Perşembe, Eylül 11

Hikaye

İstanbul takımlarında forma giymek zordur. O da bu zorluğun farkındadır. Altyapıda yıllardır camianın havasını teneffüs etmiş, ama A takımda oynama şansına bir türlü erişememiştir. Sezon öncesi, devre arası her türlü kampa dahil olmuş ama o, maçta oynama şerefine henüz nail olamamıştı. Beraber altyapının tüm kategorilerinde oynadığı arkadaşları ya takımda 11'i zorluyordu, ya da başka takımlara kiralık veya bonservisle verilip iyi kötü "oynuyorlardı". Onun da tutunması lazımdı.
***
Takım zor günler geçiriyordu. Ligde şampiyonluğa oynuyordu, ama hep geriden geliyordu. Geriden gelen daima avantajlıdır belki doğru bir tespittir ama kaybedilecek her puan biraz daha geriye düşmeye neden olacaktı sezonun telafisi olmayan zamanlarında. O yüzden her maç final daha doğru bir tespittir.
***
Takım o hafta karasal iklimin hakim olduğu bir şehirde, dişli bir takımla ve zorlu hava şartlarıyla mücadele edecekti. Takımda eksikler çoktu bu nedenle deplasmana giden uçakta yer bulması normaldi, ama bırakın ilk 11'i, sonradan bile oyuna girmesi düşük ihtimaldi. Zaten takımın altyapısı çok fazla bilindik genç barındırmasına rağmen, kendisi taraftarın tanıdığı, bildiği isim değildi. Oynaması kendisi gibi hocayı da zor duruma sokabilirdi pazartesi günü. Zaten sol bekte ve sağ bekte iki akranı formayı giyecekti, fazla kumara gerek yoktu.
***
Maç beklendiği gibi zor geçiyordu. Evsahibi takım pozisyon bulamıyordu belki ama şampiyon adayını fena ısırıyordu. Golsüz beraberliğe kitlenmişti maç. "Skoru değiştirecek yetenekteki yıldızlar" ısınırken kale arkasında gözleriyle arada yardımcı antrenörün onları çağırmasını bekliyordu. Maçın son 10 dakikasına girilirken yardımcı hoca ve takımın eski kaptanı, genç yıldızı çağırdı. Olacak şey değildi, ama oluyordu. Herkesin beklentisi "çocuğun" rahat skora ulaşılırsa takımın yıldızlarını dinlendirmek için hem de gence maç tecrübesi kazandırmak için oyuna sokulacağıydı. Dakikalar 80'lerin ortası, skor ise 0-0'dı. İstanbul'un kahvehanelerinden hocaya giydirmeler başlamıştı bile. "Kim bu çocuk, bu mu çevirecek maçı", "Şampiyonluk gitti geçmiş olsun beyler", ve daha neler neler... Takımın yıdızlarından, kazanılan en büyük başarılarda adı geçen futbolcusu oyundan çıkıyor, altyapıdan genç çocuk oyuna giriyordu. Dakika 85 olmuştu bile.
***
90+2. Geriden uzun bir top. Top çocukta. Çocuk hemen abilerine pas verecek. Çünkü takımda işler öyle işler. Top kullanmak her yerde olduğu gibi burada da hiyerarşiye bağlıdır. Ama çocuk pas verecek gibi durmuyor. Ceza sahasının dışında, sol çaprazda, top ayağında. Önünde bir savunma oyuncusu. Ondan hafif bir şekilde sıyrılıyor, önünü açıyor. Sağ ayağındaki topu kaleye doğru yolluyor.....
***
Bundan sonra herşey olabilirdi. Ya kahraman ya da 10 hafta daha altyapı maçları.
***
Top kalenin içinde. Büyük bir sevinç. Mutluluk tablosu. Anadolu'nun ortasındaki şehrin stadında az sayıda deplasman taraftarının çığlıkları ve oyuncuların bağırışları.Şampiyonluk yolunda atılmış büyük bir adım. Maç sonu röportajların aranan ismi, yarınki gazetelerin manşeti.
***
Sizce bu yazı nedir? Basit bir hikaye mi, yoksa ucuz bir Hollywood senaryosu mu?

Cevap: Tamamen yaşanmış bir hikaye..

22 Ocak 2006'da Aydın Yılmaz'ın yaşadıkları...

Bizim ligimizde böyle hikayeler çoktur...

Ah nerede

Türk sinemasının en neşeli, en komik filmlerinden biridir "Ah nerede". Filmin oyuncu kadrosu yıldızlar topluluğu gibi. Tarık Akan ve Gülşen Bubikoğlu başrollerde, o zamanlar pop müzikle uğraşmış, bana göre filmin en güzel kızı Nilgün Atılgan, kötü adam rollerini yıllarca başarıyla yerine getirmiş, insanların kafasında Köroğlu filmindeki Bolu Beyi rolüyle kaldığını tahmin ettiğim Hayati Hamzaoğlu ve onun filmde işlettiği kahvede her daim kumar oynayan Halit Akçatepe, Hababam Sınıfı'nın "bozum cahit" i Cengiz Nezir, isimlerini bu yazı vesilesiyle öğrendiğim, Tarık Akan'ın aynı anda ikisiyle birden çıktığı iki kız kardeş Aydan Adan ve Serpil Nur, anaç rollerine alışık olduğumuz fakat bu filmde daha farklı bir karakter olarak izleyeceğimiz Adile Naşit, kah babacan komiser, kah altın kalpli zengin olan Hulusi Kentmen ve bu filmde onun karısı rolünde izlediğimiz, Türk sinemasında sürekli olarak fedakar ve çilekeş anne rollerinde görmeye alışık olduğumuz amma ve lakin benim ismini yine bu yazı vesilesiyle öğrenip hayırlı bir iş yaptığımı bana düşündürten Şükriye Atav.
***
Film birçok açıdan konuşulmaya değer. Zengin bir aile, üç erkek çocuğunu İstanbul'a okumaya gönderip tez zamanda doktor, mühendis ve diğer hayırlı meslek erbabından olmasını beklerken işler, üstelik onlardan habersiz, pek de yolunda gitmemiş, evin büyük oğlu Tarık Akan babasının deyimiyle "evi kümese çevirmiş", Halip Akçatepe kumar masalarında vaktini ve parasını harcamış, Cengiz Nezir ise haliyle 70'li yıllar olduğundan siyasete bulaşmıştır. Dersler hak getire tabi... Filmde, bütün karakterlerin hayatını değiştiren olay her zamanki gibi Ferit rolündeki Tarık Akan'ın, Zehra rolündeki Gülşen Bubikoğlu ile tanışmasıdır. Ferit, Zehra'dan etkilenir, ona aşık olur ama bütün bu olaylar silsilesi filmde çok esprili bir dille anlatılmıştır.
***
Bir de bu filmde benim en çok dikkatimi çeken hadise, filmin ağır toplarının gerektiği yerde rolün hakkını vermeleri. Hayati Hamzaoğlu nargilesini içip parasını sayarken, kızkardeşi Adile Naşit'in eve erkek aldığı haberi üzerine silaha sarılıp kahveden fırlayışı, Tarık Akan'ın belki de en çok ona yakışan çapkın rolünü canlandırırken yaptığı kurlar, Hulusi Kentmen'in otoriter baba tiplemesi ile çocuklarına hakaret ederken kızarıp bozarması, Gülşen Bubikoğlu'nun yine Yeşilçam'da başka hiçbir aktriste göremediğim çetin ceviz tavırları, Şükriye Atav'ın çocuklarına olan sevgisi ve onları babalarına karşı kollayışı, Türk sinemasının en güzel kekeleyen karakteri Halit Akçatepe'nin kahvede babasını gördüğü an ki kekeleyişi filmin hep görülmeye değer sahneleri arasındadır. Ama benim en çok hoşuma giden sahne Hulusi Kentmen'in oğullarıyla olan dialoglarıdır. Eve, yanağında ruj lekesiyle gelen Tarık Akan, bunu soran Hulusi Kentmen'e "boyaya çarptım" yalanını da yine bu filmde uydurur. İşte o dialoglardan bir tanesi, Hulusi Kentmen ve anarşist evlat rolündeki Cengiz Nezir arasında geçmektedir:
***
HK - Allah cezanızı versin üçünüzün de!
TA - Ama babacım...
HK - Kes! Üçünüzün de ne bok olduğunu öğrendim! Biz orda okullarını okuyorlar, mekteplerini bitirecekler derken, siz burda zamparalık, kumarbazlık, siyaset peşinde koşun.. Bak hergelelere, bak itoğluitlere...
CN - Ama babacım, bizim de bir sözümüz olmasın mı ülke sorunları üzerine..?
HK - Bak bak baaaak... Ülke sorunları sana mı kalmış ulan?!
CN - Bizim de kafamız çalışıyor, biz de okuyoruz...
HK - Bok okuyorsunuz! Her foyanızı öğrendim. Sınıfta kalmaktan başınız dönmüş, türlü naneler yiyorsunuz! Önce dersinizi okuyun, adam olun, okulunuzu bitirin, eliniz ekmek tutsun, ondan sonra ne bok yiyecekseniz yiyin..! Size zerre kadar itimadım kalmadı, tek kuruş göndermem bundan sonra... Okuyacağınız da yok zaten. Yürüyün, yallaah!

Milli maç

Sadece Türkiye maçı için bir araya gelebilecek 6 kişi izledik dün maçı. Tutulan takımlar farklı, milli takımdan beklentiler farklı, sahaya sürülmesi gereken 11 herkese göre farklı... Herkesin haklı olduğu taraflar var, tek taraflığı baktığı, kendi takımı üzerinden yorumladığı durumlar hatta maç içerisindeki pozisyonlar var. Bir tek heyecan yok. Milli takımın maçları hiç heyecan vermiyor. Tam Euro 2008'de bir coşku yakalamışken yeniden başa döndük. Bu heyecanı öldüren birşey de malum iç meseleler. Olaysız bir milli takım kamp hatırlayanınız varsa beri gelsin...

Çarşamba, Eylül 10

Bizim Ligimiz

Belki biraz geç bir yazı bu. Ne de olsa ligin ilk 2 haftası oyanandı. Ama bu milli maç arasından faydalanıp yeniden yazalım. Lig bu hafta yeni başlayacakmış gibi geliyor çünkü.
***
Bizim ligimiz hakkında son yıllarda sürekli tartışmalar yapılmakta. Kaliteli mi kalitesiz mi heyecanlı mı,zevksiz mi...? Benim şahsi fikrim dünyanın en kalitesiz ligi de olsa bizim ligimiz dünyanın en güzel ligi. Çünkü bizim ligimiz.
***
Yaşıtlarımızın son yıllarda -iddianın etkisiyle belki de- Avrupa liglerine ilgi göstermesine çok üzülüyorum. Biraz haklılık payları var, en ünlü yıldızlar orada, en güzel stadyumlar orada, en kurnaz hocalar orada. Ama nedense benim için Türkiye Ligi hepsinden daha değerli. Chelsea ismini bilmezken Gaziantepsporu biliyorduk. Mahallede top oynarken Van Basten değil Feyyaz Uçar oluyorduk. UEFA.COM diye birşeyin varlığından bihaberken, her salı Milliyet alıp haftanın panaromasına bakıyorduk.
***
Bizim içimizdeki futbol sevgisini yaratan en önemli olaylardan biridir Türkiye Ligi (ismi sürekli değişime uğrasa da). Onu yarı yolda bırakmak, tuttuğu takımı yarı yolda bırakmaya benzer, bize yakışmaz.Hem ben bu sene ümitliyim. Türkiye Ligi'nin bizim için tavan yaptığı efsane sezon 2000-2001e çok benziyor. Ligimize gelen yıldızlara baksanıza: Milli futbolcu Emre Belözoğlu , İspanya gol kralı Daniel Guiza, Euro 2004 gol kralı Milan Baros , 2005 İstanbul finalinde onla beraber oynayan Harry Kewell,Serie A da savunmacılık yapmış olan Zapo-Sivok ikilisi, Santos'un 10 numarası Rodrigo Tabata, Premier Lig görmüş Agahowa ve Olembe...
***
Elimizde zaten Alex,Lincoln, Bobo, Holosko, Nonda, Cisse, Lugano gibi yabancılar, milli takımın gözde topçular vardı, bir de bunlar eklenince 8 sene önceyi anmadan,heyecanlanmadan olmuyor. O sene de Nouma,Andersson,Jardel gibi yıldızlar ligimize gelmişti.
***
Bu lig bizim. Bu ligin tüm değerlerinden nasiplenmemiz lazım. Dünyanın en büyük derbilerinde kaçıncı olduğu mühim değil, bizim için en büyük derbi GS-FB. Derbiyi izlemek için sabırsızlanacağız, Yılmaz Vural'ın taklalarını Mourinho' nun basın toplantılarına tercih edeceğiz. Haftasonunu " bakalım pazar aksam Erman Hoca ne diyecek?" diyerek geçireceğiz.
***
Bu sene bu lig daha da güzel olacak....

Efsane Yarışlar / 2000 yılı Celal Bayar Koşusu

Grubun bir önceki kapışması olan İsmet İnönü Koşusu müthiş bir finalle bitmiş, Medya koşuyu kazanmıştı. Rövanş bir önceki gruba göre daha zayıftı, Atman ekürisinin Talaria'sı yerine Lyna vardı bu kez. Lyna ilginç bir attı, kayda değer pek bir başarısı yok ama hep açık yarışlarda koşar genelde numarayı alır önden kaçardı. Uzun mesafelerde kolay grup0larda iyi işler çıkarabilen Best Side Story, Kuyumciyan ekürisinin Freeman'i, Baykoca ve Kupon. İsmet İnönü Koşusu'nda koşmamış, geçen senenin Ankara Koşusu ve Cumhurbaşkanlığı Koşusu galibi Sorgunbeyi de vardı ki, üzerine bir kaç kelam edilmesi gereken atlardandır...
***
1999 yılı Cumhurbaşkanlığı Koşusu Trapper'ın hemen hemen yarış kariyerinde sürdirek favori olarak girdiği birkaç yarıştan biridir. O hep favoriydi ama o yarıştan önce 121111 gibi bir totosu vardı yanılmıyorsam. 1'lerden biri eksik ya da fazla olabilir. Ankara Koşusu galibi apoletiyle girdiği yarışta Sorgunbeyi sürprizi yapmış, Trapper'ı geçmişti. Bu anlamda bu iki isim için de bir rövanş niteliği taşımaktaydı bu yarış. Yarışın favorisi tabii ki Trapper'dı, üstelik mesafe bu kez 400 metre daha uzamış, ideal mesafesine dönmüştü Trapper'ın.
***
Velociraptor'un çimde göstermiş olduğu performans, sempati duyduğum bir at olduğu için kendisi, beni heyecanlandırmıştı bir sonraki kapışma için. Üzerinde koşudaki bir diğer rakibi Yalçın Akağaç vardı. Trapper'a alışılageldiği gibi imparator binmekteydi.
***
Yarışı ilk metrelerde Lyna süratlendirmiş, bu kısrak son düzlüğe kadar da liderliğini korumuştu. Son düzlükte beklenildiği gibi arkadaki gruptan kopup gelebilecek üç isimden ilki; Velociraptor içe dalıp koşunun liderliğini almıştı. Trapper 200'e sakladığı sprintine yeni yeni başlarken, Sorgunbeyi de efendi insan Ahmet Atçı ile onun dışına açılarak kulvarını bulmuştu. Trapper Velociraptor ile kafa kafaya gelip onu sollayacakken, Yalçın Akağaç gayrı ihtiyari atı dışarı almış, Trapper'a da haliyle faul yapmıştı. Sorgunbeyi de bundan etkilendi ve belki de iki atı birden geçip hayatının yarışını koşacakken üçüncülükte kaldı. Velociraptor koşuyu kazandı, fakat sonuç resmileşmeden haliyle Aydın ekürisinden protesto geldi yarışa. Resmi sıralamada Trapper Komiserler Kurulu kararıyla koşuyu kazanmış sayıldı, Sorgunbeyi ikinciliği alınırken, Velociraptor üçüncülüğe atılmıştı. Yarış 2400 metre için 2.26'larda bitti. Belki de Celal Bayar Koşusu tarihindeki en iyi derece budur. Kaderin cilvesi, 2005 yılında Yalçın Akağaç Sabırlı ile 1600 metre rekorunu kırarken bu kez de Luxor'a faul yapacak ve yine birincilikten alınacaktı.
***
Kötü haber bundan sonra geldi asıl. Velociraptor'un ilk uzun süreli sakatlığı bu koşudan sonra oldu. Bir daha onu görebilmek için benim de tam 13 ay beklemem gerekti. Ondan sonra da bir iki parlak yarışı hariç hiçbir zaman eskisi gibi olamadı. Trapper da 2001 yılında tamamen güçten düşecek ve o yıl fırtınalar estiren Grand Ekinoks'a TJK Koşusu'nda mağlup olduktan sonra pistlerden elini eteğini çekecekti.

İstanbul Destanı


İstanbul deyince aklıma

Stadyum gelir

Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi

Hepsinin dudağında İstiklal Marşı

Bulutlar atılır top top pare pare

Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm

Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız

İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm


İstanbul deyince aklıma

Stadyum gelir

Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık

Memleketimin insanlarına

Daha fazla sokulmak isterim yanlarına

Ben de bağırırım birlikte

Avazım çıktığı kadar

Göğsümü gere gere

Ver Lefter'e yaz deftere


Stadyum gelir İstanbul deyince aklıma

Binlerce insanın aynı anda

Aynı şeyi duymasından doğan sevincin

Heybetini düşünürüm

Birbirine eklenir kafamda

Binler yüzbinler milyonlar

Sonra bir mısra havalanır ürkek

Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar


Bedri Rahmi Eyüboğlu

Pazartesi, Eylül 8

The Deer Hunter


En iyi film dahil 5 oscar ödüllü film(1978) . İzlenmeli.

Yılın transferi

Pazar sabahları genelde magazin izlerim. Öyle haberler oluyor ki uyku sersemliği falan gidiyor, insanın kafası açılıyor. İşte öyle haberlerden biri bu da...
Ne Guiza, ne Kewell, ne de bir başkası. Yılın bomba transferi budur bence. Zeytinburnuspor Çılgın Sedat'la sözleşme imzalamış. İmza bedeli 50bin, maç başına bin lira. Zeytin'in hocası da Ali Nail Durmuş. Yanılmıyorsam Güven Sazak döneminde 40 küsur transfer yapılırken takıma katılmıştı, genç yetenekti. Ara sıra FB Tv'de yorumlarını dinliyorum. Çılgın Sedat 35 yaşında, röportajdayken "gol atarsam roman oynayabilir miyim" diye izin de istedi hocadan.

Peter Norman

Olimpiyat tarihinin en ünlü, en önemli ve belki de en siyasi karelerinden biri. Herkes bu resmi bilir. Başroldeki aktörleri tanır. Gerçi ülkemizde bu resimde yer alanların hiçbiri tanınmıyordur ama olsun. Biz de hemen tanıtalım.
***
68 olimpiyatlarının 200 metre finalinin madalya töreni. Rekor kırarak (19.83) altın madalyaya ulaşan atlet Tommie Smith. Bronz alan, diğer siyahi atlet, aynı ülkeden ABD'den John Carlos. Amaçları ülkelerinde şiddetle artan ama bütün dünyanın sorunu olan ırkçılık konusuna tepki göstermek. Belki yarışmadan günler, aylar önce planlanmış bir olay. Ama bu kareye dahil olan biri daha var. Avustralya'dan Peter Norman. O da finalde elde ettiği dereceyle Avustralya rekoru kırıyor. O da 2. olarak kürsüye çıkıyor. Eyleme o da dahil oluyor, yakasına ırkçılık karşıtı bir rozet takıyor. Amerikalılar ülkesinde afaroz ediliyor haliyle. Ama bir yandan da öncü oluyor. Norman ise ülkesinde dışlanıyor olimpiyat komitesi tarafından. Bu 3 atlet yıllarca görüşüyolar, birbirlerinden kopmuyrlar. Ta ki Norman hayata veda edinceye kadar.
***
Sporun en önemli, en güzel tarafı, insanları buluşturması bence. Bu fotoğraf bunun en güzel örneği. Saniyelerle önde veya geride olan bir dalda kareye giren 3 farkli kişi, 3 farklı hayat. Ve o andan sonra hayatları kesişiyor. Daha fazla söze gerek yok.

Pazar, Eylül 7

Allah rahmet eylesin

Gaziantepspor, Ankaraspor, Kayserispor, Antalyaspor, Denizlispor, Göztepe, Karsiyaka, E.Seker, Usakspor ve en son olarakta Adana Demirspor ekibinde futbol oynayan Serkan Özen, Fransa'da Nancy yakınlarında geçirdiği trafik kazası sonrası yaşamını yitirdi. 32 yaşındaki futbolcunun cenazesi Denizli'ye götürülüp defnedilecek..
Allah rahmet eylesin, sevenlerinin ve ailesinin başı sağolsun.

Fenerbahçe'nin Yıldızları



Antipatik ve Sempatik yanyana

Alex de Souza, Daniel Guiza, Semih Şentürk, Damir Mrsiç, Pondexter, Özlem Özçelik .... Bunlar Fenerbahçe denince akla gelen ilk isimler belki de. En ünlü, şöhretli neferleri. Tribünlerin aşık olduğu, rakiplerin gıpta hatta belki de nefretle baktığı karakterler.
Ama bir de işin perde arkasındakiler var. Herkesin tanımadığı ama tribündeki adamın, futbolla yatıp kalkan insanların bildiği, Fenerbahçeli olanların "Allah nazardan saklasın" dediği, rakiplerin yeri geldiği zaman kızdığı ama çoğu zaman "temiz çocuk aslında" dediği isimler. Fenerbahçe camiasının en çok sevilen iki insanı. Samet Güzel ve Kıvanç Özkök.

Samet 1985 doğumlu. Tahsilini yarıda bırakıp Brezilya'ya gitmiş. Döndüğünde Zico'nun yanında gördük. Kendine güveniyle, sakinliğiyle, ortama hakimiyeti ile diğer tercümanlardan, abilerinden farkını ortaya koydu. Yeri geldi yedek kulübesinden Telsim'deki adamın tepkisini verdi, yeri geldi Kezman ile kapıştı. Kısaca hem işini yaptı hem kulübe bağlılığını gösterdi.

Kıvanç önce sesiyle kendini tanıttı. Amatör şubelerin ve altyapının maçlarını anlattı. Sonra yavaş yavaş ortaya çıktı. FB TV nin bir çok programında onu görmeye başladık. Kanal için bir Acun halini aldı. Onu da herhalde camia içinde sevmeyen yoktur. Sempatik tavırlarıya -ne kadar iyi Fenerli olduğu belli olsa da - rakip takım taraftarlarının da ilgisini çekmeyi başarabilmiş durumda.

Bu iki ismin ortak özelliği dünyaca ünlü sporcuların olduğu yerde onlardan daha çok sevilmeleri. Bunun kanıtı da teyzelerdir. Teyzeler kolay kolay televizyonda gördüğü insanı sevmez. Samet ve Kıvanç'ı gören teyzeler ise onları kendi oğulları gibi görüyor. Bu ne Alex'e ne Lugano'ya nasip olur.

Cuma, Eylül 5

Enternasyonel Yarışlar

Enternasyonel Yarışlar eskiden okulların açılmasından önceki pazar günü koşulurdu. Bu sene hem cumartesi hem pazar koşulacak. Birkaç tane daha fasulyeden yarış eklemişler cumartesine. Uyuz oldum ama ikramiyeleri oldukça iyi. Üstelik en başarılı atlarımız da bu yarışlarda koşacaklar gene. Kumda Fairson ve İzbatur, çimde ise Berraksu ve Ribella Enternasyonel Ifahr, Anadolu ve İstanbul koşularında bizi temsil edecekler. Bu koşularda koşacak yabancılar hakkında hiç bilgim olmadığı gibi orijinler de tanıdık değil.
***
Biraz nostalji yapalım diye Mutabahi'nin resmini koydum. Mutabahi, Al Anood ve Dahess arada Ersanhan'ın kazandığı yarış hariç yaşları ilerleyene kadar Malazgirt Koşuları'nda bizimkilere geçit vermediler. Enteresan istatistik, Amer yavrusu olan bu üç attan birini geçebilmiş bizden olan tek at 2001 yılında yarışı 4.sırada bitiren Mutabahi'nin önünde 3.olan Odinhan. Araplar'dan yana kısmetsiziz ve ben bunun bu sene de devam edeceğini düşünüyorum. Kafkaslı şimdiye kadar zaten tabela bile yapamadı bu koşularda. Ayabakan'dan ise tabelanın iyi yerleri için bir mücadele bekliyorum. Bu yıl ki Malazgirt Koşusu'nda favorim yine bir Amer yavrusu olan, 2006'da bu yarışı kazanan Robbie'nin anne kardeşi Bright Light. Diğer safkanların da şansı bizimkilerden daha çok.
***
Uzun mesafede harikalar yaratan İngiliz atlarımız hep oldu. Bold Pilot, Trapper, Grand Ekinoks daha önce Boğaziçi Koşusu'nu kazanma başarısı gösterdiler. Özellikle Grand Ekinoks, Epalo ve Caitano gibi iki tane çok büyük atı geride bırakmayı başarmıştı. Bu sene ise ünlü jokey L.Dettori'nin bindiği Godolphin ekürisinden Gravitas yarışın en büyük favorisi. Inspector ve geçen senenin en başarılı atı Tiramisu bizden, şans kovalayacaklar.
***
Ribella'nın Topkapı Koşusu yerine İstanbul Koşusu'na yazılması nispeten akılcı bir tercih olmuş. Sabırlı ve Pressing yarışın iki favorisi. Bir de Linngari diye bir at var ki, Dubai'de koştuğu bir yarışı izledim televizyonda, bir attan çok daha fazlası. Kurtiniadis de tabelayı tamamlar. Şahsen Sabırlı'nın yine kazanmasını istiyor, Linngari'nin kazanacağını düşünüyorum.

Perşembe, Eylül 4

En Güzel Tezahürat


ay che bostero vos sos ortiva!!!

vos sos amigo de la policía!!!

en mar del plata no te plantastecon los borrachos, como cobraste!!!

sos cagón, sos cagón, sos cagón, sos cagón!!!

sos cagón, sos cagón, sos cagón, sos cagón!!!

a donde vayas, siempre estaremosvos sos mi vida,

lo que mas quieroesta es tu hinchada,

esta es tu gentela que te sigue, y te alienta siempre

river plate, river plate, river plate, river plate

river plate, river plate, river plate, river plate


Türkçesi :

hey boca taraftarı,siz polisin dostlarısınız

mar del plata'da, bizle yüzleşemediniz

river taraftarları tarafından dövüldünüz

korkaksınız, korkaksınız, korkaksınız, korkaksınız

korkaksınız, korkaksınız, korkaksınız, korkaksınız

nereye gitseniz orada olanlarız

bu senin taraftarın, bu senin insanın

her zaman seni izleyen ve destekleyen

river plate, river plate, river plate, river plate

river plate, river plate, river plate, river plate

Kurtuluş Bursaspor'da

Serkan Kurtuluş sağbek sıkıntısı çeken Galatasaray'a transfer oldu. Bursaspor'dan yetişen oyuncu henüz 18 yaşında ama ismini çoktan duyurmuştu. Bunun en büyük nedeni ağabeyi Serdar Kurtuluş'un Beşiktaş'ta oynaması ve oradan milli takıma kadar yükselmesi. Bursaspor çıkışlı iki kardeş artık İstanbul'da mücadele edecek. Serdar, kendini biraz olsun ispatlamıştı zaten şimdi sıra Serkan'da. Sağ bek oynayacak adam arayan Skibbe acaba Linderoth ısararını sürdüecek mi, yoksa 18 yaşında uzun süredir oynamamış bir genci mi sahaya sürecek?Taraftarın gözbebeği Uğur geri döndüğünde nerede oynayacak, keza kendisi Paf takımda stoper oynamıştı. Merakla bekleniyor.

Futbolumuzda iki kardeşin İstanbul'un 2 büyük takımında oynamışlığı var mı bilmiyorum. Son zamanlarda olan bir durum değil. Bülent-Mert Korkmaz, Fuat-Okan Buruk kardeşleri biliyorduk ama bir derbi maçında 2 takımın sağ bekinde aynı aileden 2 topçunun oynaması çok hoş bir an olur muhakkak.
Bütün bunlar olurken Bursaspor altyapısının son ürünü bu hafta 2 gol attı. Sercan daha önce ismi Manchester United ile anılan bir topçu. Oralara gidemese bile yakın zamanda Kurtuluş kardeşler gibi İstanbul yolunu tutacaktır.

Salı, Eylül 2

Eric Gerets

Skibbe sezona beklenen girişi yaptıramyınca hemen eleştirileri almaya başladı. Galatasaray'da kolay kolay sezon ortasında yeni hoca gelmez, hele sezon başında çok zor. Eğer gelirse bu camianın içinden biri olur. Zaten ufak ufak söylenen isimler hep eskiler. Hagi veya Abdullah Avcı gibiler.
***
Gerets o kadar malolmadı klübe. İsmi geçmiyor. Zaten şu an Marsilya'da.. Herhalde buralara dönmez. Zaten gönderilişi canını acıtmıştır. Bugün oynayan kadroyu görüp kendi kadrosunu kıyaslayınca daha da üzülüyordur. Belçikalı hocaya böyle bir kadro verilmemişti. Lincoln yerine isimsiz İliç vardı. Alınan verim çok daha fazlaydı. Sırp, küçük maçların büyük topçusu oluyordu basının gözunde. Büyük maçlarda yoktu. Lincoln ise beterin beteri vardırın somut örneği. Ligde derbi oynamadı hala. Tek derbisinde kırmızı kart gördü.
***
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi beklerinden biri olan Gerets'in sağ beki Cihan Haspolatlı sol beki Orhan Ak adlı iki devşirmeydi. Skibbe'nin elinde 3er tane bek var. Ve o hala önlibero Linderothu sağbek oynatmakta ısrarcıydı artık zorunlu sakatlıklar nedeniyle.
***
Forvet konusu tam bir muamma. Gerets elindeki bütün forvetleri aynı anda sahaya sürmekten korkmuyordu. Elindekiler ise kaliteleri tartışılmayan ama saha dışı olayları nedeniyle her daim eleştirilen Şükür-Karan-Necati üçlüsü ve Hasan Kabze. Skibbe 3 tane kaliteli forvet ve çok yetenekli hücumculara sahip. Ama hala tek forvet oynuyor. Türkiye'ye gelen hocalar herhalde bu ligi iyi bilmiyorlar. Sanıyolar ki deplasmanda alınan 1 puan iyidir. Ama işin aslı öyle değil. 3 büyük takım her maçtan 3 puanla dönmek zorundadır. Bunu belki de en iyi anlayan Gerets olmuştu.
***
Elindeki kısıtlı kadroya rağmen puan rekoru kırarak şampiyon olmuştu. Hataları yok muydu? Fazlasıyla vardı. Ama karakter olarak çok sağlam bir duruşa sahipti. Hem sosyal alanda hem sahanın içinde. Zaten karakterine aykırı 2 maçında Anfield'da 3, Kadıköy'de 4 yedi..
***
Gerets bu sene yine devler liginde. Galatasaray onun için şans diyenler, bu sezon UEFA kupası maçlarını yazacaklar köşelerinde. Rakipler ise çok zorlu. Belki de en dengeli grupta. 4 senede 3.defa Liverpool ile aynı grupta Gerets. Ve yine PSV. Belki de Gerets'in İstanbul macerasının sonunu hazırlayan takım. İlgiyle izlemeye devam Marsilya' nın maçlarını..