Cumartesi, Haziran 10

28 Şubat ve Demokrasi

Öncelikle isme kanıp bu kitabın 28 Şubat sürecini değerlendirdiğini düşünmemek gerek. Hatta neden kitabın ismi bu şekilde konulmuş anlamadım. Ticari bir kaygı mı? Zira 28 Şubat, kendi döneminden daha çok son 10 yılda konuşulur/tartışılır oldu ve ona dair bir içerik bulma hevesi okuyucuda daha da arttı.

Gerçi önsözde içerikle ilgi bilgiler veriliyor; tamamen bir aldatmadan dem vuramayız. Emre Kongar'ın 1999 yılında yazdığı köşe yazılarının derlemesinden ibaret kitap. Fakat yazıların tamamı da 28 Şubat ile alakalı değil. Zaten 28 Şubat da 1997 yılında yaşanmıştı.

Aslında, toplanan yazılarla okuduğumuz 200 küsür sayfa kötü bir çalışma değil. İnternetin yaygınlaşmasıyla her şeyin elimizin altında ama dağınık şekilde bulunması, inanılmaz bir kirlilik yaratıyor. Sadece bilgi kirliliğinden ibaret değil bu; artık geçmişe dahil hatıralarımız, kronolojik bilgimiz, neden-sonuç ilişkilerimiz kaybolmuş ve birbirine karışmış durumda. Haliyle bu tip kitapların bazen soluklanmamız, bazen deüzerimize yağan bilgi bombasından kurtulup sağlıklı düşünmeyi sağlaması açıdan değerli buluyorum.

Hatta internet medyasının hızı ve hızından doğan karmaşıklığı bence gazeteleri yeniden değerli kılacak ve kılmak zorunda ama bu başka bir yazının konusu olsun.

Buna rağmen; yine de 28 Şubat ve Demokrasi kötü bir isim. Mesela "1999 berbat bir yıldı" gibi bir isim çok daha güzel olabilirdi. Kongar'ın yazılarını arka arkaya okurken 1999 gündemini yeniden yaşıyorsunuz. Zaten bir insan neden seneler sonra sadece 1999 yılına ait yazılarını toplar kı? Belli bir konuya, belli bir içeriğe ait değil; tamamen zamana odaklı bir çalışma. Çünkü, 1999'un önemi; 2009'da, 2015'te vs daha net anlaşılıyor. Hatta 2023'de bu kitabı okurken, o kötü yıllarda bile nasıl güzel fırsatların eşiğinde olduğumuzu ve zamanla bu fırsatları nasıl yok ettiğimizi daha net anlıyoruz.

28 Şubat 1997'nin yankılarının halen devam ettiği o yılda Öcalan yakalandı, Nisan ayında genel seçimler oldu, 17 Ağustos depremi yaşandı, Hizbullah operasyonları ve onların infazları göz önüne çıkartıldı, Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü, 12 Kasım'da bir deprem daha oldu... Ve tabi ki irili ufaklı birçok olay daha yaşandı.

1999; bir sosyal bilimci için müthiş bir çalışma sahası yaratırken, bir yurttaşın psikolojisini bozan olayları da arka arkaya sıralıyordu. Bugünlerde 90'ları övenlerin okuması gereken bir yıl.

Tabi son cümle, son yıllarda "AKP övgüsü" argümanı olarak kullanılıyor. Biz o açıdan bakmıyoruz ama bir gerçeği de inkar edemeyiz. AKP gökten zembille inmedi, biz de bugünlere de bir günde veya bir seçimle (2002) gelmedik. 2023; bizlere 1990'ların, hatta 1980'in hediyesidir!

Kitabı tekrar okurken o günleri bir daha yaşıyoruz. Fakat zaten tarihsel bir döneme ışık tutan bir kitap değil. Güncel yazılmış yazıların toplanması... Bu noktada Emre Kongar'ın o günkü sıcağı sıcağına tespitlerini okumak önemliydi benim açımdan, daha fazlasını aramak hata olur.

Kongar, fikren çok uyuştuğum bir yazar değildir. Bu kitapta da bazı tutucu değerlere çok fazla sarıldığını görüyoruz. En basitinden 28 Şubat'tan büyük övgülerle bahsetmiş. Haklı olduğu noktalar bulunsa da (bu da onun değerlerine bağlılığından kaynaklanıyor) bir sosyal bilimci olarak yaşananların dip dalgasını o günlerden sezmesi ve anlatması gerekirdi. Üstelik bunu başarabilecek bir birikime sahip olduğunu, başka konularda gösterebiliyor.

Ona göre 28 Şubat sayesinde siyasal islamın önü tıkanmıştı. Bundan sonra (1999) biraz sıkı çalışmayla bu sorun bertaraf edilebilir, Güneydoğu'da Kürt milliyetçiliği ve onu besleyen Türk milliyetçiliği sorunları çözülürse demokrasi kurmaya başlanabilirdi.

Oysa ne Güneydoğu'daki sorun lümpen bir milliyetçilikten ibaretti ne de siyasal islamın önü tıkanmıştı. Hatta çok daha güçlü bir şekilde geldi. Üstelik Kongar, o günlerdeki yazılarında Adnan Menderes döneminden de sıklıkla bahsediyor. Yani bir "mağduriyet"in bazı çevrelerce nasıl kullanıldığına hakim olduğunu da biliyoruz.

Tabi içerik dışında biçim de önemli. O noktada Kongar'ın hakkını vermem lazım. Yaşanan nemli olayları, hatta tarihin kırılma anlarını, 1-2 gün içinde bir gazete köşesinde kısa, akıcı ve derin yazabilmek kolay iş değil. Şimdi ana akımdaki köşe yazarların yazılarına bakıyorum da; arada çok büyük kalite farkı var.

Yine de öncelikli okunması gereken kitaplardan biri değil. Evde bu ara geniş bir temizlik yapacağız. Bazı kitapları elden çıkabiliriz. O nedenle bir süre sonra elimizde tutmaya gerek kalmayacak zayıf kitapları, elden çıkarmadan önce okumaya çalışıyorum. Bu da onlardan biriydi....

1 yorum:

Adsız dedi ki...

28 şubat kararları harfiyen uygulanmalıydı. en büyük hata bu oldu. kağıt üstünde kaldı. ortadoğu'da acımasızca en katısından laiklik tek çare. hatta en katı laik insan "abi yeter bu kadar olmaz" demeli. o derece.
99'da bu ülke daha iyi durumdaydı. depremde yaşanan rezillikler ortada. millet 3 gün ölüme terk edildi. dönemin tanıkları twitter'da defalarca yazdılar 99'da özellikle askerin derhal sahaya inmesiyle çok şeyin fark ettiğini. nasuh mahruki de bir sürü şey anlattı şubat ve mart aylarında.
iyi kötü işleyen bir hukuk sistemi vardı. hizbullah'ı mecliste ağırlamıyorlardı en azından operasyon yapılıyordu. şu an infazlar cezasız kalıyor. sinan ateş ortada. araştıran bile yok.
basın yayın ve ifade özgürlüklerinden bahsetmeye bile gerek yok. yazar kasa atan şimdi müebbet yer.