullanmak iyice imkansızlaştı. Maça başladığımız 11 ise bence yine yanlıştı. Fazla ofansifti bu 11, nitekim yağmurla ağırlaşan sahadan sonra başta Tümer ve Arda olmak üzere geri dönüşler azaldı, pilimiz bitti.
İsveç-Yunanistan maçı an itibariyle 2-0 devam ediyor, herkes attığı muhteşem gol nedeniyle İbrahimovic'in maçın yıldızı olduğunu düşünecektir ama benim adamım Larsson'dur İsveç'te. Türkiye sınırları içerisindeki hiçbir forvet oyuncusunda ondaki oyun zekası yok bence. Bu adamı bizim buralardan neden bir takım transfer etmek istemez anlamam. 2006'da Manchester çare diye aldı adamı. Ne bileyim mesela yeni kurulan bir takımda bizde Van Hooijdonk'un yaptığı etkiyi yapacaktır tecrübesiyle ve kalitesiyle. Trabzonspor mesela hiç mi düşünmez onu transfer etmeyi? Gökhan Ünal'dan daha faydalı olacağı kesin...
"Şimdi bir yeni sevda mı olur
Hollanda'nın böyle oynayacağını kimse tahmin etmiyordu şüphesiz. Bence hala zayıf olan geri dörtlüsünün önündeki De Jong ve Engelaar mükemmel oynadılar ve takımın bu yöndeki zaafiyetini de ortadan kaldırdılar. Ayrıca çok hızlı hücuma çıkıyor Hollanda; her ne kadar Cannavaro'suz da olsa İtalya'yı her kontra topta o şekilde çaresiz bırakmak kolay iş değil.
Fanatik gazetesi Servet'in sakatlığını yazmış bugün. Sene içinde yaptığı fedakarlıklardan bahsetmiş ve sonra da "bizim bildiğimiz Servet oynar" diye de gazı vermiş.
Euro 2008 başlayalı 2 gün oldu, 4 maç oynandı. İzlediklerim içinde en iyi takım Almanya, insana futbolu yeniden sevdiriyorlar. Müthiş bir tempo ile oynuyorlar. Kadrolarına bakıldığında Gomez, Klose, Podolski ve bana kalırsa ofansif yönü defansif yönünden dağa ağır basan Ballack ve tam bir önlibero olarak görmediğim Frings'e rağmen savunmada da aksamıyorlar ileri geri gittikleri için. Clemens Fritz'in ilk yarıda oynadığı top iki gün içindeki en iyi bireysel performanstı ayrıca.
Golleri yemeseydik ve üstüne bir de gol atıp maçı kazansaydık hemen hemen yine aynı şeyleri yazacaktım, özellikle de hücum performansımıza yönelik. Hiçbir şekilde organize olamıyoruz hücumda. Artı bireysel olarak oyuncuların tercihleri de kötü. Mevlüt kalabalığın arasına dalıyor, Colin önünde boşluk olmasına rağmen sıfıra yakın hava hakimiyeti olan Nihat'a paraşüt ortalar yapıyor, e Tsubasa olsa o top şimşek gibi yere doğru iner ama reel hayatta öyle değil, Ricardo topluyor işte. Tuncay'ın ne yaptığını anlayan varsa beri gelsin zaten. Mevlüt-Sabri değişikliği de anlamsız oldu biraz sanki, hocanın neyi planladığını anlayamadım açıkçası.


Seinfeld dizisinin, dünyanın en ikiyüzlü en yalancı ve aynı zamanda en komik sit-com karakteri olan George Costanza tarafından uydurulmuş karakteridir Art Vandelay. İlk olarak pilot bölümden sonraki bölümde geçiyor adı, The Stakeout'da. Şöyle ki;