Çarşamba, Aralık 20

What's Eating Gilbert Grape


Literatürde Gilbert Grape olarak anılan bu filmi çok az kişi bilir ama izleyeni de çok sever. Bunun en büyük nedeni bence atmosferi. Esasında toz pembe bir atmosfer de yok. Babası ölen bir aile, yerinden kalkamayacak kadar şişman anne, hastalığı bulunan küçük kardeş, sorunlu kız kardeş, hafif yoksulluk, yükü omuzlayan büyük kardeş... İyiliğe dair hiçbir şey yok, hatta her şey karamsar. Fakat işte bazı duygular bizleri yakalama konusunda çok başarılılar. Dayanışma, sevgi, umut... Bunların hepsini hissediyoruz. Üstelik hiçbir duygu abartarak verilmiyor, ajitasyon yok, sömürü yok. Her şey olabileceği gibi.

Başrolde 30 yaşındaki Johnny Depp ve yanında 19 yaşındaki Leonardo di Caprio var. Kendilerinin canlandırdığı karakterler de sanırım 19 ve 14 yaşlarındaydı. Yanlışım olabilir ama fotoğraflardan belli oluyor. Leo'nun gerçek hayatı için zor bir dönemdi herhalde. 19 yaşında 15 gibi göstermek büyük travmadır; ben de yaşadım. Fakat Depp için durum farklı. 30'da böyle göstermek büyük bir başarı diyeceğim ama zaten bahsettiğimiz isim Depp, şaşırmıyoruz.

Sonuç olarak zamanımızın en popüler iki oyuncusunun çok eski zamanlarda beraber yer aldıkları ve çok da şöhretli olmadıkları zamanlardaki filmlerini izlemek güzeldi. Leo, kariyerinin başında ama belki de uzun ve parlak kariyerinin en iyi performanslarından birini ortaya koymuş. Zaten henüz o yaşta da Oscar'a aday olmuş. Ve tabi ki kazanamamış.

Büyük ihtimalle filmin algısında Leo'nun payı vardır. Mesela Titanic sonrası biraz antipatik ve yetersiz görülürken bu film "Di Caprio'nun eski filmlerinden biri işte" denilip geçilecekti. Fakat Scorsese sonrası dönem onu ve özgeçmişine bakışı da değiştirdi. Artık "Leo ile Depp'in beraber filmi, harikadır o zaman" algısıyla anılıyor.

Harika olmasa da, harikaya yakın bir filmdir. Bazıların göre filmin güzel olmasının nedeni, yönetmeninin Avrupalı Lasse Hallström (İsveç) olmasıdır. Hakları var, çünkü klasik bir Hollywood filmine benzemiyor. Yukarıda bahsettiğim atmosfer de bunu doğrular nitelikte. Mesela Arizona Dream ile benzerlikler kurulabilir ki, onda da bir Avrupa (Emir Kusturica) dokunuşu vardır. Başkalarının elinde gözyaşı seline dönüşecek film, burada çok hoş duygularla akıp gidiyor.

Bu arada müzikler de etkileyici ve orada da ilginç bir ismin, yönetmen Alan Parker'ın imzası var. Yanı her ayrıntısıyla uğraşılmış bir yapım. Kesinlikle izlenmeyi hak eden bir film.

Hiç yorum yok: