Perşembe, Mart 18

San Siro Çıldırdı Şampiyonluk İstiyor


Bu başlığın altına "bu sene şampiyon yine Milano'dan" diyerek yılışık bir giriş yapabiliriz. Fakat bunu yapmıyorum. AC Milan'ın şampiyonluk yürüyüşü beni oldukça heyecanlandırmaya başladı ve bu yazının konusu onlar.

Sezona hiçbir tecrübesi olmayan eski futbolcularını takımın başına getirerek, en iyi futbolcularını satarak, kadroyu zayıflatarak oldukça ümitsiz bir şekilde başladılar. Hatta sahada da kötü bir şekilde başladılar ve puan kayıpları yaşadılar. İlk 10 maçta sadece 4 kez kazanabildiler. Daha ilk haftalardan kara bulutlarla tanıştılar.

Rakipleri ise şehrin diğer çocukları Inter. Son yılların kupacısı. İtalya Ligi'nde seri yakalayan takım. Başında Mourinho, takımda dünya yıldızları. Inter ile başetmek zor. Üstelik Milan gibi kaynayan bir kazana sahip bir kulübün Inter ile kapışacağını söylemek sezon başında mümkün değildi.

Bugün gelinen nokta ise çok farklı. Milan, Inter'in ensesinde. Fark sadece 1 puan.

Böyle yarışlarda son dakika golleri önemlidir. Son Chievo maçında gol son dakikada geldi. San Siro yıkıldı. Yıpkı ilk yarıdaki Chievo maçında olduğu gibi. Tıpkı Floransa deplasmanında olduğu gibi. Tıpkı Catania maçında olduğu gibi.

Bu gidişat bana Galatasaray'ın 2006 şampiyonluğunu hatırlatıyor. Takım yaşlı ve doymuş futbolculardan kururlu. En önemli yıldız takımdan gitmiş (Kaka-Ribery). Avrupa'da hüsran yaşanmış (Tromso - United). Sezon başında mali sıkıntılar yaşanmış. Sezon içinde son dakika golleri ile puanlar kazanılmış. Defalarca şampiyonluk gitti derken bir anda yarışın içine girilmiş.

Ezeli rakip son yılların en iyi dönemini yaşıyor. Son şampiyon, hatta ondan önceki sene de şampiyon. Üstelki sezonun iki maçında da onlara gol atamadan yeniliyorsun. Şu anda tek eksik, İnter cephesinden gelmesi gereken " Milan fakir-fukara edebiyatı yapıyor" açıklaması. O da söylenirse tam olacak.

Sezonun son haftasında yarış devam etmiş olursa İstanbul'da, pardon Milano'da maç yapacak olan takım, şehrin kırmızı formalıları. Inter ise küme düşme hattındaki Siena ile deplasmanda karşılaşacak.

Her zaman Milan ile Galatasaray'ı, Inter ile Fenerbahçe'yi birbirine benzetmişimdir. Bakalım bu yarışın sonucu da benzer olacak mı? Milano inandı.

Çarşamba, Mart 17

Mavi Gece


-Bu sene ilk defa Şampiyonlar Ligi maçı izlemek için evden çıkıp, kahvelere veya cafelere gidiyoruz. Kaderde bunu da yaşamak varmış. Hayırlısı olsun.

-Telaşla yaptığım iddia kuponunda Chelsea'ye oynadım. Oysa İnter'e 4.5 veriyormuş. Oranlara baksaydım Inter'e oynardım. İddia aynı salaklığı Real Madrid-Milan maçında da yapmıştı. Milan'dan İnter'den bahsediyoruz, dalga geçer gibi 4.5 veya 5.5 oran vermek ne demek. Milan maçını bildik o gece ama dün yattık. Gerçi Sevilla her türlü yatırırdı zaten.

- Maçta en çok Thiago Motta'yı beğendim.

-Bloglarda bu maçı Mourinho-Chelsea ilişkisini kullanmadan yazanları ıslak odunla dövüyorlarmış. Mecbur bir maddeyi buna ayırdım ben de.

- Stanford Bridge'in zemini Konya Atatürk Stadı ile yarışır düzeyde. Saha kennarında da mazgal mı var, her maç aynı tartışma dönüyor muhabbetlerde.

- Lucio çok çirkef adam yahu. Sevemedim yıllardır.

- Zannetti'ye saygı duymamak imkansız gibi bir şey.

-İnter beklediğimden daha atak başladı. Milito-Pandev-Eto üçlüsüyle çıkmak yürek ister.

- Milito, Robert De Niro'ya benzemiyor mu?

- Malouda'nın Chelsea'de oynaması Carrusca'ın Galatasaray'da oynaması gibi birşey. Futbolda bazen anlaşılmaz şeyler olabilir.

- Zhirkov oyundan çıkarken bulunduğumuz yerde alkışlar yükseldi. Meğer birinin doğum günü kutlanıyormuş.

- Seyircisiz maç ne kadar zevksiz oluyorsa, Star spikeri olmayan maç da o kadar zevkli oluyor. Ses kısık, müzik eşliğinde izledik. Gayet güzel oldu ama Maicon'un kaç kardeşi varmış öğrenemedik.

- Materazzi İnter'in Emre Aşık'ı gibi. Oynamadığı maçların galibiyetinde ne kadar çok seviniyor. Misal, Milano derbisi, misal dün.

- İnter taraftarı baya doldurmuş diyeceğim de Şampiyonlar Ligi maçı tabi dolduracak. Maçtan sonra Ancelotti'ye "sallasana sallasana mendilini" demişler midir acaba?

Adalet ve Ceza


Direk lafa girelim. Olayın kameralara yanısyan görüntüleri ortada. Herkes tartışıyor. Galatasaray ceza almalı mı, Fenerbahçe maçı öncesi ceza verilir mi, Fenerbahçe'nin Everton maçında, Beşiktas kapalısında olan ölümlü olayda verilen cezalar gündemde. Herkesin haklı olduğu noktalar var.

Beşiktaş kapalısında bir kavga çıktı, adam öldü. 20.000 kişi stadyumda bekletildi, katil yakalansın diye. Fenerbahçe maçı daha vahim, silah patladı ve silahın nereden kim tarafından ateş edildiği bugün bile hala muamma. Cezalar verildi haklı veya haksız.

Tribüne devamlı olarak gidişim 10 seneyi bulacak. Arada ÖSS ve askerlik arası var sadece. Bu süreçte hiç kavga etmedim diyemem ama tribün ortalamasındaki kavgalara-olaylara bakınca hiç bulaşmadım da diyebilirim. Yani demek istediğim tribünde bu tip olaylar, iki kişinin yumruklanması çok oluyor. Bu seferkinin tek farkı çatıda olması. Daha önce tribün içinde olurdu, milletin kafası o 2 metrelik camlara çarpardı, oluk oluk kan akardı. Veya koridorda olurdu kimsenin haberi bile olmazdı.

Şimdi iki kişi yumruklaştı diye ceza verilcekse bundan sonra hiçbir maç seyircisiz oynanamaz.
Adam çatıya çıktı veya aşağıya atladı diye ceza verilecekse (ki hala adamı attılar diyorlar, adamı atan yok, adam belki can havliyle belki bilinçsizce kendisi atlıyor), yine Türkiye'nin birçok stadında seyircisiz maç oynanmaz.

Güvenlik önlemlerin yetersizliği ceza için sebep olabilir mi onu da bilmiyorum. Neyse ne, ben olaya farklı açıdan bakmak istiyorum.

Bu olaydan ceza gelir mi, gelmeli mi , gelmemeli mi bilemem. Ama şu bir gerçek. Tribünde deli, manyak, alkolik, keş, bıçaklı adam çok. Sokakta da çok. Tribün çok tehlikeli bir yer izlenimi yaratmak için yazmadım, sadece olay çıkmasına elverişli bir yerdir. Bunun için bir tane adamın saçmalaması yeter. Şimdi yazacakalarım biraz bencilce olacak belki ama yazmalıyım. Zaten bir blog burası, bencillik had safhada.

Benim için stadda Galatasaray maçı izlediğim günler çok anlamlıdır. Senede kaç gün var ki böyle? En fazla 25 gün. Bu günlere, bu ortama uzak kalmamak için sezon başında kombine alıyorum. Ve daha sonra biri çıkıyor ve sahanın kapanmasına neden oluyor. Benim aldığım kombine boşa gidiyor.

Mesela bu kombineyi almanın birinci nedenidir Fenerbahçe maçı. Karaborsa ile ve ondan daha ahlaksız biletix ile uğraşmamak için alınmıştır. Sonra bir adam çıkıyor ve ceza almasını gündeme getiriyor. Tamam, ben de biliyorum, ne olursa olsun Türkiye'de GS-FB maçını seyircisiz oynatmak biraz sıkar. Hele Diyarbakırspor konularından da anladığımız gibi TFF oldukça dirayetsiz. Ceza vermeye mecali yok. O nedenle benim içim rahat. Ama ya olsaydı?

Çözüm önerim şu. Böylece kimse hakkının yendiğini düşünmez. Mesela Galatasaray bu sene bir sezon boyunca stadında yaşadığı olaylar nedeniyle toplam 5 maç ceza alsın, Fenerbahçe 6 alsın, Beşiktaş 4 alsın. Herkes ne hakediyorsa onu alsın. Ama bu cezalar o sezon uygulanmasın. Bir sonraki seneye sarksın. Bir sonraki sezon Galatasaray ilk 5 maçını seyircisiz oynasın. Fenerbahçe de 6 maçını. Biz de ona göre kombinemizi alalım, ona göre hayatımızı şekillendirelim, ona göre plan yapalım. Kimse de hakkını yendiğini düşünmesin. Ben de 2 tane "al birini vur ötekine" yüzünden, 365 gün arasından en çok anlam yüklediğim günden, 1 sene beklediğim maçtan mahrum kalmıyım.

Salı, Mart 16

Gözlük

Terim İspanya maçlarından önce konuşurken...


Hiddink yeni görevine başlamadan önce konuşurken.

Kralın Omuzlarında


Takım elbiseler şık da bu üçünü aynı anda bir de parçalıyla görsek artık.

Türk Hakemleri


Mağlubiyetlerden sonra hakemlere sataşmam. Ama "hakemler hakkında konuşmayı sevmiyorum" samimiyetsizliğine sığınmıyorum. Çünkü Türkiye'deki hakemler kötü ve konuşulmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Hakemlerin kötü olduğunu bilerek bu lige başlıyoruz. Taraftar olarak tek temennimiz hakem atalarından az etkilenen takım olmak. Maçlardan sonra hakemler hakkında konuşmak, hakemden şikayet etmek o nedenle saçma geliyor. İngiltere'de maç sonrasında hakemler hakkında konuşabilirsiz, çünkü orada hakemin maçı çığrından çıkarmasına az rastlanır. Köpeğin ısırması olayı gibi.

Sonuçta kısa geçelim, Türk hakemleri kötüdür. Türk hakemleri oynanan maç dışında başka bir maç oynar kafalarında. Kimi Oğuz Sarvan'ı, kimi Erman Toroğlu'nu kimi Aziz Yıldırım-Adnan Polat'ı düşünür o 90 dakika içinde. Çok eminim ki Erman Toroğlu'nun "beyaz çoraplı, sarı çoraplıya şöyle girmiş" tarzı pozisyon yorumlamalarını yapmazlar. "Şimdi ben karar verirsem 50.000 kişi cam çerçeve indirir" "ben şimdi buna penaltı versem Erman hoca ağzıma sıçar" tarzı şeyler dolaşır kafalarda.

Türk hakemleri rol çalmak ister, konuşulmak ister, iyi konuşulmak ister, otoriter gözükmek ister. O nedenle benim sevdiğim tek hakemdir Fırat Aydınus. Diğerleri gibi değildi.

Dünkü pozisyon ise Türk hakemliğinin geldiği noktanın açık göstergesidir.

Denizlisporlu topçu şut çekiyor, Rüştü topu kornere çeliyor. Hakem aut veriyor. Rüştü "benden çıktı, pozisyon korner" diyor. Ama hakem "sen devam et" diyor. Çünkü herşeyi o bilir. O diyorsa doğrudur. Hem futbolcu uyarısıyla karar değiştirilirse nerde kalır onun otoritesi. Rüştü nasıl oldu da hakemden itiraz nedeniyle sarı kart görmedi, asıl şaşırtıcı olan da budur.

Dün hakem Fırat Aydınus olsaydı, korneri verir Rüştü'ye de bir teşekkür eder gülümser maça devam ederdi. Fakat diğer hakemleri otoriterden taviz vermez, kendini yedirmez. Bravo size.

Pazartesi, Mart 15

Puan Durumu


Türkiye'nin profesyonel liglerdeki en zevkli, en heyecanlı 2 puan durumunu sunuyorum. Bu hafta sonunda oynanan maçlardan sonra TFF 2.Lig 1 Klasman Grubu şu şekilde oluştu:
1-)Tavşanlı 40p
2-)Körfez B 40p
3-) Gebzespor 40p
4-)Pendikspor 40p
5-)Sakaryaspor38p

Bu puan durumuna göre bu lig karakolda biter demek yersiz olur. Keza dün oyanan Gebzespor -Tavşanlı maçı 1-1 devam ederken 89.dakikada yan hakeme gelen taş nedeniyle tatil edildi. Gebzespor 40 puanını 28 maç yaparak toplamış, diğer takımların 27 maçı var. Bu hafta Pendik-Körfez Bld. maçı da dikkat çekecek.

Diğer ilginç puan durumu 3.Lig 2.Klasman Grubu:
1-)Menemen 51p
2-)Ispartaspor 49p
3-)Altınordu 49p
4-)Afyonspor 49p

Burada bütün takımların 28 maçı var. Hafta sonu Menemen-Ispartaspor maçı işleri daha da karıştırabilir.

Return Of The King


25 Ekim. Saat tam olarak kaç hatırlamıyorum. Geç başlayan derbinin erken dakikaları Resmi olarak olmasa da futbol saatine göre 19.01 diyelim. Milan Baros sakatlanıyor.

Aylarca bekledik. Bugün-yarın dönecek derken dün döndü. O an bambaşka hissettik. Baros'un olmadığı günler film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçti. Madrid maçı, Bursa deplasmanı, Sami Yen'de 1-0 yattığımız (yatamadığımız) Manisaspor, İBB maçları..

Sezonun başında Baros formsuzken, bir maçın ilk yarısının son dakikasında gol atmıştık. Gole sevinmek varken, soyunma odasına başı önde giren Baros'a aynı tezahürat söyleniyordu. Maçın ikinci devresinde gol attı Baros.

Dün maçı izlerken bir anda patladı tribün. Ne oluyoruz lan dedim, saha kenarında kimse yoktu. oysa. Bütün maç boyunca yedek kulübesini kollayanlar varmış demek ki. Kenar yönetimi, yeni açık önünde ısınan Baros'u çağırdığı anda tribün patlamaya başladı. Gol olmuş kadar yüksek bir uğultu.

O coşku skor tabelasında yanan 15 rakamını gördükten sonra iyice arttı. O esnada Jo'nun bir bakışı var ki Kapalı'ya. Daha 1 saat önce onun attığı gole sevinen tribün Baros diye inliyordu.

Çok özledik Baros'u. Baros kadar etkili, Baros kadar sevilen, Baros kadar takımda tutunabilen Galatasaray forveti hatırlamıyorum ben. Topu alınca alıp başını giden, rakip stoperle kavga eden, ara sıra da gol atan forvet.

Jardel, Saunders, İlie gibi adamlar 2 seneyi geçemedi. Knup, Lukunku, Christian, Marcio gibilerini hatırlatmaya bile gerek yok. Baros gibisini görmedik. Baros'u da yaklaşık 5 aydır göremiyorduk.

Son Sami Yen maçında Trabzonspor'a atmıştı. İlk Sami Yen maçında da atarak başladı. Sarı-lacivert maçta sakatlandı, sarı-lacivert maçta döndü. O zaman benzerlikler devam etsin, Sami Yen'deki son derbisinde 2 gol atmıştı, ilk derbisinde de 2 tane yazsın.

Galatasaray 3-0 Ankaragücü


Bu kadar saçma bir Ali Sami Yen günü hatırlamıyorum. Gerçi öncesi varmış, nedenleri varmış. Ben o esnada daha stadyum çevresinde olmadığım için bilmiyorum. Zaten herşey öyle başladı. Burası İstanbul rakip de Ankaragücü. Her an herşey olabiliyor. Stada girdiğim anda sarı-lacivert formalıları Fenerbahçe sandım. Maçtan o kadar uzak kaldık.

Stadyumda izlediğim son Galatasaray - Ankaragücü maçı geçen sene 19 Mayıs'ta oynanan maçtı. Şöyle bir atmosfer vardı; Ankaragücü tribünü o zamanki başkanları Cemal Aydın'a tepki gösteriyordu. Cemal Aydın istifa diye bağıran Galatasaray tribünleri vardı. Ankaragücü tribünleri de Alpaslan Dikmen'i anıyordu. Karşılıklı jestler sürerken bir grup Ankaragücü taraftarı "sikilmiş İstanbul" diyordu. 1.5 senede işler bir anda değişti.

