Bodrum'da, direkt bahçeye açılan bir kapısı olan odada bu kitabı okumaya başladım. İlk paragrafı okuyunca şunu dedim: Bu kitap bitmeyecek galiba!
İki bölüm ve dört sayfa okuduğumda fikrim yine değişmemişti. Oysa kitap hakkında çok güzel övgüler almıştım. Bir birahane gecesinde, gençliklerinde Kundera'yı sevmediklerini itiraf eden solcular kitabı çok fazla övmüştü. Ama okumakta çok zorlanıyordum. Elim de gözüm de gitmiyordu. Galiba bir hata yapmıştım. Kitaptan sıkılmak değildi mesele. Ama okuduklarım, benim her gece yatarken hortlayan karamsar düşüncelerimi zirveye çıkaracaktı. Buna da hiç gerek yoktu. Dört sayfa okumuştum henüz. O akşam yarım saat okumayı düşünüyordum. Korktum, vazgeçtim ve uyudum. Uyumadan önce o dört sayfayı bir daha okudum. Bu kitabı bitirecektim ve sonrasında kesinlikle aynı ben olmayacaktım. Ama ne olacağımı da hiç kestiremiyordum:
"Rastlantı bu ya, yedi yıl önce Tereza'nın yaşadığı kentin hastanesinde çetin bir nörolojik vaka görülmüştür. Prag'da Tomas'ın çalıştığı hastanedeki baş cerrahı konsültasyona çağırmışlardı ama rastlantı bu ya, Tomas'ın çalıştığı hastanedeki baş cerrah siyatik ağrıları çekiyordu. Kıpırdayamadığı için yerine Tomas'ı gönderdi taşradaki hastaneye. Kasabada birkaç otel vardı ama rastlantı bu ya, Tomas'a Tereza'nın çalıştığı otelde oda ayırdılar. Rastlantı bu ya, treni kalkmadan önce otelin lokantasında oyalanacak kadar boş zaman buldu Tomas. Rastlantı bu ya, o gün servis sırası Tereza'daydı ve gene rastlantı bu ya, Tomas'ın masasına Tereza bakıyordu. Sanki kendisinin pek niyeti yoktu da, Tomas'ı Tereza'ya doğru iten bu altı rastlantısal olay olmuştu. Prag'a Tereza için dönmüştü. Dayanağı böylesine rastlantısal bir aşk iken, kişinin yazgısını böylesine yönlendirebilen bir karar; yedi yıl önce baş cerrahın siyatik ağrıları tutmamış olsa bugün varlığından söz edilemeyecek bir aşk. Ve işte o kadın, mutlak rastlantısallığın cisimleşmiş biçimi olan o kişi, yeniden yanına uzanmış uyuyor, derin derin soluk alıyordu..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder