Clint Eastwood, 2008 yılında Gran Torino'nun kariyerindeki son film olacağını söylemişti. Belki de bundan dolayı, insanlar filme ayrı bir duyguyla bağlandı. Sadece bu, ustaya veda ve saygı duygusu bile filmi IMDB'nin Top 250 listesine taşımış olabilir. Bilemiyorum. Ama dünyanın en iyi 250 filminden biri olmadığını söyleyebilirim. Diğer taraftan, kesinlikle kötü bir film değil.
Eastwood, yine Amerikan sağının vicdanlı abisi olan karakterine can vermiş, aynı zamanda da yönetmen koltuğuna oturmuştu. Aslında sinema bakımından tek başına şov yapmış.
Göçmenlerin olduğu mahallede azınlık durumuna düşen Walt Kowalski, tüm huysuzluğu ve aksiliğine rağmen karizmasıyla fark yaratıyor filmde. Eastwood da aynı şekilde... Yanındaki Koreli çocukların kariyerleri hem filmden önce hem de filmden sonra oldukça sönük geçiyor. Yani çoluk çocuğa yönetmenlik yaparak, bir de tek başına oynayarak filmi sırtlıyor Eastwood. Gerçi Sue karakterine can veren Ahney Her'i beğenmiştim ama o da buradaki ilk adımının ardından on sene boyunca üç küçük rolle daha karşımıza çıkıyor ve bir daha gözükmüyor.
Zaten başka kimseye gerek yok, zira tam anlamıyla Eastwood filmi izliyoruz. Adam, kendi çapında ve düşüncesinde 'Amerikanlık' kavramını 21.yüzyılın başında bir kez daha değerlendiriyor. Bunu yaparken de eski filmlerinden besleniyor. Dirty Harry ve western filmlerinin havası hissediliyor. Aslında modern dünyanın western'i bile diyebiliriz. Şehirler, çeteler, eski askerker. Modern çağ için bir Unforgiven sanki.
Esasından isminden dolayı karşımda bir aksiyon filmi bulacağımı sanmıştım. Araba hırsızlığı konulu bir film olabilirdi. Uzun süre de öyle sanarak izledim. 45. dakika civarında başka türden bir şey izlediğimi fark ettim. Sevindim de... Hem akıcı hem de derinliğe inebilen bir film olmuş. Hatta karakterlerin kendi aralarındaki diyalogları sayesinde ufak tefek bir mizah da vardı. Son sahne de oldukça vurucuydu.
Eastwood ırkçı mı yoksa bir sanatçı kişiliğinin karmaşıklığına uygun bir dobra mı; hiç bir zaman emin olamayacağım. Aslında canlandırdığı karakter de tam kendisi gibi işte... Ne olduğunu anlayamıyoruz. Önce göçmenleri sevmediğini belli ediyor, ardından göçmenler için ölüme gidiyor. Bir nevi günah çıkarıyor. Belki Eastwood'da son filminde bunu yapmak istemiştir.
Fakat tabi bu son filmi olmadı. Eastwood, sinemaya devam etti ve altı sene sonra araya bir de en sevmediğim ve her zaman tiksindiğimi söylemekten geri kalmayacağım American Sniper'ı koydu. O olmasa her şey biraz daha anlaşılır olacaktı.
Yine de her şeye rağmen; güzel bir filmdi. Müzikler de iyiydi, ki onların altında da Eeastwood'un oğullarının imzası vardı. Al sana Unforgiven ile bir benzerlik daha...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder