Perşembe, Nisan 22

Brexit Ligi

Şampiyonlar Ligi 1992'de başladığında, AB en güçlü ve verimli dönemini yaşıyordu. Aslında o dönem de çok güçlü değildi ama yine de proje bir proje olmaktan çıkmış, artık bir ideal olarak zihinlere yerleşmişti. Doğu blokunun yıkılmasıyla Avrupa tek bir kıta olmaya, hatta tek bir ülkeye olmaya çok yakındı. En azından şartlar buna müsaitti. Fakat Alman, Fransız ve İngiliz ile Hırvat, Macar ve Yunan'ı aynı potada eritmek mümkün değildi. Ekonomiler farklı, hayat tarzları farklı, gündemler farklıydı. Buradan, Avrupa 'ekonomik' topuluğu yaratabilirdiniz belki ama Avrupa 'birliği' çok zor bir işti.

Şampiyonlar Ligi böyle bir dönemde ortaya çıktı. Tabi ki ondan önce bir Şampiyon Kulüpler Kupası vardı. Fakat o turnuva, saf bir futbol turnuvasıydı. Eleme usulu ile oynanan, bir ülkede akşam 21.00'de, bir ülkede öğlen 13.00'te oynanan maçlarla tamamlanan, bir tam sezona yayılsa da en baba takımın bile 4-5 ülkeye seyehatla kupayı kazandığı bir turnuvaydı.

Şampiyonlar Ligi ise bambaşka bir dünyaydı. İlerleyen zamanda statüsü değişecek ve artık şampiyonların ligi olmaktan sıyrılacaktı. Orası işin ticari boyutuydu. Fakat Şampiyonlar Ligi, AB ideasına hizmet eden, hatta onu güçlendiren en somut organizasyondu. AB'den bile daha inandırıcıydı.

Bir milli marşı vardı ve herkes seviyordu. Tüm maçlar aynı saatte başlıyordu. AB üyesi olması düşünülmeyen Rusya da bizimdi İrlanda da. Futbol ailesinden daha fazlası vardı. Her Çarşamba akşamı (sonra salılar da eklendi) aynı saatte tüm kıtanın insanları, güçlü yayıncılık ekolü ile (ki bunun temeli de Eurovision'dur) bir araya geliyordu. Şampiyonlar Ligi kıtanın tek bayrağı, futbol tek dini, oynanan maçlar tek diliydi. En azından haftada 2 gün iki saatliğine, kıta bir ulusa dönüşüyordu.

Üstelik gidilen deplasmanların kattığı zenginlik de işin diğer boyutuydu. Bir İngiliz Budapeşte'ye, bir Yunan Kopenhag'a gitmek için fırsat buluyordu. Eskiden de takımlar deplasmana gidiyor ve onları takip eden taraftarlar vardı ama bir sezonda bu ne kadar olabilirdi? 

Schengen, 1985'te imzalanmıştı ama sınırlar 1992'de açılmıştı.

Konuyla ilgili yazılmış çok iyi yazılardan birine pas atıp, süreci ilerletelim ve bugüne gelelim.

Şampiyonlar Ligi zamanla bir marka haline geldi, tüm Avrupa'yı kendine bağladı, Avrupa'yı bir araya getirdi. Fakat Avrupa Birliği bunu başaramadı. Birçok 'küçük' paydaşın birlikle ilgili sıkıntıları vardı ama onlar kollarını kaptırmıştı bir kere. Çıksan çıkamaz, kalsan kalamazsın durumu yaşanırken asıl bomba İngiltere'den geldi.

Brexit uzun süre ülke gündemini meşgul etti. "Çıkalım mı çıkmayalım mı" kavgası, çıkmak isteyenlerin galibiyetiyle sona erdi. Bu galibiyet, İngiltere'de hükümeti bile devirdi. Sonucun sonuçlarını görmek için halen zamana ihtiyacımız var. İngiltere için iyi mi oldu? Bilmiyoruz. Fakat en azından AB'nin karizmasının çizildiğini biliyoruz. Ayrılık, diğer ayrılmak isteyenlere de güç verdi. Geçen yaz yapılan bir ankette İtalyanların yarısının AB'den ayrılmak istediği ortaya çıktı. Hatta ülkede Italexit adında bir parti de kuruldu. Aynı anket Almanya'da da yapıldı ve Almanların yüzde 67'si, birliğe sadık olduklarını belirtti. 

İşte Avrupa futbolunda son dört günde yaşananları bundan  ayrı görmek mümkün değil. Tabi ki futbol ekonomisi uzun zamandır bu tip projeleri gündeme getiriyordu. En az 20 yıldır; yani Ünal Aysal'dan da önce...

NBA'i, Formula 1'i, hatta kıta içindeki Euroleague'i gördükçe bu söylentiler giderek daha da güçlendi. Fakat bir darbe girişimi gibi işin resmiyete dökülmesi 2021'e denk geldi. 

Brexit'ten ve Italexit'ten sonra, pandeminin ortasında, tribünlerin ıssızlığında, İngilizlerin çoğunluğunda, bir İtalyan'ın liderliğinde ve Almanların yokluğunda...

İlk darbe girişimi şimdilik püskürtüldü gibi. Hem de çok kısa bir şekilde. Sadece 48 saat sürdü. Biz blogu açana kadar olay kapandı. Yine de temkinli olmakta fayda var. Bu defter kolay kapanmayacaktır. Belki 1-2 hafta sonra, belki de 10-20 sene sonra karşımıza yeniden çıkacak.

Şu an darbe bastırmanın mutluluğuyla futbol tüm paydaşları (12 tanesi hariç) birbirine sarılıyor. Özellikle İngiliz taraftarların güçlü duruşu önemliydi. Bu kimileri için romantik de bulundu. Hatta devrimci diyen de vardı. Oysa aslında tamamen muhafazakardı. Yaşadığı topluma dair sorumluluk hissedenlerin tavrıydı. Romantik değil, tamamen gerçekçiydi. Bir Liverpool taraftarının sokağa çıktığında göreceği Everton taraftarı karşısında hissedeceği utancın korkusuydu.

Fakat yine de eksikliği hissedilen, ya da varlığı pek hissedilmeyen, bir grup da vardı. Slavia Prag'lar, Panathinaikos'lar, Galatasaray'lar...

İngilizler, İtalyanlar ve diğer büyüklerin AB'den çıkma isteği hep ayı potada birleşiyor. Avrupa'nın geri kalanına bakmak istemiyorlar. Bu doğru bir fikir mi bilmiyorum. Verilere bakmak, iyice değerlendirmek lazım. Fakat söylem de bu, toplumdaki karşılığı da. Aynı zamanda futboldaki karşılığı da bu.

Süper Lig kurulursa yerel ligler ne olacaktı? Son dört günde en çok sorulan soru buydu. Cevabı da belliydi. Büyük zarar göreceklerdi. Kapalı bir ligin varlığı, yerel ligdeki rekabet duygusunu zedeleyecekti, zira kazanmak (ligi üst sırada bitirmek) bir işe yaramayacaktı.. Üstelik o lige katılanlar daha çok gelir elde edip yerel ligde haksız  bir rekabet oluşturacaktı.

Fakat kulüplerin de haklı oldukları bir nokta vardı. Gidip kendi aralarında maç yapmaları daha kârlı olacaktı. Bunu da herkes kabul ediyor. Peki rekabet duygusunu ve yerel ligleri koruyarak yeni bir ayrıcalıklı lig oluşturamazlar mı?

Sonuçta mesele yerel lig değildi. O 12 takım yerel liglerinden kaçmak da istemiyorlar. Fakat artık Prag deplasmanına çıkmak istemiyorlar. Astana ile zaman kaybetmek istemiyorlar. Başakşehir ile oynayıp bir de yenilerek elenmek istemiyorlar. Tıpkı AB'de olduğu gibi, kıtanın geri kalanına 'bakmak' istemiyorlar. Yoksa Manchester City'nin West Ham United ile Juvntus'un Verona ile bir derdi yok,

Öte yandan son bir haftada yaşadıklarımızın temelinde bu 12 kulübün UEFA'dan daha çok pay istemesi yatıyor. Belki de Süper Lig'e önümüzdeki yaz başlama konusunda çok ciddi değillerdi ve pazarlık masasına oturmak için ellerini güçlendirmek istediler. Gerçi son olanlardan sonra bence masadaki kozlarını kaybettiler ama olayı karşılıklı bir pazarlık haline getirmek hiç de zararlı bir adım olmayacaktı. Bu pazarlıkların uzun yıllar boyunca devam edeceğini ön görebiliriz.

Üstelik Şampiyonlar Ligi'ni 2000'den sonraki hali ve yeni statüsü gözümüzün önünde. Şampiyon olmayanların yer aldığı, şampiyon olanların kapıda kaldığı bir organizasyona çoktan dönüştü bile. O zaman bu Süper Lig projesi, yerel ligleri koruyarak ve kapalı bir organizasyon haline getirmeden nasıl düzenlenir?

İş çok basit bir yere gidiyor. İngilizlerin, Brexit'teki gibi Avrupa'nın geri kalanından ayrılma ama diğer büyüklerle dirsek temasında  olma sevdasının benzini burada da görebiliriz.

Mesela;

Şampiyonlar Ligi sadece beş büyük ligin takımlarından oluşabilir. Tıpkı şimdiki gibi; sıkı bir lig yarışında ilk dörde girenler kendini Şampiyonlar Ligi'ne atar. Zaten öyle oluyor da. Fakat bu sefer aralarına kimseyi almazlar. 

Şampiyonlar Ligi'nde veya Dünya Kupası'nda gördüğümüz, coğrafyayı genişletmek adına takım sayısını arttırmak yerine, daha az takımla (ama çok fazla maç sayısıyla) Süper Lig'in anlayışına benzer bir lig oluşturulabilir. 20 takımın yanına Avrupa'nın geri kalanın verilen havuçlarla 4-5-6 tane takım dahil edilir. Alın size Süper Lig... Böylece iki tane Barcelona - Ferencvaros maçı yerine iki tane Barcelona - Bayern Münih maçı izleriz.

Tabi bunlar düşünce, beyin fırtınası... Neler olacağını kestirmek pek kolay değil. En azından tam olarak neler olacağını... Fakat bugün muhafazakâr futbolseverler bir zafer kazanmış olsa da canavarımız yenilik ve devrim adı altında, başka bir şekle bürünerek içeriye girebilir.

Yne de neler olacağını kestirebilmek adına Avrupa siyasetine ve ekonomisine yakından bakmakta fayda olacak. Bize mesajları orası verecek gibi.


Hiç yorum yok: