Cumartesi, Ağustos 22

Yabancı


Nobel kazanmış bir edebiyatçının 29 yaşında yazdığı güçlü ve bu zamana kadar çok okunmuş romanını analiz etmeye gerek yok. Gayet şık, vurucu ve kısa olmasıyla da takdir edilesi. Yabancı ve Camus hakkında sıkça söylenen edebi olarak 'zorlayıcı' ve psikolojik olarak 'depresif' genellemelerini taca atıyor. En azından ben attım. İdama doğru giden bir adamı konu almasına rağmen, beni "Bir okudum ve hayatın ne kadar boş olduğunu keşfettim" düşüncesine götürmedi.

Neyse fazla girmeyelim bu konulara. Benim esas meselem başka. Yabancı'dan önce okuduğum son kitap "Fikrimin İnce Gülü" olduğu için kafam çok karıştı. Malum orada da bir 'yabancı' var. Daha doğrusu Bayram'ın yabancılaşma sürecini, yedi saatlik bir yola sığdırarak okuyoruz. Fakat bir anlatıcı var. Kitap üçünce tekil şahıs üzerinden ilerliyor. Çok da güzel ilerliyor.

Yabancı'da ise birinci tekil şahıs var. Mösyö Meursault kendisini anlatıyor. Peki insan kendisine ne kadar dürüst olabilir ve her şeyi ne kadar net gözlemleyebilir? Acaba atladığı, göz ardı ettiği, pas geçtiği durumlar olabilir mi? Fiziksel durumlar; şaşırmalar, sakin durmalar, heyecanlanmalar ya o öznenin anlattığı gibi değilse. Bu bir macera romanı olmadığına göre, olaylar  silsilesi gibi bir durum olmadığına göre, bir insanın duygu ve düşünceleri merkezde olduğuna göre ve bir insanın kendi hikayesinde anlattığı kadar dürüst olduğuna göre... Acaba burada da roman üçüncü tekil şahıs üzerinden mi ilerleseydi? 

Gerçi Meursault ile Bayram arasında fark var. Bayram kendisini ifade edemezdi. Etse bile hem karşısındakini hem kendisini kandırmaya çalışırdı. O nedenle bir anlatıcıya muhtaç duymuştu. Fakat Meursault kendi hikayesini anlatabilecek birikime sahip biri. Ayrıca onun kendisini kandırmak gibi bir derdi de yok. Onu başka biri anlatamazdı. Anlatsa eksik kalırdı. Ama yine de...

İki kitabı arka arkaya oturunca, şekil üzerine bir konuda kafam karıştı. Yoksa ikisi de çok iyi romanlar.

Yabancı'dan biraz daha bahsedelim. Böylesine bir konuyu bu kadar az sayfaya sığdırmak çok büyük iş. İki günde oku, düşün, bitir. Tasvirler çok detaylı ama bunaltıcı değil. Okurken olayların (mesela Arap'ın öldürülmesi) içinde buluyorsunuz kendinizi. Hatta sadece olaylar esnasında değil; sanki Meursault ile yan yana koğuştasınız. O kadar net bir anlatım var ama bu duyguyu verebilmek için çok fazla cümle kullanılmıyor. Hem devamlı bir şeyler okuyan ve çoğu zaman detaylarda boğulan hem kendi kendine yazan biri olarak bu tip maharetler beni mest ediyor.

Al işte; kısa bir blog yazısı dedik, yine kaç paragraf oldu mesela! Camus bunu iki paragrafa sığdırırdı.

Hiç yorum yok: