Pazartesi, Temmuz 17

Müslüm


Ayvalık'tan Bodrum'a giderken Tolga Çevik'in orta düzey Sen Ben Her Şeyimsin filmine denk gelmiştim.

Aynı rotadaki dönüş yolculuğumda ise seçenekler arasında Müslüm vardı. Müslüm filmine ilk çıkış yılından itibaren (2018) oldukça mesafeliydim. Daha doğrusu; filmin yapımcısı Mustafa Uslu çıkardığı ürünlerle ve sonrasında dünyayı kurtarmış gibi davranmasıyla bizi bu tip hikayelerden soğutmayı  başarmıştı. O nedenle Müslüm'e doğal bir mesafe koymamız kolay oldu. Fakat her şeye rağmen bir otobüs yolculuğunda izlemek için hiç fena bir seçenek sayılmazdı.

Hatta filmin girişindeki isimleri okuyunca "Acaba haksızlık mı ettim?" diye kendime sormadan edemedim. Senaryo kısmında Hakan Günday'ın olduğunu beş yıldır bilmiyordum, bu bilgiyi filme başladıktan hemen sonra öğrendim. Bu da düşük beklentilerimi bir anda yukarıya çekti.

Fakat yine de karşımda iyi bir film bulamadım. Aslında benim yıllardır düşündüğüm kadar da kötü değildi. Ben tam bir ajitasyon ve drama bekliyordum. Popüler bir isme sırtını dayayarak üretilmiş, tiraj kaygılı bir 'reklam ürünü' çıksa şaşırmazdım. Aslında bu düşüncelerimiz belli noktalarda kendini gösteriyor. Fakat en azından oyunculuk, zaman zaman görüntü yönetmenliği ve tabi güçlü bir öykü bizi bir şekilde filmde tutuyor.

Yine de Müslüm Gürses gibi, uzun yıllara damga vurmuş, kitleleri harekete geçirmiş, bunun yanına da tam anlamıyla "tam filmlik" bir hayat hikayesi eklemiş bir karakterin biyografik filmi çok daha derinlikli olabilirdi. Hatta film genel olarak, standart bir sinema filmi kadar derin değil. Kompakt da değil.

Sinematografik kısımda pek sıkıntımız yok. Zaten çok iyi oyuncular var. Teknik anlamda da masraftan pek kaçılmamış. Filmin iki yönetmenli olması ise büyük sıkıntı. Hangi sahneler Ketche hangi sahneler Can Ülkay'a ait bilemedim. Buna rağmen filmin konusunda bir kopukluk var. Filme başlar başlamaz ve sonrasında iyi bir süre boyunca Müslüm Gürses'e farklı bir açıdan bakacağımızı zannediyoruz. Fakat sonrasında paket paket bilgiler doğru yanlış olduğu düşünülmeden önümüze atılıyor.

Oysa biz Müslüm Gürses'i biliyorduk. Bize bu bilgiler pek lazım değildi. Daha önemlisi, Müslüm Gürses'in külliyatında iddialı olmasak da onun bu ülkedeki etkisini biliyorduk. Ve onu farklı kılan da oydu.

Üstelik benim gibi çok büyük Müslüm Gürses hayranı olmayan birinin bile bildiği basit bilgiler, tarihsel gerçekliğinden kopartılmış. Filmi daha ilgi çekici hale getirmek için mi denenmiş bunlar? Oysa hikayenin özü zaten ilgi çekici olmaya yetiyor. Sanırım iki saatlik bir filme bilinen her detayı sıkıştırmak için çalakalem bir şeyler yazılmış. İster istemez burada oklar Hakan Günday'a dönüyor ama projenin arka planında olan biteni bilmediğimiz için günah almayalım.

Bir iki örnek verelim. Gürses'in Gülhane konseri dillere destandır, efsanedir. Başlı başına bir olaydır. Bir de jiletçi hayranları ile kurduğu ilişki ve devamında bıçaklandığı bir Bursa konseri vardır. Bu da Müslüm Gürses olgusunun en sert örneklerinden biridir. İki konser de farklı anlamlar ifade eder ve kendi sınırlarında yeterince güçlüdür. Oysa biz bu iki konserin birleştiğini görüyoruz filmde. Müslüm Gürses Gülhane konserinde bıçaklanıyor güya... Neden? Ya da Müslüm Gürses ile Burhan Bayar'ın tanışması çok eskilere, 15-16 yaşlarına dayanıyor. Burada ise çok daha sonrası. Üstelik Bayar filmin müzik yönetmeni. Öyleyse neden? Böyle olunca hikaye daha bir peri masalına mı dönüşüyor? Bir başarı hikayesi mi? Peki Müslüm Gürses'in yarattığı sihir bir başarı hikayesi olması mı? Tam tersi değil mi?

Bu tarz sahte dokunuşlar, beni biyografik filmlerden uzaklaştırıyor. Vasat sinema seyircisini aldatmak ve etkilemek kolay, onların parasını alıp gişe yapmak kolay, devamında her işi vasata hizmet edecek şekilde yapmak daha da kolay... Maalesef toplu bir kalite düşüklüğünü işte bu tip alışkanlıklar doğruyor. Kim daha fazlası için uğraşsın ki?

Üstelik bilinen her detayın anlatılmasından daha fazlasına ihtiyacımız var bu tip işlerde. Yani tıka basa dolu bir Gülhane konseri görmek istemiyoruz filmde; Halfeti'den çıkan, babası annesini öldüren, bir müddet şöhreti de yakalayamayan adamın o konser alanını nasıl doldurduğunu gösteren gelişmelere ihtiyacımız var. Sadece türkü söyleterek olmazdı bu! Türkü söyleyen yüzlerce sanatçı var zaten. Müslüm Akbaş'ın bir farkı olmalıydı. O fark ise filmde yoktu. Hatta zaten bir "müzik" filmi olarak baktığımızda bile Müslüm Gürses sadece türkü söylemezdi ya... Onu farklı kılan sesler de yoktu...

Müslüm Gürses'te dramatik bir hayat hikayesinden daha fazlası var. Film bize hiç çocuğu olmamış "Baba"nın hayat hikayesini anlatıyor ama onun nasıl "Müslüm Baba" mertebesine yükseldiğinden bahsetmiyor. Hatta adını Müslüm koyarak da kısa yola saptığını itiraf ediyor. Müslüm Akbaş'ı mı, Müslüm Gürses'i mi Müslüm Baba'yı mı anlatıyor? Hepsinden biraz, ortaya karışık. Kesişim kümeleri Müslüm işte...

Biz burada, onun İstanbul'un varoşların da varoşlarında nasıl sevildiğini, yoksul halkın değil yoksul halkın bile ittiği Müslümcülerin gönlünde nasıl taht kazandığını görmüyoruz. Sanki o şarkı söyledi, herkes sevdi, bir de sonsuz bir aşka sahip oldu... Filmin bize verdikleri bunlardan ibaret. Hatta Batılı tarzda şarkı söylediği 2000'ler bile çok kolay geçilmiş. 'Yüksek kesimin" Müslüm'ü sahiplenmesi o kadar kolay mıydı peki? Ya da onun evlatları, babalarının Harbiye'de caz söylemesini olgunlukla kabullenmiş miydi?

Cevapları biz biliyoruz. Hatta tek bir cevap bile veremiyoruz. Zira çok fazla cevabı var. Müslüm Gürses'i, diğerlerinden farklı kılan da buydu biraz. O Ferdi ve Orhan gibi zirvede değildi. Biraz kenardaydı. Kenarda olmasının da sebepleri vardı, çünkü çemberin dışını temsil ediyordu. Gülhane'de de öyleydi, Harbiye'de de... Fakat filmimiz bunlara girmemiş. Eh kabul edelim; zor konular... Sigara, alkol, uyuşturucu az, varoşlar yok, 1980 darbesi yok, 1980 sonrası yok, işçiler, yoksullar yok, İstanbul yok, kasetçiler yok, Orhan ve Ferdi de yok... E peki ne var o zaman? Geriye kalanlarla nasıl bir Müslüm Gürses atmosferi iddia edilebilir? Filmin başındaki ıssız Urfa ve kaotik Adana da olmasa yanmıştık...

Hakan Günday'ın varlığı bizi sırf bu yüzden rahatlatmıştı ama beklediğimiz katkı gelmedi.

Onlar Müslüm'ü anlatmış. Wikipedia'da okuyabildiğimiz Müslüm satırlarının görsele aktarılmış hali. Etkileyici bir hayat hikayesine, başarılı bir sinema uyarlaması. Fakat, ansiklopedik bilgilerden daha fazlası vardı Müslüm'de. Onu Müslüm Baba yapan bir şey olmalıydı. Arabeski herkes dinledi ama bir tek onun hayranları kendilerini jiletledi. Bunun bir nedeni olmalıydı. O nedenler filmde yoktu. 

Oyuncularımız gerçekten çok iyiydi. Timuçin Esen'e tek eleştirim Müslüm Gürses'in şarkı söylerken kendinden geçtiği halleri biraz fazla abartması ve aslında sanki Levent Kırca'nın Müslüm Gürses taklidine dönüşmesiydi.

Şahin Kendirci'yi yıllar önce filmin fragmanında gördüğümde onu Taner Ölmez sanmıştım. Ölmez olmadığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Oysa ikisi de filmdeymiş. Biri genç Müslüm'ü, diğeri de Müslüm'ün kardeşi Ahmet Akbaş'ı oynuyorlar. Başarılılar. Zerrin Tekindor sanki fazla kasmadan işin altından kalmasına yetmiş. Muhterem Nur bizim kuşağın gözünün öne pek çıkmadığı için, ona bir can vermek, kendinden bir şeyler katmak daha kolay olmuştur diye tahmin ediyorum. Bir de zaten onun karakterinden istenen 'paket' de çok basitti. İlginçtir en beğendiğim oyuncu, lümpen, milliyetçi Türk dizilerinin vasat oyuncusu Turgut Tunçalp oldu. Müslüm'ün babası rolünde bence filmin en iyisiydi.

Yine de oyuncularımız da ne yapabilir ki en fazla?

Eğer Şanlıurfa'nın ücra bir köyünde doğan, hatta bir ara ölen, sıfırın da altından gelen ve buna rağmen Türkiye'de kitleleri peşinden sürükleyen bir fenomenin ülkeye, popüler kültüre ve sosyolojik fay hatlarına yaptığı dokunuşları merak ediyorsanız; üzgünüm koca bir hayal kırıklığı sizi bekler... Hatta bu anı görmeye en çok yaklaştığımız Gülhane Konseri' sahnesinde bile, bir anda jiletlerle ortaya çıkan "Baba" fanları öyle bir karikatürize edilmiş ki, Kolay Para filmindeki Cevher (Özcan Deniz) hayranı Arıza'dan (Erkan Taşdöğen) farkı yoktu.

Tahminim;  Gürses'in Cihangir sokaklarına taşınması ile hayal kırıklığına uğrayan 'eski' kitlesi, bir kez daha hayal kırıklığına uğradı, hatta bu sefer onunla yeni tanışan (veya barışan) Cihangir bile bu hayal kırıklığına ortak oldu.

Bugünlerdeki vasat Türkiye'nin ekonomik anlamda hem aşağıdan hem yukarıdan kimliksiz kalmış yığınları için ise oldukça yeterli ve hatta spektaküler bir film belki de... 

Bir internet sitesinde bir yorum şöyle diyordu mesela; "Gerçek olaylardan aktarılmış başarılı bir film"

Yani, elde kalan sinema seyircisi için bir biyografinin gerçek olaylardan aktarılması onlara yetiyor. Bir de üstüne bu gerçek olaylar sahiden etkileyici olaylarsa; fazlasına gerek kalmıyor...

O nedenle de Müslüm filmi ve benzer şifrelerle çekilen ardılları uzun süre daha (beş sene oldu bile) konuşulmaya ve izlenmeye devam edecektir.



1 yorum:

Adsız dedi ki...

"kaç tane delikanlı gibi delikanlı var lan mertliğin türküsünü baba gibi yazmış"
unutulmaz arıza repliği :)