Bazı filmler çok kaliteli değildir. Zaten pek fazla insana da ulaşamamıştır. Kıyıda köşede kalmıştır, az izlenmiştir, zaten her izleyen de sevmemiştir. Yani az bilinen ama izleyen herkesin sevdiği bazı filmler vardır ama onlarda daha fazlası kadar; az izlenen ve unutulan filmler vardır.
Sanırım The Sweet Life böyle bir film. Hakkında yazılmış bir yorum, analiz veya içerik bulmak kolay değil. Bulunca da övgüler okuduğumuzu söyleyemeyiz. Fakat isin esas noktası; ben sevdim be kardeşim...
İlk olarak başlangıcı ile beni yakaladı zaten. Bir intihar sekansı ile karakterler birbirlerini tanıyınca, hemen Dream with the Fishes'i anımsadım. Belki de bu yüzden film benim için 1-0 önde başladı.
Sonrasında birbiriyle tanışan bu iki karakter yola çıktı. Al sana bir yol filmi. Bu türün de kötüsü pek olmuyor. Oldu mu sana 2-0...
Oyuncular fena değil, yönetmen iyi, görüntü yönetmeni harika. En çok da müzikler şahane; filme ve sahnelere çok uyumlu. Çıtır çerez bir filmde daha ne olacak ki? Herkesten bir Godfather beklemiyoruz sonuçta.
Filmin türüne ne diyebiliriz? Amerikalılar 'dramedy' diye bir kavram çıkardılar. Kelime oyunu güzel ama kavramın kendisi içime sinmedi. Bir de sadece dramla ve komedi ile açıklayamayız. Artık yeni bir insan profili var. 21 yüzyılın orta sınıfında yer alan mutsuz insanın umutlu hikayesi. Bu türe bir isim bulmak gerekebilir.
Fakat hepsi bir kenara, benzeri binlerce kez çekilmiş bir film beni keyifle tuttuysa hakkını vermem lazım.
İşin acıklı tarafı, sanırım filmin orijinali Hint veya Kore yapımıymış. Biz ABD versiyonuna denk geldik. Acaba Hollywood, çok iyi bir işin kotu bir taklidini mi ortaya çıkarmış? Bazen, ürünlerin taklitlerini kullanmak da kotu olmuyor. Eğer orijinallerini bilmiyorsan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder