Çarşamba, Ocak 30

Taraftar İstemedi Çıldırdı



Galatasaray - Beşiktaş maçının çıkışında mikrofonlar Ünal Aysal'a uzatılıyor. Aysal, maçla ilgili pek açıklama yapmıyor. Drogba sorularına ise "Galatasaray taraftarı ne isterse o olur" diyor.

Maçın hemen ardından yayınlanan Maraton programında, 10 saniyelik bir görüntü halinde sunuldu bu. Sonrasında stüdyoya dönüldü. Şansal Büyüka, başkanın dediklerini anamlı bir tonlamayla tekrarladı: "Galatasaray taraftarı ne ditiyorsa o olur". 

Özellikle yabancı futbolcuları küçümsemeyi tarz haline getirip, farklı konuşuyorum kasılmalarına gerekli desteği bulmak için tribüne, televizyon seyircisine oynamayı alışkanlık haline getiren Tümer Metin ise Büyüka'nın cümlesinden hemen sonra ciddi bir çıkış yaptı. Zeka parıltısı kokan cümlede şunu sordu:

- Galatasaray taraftarı Drogba'yı mı istemiş?

Evet istedi. Üstelik 14 Mayıs 2011'de göreve gelen başkana bu istediğini 30 Mayıs 2011 civarında sundu. Yani 2 hafta içinde. Belki de kongrelerde, divan kurullarına söz hakkı olmayan taraftarın Ünal Aysal'dan ilk somut isteği Drogba'ydı.

Ezeli rakipler arasında transfer olmayı başarmış birinden taraftar duygusunu anlamasını beklemek hayalcilik olur. Ama yayıncı kuruluşta konuşurken, isminin yanında yorumcu sıfatı varken daha dikkatli olmak lazım ki; komik duruma düşülmemeli.

Drogba iyi transfer-kötü transfer, ucuz-pahalı, genç-yaşlı; bunları değerlendir, konuş ama taraftar desteği almak için küçük oyunlara gerek yok.



Salı, Ocak 29

Dünya Karmasını Tutmak



Gündemi haftalar boyu meşgul eden Sneijder transferi hakkında bir şeyler yazmayı planlıyordum. Aslında daha çok transfer süreci hakkında yazmayı planlıyordum ama transferin sonuçlanmasını bekledim. Transfer sonuçlandı, kaşla göz arasında bu sefer de Drogba geldi. İşler değişti. Bildiğin yıldızlar topluluğuna döndü takım.

Galatasaray için Galata$aray yazan yabancı gazeteciler var. Belki de Ünal Aysal'ı, Arap Şeyh'i sanıyorlardır. Çok da umrumda değil. İnsanların seni nasıl tanımladığı önemli değil. Önemli olan senin nasıl hissettiğin.

Daha önce yazmıştım, sanırım Rijkaard yeni geldiğindeydi. Galatasaray ile kendi hayatım genelde parallelik gösterir. Özetle; Galatasaray iyiyse ben de iyiyim, kötüyse ben de kötüyüm, o arayışta ise ben de özel hayatımda arayışlara giriyorum. Nick Hornby de Arsenal'ini anlatırken buna benzer cümleler kurmuştu Fever Pitch'de.

Belki de ilk defa Galatasaray ile bu kada ayrışıyorum. Benim hayatımdaki kötü durumum bir yana, Galatasaray hiç olmadığı kadar iyi gözüküyor. Görkemli, şatafatlı, klas, parıldayıcı... Bunlar güzel sıfatlar. Ama bana, hatta bizim takıma çok yabancı.

Yazının sonu hedef küçültme isteğine gitmiyor. Ama büyük hedefleri kazanmak çok mu önemli, bunun için bu kadar yabancılaşmak mı gerekir bilmiyorum. Yabancılaşıyor muyuz onu da bilmiyorum.

Fakat şu var. Taraftarlığın en büyük hazzı, takımının kötü giden zamanında yanı olmaktan geçiyor. En güzel başarı hikayeleri, "en kötü zamanda oradaydım" hikayesi ile başlar. Kopenhag'daki Arsenal zaferi Chelsea hezimeti ile başlar, 1996-2000 arası 4-0'lık Fenerbahçe yenilgisinden bir hafta sonra oynanan Sarıyer maçıyla...

Veya maç içinde; rakip karşısında bocalayan beki, üst üste goller kaçıran forveti ayağa kaldrımak büyük haz. Böylece yaşanan başarılardan sonra gönül rahatlığıyla "az da olsa benim de payım var" diyebiliyorsun. Peki ya şimdi?

Drogbalı, Sneijderli takıma ne diyeceğim ben. Tabi futbol bu belli olmaz, ama kağıt üzerinde oldukları kadar iyi çıkarlarsa, kötü maçlar olmazsa ben ne yapacağım? Taraftarın görevi ne olacak? Rakiplerle aranda nu kadar fark oluşursa şampiyonluk ne kadar mutlu eder?

Zaten o yüzden 2006 şampiyonluğu çok değerli değil mi? Çok güçlü takımın şampiyonluğu ne kadar haz verebilir? Önemli olan benim keyif almam mı diye sorsan ona da cevap vermemem.

İşin maddi kısmına girmeyi çok istemiyorum. Kulüp para harcasa da harcayamasa da benim takımım. Çok önemsemiyorum. İsterse milyon dolarlar harcansın, paralar boca edilsin, bunun hesabını başkanlar verir zamanı gelince, veya veremez.

Omlet yapmak için yumurta kırmak gerekir diyen Faruk Süren, 2000'e rağmen hala "efsane başkan" statüsünde değilse biraz da bunda, ama zaten dedim ya mesele bu değil.

Drogba-Sneijder transferleri gelecek için çok büyük hamleler. Olur ya, belki 3-5 sene sonra çekler ödenmez, transfer yapılmaz, zorluklar yaşanır, işte o zaman kazanılacak başarılar büyük keyif verecek. O zaman çekilecek çileler kutsallaşacak. O yüzden sevindirici tarafı var. 



Sahiplenmek



Yukarıdaki yazıdan devam sayılabilir aslında...

7 yaşından beri takım tutuyorum. Belki daha eskisi de sayılır ama 7 yaşından beri aynı coşkuyla tutuyorum. 7 yaşından beri 10 şampiyonluk gördüm. Kupalar, başarılar, şampiyonluklar. Belki kötü günler de oldu ama inkar etmemek lazım genelde hep başarılıydık. İstanbul'un, Türkiye'nin büyük takımı. Stresi, baskısı da büyük ama yüzümüz çok güldü çok şükür. Hatta hayatımızda en çok yüzümüzü o takım güldürdü.

O başarıları kazandıranlar, isimler, kişiler, gelenler gidenler. Hepsi gitti. Yenileri geldi. Gidenlerin bazıları kızdırdı, bazılarına teşekkür ettik. Ama bu fotoğrafa bakınca; hiç kimsenin arkasından ağlamadık, kimseye "gitme" demedik. (Belki 2000'de "kal bu sene"

Bu fotoğrafın altına yazılacak çok bir şey yok aslında. Her şeyi anlatıyor. Ergenlik çağlarında bir çocuksun. Tuttuğun takımın teknik direktörü istifa ediyor. Hayatında en büyük sorun bu olabilir mi? Oluyor. Belki de hayatında ilk defa birinin arkasından ağlıyor, ilk defa birine gitme diyor.

Sözün özü; 20 yıldır takım tutuyorum, her duyguyu yaşadım, bunu yaşamadım. Kıskandım desem, kıskanılacak birşey değil. Ama çok da saf. Çok başka duygular da var. Fotoğrafa dikkatli bakınca 2010 mayısında görüyorsunuz, o zaman daha da karışıyor duygular. 

Ömür boyu yaşamadığın ve bundan sonra da yaşamanın zor olduğu bir şeyi bir kez olsun sana yaşatan insan, arkasından ağlanır tabi.

Uğurlama

Pazartesi, Ocak 28

Henüz Ölmedik


İyi haber henüz ölmedik, kötü haber hala yaşıyoruz.

http://www.henuzolmedik.com/

Onların Stadı



Arena'yı ben sevmiyorum ama bu kuşak sevecek. Burası onların stadı. Daha önce de böyle 1-2 fotoğraf koymuştum, onları görmek hoşuma gidiyor. Stadın güzel olan tek tarafı. 

Eskiden de babalarıyla maçlara giden çocuklar olurdu. Görürdük onları, izlerdik uzaktan. Yalan yok da kıskanırdık. Baba ile beraber birşey yapmak, baba ile aynı takımı tutmak, onunla beraber maça gelmek. Acaba 1 hafta boyunca nasıl bir heyecan yaşıyorlardı? Biz de maça girebilmek için harçlık koparmaya uğraşıyorduk.

Sonra seneler geçti.

Artık maça çocuklarıyla gelen adamları kıskanıyoruz. Eskiden Sami Yen'deyken hayal kurardık. Yeni Açık'tan Kapalı'ya geçtiğimizde biliyorduk ki bir sonraki durak Numaralı'ydı. Bir 10-15 sene sonra aynı tayfa Numaralı'ya geçecektik.,Numaralı'nın o ön tarafındaki sahtekar setinde çocuklar oturacaktı, biz koltuklarda maçı izleyip, rakip yedek kulübesine 2-3 küfür edecek bazen de hakem kararlarını ıslıklayacaktık.

Olmadı. Şimdi ne numaralının seti var ne de o tayfa maçlara gidiyor. Hayat savurmuş bir kenara. Haliyle babasının elinden tutarak stada gelen Galatasaray formalı küçük çocuğu görünce daha da farklı hisler çıkıyor ortaya.

Neyse ne, bu stad onların, dün de derbi galibiyeti gördüler. Ben onların yaşındayken derbi galibiyeti görmek için senelerce bekliyordum. Değerini bilsinler.

Kartalspor 0-0 Manisaspor




Pazar günü, soğuk hava, ocak ayı, yağmur yağıyor. Sıcak yatağımdan kalkıyorum. Bilete 10 lira veriyorum, açık tribündeyim. Kapalı'da olsam 30 lira vereceğim ama o kadar param yok. Var da Kartalspor için yok. Süper Lig fiyatına bilet satıyor Kartalspor yönetimi.

Neden pazar sabahı kalkıp bu sıkıcı geçmesi muhtemel maça geliyorum. Üstelik tek başıma. Çünkü kafayı dağıtmam lazım. Hayat berbat. Bundan sıyrılmam lazım. Size ilginç gelebilir, garip gelebilir. Üstelik futbolla az biraz ilgili olsanız bile garip ve anlamısz gelebilir. Ama bu da bir terapi biçimi.

Sonuç olarak bu sene ilk kez Kartal'dayız. Daha önce hem saatler uymamıştı hem de takım zevk vermiyordu. Gerçi hala zevk vermiyor ama ikinci yarının ilk maçı diye bir şans vermek gerekiyordu. Semtin tamamı da benim gibi düşünüyor sanırım. O eski heyecan kaybolmuş. Küme düşmekten son anda kurtulduğu sezonda bile daha çok heyecan vardı. Üstelik bu sezon yine küme düşme hattında takım. Ama herkes sıkılmış belli; sürekli değişen kadrolar, sıkıcı futbol, pahalı biletler hatta ve hatta her maç sonu önce rakip taraftarın çıkmasını beklemek için geçen yarım saat.

Bu maçı izlemek için ekstra bir neden bulamıyorsun. Manisaspor'un liderliği dışında, lider takımı izlemek dışında merak uyandıran bir konu yok. Hatta Manisaspor'da olabilecek en sıkıcı lider... Öyle bir takım olmuşları ki, heyecanlandıracak, sivrilen herhangi bir oyuncu yok. Biraz Kahe işte...

Maç başlayınca bütün bu negatif duygular yok oldu. Futbol böyle işte. En beklemediğiniz maç heyecanlandırır, bazen de dağ fare doğurur. Skora bakıyorsun 0-0, ama oynanan futbol öyle 0 değil.

Kartalspor beklenenden daha iyi oynadı. Manisaspor'un atağı yok. 60 ile 65 arasında çekilen 1-2 şut var, onda da kaleci Erşen güven verdi. Onun dışında top oynayan takım Kartalspor'du. İlginç gerçekten. Ama yine de iyi oyun gole yetmedi. Forvet konusunda sıkıntı büyük. Yaser takımın en kötüsüydü. Ferdi iyi ama son vuruş beceriksizliği bu ligin yıllardan bilinen özelliği. Bu maçta da bir pozisyon yakaladı ve topu Volkan'a nişanladı. Ali Zitouni de takıma tam oturamamış. 

Maçın yıldızı İlhan Şahin. Yaklaşık 3 senedir Kartalspor'u çok yakından takip ediyorum, böyle futbolcu görmedim. Belki Erhan Şentürk. Ama İlhan'ın henüz takıma yeni katıldığını düşünürsek, müthiş katkı verdiğini söylemek gerekir. Oynadığı top zaten muhteşemdi ama bir de oyunun durduğu anlarda takımı yönlendirmeleri vardı ki, yıllardır Kartalspor'da eksikliği hissedilen şey tam olarak buydu.

Bütün bu artılara rağmen gol gelmedi, galibiyet gelmedi. Bu sene hem sezon başında hem ara transferde takıma dahil edilen isimlere bakarsak, Kartalspor'un play-off kovalaması gerekirdi ama yine ligde kalmak için mücadele edecek. Liderden puan aldığı haftada bile çekiştiği 3 rakibi puan aldı. Küme düşme hattından kurtulması için seri galibiyetler alması lazım. Bunun için en önemli maç da haftaya oynanacak. Samsunspor deplasmanı çok kritik. 

Geçen seneki kötü zemin gitmiş, yeni çimler gelmiş. Bir de bilet fiyatları inip semt sakinleri stadyuma çekilirse yeniden bir sinerji yakalanır. Bunun için de Samsunspor maçını kazanmak lazım.


Pazar, Ocak 27

Hoca Değişimi




2005-06 sezonu ne unutulmaz bir sezondu... O sezonu unutulmaz kılan bir maç varsa o da son haftada oynanan Denizlispor - Fenerbahçe maçıydı. Sezona Giray Bulak ile kötü bir şekilde başlayan Denizlispor, küme düşme yarışında yer almıştı. Takımıo cadı kazanından çıkaran ise Nurullah Sağlam olmuştu. Bulak gitmiş, yerine gelen Sağlam sezonu kurtarmıştı.

Şimdi aynı değişikliğin tersi Mersin İdman Yurdu'nda yaşandı. Sezona Nurullah Sağlam ile başlayan Mersin İdman Yurdu, kötü gidişat sonrası çareyi Giray Bulak'ta buldu. Daha doğrusu "buldu" demeyelim, henüz arıyor.

Sonuç ne olur bilinmez. Zaten son haftada da Gaziantepspor (Nurullah Sağlam'ın memleketinin takımı) ile oynuyorlar, yani şampiyonluk yarışının kaderiyle oynayacakları bir durum olmayacak Hem zaten teknik direktör değişikliğinin bu kadar sık yaşandığı bir ligde buna benzer değişimler çok fazla olabilir. 2005-06 sezonu farklı olduğu için bu bağlantıyı kurmak kolay oldu, tek fark bu sadece.

Bir hatırlatma daha yapalım, Mersin İdman Yurdu'nun sol beki Mustafa Keçeli...

Galatasaray 85 - 65 Antalya BB




Sezon içindeki herhangi bir maçtan çok farklı değil. Süpriz bir sonuç yok. Rahat geçiyor. Rahat geçeceği zaten kağıt üzerinde de yazıyor. Ufak tefek rakibin dişleri gözüküyor ama o da çok uzun sürmüyor. Maçın özel bir öyküsü yok. Kazanıyoruz. Şampiyonluk hedefleyen, güçlü kadroya sahip
yüksek bütçeli bir takım için normal, standart bir maç, beklenen bir son.

Peki o zaman biz niye salondayız? Bu maçlarda olan biten şeyler sağa sola çok yansımaz. Bilinmez. Zaten maçı televizyondan izleyen çok yoktur. Salon da boş. Gazetelerde, sitelerde haber olmaz, forumlarda konuşulmaz. Ama Can Korkmaz turnikeye girerken salondan çıkan ses önemlidir. Veya takım hücum yaparken kenardaki Ersin Dağlı'nın ayaklanması. Cenk'in başarısız hücumundan sonra Engin'in onun kafasını okşaması. Furkan'ın aldığı her hücum ribaunda tribünün ayaklanması, hocanın Sertaç'ı sahaya sürmesi, hocanın oyuncuları farklı yerlerde denemesi, ve bunların hepsine şahit olmamız, zorlukların ve kolaylıkların neler olduğunu canlı canlı görmemiz...

Hem taktiksel, hem mental, hem duygusal olarak sezonu sanıldığından daha çok etkiler bu maçlar. "Bu tip maçlar önemlidir" diyemeyeceğim, o kadar da saçmalamıyorum. Ama sezon sonu TBL'de final oynarsak, hatta şampiyon olursak bu maçların büyük anlamı olacak. Salona gelenler, bu maçları daha farklı anacak. Zaten gelenler hep aynı. Aynı tipler. Birbirini tanımayan insanlar bile aslında birbirlerini biliyor.Takımın nereden ne şekilde geldiğini de biliyorlar. Haziran ayında bunu anlatması çokzevkli olacak. Şampiyonluğu, başarının ufak bir payı varsa bize düşen, o haz ömür boyu unutulmayacak.



Cuma, Ocak 25

Bas Pedala


Yenge de bisikletçi çıktı. Caddebostan'da pedala basarken görmek isteriz.

Foto'yu bisiklet gurusu Ata yolladı; 2010 Giro'dan...

Perşembe, Ocak 24

Dünyanın En İyi İkinci Topçusu


Bir ara Wesley Sneijder için "overrated" demiştim. O zaman Inter'de oynuyordu. Artık Galatasaray'da oynuyor, oynayacak. Sözleşmeyi imzaladı, idmana çıktı. Artık Galatasaray futbolcusu, o zaman dünyanın en iyi ikinci futbolcusu. Ne de olsa dünyanın en iyi teknik direktörü ile çalışacak.

Bu arada dünyanın en iyi futbolcusu, tabi ki  Burak Yılmaz

Olaylar Olaylar


Bu sene Real Madrid'i izlemek büyük zevk. Saha içinde değil belki ama saha dışında olan biteni izlemek çok heyecanlı. Kapışmalar, çekişmeler... Olayların baş aktörlerinden  biri olan papaz Casillas tam formasını geri almıştı ki; hiç olmayacak bir şey oldu , elini kırdı.

Casillas yaklaşık 1 ay yok. Mourinho için sakat bir Casillas, yedek kalan Casillas'tan daha iyidir diye tahmin ediyorum. 

Casillas'ın doktoru durum ile ilgili olarak, "Dramatik bir şey değil" demiş. Tartışılır.



Top Toplayıcıya Tokat



Az önce Eden Hazard'ın Swensea maçında top toplayıcı çocuğa yaptığını gördüm. Pozisyonu görüp aklına direkt olarak Çağdaş Atan'ı getiren bizdendir, Süper Lig dilosudur.

2002-2003 sezonu. Ligde kalma yarışı her zamanki gibi heyecan içinde. Üst tarafta şampiyonluk yarışı devam ederken Şansal Büyüka programı her pazar "Şampiyonluk yarışı tüm hızıyla devam ediyor ama alt taraf alev alev" diyerek açıyordu.

Göztepe ve Kocaelispor'un erken havlu atmasından sonra geriye kalan tek bileti almamak için 4-5 takım mücadele ediyordu. Tehlikeyi en çok hisseden iki takım ise Altay ve Bursaspor'du. Bu iki takım ligin bitmesine 3 hafta kala Bursa'da karşılaştı.

Bursa kral Okan ile gergin ve stres yüklü maçta 1-0 öne geçti. 4 dakika sonra ise olanlar oldu. Bir taş atışı kazandı Altay. Sol bek Çağdaş Atan topu almaya gitti, ama top toplayıcı çocuk topu vermedi. Daha doğrusu hızlı şekilde vermedi. Bunun üzerine Çağdaş, çocuğa tokat attı. Hakem Orhan Erdemir'in kararı kırmızı kart oldu. Kritik maçta 10 kişi kalan Altay, önce Mustafa Er ile ikinci golü kalesinde gördü. Sonra Effa'nın golüyle umutlansa da karşılaşmadan puansız ayrıldı.

Sezon sonunda Altay, Bursaspor'un 1 puan gerisinde kalarak küme düştü. O maçı 11 kişi tamamlasalardı belki de 1 puan alacaklardı ve ligde kalan takım olacaklardı. O sezon küme düşen Altay bir daha Süper Lig göremedi, Çağdaş Atan ise önce Denizlispor'a sonra da Beşiktaş'a transfer oldu.

Peki o top toplayıcı çocuk kim? Onu hala bilmiyoruz. Bursaspor'un altyapısında yer alan çocukların top toplayıcılık yaptığını düşünürsek, 1990 doğumlu Sercan Yıldırım bile olabilir.

Çarşamba, Ocak 23

Mercimek



Memlekete gittiğimde kimlerdensin diye sorduklarında ''Baklagillerdenim" diyorum.

Baki Mercimek

Dünyanın en komik espirileri Top 5'te yer alır