Perşembe, Aralık 15

Galatasaray 80 - 59 U.Olimpija



Top 16'dayız. Acaba en yakın hangi tarihte biri, "Aralık 2011'de Top 16'ya kalacaksınız" dese, "hassiktir lan" demezdim? Acaba neden sonra "olur mu" demeye başlamış olabiliriz. Zihinlerdeki kırılma noktası tam olarak ne zamandı acaba?

Cemal Nalgalı maçta mümkün değildi. Ondan öncesini zaten es geçiyorum. Cem Akdağ'ın bizi ligde tuttuğu gün biri dese ciddiye almazdım. Oktay Mahmuti, St.Petersburg'u elerken hiç değil. Geçen sene bu ay Fenerbahçe'yi yenerken TBL finali bile hayaldi, sonradan gerçek oldu. Fenerbahçe deplasmanda Barcelona'yı, Olympiakos'u yenerken "biz ne zaman" diye sorarkan cevabı bu kadar yakın tarih olarak beklemezdik. Euroleague bileti alınca belki dedik. Şu bir gerçek, PAOK'u yenerken bile ciddi ciddi düşünmüyordum. Kısacası, artık Top 16'dayız.

Dünkü maç Top 16'ya kalma maçı. Fakat hissiyat diğer maçlardaki gibi değil. Ne bir Kazan maçı (ilk Euroleague maçı), ne bir Barcelona maçı (ilk büyük takıma karşı maç), ne bir Prokom maçı (ilk galibiyet), ne bir Siena maçı (futboldaki derbi sonrası salonda-camiada oluşan birlik bütünlük sinerji). Hiçbir anlam ve önemi yok aslında. Top 16'ya sanki her sene kalıyormuşçasına yaşanan basit, sade bir gün.

Maçla çok ilgilenmeye gerek yok gibiydi. Takım kötüydü. Ama rakip daha da kötüydü. İlk devre biraz sıkışıp, sonrasında balyozu indireceğimizi tribündeki adamdan, benchteki topçuya herkes hissetmişti. Lakoviç'in kendini bulması sevindiriciydi. Shipp güvenilecek adam, Jamon büyük adam, Songalia ile olmuyor diyerek takımı kapatalım.

Tribün için de ekstra bir şey söylenmez. Barcelona maçı kadar iyi değildi, Siena maçı kadar dolu hiç değildi, Prokom maçı kadar "az ama öz" değildi. Bu maçı nye 19.15'e alırlar anlamadım. Saat konusunda payı olan herkese laf söylemek istiyorum ama artık o kadar agresif değiliz. Alınan her galibiyet, bizi biraz daha yumuşatıyor. Gerek konu Galatasaray olunca, gerek hayatın diğer kademelerinde.

Dünkü maçta nedense hayatım film şeridi önünden geçti. Özellikle ilk periyodun başından beri. Yaşanan her pozisyon, söylenen her tezahürat bana eskileri hatırlattı. Lakoviç, İliç'i hatırlattı, devre arasında çalan Nevizade'nin rock versiyonunu duyunca mahalleden arkadaşları (maçlara ilk gittiğimiz ekip) anımsadım. Daha birkaç tane olay var ama bunları kendime saklıyorum. Bazen böyle dinlendirici ve sevindirci maçlar gerekiyor. Uyandım, evden çıktım, maça gittim, Top 16'ya kaldık, eve döndüm, yemek yedim, uyudum. Bu kadar sıradan olmalı bazen.



Hiç yorum yok: