Cuma, Nisan 29

Fair-Play Şovunun Geldiği Son Nokta

Gaziantep FK - Göztepe maçında yaşananlar halen konuşuluyor. Daha da konuşulacak. Uzun yıllar boyunca hatırlanacak. Herkes bir haftadır maçta ne olduğunu, neden olduğunu, olması gerekeni tartışıyor. Fakat bizim asıl konumuz niye böyle anlara maruz kaldığımız...

Yine de önce maç içinde yaşananlara kısaca değinelim. 

İlk gol

Göztepe'nin golü nizami bir goldü. Etik açıdan da bir sorun yoktu. Gaziantep saçma sapan bir şekilde gol yedi. Hatta ortalığın bu kadar karışması golün kendisinden daha enteresandı. Soner'in kaleye vurmasına şaşırmamız gerekirken, top direkten döndü ve gol oldu. Yanlış deneme pozitif netice vermişti. Fakat bunu tartışmaya vakit bulamadan, oluşan kaosa şaşırdık. İlk başta "Acaba, Soner topu Gaziantep'e mi verecekti" diye düşündüm. Pozisyonunun başını da hatırlayamadım. Fakat öyle bir durumun olmadığını da gördük.

Kaleyi açmak

VAR inceledi, kural kitabına bakıldı ve golün nizami olduğu anlaşıldı. Konunun kapanması gerekiyordu. Fakat devamında Göztepe'nin kaleyi açması daha da saçmaydı. Neden böyle bir eylem yapıldı ki? Gaziantepli oyuncular kuralı bilmedikleri için habersiz mi yakalandılar? Öyleyse bile bir jeste gerek var mıydı? 

Mahalle maçlarında bazen bazı kurallar maçtan maça değişir ya; mesela kaleciye geri pas... Maçın başında kaleci topu eline alır, rakip takım "geri pas" diye itiraz eder. Diğerleri de "Kaleci bilmiyordu bu sayılmaz" der. İlk pozisyon öyle geçiştirilir, maçın devamında kural uygulanır. Onun  gibi oldu adeta.

Gaziantepliler kuralı bilmiyordu. Kaleye vuramayacağını sandılar. Soner kaleye vurunca şaşırdılar. "Oluyor mu ya öyle, bilmiyorduk biz" deyip, kandırdılar herhalde Göztepeli oyuncuları: "Tamam bir daha ki sefere olmasın, açıyoruz kaleyi!"

Tamam; kaleyi açıyorlar ama o konuda da bir fikir birliği yok. Oyuncuları çoğu kendi arasında ve yedek kulübesiyle diyalog halinde. En geç pes eden Atakan, "Sizin yapacağınız işe..." der gibi bakıyor Figuerido'nun arkasında kaldıktan sonra... Ve skor 1-1 oluyor.

Penaltı

Tabi ki Jahovic'in golünden sonra maç 1-0 devam etseydi, kalan sürelerin senaryosu da bambaşka olurdu. Fakat yeni şartlar atında Gaziantep bir de penaltı kazandı. Hiç beklenmiyordu. Her şey olağan bir şekilde ilerlese 1-0'ı koruyan Göztepe izleyecektik ve öyle bir kontra yaşanmayacaktı. Tabi ki bastıran Gaziantep'in yaratacağı karambollerden ne çıkardı onu da bilemezdik.

Yine de tüm yaşananların ardından, o atmosferde penaltı çıkması ekstra oldu. Ve bence tüm o beş dakikanın en anlaşılır hareketini Muhammet yaptı. Anlaşılır diyorum ama ben olsam yapar mıydım bilmiyorum. Fakat yine de düşününce, o beş dakikanın en normali penaltının auta atılmasıydı.

Rakip nizami bir gol atmış. Sonra kaleyi açmışlar. Sebepsiz yere 1-1 olmuş.. Bir de üstüne penaltı kazanınca; kafalar karışıyor. Yani benim kafam karışırdı. Ben penaltıcı olsam, topun başına geçmezdim bile. Bu arada takımdaki penaltıcı Maxim sanırım; o geçmiyor topun başına. 

Penaltıyı atsam da kaçırsam da rakip küme düşüyor. O zaman atayım auta 1-1'e bağlansın. Sonuçta Göztepe'nin golünden sonra her şey olağan bir şekilde devam etse, ardından da bir penaltı kazanılsa maç 1-1 bitecekti. O saçma golden sonra, penaltıyı atmaya gerek kalmadı. Yani bir şekilde maçın hakkı 1-1'di zaten. Tabi 1-0'dan sonra senaryo daha farklı olacaktı; bunu atlamayalım...

Bunlar niye yaşandı?

O zaman esas konuya dönelim. Biz bu saçmalığı neden izledik?

Türkiye'de toplumun her alanında gösteriş esastır. Kimse verimli çalışmayı düşünmez ama herkes çalışma şovunu yapar. Mesela işini iyi yapan birinin, herkesten ayrı bir şekilde evden çalışması (özellikle pandemi öncesinde) mümkün değildi. Fakat tüm mesaisini laklakla geçiren adam, mesai saati sona erdikten sonra 1-2 saat daha ofiste kalırsa ve bunu da herkes görürse terfi alma ihtimali yükselir.

Örnekler çoğaltılabilir ama yazıyı uzatmayalım. Futbolda da benzer bir zihniyet hakim. Saha içinde kazanmak için her türlü numara yapılır, deplasmana gelene su bile verilmez, yerde sakatlık numarası yapandan autta zaman geçirene kadar her türlüsü revaçtadır ama "topu rakibe vermek" gibi eylemler oldu mu kimse bizle yarışamaz.

Lincoln'un yıllar evvel bir maçın (Galatasaray - Hacettepe) son dakikasında top sektirmesi yerin dibine sokulmuştu. Karşı cephede duranlardan biri TRT spikeri Tansu Polatkan'dı. Polatkan, ""Eğer bu rakibi aşağalamaksa, en büyük terbiyesizliği gol atan futbolcular yapıyor." demişti. Ve o cümle 12-13 sene sonra gerçek oldu adeta. Atılan bir golde etik dışı durum arandı.

Top oynama dışındaki anlara çok büyük anlamlar yüklüyoruz. Göztepe'nin kaleyi açması da ilk anda takdir gördü. Direkt spikerin tepkilerine bakın. "İnsanlık ölmedi" ve "Her şey kazanmak değil" gibi laflar havada uçuşuyordu. Gerçi o da ne yapsın; "Bu ne şimdi" dese onu da topa tutabilirlerdi. Riske girmedi.

Beşiktaş - Giresunspor maçında Mert Günok sakatlanınca insanlar Giesunspor'un neden gol attığını sorguladı. Büyük ihtimalle ayağı kayan (ve maç içinde daha önce de kayan) Mert'in sakatlandığını zaten idrak edemediler. Zaten fark etmiş olsalar bile, kendi kendine sakatlanan ve çok acil müdahaleyi gerektirmeyen bir pozisyonda durmamak neden "fair dışı" bir hareket olmalıydı ki?

Belki de Gaziantep'teki futbolcular da benzer bir sorunu yaşadılar. "Acaba bu işte bir yanlış var mı?", "Neyi kaçırdık" gibi düşüncelere kafalara girmiş ve kafaları bulandırmış olabilir. "Şimdi gol yemezsek bizi de suçlarlar mı" korkusu bünyeleri sarmış olabilir.

Benzer bir durum Muhammet için de geçerli. Çok alakasız belki ama yıllar önce Fernando Muslera, Manisa'da penaltı atınca, "Küme düşen takıma kaleci neden penaltı attı" denmişti. O maç bile bir anlık kafalara girmiş olabilir. "Şimdi atsak ne derler,  oysa 1 dakika önce bizim için neler yaptılar. Şimdi küme düşen takıma gol atarsak kara deftere yazılmayalım"  tarzında düşüncelere kapılmış olabilirler.

Türkiye futbolunda saçma sapan, yüzeysel bir fair-play anlayışı var. Tamamen şova dayalı. O yüzden insanlar ne yapacağını bilemiyor artık. Bu neden Muhammet'i bir şekilde anlıyorum. O şovun bir parçası olmaktan ziyade, o şova katkı sunmadığı için lince uğrama korkusu baskına gelmiş olabilir.

Bu tip anların tekrar yaşanmaması için tamamen futbola odaklanmamız lazım. Yani saha içine. Her atağa kalkan rakibi görünce yere yatmamak, yere yatanı görünce topu taca atmamak, taca atana topu iade etmemek bir başlangıç olabilir. Bunları yapmaktan, bunları düşünmekten top oynayan kalmadı ligde. Her şey o kadar sıradanlaştı ki, ezberin dışına çıkılıp atılan bir golde bile insanlar şaşkınlık yaşıyor. Maçların ezberleri o kadar kanıksanmış ki, zihinler hata veriyor.

Oysa Jahovic'in golü gündem olmaya yeterdi. "Kuralı bilmeden kaleye vuran oyuncunun topu direkten dönünce, takım kümede kaldı (veya umutlandı)"

Başlı başına mükemmel bir futbol hikayesiydi; şimdi sulandırılmış bir şova döndü...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

çok saçma arabesk ağlak bir kültür ele geçirdi futbolu. şu alıntı entryi paylaşmak isterim:
literatüre centilmenlik maçı olarak geçecek olsa da düpedüz futbol oyununa şaibenin karıştığı maç oldu. bu ülkede küme düşen takımların yaşadığı hazımsızlık ve sonucunda oyunun bu kadar dramatize edilmesi ülke futbolunun hiçbir zaman bir arpa boyu yol gidemeyeceğinin apaçık göstergesi. yaprak dökümü mü izliyoruz futbol maçı mı belli değil. bu kadar duygusal olunmamalı. bu kadar amatör de olunmamalı. yazık.