Cumartesi, Ekim 28

Sığınak #3


SIĞINAK #2

Halkımız tarafından çok sevilen ve arası biraz uzayınca bizlerin mesaj yağmuruna uğramasına neden olan serimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Kaldığımız yer bir deplasman tribünü koridoruydu. Yine bir deplasman tribünü koridorundayız (Burası kordior herhalde). Fakat bir önceki yazının videosu Beşiktaşlılar ile yaz mevsiminin ortasındaydı, bu sefer ise Fenerbahçe tribünü ile kışın en sert zamanındayız...

Bu bölümde; yayınlandığı zaman internette rekorlar kıran, sonrasında yavaş yavaş unutulan ama bizim devamlı gönlümüzde kalan 1 dakika 37 saniyedeyiz.

Öncelikle bu videoda bilmediğimiz bazı noktalar var. Aslında internette kapsamlı bir araştırma yapsam bulabilirim ama üşeniyorum. Birincisi bu video tam olarak ne zaman çekildi? Maç öncesi mi, maç sonrası mı, devre arası mı? Bana devre arası gibi geliyor ama inşallah maç sonrasıdır! İki; burası stadın neresi? Koridor mu, avlu mu, hatta stadın dışı mı? İnşallah koridordur. Bunlar önemli detaylar, yazıyı daha farklı yere sokabilirdi ama yine de eksik bilgiler ışığında ilerleyeceğiz..

Görüntünün zamanlaması önemli. Çünkü, Fenerbahçe o sezon (2013-14) Karabük deplasmanından 2-1 mağlup döndü. Haliyle bu videonun maçın öncesinde çekilmesi ile maçın sonunda olması arasında dağlar kadar fark var. İstanbul'dan kalkıp Anadolu'nun en küçük şehirlerinden birine gelip, en ufak stadyumlarından birinde maç izleyip kış vakti eve puansız dönmek çok büyük bir trajedidir. Tam o esnada hep beraber bir türkü söylemekse trajediyi yumuşatır ama yüne de güçlü bir melankoliyi tam ortaya bırakır. Üstelik burası maçın sonuysa ve deplasman tribününün koridoruysa işler daha çetrefilli hale gelir, zira maçı kazanan ev sahibi takımın taraftarları tribünü boşaltırken senin bir kaybeden olarak yapacağın sağlıklı pek bir şey yoktur. Bu türkü eşliğinde zıplamak da o ruh halinin yansımasına çok uygun olur.

Serinin ilk iki yazısından farklı olarak, bu video zamanında çok popüler olmuştu. Birçok yerde paylaşıldı, herkes dinledi, özellikle söyleyenin (biz adını biliyoruz, tribün kovalayan kesim tanıyordur ama isim yazmaya gerek yok) sesine çok fazla övgü yapıldı. Ama bizim ayrıldığımız bir nokta var. Burada söyleyen 'tek bir abi' yok. Çevresindeki herkes kafasına göre ona eşlik ediyor. Yani sesi güzel insanın ortaya çıkıp çevresindekileri eğlendirmesi veya kendini dinletmesi değil olay. Evet bir liderlik veya öncülük var ama aslolan kollektif ve doğaçlama bir eylem olmasıdır.

Yine serinin diğer yazılarından farklı olarak; bu sefer gerçekten bir sığınaktayız. Öyle hayattan, acılardan, yalnızlıklarından kaçanların metaforlarına sığınmamıza gerek yok. Aralığın sonu (22 Aralık) ve ekrandan bile hissedilen korkunç bir soğuk... İnsanlar soğuktan birbirlerine yaklaşmışlar, zıplamak ve harekete geçmek için bahane arıyorlar ki ısınabilsinler. Videoyu arka arkaya üç kere izleyenin ayak parmakları donmaya başlıyor. 

Ve video öyle başlıyor zaten. Başlar başlamaz o deplasman ateşini görüyorsunuz. Tribünde olanların; (ama gerçekten olanların) içinde hep zaman bir deplasman ateşi yanar. Çok başka bir duygudur. Fakat o ateşe sahip olmak kolay da bir şey değildir. Gitmek ayrı zordur, gidince ayakta kalmak daha da zordur. Deplasman ateşini kontrol altına almak için, deplasmana gittiğinde ateş yakmayı göze alacaksın. Yoksa gerçekten donarsın. Zaten, yola çıkmadan önce kimse kolay olduğunu söylememişti.

O ateş yanar ve çevresi yavaş yavaş dolar. Bazen gittiğiniz şehirler o kadar soğuktur ki o ufak ateş size çok yardımcı olur ama genelde, çoğu zaman aslında o ateşten çok da büyük fayda gelmez. Binerce kimseyi ısıtamaz, soğuğu kıramaz. Zaten yakması da zordur. Ya kimse yakmakla uğraşmaz, ya atesi devam ettirecek madde bulunamaz ya da yansa bile ateş  hemen söner. Ama ne olursa  olsun, en güzeli o ateşin çevresinde toplanmaktır. Kızılderililer dumanla iletişim sağlıyorsa deplasmana giden tribüncüler, özellikle yenildikten sonra, ateşle iletişim kurar. O berbat maçın acısı, sert havanın soğuğu ve gözde büyüyen eve dönüş yolunun güçlüğü ancak muhabbet edilerek dağılır.  

Sanıldığının aksine deplasmana gidince devamlı tezahürat dönmez. İnsanlar zanneder ki deplasmana gidenler 7-24 takımlarının adını söyler, takımları için besteledikleri tezahüratları söyler. Öyle bir devamlılığa ben hiç şahit olmadım. Belki maça giderken o coşkuyla daha çok tezahürat söylenir ama bunun için sesini duymasını istediğin insanlar yakınında olmalı. Yani futbolcular, rakip taraftarlar, veya o bilmediğin şehirlerin yerel halkları... Eğer onlardan birileri yoksa, kendi kendine takımına dair bir şey söylemezsin. Ne de olsa etrafta bir maç yoktur ve deplasman yolu, yola çıkışın birincil amacından kopulan yerdir. Deplasman çocukları oralarda kendi dertlerini anlatır, kendi türkülerini söyler. Gerçi sorsan kendi dertlerinin en büyük kısmını, önceki hafta oynanan derbi veya ertesi hafta yapılacak pankart oluşturur ama onları da tezahüratla dile getirmektense üstü kapalı mesajlarla ve çift anlamlara ortaya çıkarırlar. Bazen bir anda öyle bir türkü söylenir ki insanın aklına hem tuttuğu takım hem de o sığınağa gelmesine neden olaylar gelir. Bu ikisinin çarpıştığını oradaki kimse kabul etmez ama bilen bilir ve anlar. 

Eksi ile eksinin birlikteliği nasıl artı oluyorsa; bu iki sert duygunun aynı anda çarpışması da pozitif bir şey doğurur. İlginçtir, nasıl olduğu belli değildir ama bu böyledir. Nedenini ben de senelerce anlayamadım. Böyle bir çarpışmadan sonra hüngür hüngür ağlaması gereken insanların içinde garip bir huzur, dışında yumuşak bir gülümseme  olur. Bu videoda da kahkahalar ve tebessümler eksik olmaz (İşte maçın neresinden, onu bir bilsek).

Türkü devam ettikçe eşlik edenler ve zıplayanlar hiç bitmez. Bir türküye eşlik edenler anlaşılır da mesela böyle bir türküde kim zıplar ki? Temposu yavaştır, sözleri de hüzünlüdür. Fakat tribün adamı olmak böyle bir şeydir. Yanında iki tane omuz buldun mu; bir de bir şeyler mırıldanılıyorsa zıplarsın. Dikkat edin; birçok kişi neden zıpladığının farkında bile değildir. Hatta nedenini bırakın; zıpladığını bile fark etmez. Tamam soğuk önemli ama Pavlov'un deneyindeki gibidir. Bu bir şartlanmadır!

Çok fazla ayrıntı var. Türkünün kendisi, sözleri bile ayrı bir yazı konusu çıkacak kadar geniştir ama çok uzatmaya gerek yok. Bizim için şimdilik önemli olan sığınaktakilerdi. Kimsenin sokağa dahi çıkmayacağı hafta sonlarında yola düşüp, kimsenin durduk yere gitmeyeceği şehirlere giden; evden uzakta, herkesten uzakta, her şeyden uzakta kaybolmayı tercih eden ama kendisi gibi olanlarla varolmaya çalışan insanlar...

Aradan dört sene geçti ve hâlâ bazen aklıma bu türkü (video) düşüyor. Her aklıma düştüğünde de evin ortasında ateş yakasım geliyor. Isınmak için değil; belki çember kalabalıklaşır diye...


SIĞINAK #1

Not: Neredeyse blogun yönetimine tek başına el koyacak kıvama gelen, Banker Bilo gibi üzerimize oyunlar oynayan, kendine has bir hayran kitlesi yaratıp o güce güvenen Refet; bu seriye de el attı. Serinin dördüncü yazısı ondan gelecek. Yazı hazır, taslaklarda duruyor. Uygun bir zamanda gireceğiz. Herkes tetikte olsun!

1 yorum:

Mr. Harvey dedi ki...

bu maçtan 8 ay önce, sneijder'in attığı maça gitmiştik deplasman tribününe. hatırlıyorum deplasman tribününe çıkan kapıların karşısındaki kırmızı duvarı, burası koridor bence de