Yugoslavya gibi tribündür Ankaragücü tribünü. Kendi içinde bir sürü grup, hepsi birbiriyle sorunlu. Ve tabi rakipler de var. Bazı Ankaragücü taraftarlarıyla Galatasaray tribünü arasında mesele yokken, bazıları ile dün kavgalar çıkmış. Sebep yok sadece işgüzarlık var; Ankaragücü taraftarı Beşiktaş'tan geçmesin diye deplasman takımının her zaman geldiği güzergah olan Fulya'dan çıkarmamışlar, öyle olunca Sokak'tan geçmişler. Sokak'ta herkes alkollü, deplasman otobüsünü bilen bilir, kıvılcıma gerek yok haliyle. Sokak'ta yaşananlardan sonra tribünün maça bakışı değişti.

90 dakika Ankaragücü ile uğraşmak, hatta Bursaspor'u anmak bana göre değil. Rakibe küfür etmeyelim, sadece takımı destekleyelim, çiçekler verelim, dostluk rüzgarları essin demiyorum tabi. Kimsenin kanı akmasın, tırnağına zarar gelmesin. Bütün mesele, eskiden kimsenin bilmediği şeyleri şimdi herkesin sahipleniyor olmasından doğan sıkıntı. Sonra sahaya sebepsiz yere yabancı madde atanlar oluyor. Niye attın dersen verecek cevabı yok. Niye Ankaragücü'ne küfür ediyorsun diye sorsan tribünün yarısı cevap veremez. Bir sonraki maçın, sezonun en önemli maçı üstelik. Neyse bunlar hassas konular, başka zaman değiniriz.

Şunu demek lazım, Galatasaray taraftarının Ankaragücü ile Bursaspor ile işi olmamalı. Daha doğrusu meseleler stadyum dışında halledilir veya maç içinde 3-5 defa taşılır. Ama 90 dakika boyunca Ankaragücü ile niye uğraşalım? Bizim rakibimiz belli. Üstelik iç sahadaki bir sonraki maçımız onlarla. Fenerbahçe'ye klasik derbi göndermeleriyle takıl, Ankaragücü'nü senede 2 kere görüyorsun, Fenerbahçe ile her branşta her kategoride haftada 1 defa karşılaşıyorsun nerdeyse.

Milan Baros oyuna girince tribün normale döndü. Baros da golünü attı. Maçın tek güzel anlarıydı. Tek normal anlarıydı. Baros'un golünden sonra kendini aşağıya atan Beşiktaş taraftarı vardı. Evet dün Sami Yen'de bu da oldu. Saçmalıklar çok fazlaydı. Ankaragücü taraftarına bacak sallayanlar gibi, "Beşiktaş" diye bağırıp dayaktan korkan ve kendini kapalıdan aşağıya atan bir adam da vardı. Gazetelerde atıldı yazıyor, inanmayın, kanmayın.

Hayatımda bu kadar sıkıldığım, sıkılmak da demeyelim, adapte olamadığım başka bir maç hatırlamıyorum. O kadar sıkıldık ki yanımdakilerle konuşamadım bile. Maç bile çok fenaydı. Maç tribünden daha fenaydı. Bu sene Sami Yen'e gelen açık ara en kötü takım Tobol. Tobol'a en çok yaklaşan Ankaragücü oldu. Biz de çok kötü oynadık ama Ankaragücü o kadar kötüydü ki biz 3 farklı yendik.

Normalde maçın heyecanından rakip takım ne yaptı ne etti farkedemem, Galatasaray'a odaklanmaktan. Dün o kadar rahat maçtı ki Ankaragücü'nü baya dikkatle izledim. Önümde bacak sallayanların izin verdiği kadar tabi.

Geremi bitmiş. İngiltere'de oynayan bir futbolcuydı şu haliyle Bank Asya'da bile zor. Mehmet Çakır için "sahaya alkollü çıktı, kafası yerinde değildi" deseler inanırım. Vassel için "futbola yeni başlayan 18 yaşındaki çocuk" deseler inanırım. Topu alıp taç çizgisine doğru koştu durmadan. Yine de en istekli olan oydu. Hürriyet'i "abi adam eksik gel oyna" diyerek kandırmışlar sanki. İlk maçta bizi dağıtan Murat Duruer ve Metin Akan kadroda yok, Aydın Karabulut İstanbul'da yok. Garip bir takım izledik.

Bizim için söylenecek fazla birşey yok. Sabri yavaş yavaş oluyor, Caner rahat, Servet normal, Neill cengaver, Mustafa Sarp iyi, Barış kötü, Elano durgun, Gio etkisiz, Jo istekli oynadı. Maçın en iyisi tabi ki Keita. Afrika'dan döndükten sonra ilk defa iyi bir Keita izledik. Gecenin en güzel olayı Kral'ın Dönüşü idi. Büyücü de döndükten sonra hızımızı alırız. Şimdi herkes rahatlatsın kendini. Ankaragücü'nü bırak, Fenerbahçe'ye bak.

Cumartesi, Mart 13

Timsah



Bursaspor bu sene zirvede. Hem puan durumunda hem manşetlerde. Manşetler genelde aynı kelimeyi içeriyor. Timsah coştu, Timsah patladı, Timsah geliyor. Bir de son stad projesi. Çok şık çok güzel. Timsah şeklinde, Timsah isminde.(Timsah Arena)

Bursa'da timsah yok. Sariyer'in martısı, Trabzon'un hamsisi gibi değil yani. Fenerbahçe'nın sarı kanaryası, Beşiktaş'ın kara kartalı, Galatasaray'ın aslanı gibi 100 yıla yaklaşan bir hikayesi de yok.

Gözümüzün önünde doğan, büyüyen bir semboldür timsah. 90ların ortasında "milletçe Bursasporlu" olduğumuz yaz akşamlarından bugüne kadar uzananan bir hikayedir. Mucidi Mususi'dir. Mususi güzel adamdı.

Bugün insanlar, "Bursa kentine şampiyonluk yakışır", "Bursa futbol şehri", "Bursa bir Sivas değil" diyorlarsa bunun nedeni, tamamen olmasa bile, yüzde 70 nedeni o İntertoto günleridir, Mususili, Baliçli kadrodur. O maçlar ayrı bir yazı konusudur da, şuraya bağlayalım.

Her Bursaspor haberinde timsah sıfatını okuyunca Mususi'ye bir selam çakın. Gerçi biz selamı yollarız da Bursaspor camiası da bu adı yaşatmalı. Mesela yeni stadın bir tribününün adı Mususi adını alabilir. Biz selam yollamakla yükümlüyüz.

Perşembe, Mart 11

Beşiktaş 2-0 İBB


Dün İstanbul'da ekstradan oluşmuş bir futbol günü yaşandı. Bu günü verimli bir şekilde değerlendirmek lazımdı. Bu hafta Galatasaray'ın Lizbon'u konuk etmesi gerekiyordu. Bazı aksilikler nedeniyle bu iptal olunca, ajandada bir boşluk doğdu. Ben bu boşluğu Kasımpaşa - Bursaspor maçıyla doldurmak istedim, ama bilet fiyatlarının 30 TL olduğunu öğrenince Türkiye'nin en güzel stadında daha ucuza, daha müsait bir saatte maç izlemenin daha akıllıca olduğunu düşündüm.

Yazının bu bölümünde Fenerbahçe ve Beşiktaş yönetimlerine teşekkür etmek lazım. Bilet fiyatlarını düşürmek belki yapmaları gerekendi, teşekkürlük bir olay değildi ama olsun. 20 liraya Süper Lig maçı izlemek, üstelik İstanbul şehrinin 3 takımının da şampiyonluk yarışında olduğu bir sezonun mart ayında, çok güzel oldu. Bizim büyüklerimiz kongre derdinde olduğu için olsa gerek, bilet fiyatlarını düşürmek bir yana, üzerine ekleme yapmayı daha uygun görüyorlar.

Maçı Zafer ile beraber eski açıkta izledik. İnönü'nün bu bölümünde deplasman tribünde yer almadan ilk defa maç izliyorum. Sanırım hayatımda bir daha bu kadar Süper Lig maçı izleyemem. Ucuza, oturarak, tüm sahaya hakim olarak. Los Lunes Al Sol filmindeki beleştepe sahnesi gibi, tek fark biz içerideyiz. Bir de sıcak çayımız gelse daha güzel olurdu.

Stadyumdan bu kadar bahsetmişken hemen tribüne bağlayalım. Beşiktaş tribününü ikiye ayırmak lazım. 2-0dan önce, 2-0dan sonra. 2-0'dan önce Beşiktaş tribününde bir durgunluk hafif de bir stres vardı. Bursaspor'un galibiyeti, maçın çarşamba olması, havanın soğukluğu bunlara neden olabilir. 2-0'dan sonra ise tribün ayağa kalktı. Sanırım o dakikadan sonra Beşiktaş şampiyonluk yarışına iyice girdi diyebiliriz. Ali Sami Yen tribünlerinin bu sene Beşiktaş'tan daha istekli olduğunu söyleyebilirim. Ama futbol tribünden önce sahada kazanıyor ve Beşiktaş futbolcuları, diğer 2 ezeli rakibinden daha istekli bir görüntü çiziyorlar.

Bu sene 4.defa Beşiktaş maçı izliyorum. Hemen hemen hepsinde bir üretim sıkıntısı çekmişlerdi. 4 gol attıkları Konya Şekerspor maçı dahil. Dün de üretim aksaklıkları oldu. Ama hırs, istek, azim gibi kelimeleri sahaya yansıtamak kazanmak için yeterli oldu. Sonuçta artık mart ayındayız ve bu zamandan sonra çok isteyen kazanır günlerine başlıyoruz. Sırf bu nedenle, hücum yollarında Beşiktaş'tan belki de 10 kat daha fazla etkili olsak da, Beşiktaş'ın bizden daha avantajlı olduğunu düşünüyorum. şöyle diyelim, Beşiktaş 1-0 öne geçtiği maçı bırakmayacak ve kazanacktır. Biz ise 2-0 öne geçsek bile maçı kazanma ihtimalimiz maçın başındaki kadar olacaktır. Beşiktaş'ın en büyük sıkıntısı fikstürü. 6 deplasman ve iç sahada Eskişehirspor-Trabzonspor gibi zor rakipler.

Galatasaray kendi ipini kendi kesme avantajına hala sahip. Fenerbahçe'yi ve Bursaspor'u Sami Yen'de yenmek şampiyonluğun 1.şartı. Bunu başarmadan şampiyon olmak çok zor. Başarınca iş kolaylaşır. Fenerbahçe ise tamamen soru işareti. Son yılların en tempolu Fenerbahçe takımı ama son 8 maçta 1 galibiyeti var ve son dakikalarda gol yiyor. Morali bozuk bir takım ama bir anda dirilirse önünde durmak zorlaşır. Beşiktaş kadar istekli ama Galatasaray kadar (mental açıdan) kırılgan. Bu 3 takımın arasındaki Bursaspor, 3 takımın avantajını da sahip. Hem fikstürü güzel, hem isteği güzel, hem havası güzel. Onlar artık gizli liderden öte gizli şampiyon olarak görülebilir. Bursaspor ve Sivasspor'u bir tutmak Bursaspor'a büyük haksızlık olur.

Dünkü maça geri dönersek; Bobo farklı bir hücum oyuncusu olduğunu hem attığı hem de atamadığı gollerle gösterdi. Holosko daha ileride olsa neler olur merak ediyorum. İbrahim Üzülmez dün bir sene daha yaşlandı ama oynadığı futbolla (ne kadar sevmesem de) saygıyı hakediyor. Beşiktaş taraftarında da genç oyuncu hastalığı tıpkı bizdeki gibi. Necip'e duyulan sevgi çok üst düzeyde. Fakat dün Necip'i beğenmedim. Okan Buruk'un bir anda sahaya fırlaması (oyuna girmesi) beni hem güldürdü hem düşündürdü. Hala Okan Buruk top oynuyor, daha doğrusu oynayamıyor. Onun yaşındakiler şu anda Galatasaray'a sallamakla meşgulken Okan'ın yeşil sahanın üzerinde maskara olması oldukça enteresan. Futbolu seviyor demek ki. Konuk takımda en beğendiğim futbolcu M.Kuş oldu.

Abdullah Avcı'nın abartılan bir teknik direktör, İBB 'nin ise futbol oynamak istemeyen bir takım olduğunu düşünüyorum. O nedenle dün Beşiktaş'ın, şampiyonluktaki rakibimin, Avcı'nın takımını yenmesine biraz olsun sevindim. Futbol oynayan kazandı. Beşiktaş tribünlerinin Avcı'ya takılmaları da hoş oldu. Küfür yok, taşkınlık yok. Mart ayını kazsız atlatan sezon sonunda her takıma takılma hakkına sahip olacak. Bekliyoruz.

Çarşamba, Mart 10

Başın Öne Eğilmesin

Sivok


Tam Saha şubat sayısındaki Sivok röportajından:

"Henüz 21 yaşında Sparta Prag'ın kaptanı oldum. Takımın gelmiş geçmiş en genç kaptanıydım. Sanırım o rekor halen kırılmadı. Bu benim hayatta gelebileceğim en üst noktalardaydan biriydi."

"Babam Slavia Prag taraftarı olmasına rağmen ben çocukluktan beri çok büyük bir Sparta Prag taraftarıydım."

"Udinese'ye transferimden önce adım Milan ve Inter ile beraber anıldı. Udinese'den ayrılmadan önce de Milan ve Roma'dan teklifler geldi."

"Burada herkes sıcak ve dost canlısı. Ama özellikle bir isim vermem gerekirse Ekrem Dağ harika bir insan."

"Önceden yılda en az 4-5 gol atıyordum. Ama Beşiktaş'a geldiğimden beri gol sıkıntısı yaşıyorum. Bu sezon daha gol bile atamadım" (Not: Sivok bu röportajdan sonra biri Galatasaray olmak üzere 2 gol attı)

"Necip Uysal müthiş yetenekli bir futbolcu. En başta kendi oyun karakteri var."

"Türkiye'de karşımda en çok zorlandığım forvet Milan Baros. Kendisini zaten 15 yaşından beri takdir ediyorum ve o zamandan beri birçok kez hem yan yana hem de karşılıklı olarak oynadık."

"Slovakların bizi geçtiğini söylemek pek doğru olmaz. Normalde biz her açıdan Slovaklar'dan daha üstteyiz."

"Dünya Kupası'nda favori kim olur bilmiyorum ama ben İngilizler'i destekleyeceğim. İngilizler'in uluslararası şampiyonalarda yaşadığı başarısızlıklar bence onları biraz sempatik hale getiriyor."

"Türkiye'de unutamayacağım iki anı var. İlki geçen sezon Uefa Kupası ön elemesinde oynadığımız S.Brijeg maçı öncesi soyunma odasından çıkarken taraftarların çıkardığı uğultu. O duyguyu hissetmek gerçekten çok acayip bir şeydi. İkincisi ise Zapo ile birlikte BJK'a transfer olduktan sonra havalimanındaki karşılama anı."

Takımda Tek Eksik Rijkaard


Fatih Terim'in ikinci dönemiyle başlayalım. Abel Xavier, Sergio Almaguer, Frank De Boer gibi isimler transfer edildi. Emre Aşık bekleneni veremedi. Suat Usta tuttramadı, Orhan Ak - Ömer Erdoğan tandemine bel bağladık. Yanı kısacası savunmada sıkıntı çektik. Fatih Terim futbolculuğu döneminde savunmada oynuyordu.

Terim'den sonra Hagi geldi. 1 sene kaldı. Çift defansif orta saha ile oynandı, kanatlardaki adamlarla orta dörtlü tamamlandı. Hakan Yakın falan transfer edildi, Ergün bile denendi, oyun kurucu sıkıntımız vardı, Necati forvet arkasında biraz oyun kurucu, biraz ikinci forvet tadında oynadı.. Hagi gibi bir adam bulmak zordur muhakkak ama o mevkide oynayabilecek herhangi bir adamımız bile yoktu.

Gerets geldi sonra. Dünyanın gelmiş geçmiş 5 sağ beki sayılsa o da listeye girer herhalde. Bizim sağ beklerin hepsi ise devşirmeydi. Cihan Haspolatlı'nın Sami Yen'de yarattığı etki tarif edilemez. Sabri yeni yeni oralarda deneniyordu. Hasan Şaş bile oynadı, Uğur formayı kopmaya çalışan genç çocuktu ama Uğur da altyapıda stoperdi, yani yeni bir sağ bekti o da aslında. Sağ bek Gerets zamanında sağ bek sıkıntımız oldu.

Feldkamp'ın ve Skibbe'nin futbolculuğunu bilmiyorum, Bülent Korkmaz'a geçelim. Türkiye'nin en iyi stoperi takımın başına geldi,stoperde Kewell oynadı. Sakatlıklar çok etkiledi ama bu sıkıntı yaşandığı gerçeğini değiştirmez.

Ve şimdi Rijkaard. 90lı yılların kadife ayaklı orta sahası. Oyunu iki yönlü oynayan ilk orta saha belki de. Şimdi Galatasaray'ın başında. Ve en zayıf noktamız orası. Mehmet Topal, Ayhan, Mustafa Sarp...

İroni mi, yoksa teknik direktörler kendi mevkilerindeki futbolculara fazla mı güveniyor, ne oluyor ağabey (Extensor'a gönderme) anlamadım ben bu işten birşey.

Salı, Mart 9