Perşembe, Ekim 31

The First Great Train Robbery


Hemen her soygun filmi genel bir seviyeyi muhakkak yakalar. En azından seyirci, bir heyecan içinde izler. İyisi ise çok keyif verir. 1978 yapımı The First Great Train Robbery iyilerden biri. ABDli yönetmen ve senarist Michael Crichton kamera arkasında. Önde ise İskoç Sean Connery ve Kanadalı Donald Sutherland var. Onlara eşlik eden kadın, Londra doğumlu Lesley-Anne Down. Yapımcı ise Napoli Başkanı olarak tanıdığımız Aurelio de Laurentiis'in amcası Dino de Laurenittis...  Çok uluslu bir çalışmanın ürünü olması, filmi çok çeşitli ve eğlenceli hale getirmiş. Birden fazla aksan duyuyoruz mesela.

Soygun filmlerinin iki tane vazgeçilmezi olmalı. Biri soygun planındaki dahilikler. Kuru kuruya gidip banka soymak çok da ilgi çekici değil. Bir de araya serpilen mizah kendini unutturmamalı. The First Great Train Robbery bu iki unsuru da karşılıyor. Başroller çok iyi iş çıkarıyorlar. Connery; Şevket Çoruh-Cihan Ünal karışımı bir tiple hiç Adalı gibi durmuyor. James Bond şöhretini edindiği yıllarda filmi çeken Sir, tren üzerindeki sahneler için hareketli trenlerin üzerinde ayrıca çalışmış. Yan rollerdeki isimler de kritik katkılar veriyor. Birtanya'nın en ünlü baletlerinden biri olan (ben tanımıyordum) Wayne Sleep, tehlikeli sahnelerde dublör dahi kullanmadan ustalığını konuşturuyor mesela.

Kıyıda köşede kalmış filmlerden biri gibi dursa da; zamanında hem iyi bütçe harcanmış ama iyi gişe yapmış hem de oyuncular ve yönetmen iyi çaba harcamış. Haliyle ortaya kötü bir işin çıkması da mümkün olmazdı...

Pazartesi, Ekim 21

Ağrı - Acı


Herkesin gerisindeydim ben. Yeteneğim sınırlıydı. Sabahın köründe gelip kapıyı herkesten önce açtırmasam, takım idmanının ardından gece salonda kalmasam, nasıl fark yaratabilirdim ki?

Ağırlığa önem verdim lise yıllarıyla birlikte, tabii ki dozajında kalarak. Geriye kaçarak şut atmayı çok seviyordum, öyle bir stil edinmiştim. Bilhassa sırtım ve belim kuvvetlendikçe bunu daha iyi yapmaya başladım; topu da bloktan kaçırmam kolaylaştı. Şutu kolla atıyorsunuz ama mekanizma aslında bacaktan başlıyor, belden alınan kuvvetle devam edip kolla bitiyor. Bacak, karın ve kalça kuvveti aslında sizi en üst seviyeye çıkaran. Antrenmanları çeşitlendirmeye çalışırdım., örneğin haftada iki gün ağırlıksa bir gün mutlaka atletizm diğer gün tırmanma ve depar... Yoksa günde bin şut atıyorsunuz zaten. Antrenman sonrası otomatik, rutin o. Esas olay, eve gittiğinizde yemeği yemeye çalışırken çatalı yerden kaldırıp kaldıramamak... İyi idman belki ağrı çektirir ama canı acıtan pişmanlıktır. Ben pişman olmak istemedim...

İbrahim Kutluay / Socrates Dergi, Ağustos 2019

Pazar, Ekim 20

Uzun Bir Gece


Edebiyat meraklıları bu esere kesinlikle hakimdir ama sinemada biraz kıyıda köşede kaldığını sanıyorum. Zira bugüne kadar ne bizlere tavsiye edilmişti ne de her boşlukta Türk sineması yayınlayan o kadar televizyon kanalında denk gelebildik. Oysa çok da kaliteli bir oyuncu kadrosuna sahip. Hülya Avşar, Aytaç Arman, Yaman Okay, Selçuk Uluergüven.... Kadro hakkını veriyor. Oyunculuk anlamında en ufak sıkıntı yok. Hülya Avşar yine popüler figür olmasının altında ezilmiş. Hemen hemen her Hülya Avşar filminde hissettiğim duyguyu burada da taşıdım. Keşke bu kadın müziğe, şarkıya, sahneye, televizyona dalmasaydı. Müzik demişken; filmde Cahit Berkay dokunuşları da mevcut.

Hikaye Necati Cumalı'ya ait ama senaryoda da Macit Koper katkısı var. Cumalı'nın birçok eserinin sinemaya aktarıldığını biliyoruz. Haddim değil ama bu anlamda da Türk edebiyatının hakkı az verilen isimlerinden biri olduğunu ifade edebilirim.

Film 1987 yılına, öykü 1981'e ait. O dönem için bile oldukça radikal ve rahatsız edici bir konuya sahip. Bugünlerde bile çok tartışma yaratabilecek bir konu. Zaten Türkiye gibi 'yavaş' ilerleyen ve kendisiyle az tartışan kapalı toplumlarda 30 sene çok da uzun sayılmaz. O nedenle şu anda bile Türk toplumunu, taşrayı, kadını, kadına bakışı, ahlak algısını, cinselliği çok iyi anlatan eserlerden biri olarak dikkatle okunmalı.

Bir kadın karakterimiz (Gülsüm) var. Öykünün merkezinde kendisi yer alıyor. Küçük yaşlarda, daha doğrusu cinsel anlamda kendisini fark ettiğinde yan komşusuna sevdalanıyor. Yan komşunun evli olması önemli bir detay. Zira durumu fark eden annesi, kızını hemen başka bir adamla evlendirip beladan uzak tutmaya çalışıyor. Fakat kadının o adamı unutması söz konusu değil.

Gel zaman git zaman; adam başka bir yere taşınır. Kadın ise bir gece o yasak aşk uğruna yola çıkar. Kitabın ve filmin yüzde 80'i; işte o gecede geçer. Buna rağmen rüyalara giren o gece kadının beklediği gibi gitmez. Onun bir cazibe ürünü olarak hissettiği ve iktidar sahibi olarak gördüğü o güçlü erkek o gece bambaşka bir profil çizer. Kadın; korkak, pısırık bir adamla karşılaşır. Kadının belki de kötü bir kabustan uyandığı; ama sonunda 'uyandığı' bir gece olur.

Filmin esas figürlerinden biri de kadının kocası Zekeriya Usta'dır. Bu emekçi usta karısından yaş olarak çok büyüktür. Belki de bu yüzden karısına bir türlü ulaşamaz; ki zaten karısı da onu sevmez. Fakat o gece onu da bambaşka bir sınava sokar. Ustayı sinemamızın en başarılı, dokunaklı, güçlü oyuncularından Yaman Okay canlandırdığı için de ayrı bir sempati besledim. Fakat aynı zamanda taşradaki o karakterin toplumun tüm baskılarına ve kendi içindeki fırtınalara karşı direnmesi de benim içimi ısıttı.

Tabi bizim toplumumuz için aynı durumu söylemek söz konusu değil. Film Youtube üzerinden izlenebilir. Altında da yorumlar mevcut. O yorumlardan bile nasıl bir kaosun içinde olduğumuz anlaşılabilir. Karakter tahlili yapamayan ve bir film tartışmasına giremeyen izleyiciler çok da şaşırdığımız bir durum değil. Fakat direkt filmi/öyküyü suçlayanlar bile mevcut. Sansür dileyen de, zina yasasını düşleyen de yorum kısmında mevcut. Zaten o nedenle, 30 senenin çok da uzun olmadığından bahsettik.   

Esasında filmi izleyenlerin en çok rahatsız olduğu durum hikaye olmasa gerek. Zira ülkemizde 'ahlak' sınırlarını zorlayan çok sayıda film, dizi çekildi. Hatta sosyal hayatta bile birçok ahlaksızlık çok rahat bir şekilde görmezden gelinebiliyor. Yani toplumun ahlakı korumak gibi bir kaygısı yok. Fakat filmin sonu tüm değer yargılarını ve ezberlerini alt edebilecek düzeyde. Ve hatta belki de taşranın tüm kargaşasını gerçekçi bir şekilde anlatan Cumalı, Koper ve Duru; son anda 'Hadi canım, buralarda böyle olmaz' dedirten bir son hazırlıyor.

Bu sonu belirleyen Gülsüm karakteri oluyor. Yani taşranın kadını, üstelik bir gece yasak aşk yaşamak için kocasından kaçan bir kadın özgür iradesiyle bir tercih yapıyor. Zaten tüm gece boyunca güçlü duran ve kendi tercihlerini yaşamayı deneyen bir  kadın görüyoruz. Öyküye bir erkeğin; hem de 'güçlü ve cazibeli'bir erkeğin peşinden giden bir kadın olarak başlasa da; aslında bir erkeğe sığınmayı redediyor. Bu ret, şimdilerde bile imkansız duruyor.

Öte yandan son kısımda o tercihini yaşama konusunda kocası Zekeriya Usta da ona yardım ediyor diyebiliriz. 

İşte tüm bunlar; izleyeni rahatsız ediyor olsa gerek. Bir kadının bu derece özgür hareket etmesi 2019 yılındaki Youtube yorumlarını da etkiliyor. 

Türk sinemasınının duraklama dönemi bile diyemeyeceğimiz karanlık yıllarında çekilmiş ve bence buna rağmen iyi kotarılmış filmlerden biri. Özelliklerde 80'lerde bilinmeyen, az bilinen ve etkileyici Türk filmlerinin sayısı çok fazla. Bu da onlardan biri. Teknik olarak çağın çok gerisinde kaldığı muhakkak ama Türk sinemasını izleyenler olarak bu duruma aşinayız. O nedenle aradığımız genelde güçlü bir öykü oluyor. O konuda da bir sıkıntı yaşamıyoruz. Türkiye'ye dair, kafa karıştıran, sosyolojik bir film olarak sınıflandırmak mümkün. Zira birçok sahne repliklere değil sessizliğe teslim oluyor. Bu da izlerken düşünmeyi ve sorgulamayı mecbur kılıyor. Bu açıdan bile izleyicinin ezberlerini bozduğu için yoğun bir alkışı hak ediyor.

İyi ki denk geldik. Kitabına da denk geliriz inşallah...

Cumartesi, Ekim 19

Derdini Söyle Naim Gelir Kaldırır


Yazar: Refet

Lisede çok yapılırdı bunun muhabbeti... “Adamların 100 yıllık tarihi var, en boklu hikayelerini bile allayıp pulluyorlar Hollywood’da..Bizim Çanakkale’nin her cephesi ayrı ayrı film olur”!

2000’lerin başında 'ecdat/ümmet' söylemleri ile birlikte belgeseller/filmler yapıldı peşi sıra. Baktılar kırmızı çizgilere dokunulamıyor, bu sefer 'ıssız adam' tadında tarihin satır aralarına gizlenmiş biyografileri film yapma furyası başladı. Başarılı da oldu.

Ayla, Müslüm, Bold Pilot, Çiçero...

Amatör sosyolog olarak, sanki bu film şirketlerinin ar-ge departmanındaymışım gibi “Kimin filmi çekilmeli?” diye düşünürüm ara ara.

Yine son yıllarda meşhur olan derleme albümlere şarkı-şarkıcı bulmam gibi... Misal “İbrahim Erkal tribute” projem vardı daha rahmetli olmadan. Rockçılara “Sen Aldırma” söyletip, “Erzurum’a gel” çağrısını jazzcılara yaptırırdım falan.

Konuya dönelim. Aklımda iki isim vardı. Biri “Seba” diğeri ise “Naim” idi. Kafamda cast yapıyordum. Naim’i kim oynardı? Seba’nın derin devlet hikayelerini anlatmalı mıydı? Soundtrackinde illaki “Eski Dostlar” olmalıydı.

Bu hobimi gerçekleştirirken “Naim” in çekildiğini öğrendim. Başıma bir şey gelmeyecekse sevdim de. Soundtrack de güzel olmuş. (Bu arada rap'in yükselişini görmezden gelen 48kutay’ı da hayretle izliyorum. Tek şarkıdan yatan pop albümlerini yazacak mı artık?)



Ve yine Youtube çöplüğünde derin tespitlerle “Seba” filminin soundtrack çalışmalarına devam ediyorum.

TRT Müzik’e - aynı zamanda Rizespor eski yöneticisi olan Sinan Özen’e bağlanan Rizeli bir işadamı Seba için istek ister ve bir anda Rize-Sakarya-Beşiktaş üçgeni kurulur.


İşin garibi bu şarkının Seba’nın en sevdiği şarkı olduğunu tavernalardan gelen Özen’in bilmemesidir. Oysa “Metin-Ali-Feyyaz koysun..” dan sonra bu bilinirdi.

Bu da yine eskilerden Çırağan Sarayı şampiyonluk kutlamasından. Muazzez Abacı raconu tamamen yerine getiriyor.


Misal şimdiki başkanların en sevdiği şarkı nedir acaba? Hikayesi film olacak kaç başkan, kaç sporcu var? Bir ara “Bayrampaşalı” diye Arda filmi deniyordu. O da eski adamlara karıştı. 

Cuma, Ekim 18

Shortcut to Happiness


Hem sinemada hem edebiyatta çok aşina olduğumuz bir konu karşımızda. Mutluluk için şeytana ruhunu satan bir insanoğlu... Zaten bu film de; başka bir filmden uyarlamaymış. 1930'larda ABD sinemasında büyük etki yaratan The Devil and Daniel Webster isimli yapımın yeni yüzyıla adapte edilmiş hali.

80 sene önceki filmi izlemedik tabi ama yine de benzer konulara alışık olduğumuzdan benzerlerinden çok da farklı bir şey çıkmıyor karşımıza. Zaten ne kadar farklı olabilir? Konsept aynı. Belki biraz daha çağa ayak uydurabilirdi. Fakat yine de eğlenceli zaman geçirmeye müsait. Alec Baldwin hem başrolde hem de yönetmen koltuğunda. Oyunculuğunu zaten biliyoruz ama kariyerinin tek yönetmenlik deneyiminde sırıttığını söyleyemeyiz. Oyuncu kadrosunda da  ona Jennifer Love Hewitt ve Anthony Hopkins de eşlik ediyor. 

Biraz da şanssız bir film. Çekildikten sonra vizyona girmesi seneler sürüyor. Üstelik isim konusunda da ikileme sahip. O nedenle zaten çok güçlü bir film değilken, iyice kıyıda köşede kalıyor.

Yönetmen Baldwin, sanki gerçekten de bu filmi çekmek için şeytanla anlaşma yapmış. İstediği gerçekleşmiş ama istediği olmamış...

Perşembe, Ekim 17

Golo #7


Portekiz'de iki haftadır lig oynanmıyor. Milli maç arasından önce de kupa mesaisi araya girmişti. İşte o geçmişte kalan 7. hafta, oldukça kısır geçmişti. 

Haftanın ilk karşılaşması olan Boavista - Tondela maçının 0-0 sona ermesi bir işaret çaktı zaten. Devamında da altı karşılaşma 1-0 sona erdi. Böyle bir ortamda haftanın golünü seçmek kolay değildi.

1-0 biten maçlardan biri Benfica - Setubal karşılaşmasıydı. Setubal sezonun en ilginç takımlarından biri. Yedi haftada sadece bir gol attılar. Aynı zamanda yedi maçın sadece ikisinde gol yediler. Dört tane Porto'dan, bir tane de son maçta Benfica'dan. Yani geçen sezonun ilk ikisinden... Onun dışında oynadıkları rakiplere kaleyi açmadılar.

Setubal gol yemiyor, gol atamıyor, maçları oldukça kısır geçiyor ama bu Benfica için bahane değil. Geçen sezonun ikinci yarısında muhteşem bir grafik yakalayan Benfica, bu günlerde biraz durgun. Rakip Setubal olmadığında da gol atmakta zorlanıyorlar. Yine de sadece tek bir Porto yenilgisi ile sezona devam ediyorlar ama Şampiyonlar Ligi'ne çok kötü girdiler.

Beklendiği gibi Setubal maçında da tıkandılar. İlk 11'in devamlı golcüleri  kilidi açamayınca sahneye Carlos Vinicius çıktı. Belki izleyince haftanın en güzel golü olabilecek yeterlilikte gözükmeyebilir. Fakat hem zaten  bu hafta çok sayıda alternatif çıkmadı hem de kendini henüz kanıtlayamamış bir oyuncunun kritik anda soğukkanlı hareket etmesi ufak bir torpil yakalamasına neden oldu.

Vinicius, geçen sezonun ilk yarısında Rio Ave forması giyiyordu. Ocak ayına kadar oynadığı 14 maçta 8 gol atmıştı. Sonra Monaco'ya transfer oldu. Sadece üç maçta ilk 11'de oynadı. Zaten zor günler geçiren Monaco'da bir türlü kendini bulamadı. Buna rağmen o durgun dönemin ardından Benfica'ya transfer olması bir şanstı. Setubal maçına kadar 15 dakikadan fazla süre alabildiği bir maç  da olamadı. Setubal karşısında 60. dakikada Pizzi'nin yerine oyuna girdi, üç dakika sonrasında topu filelere yolladı. Özellikle Gürcü kaleci George Makaridze'yi attığı çalım çok şıktı. Vuruşu çok iyi değildi belki ama doğru yere topu yollayınca savunmanın hamle şansı kalmadı. Sonuç olarak; kısır haftanın en iyisiydi...


Cumartesi, Ekim 12

Eyüpspor 0-0 Ergene Velimeşe


2.Lig'de sezonun nadir hafta içi seanslarından birini yaşadık. Futbolun adeta durma noktasında olduğu milli maç arasında ilaç gibi geldi. Çarşamba günü iki grupta toplam 18 maç oynandı. Bu 18 maçın beş tanesi 0-0 sona erdi. Bizim şansımıza da o golsüz biten maçlardan biri denk geldi.

Stadı yapımda olan Eyüpspor, iç saha maçlarını İstanbul'un çeşitli semtlerinde oynamaya devam ediyor. Kasımpaşa'dan sonra bizim yakamızda, Pendik'te de onlara denk geldik. Artık benim için Pendik'e gitmek daha kolay. O trensiz zor yıllar geride kaldı. Evden çıktıktan sonra çok kısa sürede Pendik'e ulaşıyoruz. O nedenle bu sezon yolumuz daha çok düşer gibi duruyor.

Fakat en azından güzel maçlara denk gelelim. Mesela bu maçta futbola doyamadık! Ergene Velimeşe hakkında çok bilgimiz yok; yanlış yorumlamak veya gereksiz eleştirilerde bulunmak istemem. Sanırım önemli oyuncularından yoksun bir kadroyla gelmişler. Fakat Eyüpspor'u biliyoruz. 10 gün önce Bodrumspor karşısında izlediğimiz takım az çok kendini belli etmişti. Bu maçta da benzer bir görüntü çizdi. İstek var, heves var ama kalite yok. 2.Lig seviyesinde bile fark yaratacak, maçı koparacak bir oyuncu eksikliği var. Fenerbahçe altyapısından Mahsun Çapkan ve Harun Özcan takımda devamlı oynuyorlar. Fakat hiçbir şekilde fark yaratamıyorlar. Bu çocuklar bu ligde sivrilemezse yukarıya nasıl tırmanacaklar, emin değiliz...

Takımın genel seviyesi de onlara yardım etmiyor olabilir. Yine de Eyüpspor, genel hatlarıyla 'takım' olgusundan çok uzak değil. Sadece yetenek konusunda sıkıntıları var. Topu iyi gezdiriyorlar. Mücadele ediyorlar. Rakibi yoruyorlar, zorluyorlar. Pozisyon bile çok vermiyorlar. Fakat diğer yandan çalım atan bir oyuncu dahi göremiyoruz. İki maçta gol atan bile çıkmadı. Bodrumspor maçındaki tek gol Medeni'nin kendi kalesine attığı goldü. 

Maç boyu üstün oynayan Eyüpspor gibi gözükse de oyunun hakimi deplasman takımıydı. Birkaç sene öncesine kadar adını bile bilmediğimiz Ergene Velimeşe, yeni yükseldiği ligde fena işler yapmayacak gibi durmuyor. Onlar için de kaliteden bahsetmek mümkün değil ama potansiyelli oyuncular mevcut. Galatasaray altyapısından 21 yaşındaki Kutay Kurt mesela; dikkate değer bir oyuncu. Türkiye'de adaşım olan futbolcuya son 30 yılda 4-5 kere rastlamışımdır. O nedenle kendisini daha farklı gözle izledim. Fena olmayan bir kumaşı var. Oyunu çok akıllı oynuyor. Yapması gerekenleri yapıyor. Çok da iyi bir fiziğe sahip. Fakat henüz bir ekstrası yok. Uzaktan şut denemiyor, çalım düşünmüyor. Bir santrfor olarak sadece pas istasyonuna dönüşmesi düşündürdü ama belki de bu deplasman maçındaki görevi sadece buydu... O nedenle izlemeye devam edeceğiz...

Ergene Velimeşe ikinci yarıların ortalarında çok ciddi pozisyonları değerlendiremedi. Eyüpspor ise 85'te galibiyete çok yaklaştı ama onun dışında çok da ciddi tehlike yaratamadı. Kaleci Alp Tutar fena değildi. Sol bek Muharrem Doğan, maç oynanırken yaptığı ilginç totemleriyle bizi kitledi. 1.Li'de oynamış Göksu zaman zaman bindirmeleriyle takımın yıldızı gibi göründü.

Karşılaşma 0-0 sona erdi. Aynı gün Bodrumspor da deplasmanda Bayburt Özel İdare ile 0-0 berabere kaldı. Karabükspor ise aylar sonra maç kazanarak sürpriz yaptı ve hesaplar karıştı. Yine de sanki bu grupta Karabükspor ve Niğde Anadolu sezonun bitmesine haftalar kala küme düşmeyi garantileyecek gibi. Geriye kalan tek kontenjan için ise 5-6 takım var. Şimdilik oralarda gezinen Sakaryaspor'un ise buralarda çok kalmayacağını düşünüyorum. Yani sahadaki mücadeleden çok daha heyecanlı ve çetin bir ligde kalma yarışı izleyeceğiz.

Öte yandan; Tek Maçtan Yatan Kuponlar serisine dahil olabilecek bir kuponun kahramanı oldu bu maç. Aynı saatlerde 3.Lig'de oynanan maçlarda Karşıyaka ve Turgutluspor galibiyetlerini bilmiştik. Tuzlaspor'u da kupona yazmıştık. Fakat Eyüpspor galibiyetine fazla güvendik. Kısacası bu 0-0 beni ayrı bir üzdü. Üstelik Bilyoner'deki tahminimde maça beraberlik demiştim. Bizi takip edenler kazandı ama biz kaybettik.

Cuma, Ekim 11

Adalet Oyunu


Türk sinemasında bazı filmler çok kıyıda köşede kalıyor. Nedenlerini anlamak mümkün değil. Tanıtım ve pazarlama bu kadar önemli mi? Peki sinemaseverlerin, sinefillerin etkileşimi nerede kalıyor? Üstelik 2000'lerdeyiz. Artık kulaktan kulağa duyurmak çok daha kolayken...

Adalet Oyunu'nun daha önce adını dahi duymamıştım. Fakat filmi heyecan içinde izledim. Gözümü bile kırpmadım. Film bittiğinde kafamda birçok soru oluştu. Sadece filme dair değil. Yaşama, hukuka, felsefeye dair birçok soru çıktı zihnimde. Böyle filmleri seviyorum. Hevesle internete girdim. Belki filmle ilgili yazılar bulur, kafamdaki sorulara cevaplar verebilen birileri çıkardı. Fakat ikisi de yoktu...

Ekşi Sözlük'te bile üç sayfa var sadece. Filmin 2011 yapımı olduğunu hatırlatalım. Yani değil internetin, sosyal medyanın bile hızla yükseldiği bir dönemde vizyona girmiş. Fakat arada kaybolmuş gitmiş.

Teknik olarak biraz zayıf. Artık sinema izleyici bu önemli bir unsur. Muhakkak ilgiyi etkilemiştir. Kesin rakam bilmiyoruz ama çok küçük bütçeyle çekildiği aşikar. Hemen hemen tek bir mekan kullanılmış. Bu da yeni dönem izleyicisini tatmin edecek bir nokta değil. Sinema filminden ziyade tiyatro oyunu olarak dahi değerlendirilebilir. Oyuncular ise şahane. Özellikle Mustafa Uğurlu ve Erol Keskin döktürüyor...

Fakat vizyonda sadece 6 bin kişi izlemiş. İnsan üzülüyor. Bilseydim, duysaydım para verip giderdim. Bari bir iki yerde ödül alsaydı... 

Filmin yönetmeni Mahur Özmen, kısa sinema kariyerinde iki film üretmiş. Ondan öncesinde bir avukatmış. Filmlerini izleyen veya konusunu bilenler için şaşırtıcı değil. Daha öncesinde ismini duymamıştım. 2018 yılında vefat etmiş. 

Ne ürettikleri bilindi, ne de daha fazla üretebildi. 

Salı, Ekim 8

Eyüpspor 1-2 Bodrumspor


Blogu boşladığımız için çok geri kalıyoruz. Oysa çok daha atik olmak gerek. Futbol beklemez. Sezonun en güzel zamanlarındayız. Sezonun ilk yarısının ortası; bir de sezonun sonu güzeldir. Sezonun sonu malum; heyecanın dozu yüksektir. Herkes sever. Fakat bu dönemin de kendine has çekiciliği var. Sezonun en başındaki kadar formsuz değildir takımlar. Artık hazırlardır. Hava da henüz soğumamıştır. Tribünlere akılır. Sıcak da değildir; top oynanır...

O nedenle Pendikspor'un kupa maçından sonra Eyüpspor - Bodrumspor maçına gidildi. Bu maça gitmek için çok fazla neden vardı. Hava güzeldi. Yakından takip ettiğimiz Bodrumspor İstanbul'a geliyordu. Bir de maç Kasımpaşa'da oynanacaktı. Ulaşımıyla, içiyle, seyir keyfiyle Türkiye'nin en konforlu stadyumlarından birinde. Uzun zamandır buraya ayak basmıyordum. Eyüpspor'un stadyum sorunu nedeniyle karşılaşma buraya alınınca gitmek farz oldu.

Siz bu satırları okuduğunuzda iki takım birer maç daha yaptı. İkisi de rakiplerine yenildi. Fakat bu maçtan önce Eyüpspor biraz daha formda gözüküyordu. Daha iyi sonuçlar almıştı. Gerçi kazandığı iki maçtaki rakipleri Karabükspor ve Niğde Anadolu şu an puan durumunun son iki sırasında. Fakat Bandırma deplasmanındaki beraberlik de dikkat çekiciydi.

Bodrumspor ise ilk dört maçını kazanamamıştı. Hatta Eyüp deplasmanından önce (yani Kasımpaşa deplasmanından önce) kendi sahasında Vanspor'a 4-0 yenilmişti. O nedenle Eyüpspor karşısında galibiyet beklentim yoktu.

Çok da iyi oynadıklarını söylemek mümkün değil zaten. Fakat 23. dakikada Ozan Sol'un penaltı golüyle öne geçtiler. O dakikaya kadar top Eyüpspor'daydı ama bir türlü ceza sahasının içine top sokamadılar. 1-0'dan sonra iş daha da zorlaştı. 

Zaten Bodrumspor'un kadrosu daha tecrübeli ve kaliteli. İzzet Yıldırım, Emre Özkan ve Orhan Şam'ın yer aldığı savunma kurgusu lig standartı için hiç fena değil. Skoru korumak onlar için oldukça kolay bir görev oldu.

Fakat maçın en iyi oyuncusu Batuhan Ayvaz'dı. 21 yaşındaki oyuncu Eyüpspor'un sol tarafını adeta felç etti. Bodrumspor'un ileriye çıkmasını tek başına sağladı. Tribüne girerken gördüğümüz Vedat İnceefe muhakkak onu dikkate almıştır.

İlk yarı 1-0 sona erdi. İkinci yarı çok farklı olabilirdi ama Bodrumspor farkı açarak adeta maçı kilitledi.

Bu maçta Eyüpspor hakkında söyleyebileceğimiz tek özellik hiç vazgeçmeden mücadele etmesiydi. Kalite yetersiz, organizasyon zayıf ama bu konuda oldukça inatçılar. Zaten son dakikada olsa da golü buldular.

Siz bu satırları okuduğunuzda, büyük ihtimalle biz Eyüpspor - Ergene Velimeşe maçına gitmiş olacağız. Hafta içi karşılaşmasında Eyüpspor yine sürgünde olacak. Maçın adresi Pendik Stadı olacak. İki takım da aynı puanda ve kazanan çok rahatlayacak. Kritik bir mücadele.... Passolig'in olmadığı liglerde, gidebildiğimiz kadar maça gitmemiz lazım. Bu anlamda Eyüpspor'un stadyum sorunu işime yaradı. Bu maça dair de en çok hoşuma giden Kasımpaşa Stadı'na uğramak oldu. Eyüp'teki stadyumun Kasım ayına yetişeceği söyleniyor. Belki Türkiye Kupası'nda bir Konyaspor maçı da denk gelebilir.


Pazartesi, Ekim 7

Employee of the Month


İlginçtir;aynı isimde iki film var. İkisinin de yapım tarihleri birbirine yakın. İki sene var aralarında. Ben daha eski olanını izledim. 2004 yapımı olan film, başrollerinde Matt Dillon, Christina Applegate gibi isimleri barındırıyor. 2006 yapımı daha vasat gibi duruyor. Fakat buna rağmen internette bu filme dair daha çok bilgi, yorum vs var. Üstelik IMDB puanı daha yüksek olan da bu....

Neyse; 2004 olan da fena değil. Harika bir filmden bahsedemeyiz ama çıtırlık denilebilecek türden. Suç var, soygun var, mizah var, sürpriz son var... Süresi de fena değil.

Fakat işin asli; kadroya bakınca ben daha iyisini bekliyordum.