Almanya sineması, politik filmler için zengin bir kaynak. Ne de olsa ülkenin geçmişinde tüm dünyayı etkileyen ve devamlı hesaplaşmak zorunda oldukları bir Nazi dönemi var. Elser de o döneme dair filmlerden biri.
Georg Elser, zamanında (1939) Münih'te Adolf Hitler'e suikast girişiminde bulunan ama hedefine ulaşmayı 13 dakikalık farkla kaçıran bir sivil. Hatta öyle bir sivil ki; ne bir aktivist, ne bir öğrenci ne başka bir şey. Basit bir işi olan (marangoz) normal bir vatandaş. Komünist Parti'ye oy veriyor ama partiye üyeliği yok. Bildiri bile dağıtmıyor ve kendi ifadesiyle, uzun bir süre boyunca sadece partiye oy vermenin yeterli olacağını düşünüyor. Fakat bir noktadan sonra suikast planlayacak konuma geliyor.
Film, dönemin Almanya'sında bu dönüşüme imza atan böyle bir karakterin hikayesini anlatarak aslında bizim de son zamanlarda içinde bulunduğumuz bir çatışmadan bahsediyor. En kısa haliyle toplumdaki bireylerin, olan bitene kayıtsız kalmalarının suça ortak sayılıp sayılmaması gibi bir meseleden bahsedebiliriz. Veya birey tam olarak nerede kendini sorumlu hissetmeli?
Film güzel. Kesinlikle izlenmeli, tavsiyemdir. Üstelik bir de özellikle Türkiye'den göz atınca çok da korkutucu. Karamsar ve gerçekçilerin canını sıkabilir, iyimserlerin "Bize bir şey olmaz" demesini de zorlaştırır. Yaşanmış bir hikaye olması ilgiyi yukarıya taşırken, sinema tekniği olarak da bence başarılı. Sorgulamaları merkeze alan ama sık sık geçmişe dönüşlerle anlatılan bir karakter.
Filmin yönetmeni, yine yakın zamanda izlediğim ve bayıldığım Der Untergang'ın yönetmeni Oliver Hirschbiegel. Tabi üç saatlik Der Untergang kadar çarpıcı, vurucu ve sürükleyici değil. Biraz daha durgun, biraz daha ağır. O nedenle sevmeyenler var. Fakat tempo beklentisini geriye atarak oturanlar kazançlı çıkabilir.
Öte yandan hem buradaki Elser üzerinden, hem de Der Untergang'daki Traudl Junge üzerinden iki filmin ortak vurgusunu görmek çok kolay. Hatta Junge'nin yaşlılığı sırasında söylediği, "Bir gün, Franz-Joseph Bulvarı'nda Sophie Scholl anıtının önünden yürüyordum. Benim yaşımda olduğunu ve benim Hitler’e katıldığım yıl idam edildiğini gördüm. Ve ancak o zaman genç olmanın mazeret teşkil etmeyeceğini,ve o yaşta da doğruları bulabilmenin mümkün olduğunun farkına vardım" cümleleri bu filme de referans olabilir.
Filmi izledikten sonra Georg Elser hakkında kısa bir araştırma yaptım. En çok ilgimi çeken bilgi, yakın dönemde (2011- film 2015) Berlin'de kendisinin heykelinin yapılması. Sadece heykel de değil, Almanya'nın çeşitli noktalarında (yaklaşık 60 yer) adı onurlandırılmış. Yani sokaklara, meydanlara verilmiş. 1939 yılında, Almanya halkının en sevmediği isim olan, hatta bir hain olarak damgalanan, 1945'te savaşın bitmesine sayılı günler kala tutuklu kaldığı toplama kampında infaz edilen adamın seneler sonra heykeli yapılmış. Günah çıkarma mı, pişmanlık mı, iade-i itibar mı?
Bir de filmde olmayan bir komplo teorisi karşımıza çıkıyor. Elser'in aslında Nazi yanlısı olduğu ve suikastın bir mizansen olarak düzenlendiğini iddia edenler var. Bunların en büyük dayanak noktaları da, Hitler'e suikast girişiminde bulunan birinin 6 yıl boyunca tutuklu kalması ama tam da savaşın kaybedileceği anlaşıldığında, yani bu adamın ABD ve/veya SSCB yetkililerin eline geçebileceği sırada öldürülmesi. Hangisine inanmak isterseniz...
Filmin benim açımdan en vurucu yerine geldi sıra. Marangoz Elser çok muazzam bir bomba yapar. Kusursuz bir plana sahiptir. Başarılı olamaz ama bu tamamen Münih'e çöken sis nedeniyle Hitler'in salondan erken çıkmasından dolayıdır. Yani şanssızlık! Yoksa plan amacına ulaşacaktı. Fakat onu sorgulayan subaylar, böyle kusursuz bir işi tek bir kişinin, üstelik basit bir marangozun elinden çıkacağına inanmaz. Onun ağzından isimler duymak isterler. Duyamadıkça da Elser'e işkence ederler. Devamlı sorgularlar. En sonunda ifadesini yazmaya ikna olurlar. İfade sorgularken, son cümlede "Tek başıma yaptım" kalıbı kullanılır. Elser araya girer;
"Ne tuhaftır, kimse bana katılmadı!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder