Çarşamba, Eylül 7

Ege'nin Uzun Burnu


Uzun zamandır gezmeye ara vermiştik. İş güç, salgın, ardından ekonomik kriz; bizi alıştığımız ve bildiğimiz yerlerin dışına çıkmaktan alıkoymuştu. Neyse ki bu yaz yeniden yola çıktık. Alıştığım ve bildiğim yer Bodrum'a uğradıktan sonra karşıya geçtim. Tabi ki euro bu seviyedeyken karşısı Kos olamazdı. İstikamet daha önce hiç görmediğim Datça'ydı.

Gezi yazısı yazma konusunda iddialı değilim ama blog'da daha önce denemelerim oldu. Ve yine de, tüm iddiasızlığıma rağmen birçok televizyon programından, seyahatname blogu'ndan daha verimli olduğumu düşünüyorum. Ben de yola çıkmadan önce bilgi almak için onları okuyup, izliyorum. Hatta Google yorumlarına bile bakıyorum. Fakat oralarda bizim istediğimiz bilgilere ulaşmamız mümkün değil. İnsanların Instagram'da popüler olan yerleri gezmesinden ve oraları tanıtma bahanesiyle övmesinden sıkılıyorum. Üstelik kalite algıları, beğenileri, daha genel bir şekilde aradıkları; bizim aradıklarımızdan farklı gibi... Oysa bir kent, onların istediklerinden ve aradıklarından çok daha fazlasını barındırır. Sadece mekanlar değil, yaşam tarzı da kente dairdir. Ben sanıyorum ki; gittiğim yerlerde başka tecrübeler ediniyorum, başka şeyler arıyorum.

Datça'da benim için böyleydi ama sonuçta o da bir yaz tatiliydi. Yani günün büyük kısmını deniz kenarında geçireceğimiz bir yer için öncelik deniz ve plajlar olmalıydı. O nedenle kent hayatına çok fazla dahil olmadık. Fakat tatilci olarak edindiğimiz tecrübeler de, çoğu yerde okuduklarımızdan farklıydı.

Mesela Datça hakkındaki hakim görüş; yazın bile yaşlı nüfusun çok fazla olduğu yönündedir. Gelen az sayıdaki genç çiftler ve yaşlıların sessizliği; "iyi bir çift tatili" anlamı yüklemişti. Datça böyle biliniyordu. Gece hayatı yoktu, ulaşımın zor ve zahmetli olması da senede 10 gün tatil hakkı kullanacak çocuklu ailelerin burayı pas geçmesine neden olabilirdi.

Fakat yanıldık ve yanıltıldık. 0-12 yas çocuğun nüfusa oranla en fazla barındığı tatil noktası Datça olabilir. Burası yaşlı lokasyonu değil, çocuk parkı adeta! Şaşırtıcı olan ise şu: Bu kadar çocuk nerede kalıyor? Gündüz sahillerde, gece Cumhuriyet Meydanı'nda gördüğümüz bu çocuklar nerede kalıyorlar, birbirleriyle nasıl arkadaşlık kuruyorlar? Bizim gördüğümüz; burada çok fazla tatil köyü yok. Çocuklar ise daha çok yazı orada geçiren yazlıkçılar gibiydi. Belki de dedeler nineler torunlarını alıp, onlara iki aylık bir tatil yaşatıyordur. Neden bilinmez ama sonuç açık; Datça huzurevinden ziyade bir çocuk parkı...

İşin ilginç noktalarından biri Datça'ya indiğimiz anda esnaf (taksi şoförleri, otel çalışanları vs) genelde Datça'yı küçümsediler. Daha doğrusu kentin bir eğlence merkezi olmadığını ve bizim sıkılabileceğimizi düşündüler. Oysa zaten bizim aradığımız o değildi. Onu isteseydik Bodrum'u tercih edebilirdik. Her merkezin farklı özellikleri olmalı. O anlamda Datça'nın kendine has güçlü bir özelliği var. Tüm zorlukları (ulaşım gibi) aşarak gitmeyi göze alacak, motivasyon sağlayacak özellikler... Mesela muhteşem bir deniz, muhteşem hava ve Instagram için harika içerikler sağlayacak manzaralar, renkler... Bu konuda ben iyi değilim tabi ama kız arkadaşım Datça'dan fazlasıyla faydalandı.

Malum Datça; Ege ile Akdeniz'in tam sınırında bir burun. Hatta kuzeyinin Ege, güneyinin Akdeniz olduğunu iddia edenler var. Aslında bu iddia Bodrum için de söylenir. Hatta Datça'da Knidos Antik Kenti'nin (Datça burnunun en ucu) sağı ve solunun iki ayrı deniz olduğunu iddia edenler var. Doğruysa harika bir deneyim oldu bizim için, efsane ise de önemli değil.

Fakat Datça'nın bir burun olması, kentin Ege'nin ortasına açılmış ve demirlemiş bir tekne gibi olduğunu hissettiriyor. Yani kara üzerinde, olabilecek en uç noktadan denize giriyoruz. Haliyle uğradığımız her koy muhteşemdi. Nüfusun henüz artmaması (ama artış yolunda ilerliyor) denizin kirlenmesini veya sahillerin işgal edilmesini engelliyor. En azından şimdilik. Yine de son yılların popüler mekanı Palamutbükü'nün bu anlamda hayal kırıklığı yarattığını söylemek lazım. Evet deniz ve koy yine güzeldi. Fakat sahili işgal eden işletmeler, hem sahilde uzanacak bir alandan fazlasını bırakmamışlar hem de kaliteden yoksunlar. Datça'nın merkezden sonraki en popüler bükünde, Makro, A101, Şok gibi türlü türlü market var ama mesela hiçbirine gazete gelmiyor. Yolu da çok kötü. Gitmeye değer mi emin değilim. Vakit ve gününüz varsa neden olmasın. Fakat Kargı'nın ve Aktur'un daha iyi bir 'mekan' olduğunu eklemek lazım.

Bu arada Datça'da koylara ulaşım en çok korktuğumuz konuydu. Bu konuda türlü şehir efsaneleri duymuştuk. Fakat merkezdeki Yurtiçi Kargo'nun hemen arkasında konumlanan minibüs durağından tüm köylere ve koylara minibüsler kalkıyor. Saatlerini iyi öğrenmek yeterli... Fakat Palamutbükü'ne giden yolun kötü olduğunu bir kez daha vurgulamak lazım. Eğer şoförlük konusunda çok güvenilir değilseniz araba kiralamaktansa, o yolu her gün giden minibüslere sığınmak daha sağlıklı olabilir. Bu arada minibüslerde kent kartınız yoksa, kredi kartınızla (temassız olması şartıyla) ödeme yapabiliyorsunuz. Birçok büyükşehir belediyesine örnek olabilecek bir kolaylık. Yani ulaşım, her anlamda kolay. Ufak bir yer için daha fazlasını beklemek haksızlık olur.

Yolun en kötü olduğu yer ise Palamutbükü'nden Knidos'a giden bölümdü. Biz Palamutbükü'nde öğleni geçirdikten sonra Knidos'u görmeye gittik. Meraklısı için ilginç bir yer. Datçalılar çok rağbet göstermiyor, hatta o yolu tepenlere de şaşırıyorlar. Fakat orada bulunan sadece tarihi bir miras değil. Aynı zamanda Datça'nın en batı noktası olduğu için harika bir gün batımı manzarasına sahip. Turistler bu gün batımını görmeyi tercih edince, akşam Knidos'dan Datça'ya kalkan son minibüs ağzına kadar dolu oluyor. Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta. Ayrıca antik kentin hemen yanında bir plaj olması da çok tatlı bir deneyim yaratıyor.



Datça'nın deniz konusunda tatmin edici olduğunun en büyük göstergesi şehir merkeziydi. Bugün Bodrum, Marmaris ve daha birçok yerde şehir merkezinde denize girmek mümkün değil. Datça'da ise hem Taşlık hem de Kumluk plajları denize girme olanağını bize sağlıyor. Bizim tercihimiz Taşlık oldu; hiç de pişman olmadık. Tabi şehrin yerlilerine "Taşlık güzelmiş" dediğimizde çok şaşırdılar. En güzel koylarda büyüyen onların tercih edeceği ilk yer değil.

O zaman birincimi yazayım: Hem merkeze yakın konumu hem sessiz sakin olması hem de işletmelerin fena olmaması sebebiyle; Kargı koyu...   Erken gelen halk plajında da yer kapabilir.

Bu arada son dönemde sık sık tartışılan işletme ve fiyat konusuna girmek lazım. Sosyal medyada sık sık önümüze fişler düşüyor. İnsanlar, "Bodrum'da şu kadar hesap verdik, Çeşme'de plaja böyle girdik" diyor... Fakat bu hesaplar sizi korkutmasın. Büyük ihtimalle bunlar fiyatlarını euro ile belirleyen yerler. Gerek Bodrum'da gerek Datça'da (yani anlam ve müşteri potansiyeli bakımından birbirine zıt iki yerde) plaj fiyatları hemen hemen aynıydı. O da; 150-200 lira arasında değişen bir harcama limiti demek. Evet bir halk plajına bedava girip yemeğinizi yanınızda getirmeniz de mümkün ve bu seçeneğin yanında 200 lira vermek biraz fazla gibi duruyor. Fakat diğer yandan İstanbul'da bir yemek yeseniz zaten bu fiyatı veriyorsunuz. Burada ise üzerine de denize giriyorsunuz. Çok uç olduğunu söyleyemem. Ve Datça'da olan fiyatlar, Bodrum'da da var... Yani lahmacuna 200 lira vereceğiniz yerler oldukça sınırlı... 

Datça'ya geri dönelim. 30 sene sonra ilk kez Ağustos ayında Datça'ya yağmur yağdı ve o da bize denk geldi. Yağmur her gün aynı saatlerde ve aynı sürede yağdı. 11.30-12.30 saatlerine yağan yağmur bir yandan havayı serinletirken diğer yandan günü de perişan etmedi. Çok temiz bir yağmurdu. Ayrıca tarihi bir yağmura denk geldiğimiz için şanslı sayabiliriz kendimizi.

Datça'nın akşamları için ise çok fazla seçenek yok. Merkezde sıklıkla meyhaneler var. Bu meyhaneler, İstanbul'un Twitter kültürüne hizmet ediyor. "Rakı içen kadın, rakı adabı, rakı kültürü" gibi ezber tweet cümleleri bazen duvarlarda bazen menülerde karşınıza çıkıyor. Bu meyhaneler dışındaki alternatifler genelde çay bahçeleri. Belediyenin müthiş manzaralı ve makul fiyatlı tesisi favorimiz oldu...  Yemek konusunda ise ev yemekleri yapan Betül'un Mutfağı ve hayatımda ilk defa içtiğim ve çok beğendiğim umaç çorbasını bize tattıran Rumeli Köftecisi tavsiye edebileceğim yerler.

Bir de kentte çok yüksek bir Atatürk sevgisi mevcut. "Bu ülke mavisini 1938'de kaybetti" gibi cümleler pankartlarda asılı. Ayrıca 2000'lerin başına damga vuran milli fokumuz Badem'in de bir heykeli mevcut. Datçalılar onu da unutmamış.

Bir de Eski Datça var. Akşamları gidip gezilebilecek, merkezin hemen üst tarafında bulunan bir başka lokasyon. Can Yücel'in yaşadığı yer olmasıyla ünlü. Şimdilerde biraz hipster ve infleuncer mekanı gibi. Orası merkezden daha küçük ama daha çok alternatif barındırıyor. Meyhane de var pub da, kahveci de, çay bahçesi de... Fakat Eski Datça'dan şimdilik pek bahsetmek istemiyorum. Orası canım sevgilimi üzdüğüm bir yer olarak hafızamda yer edecek ve onun vicdan azabını bir süre içimde taşıyacağım. 

Bademi ve kekiği meşhur olan beldenin tüm sokakları kekik kokuyor. Ben böylesine net bir kokuyla kokan başka bir şehir görmedim. Bandırma'nın tavuğu bile şehre bu kadar yayılmıyordu! Üstelik kekik kokusu benim favorilerimdendir. Bundan iyisi nane kokan bir şehir olurdu...

Bir ayrı paragraf da kaldığımız otel olan Green Goos'a acmak lazim. Reklam gibi olmasın ama bu blog'a girip, Datça hakkında bilgi almak isteyen ve kafasında "Hangi otelde kalsak?" diyen olursa kesinlikle tavsiye ederim. Otel asgari ihtiyaçları barındırıyordu, bizim de zaten çok üst beklentilerimiz hiç olmadı. Çok iyi kahvaltılarımız vardı, odamızda da sorun yoktu. Bunlar genelde çoğu otelde ve pansiyonda karşılanıyor zaten. Fakat esas olarak Türkiye'de turizmi baltalayan "müşteriden parayı al, odayı ver gerisine karışma" ezberinin tam karşısında duran bir otel bulduk. Çalışanlar o kadar ilgiliydi ki; Datça'ya bir daha gelmemizi kafamıza sokmuş bile olabilirler. Yollarda mağdur olmayalım diye kendi kent kartını müşteriye gözünü kırpmadan veren kaç otel çalışanı vardır mesela? Datça'ya bir daha gider miyiz, gidersek ne zaman gideriz bilemem ama en azından gidince kalacağımız yer belli...

Aslında Datça'da nereye gidilir ne yapılır gibi sorulara tam anlamıyla cevap verecek değiliz. Sonuçta dört gün kalıp döndük, onun da yarısı şenzlong üzerinde geçti. Kenti özümseme açısından o kadar da tecrübeli değiliz. Fakat genel algının kalıplarına sıkışmamak gerektiğini söylemek gerek. Çok tenha ve izole bir yer değil. Tabi ki rahatsız edici bir kalabalığı da yok. İyi bir deniz öncelikse kesinlikle pişman etmez. Kolay kolay sıkılmazsınız, mağdur olmazsınız ama köpük partileri ve yüksek sesli mekanlar bulamazsınız. Çocukların oyun çığlıklarını saymazsak...  


Hiç yorum yok: