Aslında hem bu kadar çok bilinen ve çok sayıda hayranı olan hem de üzerinden yıllar geçmiş (30 sene) bir film hakkında uzun bir yazı döşemek gereksiz kaçabilirdi. Benim de planlarımın arasında öyle bir şey yoktu. Fakat Ekşi Sözlük'te bir yoruma denk gelince karar değiştirdim. Yorum şöyleydi: "Böylesine absürt bir hikaye nasıl olur da böyle ısıtır insanın içini, işte bu sorunun cevabı da burada sanırım: Tim Burton!"
Esasında yorumda benim açımdan çok büyük bir yanlışlık yok. Ortada absürt bir film var. Elleri makaslardan oluşan bir karakterin filmini izliyoruz. Hatta filme adını da veriyor bu karakter. Daha ne kadar absürt olsun? Fakat daha detaylı bakınca, bunun dışında fazla absürt noktalar bulamıyoruz. Geri kalan tüm karakterler, mekanlar.... Her şey normal... Hatta fazla normal. Üstelik film de bu normallik üzerinden ilerliyor...
Diğer yandan elleri makaslardan oluşan Edward'da makas eller dışında bir absürtlük yok. Uçup kaçmıyor, olağandışı bir yeteneği yok. Ellerini, yani makaslarını çok iyi kullanıyor sadece. Usta bir berberden biraz daha iyi, usta bir bahçıvandan daha etkileyici. Tek yeteneği bu... Yani o makaslardan ışınlar da çıkmıyor.
O sözlük yorumunun merak ettiği nokta burası ama bulduğu cevap ilginç. Tabi ki filmin üreticisi Tim Burton aslan payına sahip ama diğer filmlerini düşününce buradaki kadar geniş kitleleri yakaladığını söylemek zor. Film hemen hemen herkesi sarıyor. Fakat herkesin içini ısıtıyor mu ondan da emin değiliz.
Edward yaşadığı toplum tarafından, aralarına yeni katıldığı insanlar tarafından hep 'farklı' görülüyor, hiçbir zaman tam anlamıyla kabul görmüyor ve en ufak bir kaosta çok çabuk dışlanıyor. Bu oldukça tanıdık bir hikaye... Herkesi sarıyor ama birçok izleyeni de üzüyor.
Her ne kadar yönetmen Tim Burton'ın çocukluğundan izler taşıyan kişisel bir eser olsa da aslında hemen her insan benzer duyguları hissetmiştir. Kimi mahallede, kimi ailede, kimi okulda, kimi iş yerinde, kimi askerde... Herhangi bir ortamın en özenilen kişisi bile hayatının bir noktasında "İnsanlar beni anlamadı/aralarına almadı/kabul etmedi" demiştir. Bunu bazen hüzünle bazen öfkeyle tonlamıştır ama muhakkak olmuştur. Haliyle izleyen herkesin Edward ile bağ kurması oldukça normaldi. Herkes Edward'ın duygularına yakın hisler beslemiştir. "Dışlanmadım" diyen bile en azından platonik bir aşk yaşamıştır. O nedenle Edward herkes için anlaşılır, hatta tanıdık bir karakterdir.
Aslında oldukça karamsarlaşmaya müsait bir kurgu var. Zaten mutlu sondan da bahsedemeyiz. Fakat Burton, araya kattığı dokunuşlar sayesinde izleyenleri sıkmadan hislendiriyor. Bana kalsa, daha sert bir film mesajlarını daha iyi verebilirdi. Fakat o zaman da yönetmenlik ve oyunculuk kariyerlerine yeni yeni adım atan insanlar için sonuç biraz hüsran olabilirdi. 20 milyon dolara çekilen film 90 film dolar gişe yapmış. Büyük başarı ama bu başarıya ulaşmak için ufak dokunuşlar gerekiyordu. O nedenle araya bir 'kavuşamama' hikayesi katılması anlaşılır. Fakat toplum eleştirisi ile dolu filmin birçok insan tarafından 'romantik' olarak sınıflandırılması veya 'iç ısıtması' da bugünden bakınca pek hoş durmuyor.
Edward tabi ki bir azınlık. Mahallesinin teki. Herkes onu sevse de, onunla iyi geçinse de, onun makaslarından faydalansa da, onu kendilerinden ayırmakta bir mahsur görmüyorlar. Peki bu çoğunluğun dışladığı azınlık, nasıl birçok insanla parallelik kurabiliyor? Eğer o az olansa, hisleri çoğunluğa nasıl tanıdık geliyor?
Çünkü insan çoğunluk tarafından her zaman dışlanmayabilir. Bazen de, hatta çoğu zaman o çoğunluğa dahil olmak için çabalar. Bunun için kendinden ödünler verir. Kendinden ve hayallerinden vazgeçer. Belki bazen biraz zorbalaşmak zorunda kalır. Vicdanını uykuya yatırabilir. Bütün bunların hepsi, derecesi, zorluğu nasıl bir çoğunlukla karşı karşıya olduğunuzla alakalı. Edward'ın mahallesindekiler gibi işinde gücünde, standart hayatları olan ve tek tipleşmek dışında fazla günahları olmayan bir grup da karşınıza çıkabilir, 2020'lerin bir coğrafyasında kendinden olmayanı susturan, yok sayan, farklı olmayı ihanetle eşdeğer kılan bir zümreye de denk gelebilirsiniz. Birine ait olmak veya olmamak sadece iç dünyada hüzünler yaşatırken, diğeri ömür boyu yüklenecek vicdani yaralar açabilir.
Biz bu filmde bu kadar derin bir tartışmaya inmiyoruz. Edward'ın aklında sadece güzeller güzeli Kim var. Bütün meselesi o. Hem Edward'ın bu naif isteği hem de popüler kültür tarihinin en uyumlu çiftlerinden Johhny Depp ve Winona Ryder arasındaki çekim izleyicinin duygusal hisler taşımasına neden oluyor. Ryder çok güzel (her ne kadar ona çok yakışan koyu kısa saçlarını bu sefer göremesek de) ama Depp'in buradaki oyunculuğu kariyerinde bir seviye aşmasını sağlıyor. Ellerini olmadan, sadece 169 kelime kullanarak bir başrol sınavı veriyor ve altından başarıyla kalkıyor.
Genel olarak tüm noktalarına baktığım zaman beğendiğim bir filmdi ama mesajını ve derdini biraz gizli gizli anlattığını, ya da tam olarak ifade edemediğini düşünüyorum. Mesela benzer açılardan işlenen Pleasantville benim için daha öndedir. İkisi de benzer muhitlerde benzer mesajlar içeren filmlerdir. Biri mutlu sonludur, diğeri ise seyircinin istemeyeceği şekilde biter. Fakat vurucu olmayı başaran Pleasantville'di. Edward Scissorhands ise başarılı bir fantastik/romantik film algısından kurtulamadı. Hatta kimilerine göre ara tatilde vizyona giren ve çocukları salona çekmeye çalışan filmlerle bir tutuldu. Filmin kendine yarattığı bir sorundu. Fakat bu sayede Burton (32), Depp (27) ve Ryder (19) devamındaki 20 yıla damga vuran bir kariyere imza attılar.
Belki de insan ara sıra da olsa kendisini kalabalıklardan uzak tutmaktan vazgeçmeli ve oyunu onlara göre oynamalı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder