Pazar, Aralık 20

Saçlarım, Kazaklarım ve Galatasaray



Maç yazısı yarın gelir. Şimdilik kısa bir yazı. Kafayı kıran biradan sonra yazılmış gece yazısı.

Bugün üst üste 3.defa liderlik için Sami Yen'e gittik. Galatasaray ile stresli dakikalar adlı programının bilmemkaçıncı bölümü. 15 yaşımdan, 25 yaşıma gireceğim şu günlere kadar bu stresi yaşadım, yaşıyorum. Daha önceki yıllar eğlenceden ibaretti. Ve tabi o zaman stresimiz yoktu, geleni geçeni yeniyorduk.

Üstelik şimdi hayat, günlük yaşam daha da stresli. Dün Peralta ve yurtdışından gelen bir arkadaşımızla buluştuk. 25 yaşındaki 3 arkadaşın konuşmaları iç açıcı olmuyor. Şimdi ne bok yiyeceğiz anafikirli muhabbetler. Üstelik diğer arkadaşımız kız olunca, muhabbeti futbola kaydırmamız, ve kendimizi kandırmamız çok zor oluyor. O nedenle biraz düşünceli bir şekilde uyudum dün gece.

Öncesinde babamın yaşattıkları da buna ilave edilebilir. Bodrum'da yaşıyorlar şu an ve dün ani bir kararla bir anda taşınmaya karar vermişler. Bir gecede taşınma kararı alması babamı yakından tanıyanlar için şaşırtıcı değildir. Neyse ki, yine Bodrum içinde taşınıyorlar. Babamı yakından tanıyanlar bir gecede başka bir şehre taşınmasını da şaşkınlıkla karşılamaz.

Babam bu taşınma kararını aldıktan sonra taşınma masrafı için, az para kazanan oğlunu, yani beni aradı ve benden para istedi. Babamı yakından tanıyanlar için şaşırtıcı olmayan bir konu daha. Babama az zaman içinde denkeleştirmem gereken çok parayı yollamak için İstanbul'a daha önce hiç yağmayan bir yağmurun altında 1 saat çabaladım. Hoşuma da gitti biraz bu, çünkü babam kel bir insan.

Ben de onun oğlu olduğum için kel adayıyım. Ve bir batıl inanışa göre yağmur suyu saçlara iyi geliyor. Bu cümleyi okuduktan sonra gülmeyin, çünkü Türk erkeklerinin yarısı buna inanıyor. Sırf bu nedenle olmasa bile, şemsiyesi olan arkadaşımızın şemsiyesinin altına girmedik.

Bütün bu sebeplerden dolayı, düşünceli geçen gecenin ertesinde, lider olalım mutlu olalım felsefesini benimsedik. Kel olan babamın takımı Beşiktaş yenilince, ardından bugun Kayserispor yenilince, kel adayı olan benim tuttuğum takım liderlik şansına yeniden kavuştu.

Ve o dakikadan sonra anladım ki, kel olursam bunun için sadece babamı ve genlerimi suçlayamam. Galatasaray'ın da bunda payı çok.

2 haftada alınan 1-1lik skorlar, kaybedilen liderlik fırsatı, Galatasaray'ın geleceği, devrimin ayak sesleri, Gençlerbirliği maçı, sayılmayan goller, atılamayan goller ve ardından gelen Gençlerbirliği atakları.

Galatasaray kalesine böylesine gelen, böylesine pozisyonlar kaçıran başka bir takım daha hatırlamıyorum şu an. Kabus gibi bir 25 dakikaydı. İşte o dakikalarda dün geceden kalan bir hayatı sorgulama evresi yaşadım. Ne yapıyordum ben? 25 yaşındaki bir adam olarak, burada neyi bekliyordum. Bu stresi yaşamak keyifli mi yoksa biz kendimize çile mi çektiriyorduk? Daha da kötüsü, onca sorunun arasında kendimize ekstra sorunlar eklemekten mi keyif alıyorduk?

Sağlıklı bir düşüncede olmadığımı biliyordum ama bugün telefon açan arkadaşıma, "Kartalspor-Giresunspor maçındayım" dediğimde, o bana "ne işin var lan orada" cevabı yerine "anladım,peki" diyorsa, dışardaki insanların da bana pek sağlıklı bakmadığını ve bunu kabullendiklerini anladım. 2003 senesinde, üniversiteye girdiğimiz ilk sene, 2 hafta sonundan birinde Olimpiyat'a gittiğim için bana Forrest Gump diyen lise arkadaşım bunun ilk kıvılcımını yakmıştı zaten.

Eskiden koymazdı bu durum. Çünkü arkadaşlarımın çoğu da benim gibiydi. Şimdi o arkadaşlarım hala benim gibi ama artık eskisi gibi her zaman beraber değiliz. Maçlara yalnız gitme nedenim de bu. Yeni bir hayat kurmak lazım, yeni bir hayat tarzı benimsemek lazım ve galiba yeni bir çevre edinmek lazım(ilave etmek).

Ama 25 yaşında kel adayı bir adam, 3.hafta üst üste Galatasaray'ın liderlik şansını tepmemesi için, akın akın gelen Gençlerbirliği ataklarından sonra derin bir oh çekip, tırnak yemeye devam ediyorsa, kuracağı hayattan bir bok olmayacağını da o an anlıyor işte.

İşte tam da o anda geliyor Kewell'ın golü. Abimden çok suratını gördüğüm, abim kadar sevdiğim insan atıyor. (O gol atarken tribünde bir adam Kewell'a sen insansan ben hayvanım diyor) . Önce kısa bir rahatlama, sonra yine gerginlik. Geçen haftaki İBB maçı akıllarda çünkü. Nasıl ki bir aile babası zor durumda kalınca, "yeter ya, gidip bir sahil kasabasına yerleşeceğim ne bu stres" diyorsa, ben de o duruma geliyorum. Bu sezon bitince Bodrum'a döneyim, mutlu mesut yaşayım fikri..

Maçın 88.dakikasında babam aradı. Hayatımda ilk defa maç esnasında çalan bir telefonu açtım. Galatasaraylı arkadaşlarla mesajlaşma nedeniyle sürekli elimde olan telefon, bu maçta ilk defa kulağıma gitti. Çünkü babam aramıştı. Taşınma nedeniyle ve para mevzusu nedeniyle telefonu açmak zorunda hissettim. 2006 baharında taşınırken kolileri bırakıp Ankaraspor maçına kaçtığım için (ne tesadüf, aynı gün TS-FB maçı vardı) bu sefer bu telefonu açmam gerekiyordu.

Babam bana telefonda şu soruyu sordu:
-Burada kazakların var ne yapalım?
İnanılmaz bir afallama. Dakika 88. Babam bana kazak diyor. "Maçtayım" dedim.
-Ulan ne maçı, kazakları ne yapalım atalım mı?
Dakika 88di, hangi kazaklar onlar diyemedim. At dedim.

Maç bittikten sonra anladım nasıl bir dialog olduğunu. Geçen sene evi su basınca bir parti kıyafet haşat olmuştu. Şimdi ise Gençlerbirliği'nin atakları nedeniyle diğer parti gitti. Yani olay şu:

Bodrum'daki evde kıyafetim yok artık. Geri dönmemin bir nedeni yok, anlamı yok. Hayatımıza burada devam edeceğiz. Bu da demek oluyor ki, Galatasaray ile stresli dakikalar uzun seneler daha devam edecek. Bunun hayırlı bir karar olduğunu ise şu an bilemiyorum. İşin daha da kötüsü , o sorunun cevabını kurgulayan da ben olmayacağım.

Bu kararın hayırlı olup olmadığının cevabının bir kısmını yarın hayatımda hiç gitmediğim bir şehir olan Trabzon'dan gelen bir haberle öğreneceğim.

Hiç yorum yok: