Bu hayatta en güzel şeylerden biri yolda olmak. Bundan daha
güzeli de, gidilen başka ve bilmediğin bir şehirde zaman geçirmek. Amaç
tarihi yerleri görmek veya yeni yerler keşfetmek değil, tamamen zaman geçirmek ve oraya karışmak. Amaç; amaçsızca yürümek, oturmak,
konuşmak ve hem zamanda hem mekanda geride kalan her şeyi unutmak…
Bu işin kreması da, bunların hepsini yaptıktan sonra bir maç
izlemek olur. Zaten tribünde maç izlemenin kendine has bir rehabilitasyonu var. Küçük
bir şehrin kötü-eski bir stad/salonunda oturmak, dünyadaki bütün kaygılardan
unutturuyor. Bir de bunu bilmediğin bir şehirde yapınca çok daha iyi oluyor. O nedenle iyi bir ekiple gidilen deplasmanlar en güzeliydi.
Cumartesi akşamı gelen telefonla hemen plan yapıldı. Maçı
anlatacak Uğur Ozan, zaten Bandırma’ya gidecekti. Biz de Aras ile ona yancı
olduk.
Ozan ile yıllar önce de bir kez Bandırma’ya gitmiştik. 2012 yılının Mart ayıydı. Galatasaray o zamanlar iddialı bir basketbol takımıydı. Haftada 6 gün çalışıyordum ve tek izin günümü hafta içine alıp Bandırma’ya gitmiştik. Çok iyi hatırlıyorum, planı bir ay öncesinde yapmıştık ve ilk etapta beş kişi olacağımızı düşünmüştük. Bir ay öncesinden “Kesin geliyoruz” diyenler, gideceğimiz hafta yan çizmişler hatta bizi de plandan vazgeçirmeye çalışmışlardı. Şimdi o insanların hiçbiri hayatımızda yok. Ozan ise yine aynı yerde. Hatta aslında aynı yerde de değil. O zamanlar genç bir üniversite öğrencisiydi ve beraber salon salon geziyorduk., Şimdi ise artık basketbol liginin yayıncı kuruluşunda spiker olarak salon salon geziyor. O geçen günlerini düşününce insan garip bir şekilde gururlanıyor. Fakat bunları onun yüzüne söyleyince de kendisi sinirleniyor.
Ozan ile yıllar önce de bir kez Bandırma’ya gitmiştik. 2012 yılının Mart ayıydı. Galatasaray o zamanlar iddialı bir basketbol takımıydı. Haftada 6 gün çalışıyordum ve tek izin günümü hafta içine alıp Bandırma’ya gitmiştik. Çok iyi hatırlıyorum, planı bir ay öncesinde yapmıştık ve ilk etapta beş kişi olacağımızı düşünmüştük. Bir ay öncesinden “Kesin geliyoruz” diyenler, gideceğimiz hafta yan çizmişler hatta bizi de plandan vazgeçirmeye çalışmışlardı. Şimdi o insanların hiçbiri hayatımızda yok. Ozan ise yine aynı yerde. Hatta aslında aynı yerde de değil. O zamanlar genç bir üniversite öğrencisiydi ve beraber salon salon geziyorduk., Şimdi ise artık basketbol liginin yayıncı kuruluşunda spiker olarak salon salon geziyor. O geçen günlerini düşününce insan garip bir şekilde gururlanıyor. Fakat bunları onun yüzüne söyleyince de kendisi sinirleniyor.
Sonuç olarak; kışa girmeye çok az kalmışken ve sayılı güneşli
gün önümüzdeyken bir Pazar gününü yolda ve Bandırma’da geçirdik. Sözde Bandırma'ya gidiş bahanemiz
olan maç benim çok da ilgimi çekmiyordu. Fakat Ozan, çok iyi bir maç olacağını
iddia etti. Açıkçası iki takım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Banvit’e geçen
sezondan biraz aşinaydım ama Eskişehir Basket tam bir kapalı kutuydu. Maçın
ismi oldukça zayıf duruyordu. Fakat kaliteli maçın nereden çıkacağı belli
olmaz.
Son cümleyi okuduktan sonra; sanki sürpriz bir şekilde
kaliteli bir maça denk geldiğimizi düşünebilirsiniz. Maalesef olmadı! Fakat
keyif almak için kalite şart değil. Hayatın her alanında böyle olduğu gibi,
sporda bu daha da kesin. Kıran kırana ve başa baş bir maç izledik. Bu da kaliteden daha önemliydi.
Karşılaşma öncesi ısınmalarda beden dillerinden Eskişehir Basket’in maçı daha çok isteyeceğini düşündük. İlk yarı boyunca da yanılmadık. Devre 41-28 sona erdi. Rowland inanılmaz oynadı. Aldığı her topu olumlu kullandı. Takımını taşıdı. Skor yaptı. Banvit ise, maç öncesi o yorgun ve isteksiz vücut dilini dahaya da yansıttı ama bir şekilde uzun süre maçta tutunmayı başardı. Devrenin sonlarında iyice düştüklerinde de farkı yediler.
Karşılaşma öncesi ısınmalarda beden dillerinden Eskişehir Basket’in maçı daha çok isteyeceğini düşündük. İlk yarı boyunca da yanılmadık. Devre 41-28 sona erdi. Rowland inanılmaz oynadı. Aldığı her topu olumlu kullandı. Takımını taşıdı. Skor yaptı. Banvit ise, maç öncesi o yorgun ve isteksiz vücut dilini dahaya da yansıttı ama bir şekilde uzun süre maçta tutunmayı başardı. Devrenin sonlarında iyice düştüklerinde de farkı yediler.
Oradan Banvit’in geri döneceğini düşünemezdik. Nasıl
olduğunu anlayamadık ama son periyot 46-46’lık skorla başladı. Üstelik bu skor
uzun süre değişmedi. İlk 6 dakika sonunda skor sadece 48-48 olabildi. İki takım
da hücumda başarısızlığını tanımını yeniden yazdı. İş o noktaya gelince de, hem
ev sahibi olan hem tecrübeli olan hem de geriden gelen takım motivasyonunu
taşıyan Banvit’in maçı koparacağını düşündük. Bu tahmin de olmadı! Avrupa şampiyonu
etiketli Gaspar Vidmar’ın iki hücumda üst üste hata yapması Banvit’in
kazanmasını engelledi. Son hücumda da oyuncuların şut atmaktan kaçınması ve kötü
bir hücum yapılması son nokta oldu. Açıkçası maçın uzatmaya kalmasını da
istemezdik. Sonuçta biri kazandı ve maçın ilk yarısındaki Eskişehir’in, ikinci yarıdaki Banvit’ten daha iyi
olduğunu düşününce maçın hakkının gerçekleştiğini söylemek mümkün.
Eskiden Galatasaray olmasaydı hiçbir şehre gidemeyeceğimizi düşünürdük. Artık Galatasaray o gücü kaybetti. Ama spor, etkisini sürdürüyor. Bu sayede Bandırma’ya ikinci kez gittim. Eğer orada Banvit diye bir takım olmasaydı, bu
yaşıma kadar bir kez dahi oraya gitmez, hatta gitmeyi aklımdan bile geçirmezdim.
Ama belli ki gidilecek daha çok yol var, görülecek çok şehir. Yeter ki; arkadan itecek birileri olsun ve bir bahane çıksın!
Ama belli ki gidilecek daha çok yol var, görülecek çok şehir. Yeter ki; arkadan itecek birileri olsun ve bir bahane çıksın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder