Bütün bir turnuva maç izlemeden final için salona gidenleri
pek sevmem. Zamanında onlara çok fazla salladığıma eminim. Fakat artık biz de
öyleyiz. Kulübe katıldık. O sene bu sene, o turnuva EuroBasket 2017’miş.
Maça
gidebileceğimi anladığımda biraz üzüldüm. Son yıllardaki en vasat Sırbistan ile
yarı sürpriz adayı Slovenya arasındaki maç, isim olarak çok da ilgi çekici
değildi. Son dönemini yaşayan oyunculara sahip İspanya gibi bir takıma denk
gelmek ve o winner oyuncu grubuna veda etmek daha cazip duruyordu. Fakat işin sonunda taş gibi bir maça denk geldik. İspanya
veya başkası da olsa; bu kadarını bulamayabilirdik.
Maç zaten güzeldi ama uzun süredir yarı yarıya bir
atmosferde bu kadar etkili iki tribüne denk gelmemiştim. Sırplar zaten bu işi
biliyorlar. Slovenya’dan ise iki günde onlarca uçak İstanbul’a gelmiş. Hatta çok sayıda taraftar gelememiş bile. Zaten Sırplardan daha kalabalık ve daha coşkuluydular.
Takımlar tribünü etkiler. Sırbistan tribünü çok ateşli değildi ama tecrübesiyle
maça müdahale etmesini biliyordu. Takımları da Bogdanovic dışında yetersiz
isimlerden oluşuyordu ama bir şekilde finale kadar geldiler. Finalde de maçın
sonuna kadar tutunmayı başardılar. Bu tamamen Sırbistan kültürü ile alakalı.
Yetenekli bir kuşağa sahip olmasalar bile maç kazanmayı, turnuva götürmeyi, empoze etmeyi başarıyorlar. Zaten ekol buna deniyor. Milan Macvan, Vladimir Stimac gibi TBL’nin
iyi ama Avrupa’nın vasat oyuncuları kıtanın en büyük maçında sahadaydı.
Slovenya ise daha başka bir takım. Tribündeki coşku sahaya,
sahadaki istek tribüne yansıdı. Müthiş desteklediler takımlarını. Takım da buna
karşılık verdi. Sırbistan’ın yapamadığı ve Slovenya’nın başardığı; sahaya ve oyuna
duygu katabilmekti. Bunu her sayıdan sonra görmek mümkündü. Turnuvanın MVP’si Goran Dragic kadar hızlı çok oyuncu
gördüm ama onun kadar hızlıyken dengesini kaybetmeyen hatırlamıyorum. Muhakkak
vardır ama bizim basketbol repertuarımız o kadar geniş değil ve o yüzden Dragic’i başka yere
koymak zorundayım artık. Luka Doncic’e son Euroleague sezonunda ayar olsam da
Slovenler çok seviyor. Onun adını duyduklarında çıkardıkları ses; diğer
oyuncuların iki katından bile fazla. Ona, Uzakdoğu’ya gelen Justin
Bieber gibi ilgi gösteriyorlar. Bence yine de bu sevgiye yakışan bir
oyun ortaya koyamadı. Muhteşem bir sayısı var ki, o da ne kadar yetenekli olduğunun kanıtı. Zaten maçın son bölümnünde sakatlandıktan sonra, ne kadar önemli bir
olduğunu gösterdi. O dakikadan sonra Sırbistan oyunda dengeyi kurdu. Doncic,
kafasında havlu, elleri başında maçı izlerken “Altın madalya gidiyor” izlenimi
vermemeliydi belki ama o da henüz 17 yaşında!
Slovenya’nın büyük coşkusu ve muhteşem hücumlarına rağmen ne
zaman skor tabelasına baksam beklemediğim farklar buldum. "Slovenya 20 fark
atmıştır" derken bir bakıyordum ki Sırplar sadece 6-7 sayı gerideydi. Muhteşem bir
inat! Hele bir de Doncic çıkınca ibre resmen Sırbistan’a döndü. Fakat son
toplarda başarısız olan Bogdanovic, maçın ilk yarısındaki iyi oyununu gölgeleyerek Slovenya’yı
şampiyonluğa taşıdı! Kenardaki Sasha Djordjevic, o dakikalarda sahada olacaktı
işte. Müthiş karizmasıyla kenarda, eline top gelince bile insan bir heyecan
yapıyor. Oyunculuğu döneminde böyle anlarda ceza kesmeyi çok severdi.
Fenerbahçeli Bogdanovic nedeniyle maç öncesi gönlüm Slovenya’daydı.
Fakat Sırpların inadı ve Bogdanovic’in karakter koyması yavaş yavaş taraf
değiştirmeme yol açtı. Fakat herhalde benim için en iyi senaryo oldu.
Bogdanovic’in boş şutları şampiyonu belirledi. Aksi olsaydı, Bogdanovic
güzellemelerine maruz kalacaktık. Avrupa Şampiyonası finalinde bile yerel
rekabeti düşününce maçı da ara ara o gözle izledik. Fenerbahçe’nin geleni ile
gidenini görünce, Bogdaovic ile Guduric arasındaki farkı anlayınca önümüzdeki
sezonun Fenerbahçe için daha zor geçeceğini anlamış olduk.
Bu arada herhalde maçın en iyi oyuncularından biri Gaspar
Vidmar’dı. Muhteşem bir savunma yaptı. Uzun TBL kariyerinde 10 dakikada aldığı
3-4 faullerle saç baş yoldurtan Vidmar, 27 dakika oynadığı bu maçı tek faulle
tamamladı. O faul de maçın son periyodunda alındı. Çok önemli katkı yaptı.
Vidmar, Türkiye’ye ilk ayak bastığında herkes “Bu çocuk gelecekte Avrupa şampiyonu olur”
derdi ama geldiği nokta hiç de beklendiği gibi olmadı. Fakat eğrisi doğrusuna
denk geldi. Vidmar, artık bir Avrupa şampiyonu.
Zaten herhalde dünya üzerindeki en güzel duygu, bir sporcu olup Avrupa,
Dünya şampiyonu gibi apoletlere ulaşmaktır. Slovenyalı oyuncuların gözümün önünde
yaşadığı duygular kıskandırdı. Dünyaya bir kere gelme hakkınız var ve henüz 20’li
yaşlarınızda hayattaki en güzel şeyi yaşıyorsunuz. Uzun bir sezon, uzun bir geçmiş ve en
yüksek mertebe. O an nasıl bir duygu patlaması veya his boşalması oluyordur çok
merak ediyorum. Dünya üzerindeki milyarlarca insanın büyük bir kısmı bunu yaşamadan ölecek.
Yapacak bir şey yok; yetenekli ve çalışan insanlar bunu başarıyor. O yüzden sporculara bu kadara hayranlık duyuluyor.
Önümüzdeki sezon daha çok basketbol maçına gideceğimi düşünüyordum. Bu
maç da, başlangıç için iyi bir adım olabilirdi. Fakat Galatasaray’ın Sinan Erdem’i tercih
etmesi beni biraz korkuttu. Zaten İpekçi gibi bir atmosfer olmayacağını
biliyorum ama uzun metrobüs yolculuklarını; hem de tam Marmaray’ın hizmete
girdiği dönemde yeniden yaşamak sezon içinde pes ettirebilir. Tabi oralara
Ahmet Cömert için metrobüsün bile olmadığı dönemde gittiğimiz yıllar hala
akıllarda. En azından Kazlıçeşme’nin boş ve ıssız sokaklarından daha iyi Ataköy’de
olmak. Bir de buna benzer maçlar izleyeceksek, sorun yok demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder