Ken Loach sineması dendiğinde aklımızda beliren bazı kodlar var. Hepsini sıralamaya gerek yok. Özetle; Sorry We Missed You bu kodlara uyan filmlerden.
Loach, 85 yaşında. Halen üretebiliyor olması muazzam bir başarı. Onca yıl boyunca aynı problemler üzerinden filmler çekti. Kapitalizmin insanlar üzerinde yarattığı buhranlar ise her defasında daha da büyüdü. Loach için bir dilemma olsa gerek. Dünya, Loach'un savunduğu değerlerin yanına bile yaklaşamadı ama problemin varlığı onun üretmesine olanak sağladı. Sistem her defasında yeni türden problemleri kucağımıza attı, bu da yönetmenin yeni fikirlerle karşımıza çıkmasına neden oldu. Mesela I Daniel Blake'te işsizliğin yarattığı tahribatı sunarken, Sorry We Missed You iş bulmanın da çok matah bir durum olmadığını gösteriyor.
Loach (ve son 25 yıldır devamlı beraber çalıştıkları senarist Paul Laverty) belki de ilk defa bu kadar karamsar bir şekilde karşımıza çıktı. Savaş, çatışma temalı kanlı filmleri kenarda bırakırsak (Land and Freedom ve The Wind That Shakes the Barley), İngiliz yönetmen şehirdeki modern insanın kaygılarını ve dertlerini anlatırken her zaman güçlü bir mizahı da yanında getirmişti. Fakat son film Sorry We Missed You (2019) da bunu bulmak çok zor. Belki de Loach artık, gülünecek bir şey kalmadığını anlatmaya çalışmıştır.
Bir röportajında "Haksızlığa öfkelenmiyorsan nasıl bir insansın?" diyen Loach, belki de artık öfkelenmek için tüm şartların var olduğunu göstermek istemiştir.
Üç sene önceki I Daniel Blake bile, sancılı sonuna ve dramatik örgüsüne rağmen yine de zaman zaman bizi güldürerek rahatlatmıştı. Oysa Sorry We Missed You her dakikasında iç karartan, bunaltan ve rahatsız eden bir film.
Genelde "rahatsız eden" film, daha çok gerilim türü için kullanılır. Olağanüstü olmasa da çok nadir görülen ve çok az kişinin başına gelen olaylar anlatılır. Kendinizi baş rolün yerine koymak istemezsiniz. Zaten yaşamda benzer bir tecrübeniz de olmamıştır. İlerleyen süreçte olma ihtimali de çok düşüktür. Fakat 'hiç olmaz, bu sadece sinema' da diyemezsiniz. Ve filmi izlerken devamlı "Ya olursa" diye düşünürsünüz. Mesela Haneke filmleri bu 'rahatsız etme' duygusunun altını çok net doldurur.
Sorry We Missed You, en az o filmler kadar rahatsız edici ama bir fark var. Hikaye herkesi kapsıyor. Bir, "Size de vurabilir" hikayesi değil. Size zaten ya daha önce vurmuştur ya da ileride vuracaktır. Anlatılandan kaçış pek yoktur. Eğer kaçabiliyorsanız zaten Loach filmleri de genel olarak size hitap etmeyebilir. Fakat yine de çoğu Loach filminde olmadığı kadar karamsar bir tablo ile karşı karşıyayız.
Filmin konusuna dair detaylı cümleler kullanmayacağım. Fakat ana hatlarıyla bu filmin pandemi öncesinden çekilmesi çok önemli. Zira pandemi sonrasında oluşan/oluşabilecek yeni dünya düzeni Loach'un anlattığı duruma paralel ilerliyor gibi. Her ne kadar sokakta çalışan bir kargocu üzerinden anlatılsa da çalışan sınıfın büyük bir kesimine vurulacak darbe hemen yanı başımızda duruyor olabilir.
Önce evden çalışmanın, ofislerde kalabalık olmamanın daha iyi olduğu anlatıldı.İnsanlar bunu giderek kanıksıyor. Artık evlerde çalışma artacak. Ev bir ofis. Sizin kendi ofisiniz. O zaman siz artık ufak bir patronsunuz. Tamam patron değilsiniz, ama bir 'çalışan' olarak sermaye koymanız gerekecek. Mesela bir laptop almalısınız. Veya sektörünüzle bağlantılı materyaller. Mesela filmde Ricky, bir araç satın alıyordu. Belki bu en yüksek seviyeden bir ihtiyaç ama olsun. Herkes kendine göre borçlar içine girecek. Sırf çalışmak için. Ayrıca size yemek veren, sizin çalışmanız için elektrik yakan, doğalgaz tüketen de olmayacak.
Öte yandan artık ofiste olmayacağınız için, şu sorular da ortaya çıkabilir: Size neden sigorta yatırılsın? Sosyal güvenceler size neden verilsin? İşe ihtiyacınız olduğunuz için, daha doğrusu sıcak parayla ev döndürmek zorunda olduğunuzdan siz de zaten bunlardan kolayca vazgeçebilirsiniz. O yüzden soruya cevap verirken üzerine çok fazla düşünmeyebilirsiniz de... Sözleşmesiz çalışan Ricky ve Abbie çifti tüm haklarından feragat ediyorlar. Günde sekiz saatten fazla çalışıyorlar. Bunu sorgulamıyorlar biri. Filmde bunu sorgulayan tek kişi 80'lerde sendikacılık yapan bir kadın. Ve bu şartlarda çalışan insanlar olduğunu görünce çok şaşırıyor.
İngiltere gibi sosyal güvencenin -şimdilik- korunduğu bir ülke ile sigortasız milyonlarca inansın çalıştığı Türkiye'yi aynı pencereden değerlendirmek sağlıklı değil. Yine de kapitalizmin çalışan kesim üzerinde dayattıkları ortak.
Ve tabi filmde siyasi-politik bir problem işlenmiyor. Bu sorunun aile hayatına yansıması, evlere girmesi söz konusu. İnsanı korkutmak ve kaygılandırmak için her şey mevcut. Üstelik bu 'dünyayı bekleyen büyük tehlike' filmlerinde olduğu gibi görsel efektlere muhtaç kalan bir konu da değil. Her şey yüzde 100 gerçek ve tamamen ortada...
İnsan karamsar filmleri izlerken çoğu zaman bugünden vazgeçer ve en azından geleceğe dair umut görmek ister. Mutlu sonlar bunun için vardır ama mutlu son olmasa bile, sanki bir devam filmi gelecekmiş gibi bir açık kapı görmek ister.
Sorry We Missed You, böyle bir düşünceye de imkan vermiyor. Geleceği temsil eden ailenin oğlu Seb, giderek sistemin içinde kayboluyor. Aile onun üniversite okumasını isterken o, "Üniversite okuyup ne olacağım?" sorusunu soruyor.
Seb karakteri filmde sıkça işleniyor zaten. O konuya girmek istemiyorum. Fakat herhangi bir umut kırıntısının olmadığı, sert bir film karşımızda duruyor. İzlemeden önce, mental olarak hazırlanarak oturun ekranın karşısına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder