Cuma, Haziran 26

"Fikrimin İnce Gülü"


Çok fazla kitap okumadım. Okumayı seviyorum ama özellikle edebiyat kısmına çok zaman ayıramadım. O nedenle okuduğum çoğu kitabı sevdim. İstisnalar var tabi. Ama az roman okuyunca iyisini seçme şansı artıyor. Sağlam referanslar, nokta atışlara denk getiriyor.

Fakat bu sefer hakikaten çok iyiye denk geldim. Diğer okuduklarımdan bile daha iyi. En iyilerden biri...

"Fikrimin İnce Gülü" bilinmeyen bir kitap değil. Hatta yayımlandıktan (1976) kısa bir sure sonra sinemaya (1992) da aktarıldı. Sarı Mercedes'i izlemeyen azdır. İzleyip de sevmeyen yoktur. Fakat "Fikrimin İnce Gülü" bambaşka bir roman. Hem diğer romanlardan hem de sinemadaki versiyonundan ayrı bir noktada...

Bugüne kadar sinemaya aktarılan romanların, beyaz perdede sönük kaldığı sıkça söylendi. Okuyucular, izlediklerinden memnun kalmadı. Benzer sıkıntılar muhakkak bu ikilide de yaşanmıştır. Önce kitabı okuyanlar, filmi beğenmemiş olabilir. Ben önce filmi izleyenlerdenim. Ama arada çok uzun yıllar var. Seneler önce, daha lisedeyken izlemiştim. Açıkçası bir kitap uyarlaması olduğunu da bilmiyordum. Hatta geçtiğimiz aylarda "Fikrimin İnce Gülü"nü okumaya başladığımda bile habersizdim. İlk sayfaları geçerken kendi kendime "Ne kadar da Sarı Mercedes'i andırıyor" dedikten sonra olayı anladım. 

Haliyle hem önce filmi izlediğim için hem de zaten film-kitap ilişkisini bilmediğimden bir beklenti oluşmadığı için bir hayal kırıklığı yaşamadım.

Tam tersi; kitabı çok sevdim ve filmi yeniden izleme isteğim de arttı. Hele Bayram'ı okurken zihinde beliren filmde gerçekten de İlyas Salman oynardı.

Fakat şu bir gerçek ki; filmle kitap çok farklı. En azından lise çağında filmi izleyen bir ergenle, 30larında kitabı okuyan biri açısından çok başka... Aslında film kitaba; daha doğrusu öyküye sadık kalmış diyebiliriz ama atmosfer, anlatım, üslup o kadar farklı ki, kitap ve film iki farklı duygu bırakıyor.

Filmi şimdilik boş verelim. Zira kitap; benim okuduğum en iyi yerli romanlardan biri. Belki de birincisi ama yeni okuduğum ve heyecanı üzerimde olduğu için belki biraz abartıyor olabilirim.

Yine de Adalet Ağaoğlu'na hayran kalmamak mümkün değil. Biraz ukalaca gözükebilir ama bence oldukça insani bir durumum var. Bazen okuduğum kitapları bitirince kendi kendime "Ulan aslında bunu ben de yazabilirmişim" derim. Çok yetenekli olduğuma inandığımdan değil, yazarların bu işi çok kolay göstermesinden. Mesela Fante kitaplarında bu çok sık başıma geldi. Fakat bu sefer aynı cümleleri kullanamam. Bu romanı kesinlikle ben yazamazdım. Üstelik Ağaoglu'nun yazma sürecini de deli gibi merak ediyorum.

Sadece Bayram'ın kafasından geçenler veya Bayram'ın birkaç saat süren yol boyunca uğradığı değişimi yavaş yavaş bize anlatması bile buyuk beceri. İnsanı bilmek, toplumu bilmek, zamanı bilmek gerektiriyor. Fakat diğer yandan Kapıkule'den Eskişehir'e uzanan o yolun her kilometresini ustalıkla tasvir etmesi bile detaylı bir çalışma gerektiriyor. Kim bilir kaç kere geçti o yoldan yazar? Neler düşündü her geçişinde, kendisini Bayram'i yaratmaya nasıl hazırladı? Büyük sabır, gözlem yeteneği, kelimelerle oynama becerisi... Hepsi mevcut...

Üstelik sadece Bayram değil ki.. Yan karakterler bile değil, 'figüranlar' dahi (lokantadaki garson, çevirme yapan polis ve diğerleri) çok ayrıntılı bir şekilde dahil oluyor konuya. Onların da kafalarının içine giriyoruz. Bir yandan Bayram'ın dünyasını merak ederken, diğer yandan onlar da kısa sürede başka dünyaları ve hayatları anlatıyor. Arabanın rengi bile herkes için başka. Bayram için bal kız olan Mercedes, bazısı için altın, başkası için bok renginde..

Tüm karakterler sayfaların gerisinde ve yolun ardında kalıyor ama Bayram hep bizle. Bütün kitap boyunca kendimizle bile kavga ediyoruz, "Bayram kurban mı yoksa kötü biri mi?" diye sormaktan kafamız allak bullak oluyor.

Arada geçmişe de dönüyoruz. O yol başka türlü çekilmez zaten. İyi ve kötü anılar girecek kafaya; mecbur. O anılara eşlik edecek bir türkü; Fikrimin İnce Gülü. Her hattına, her anına, her sayfasına muhteşem bir şekilde özenilmiş bir eser...

Ama yine de ufak bir eleştiri getirme hakkım olabilirse eğer, romanın adı kurgunun gücüne kıyasla biraz sönük kalmış. Ne de olsa bir türkünün adı. Her insana başka bir şey cağrıştırır ve her insana önce o türküyü hatırlatır. Bu anlamda filmin adı Sari Mercedes, bence çok iyi seçilmiş. Keşke kitabin da adı o olsaydı. 

Gerçi Ağaoğlu ile filmin yapımcıları arasında bazı sorunlar yaşanmış. Zaten o yüzden filmin adı farklı konmuş. O tip tartışmalarda konuya çok hakim olmasam bile genellikle yazardan yana taraf tutarım. Bu sefer de yazardan yanayım tabi. Fakat sadece 'yazar' olduğu için; çok iyi yazdığı için. O ne diyorsa haklıdır! Onun hikayesi, onun anlatımı, onun eseri. Eşsiz..

Hiç yorum yok: