Cumartesi, Ağustos 17

12 Years a Slave


12 Years a Slave üzerine uzun uzun konuşulabilecek bir film. Aşırı uzun olmasa da 2 saati geçiyor ve o süre içine filme birçok karakter giriyor. Belki de filmin en iyi noktası burası. Bu kadar çok karakterin hemen hepsini çok iyi işlemek, onlara zaman ayırmak kolay iş değil. Çeşit çeşit insan var. Muhakkak biz Solomon'un (Chiwetel Ejiofor) hayatına odaklanıyoruz, onun için üzülüyor, ona ağıtlar yakıyoruz. Fakat bu sadece onun hikayesi değil. Burada Edwin Epps (Fassbander) gibiler de var, Bass (Brad Pitt) gibiler de... İnsan satanlar, özgürlüğüne kavuşanlar... Bu sadece tek bir kişinin öyküsü olmaktan çıkmış bir konu.

O nedenle bizi yaralıyor, vicdanımıza sesleniyor ve algılarımızı açıyor. O nedenle de yıllar içinde defalarca işlendi. Daha da işlenecek. Burada esas olan bu konunun nasıl işleneceği. Bir filmi diğerlerinden nasıl ayıracağız? Bu anlamda bir yıl öncesinden (2012) Django özgün bir içerikti. Fakat 12 Years a Slave pek de öyle değil. Bir kitap uyarlaması olması da sınırlarını en baştan belirliyor zaten. 

Oysa film çarpıcı bir eser olma yolunda ilk adımları çok kuvvetli atıyor. Diğer adımlarda da kısmen başarılı oluyor. Fakat zaman ilerledikçe eksikler de göze çarpıyor. Çok mühim eksikler olmayabilirdi ama popüler kültürün azizliği... 2013 yılında Oscar ve diğer ödüllere boğulan bir filmi 5-6 sene sonra izleyecekseniz beklentiniz yükselmiş oluyor. Bu da filmi değerlendirirken sizi acımasızlaştırıyor.

Her ne kadar başroldeki siyahi oyuncular olsa da bence Django ile kıyaslanacak bir film değil. Mesela hikayenin işlenişi açısından ben daha çok Cold Mountain'e benzettim. Tarihsel bir olayı, kişisel bir hikaye üzerinden anlatıyordu ikisi de. Ayrıca ikisi de kitap uyarlamasıydı. Orada da uzun soluklu bir hikaye anlatılırken birçok karakter öyküye dahil olmuştu. Amerikan İç Savaşı'na, savaşın tarafı ve mağduru olan birçok kişi üzerinden bakmıştık. Bu sefer de kölelik olgusunu 12 yıla yayılan bir öyküde Solomon'un hayatına girenler üzerinden değerlendiriyoruz. Cold Mountain'in benim açımdan şansı, izlerken beklentimi çok düşük tutmamdı. Fakat bir artısı daha vardı. Savaşın yıpratıcı geçen yıllarını devamlı hissediyordunuz. İki saatlik bir film yüreğinize dört yıl geçmiş gibi oturuyordu.

12 Years a Slave'in kaçırdığı nokta da burası. 12 yılı anlatan bir film olsa bu duyguyu hissettiremiyor. Solomon'un 12 yıl boyunca çırpındığını içimizde hissedemiyoruz. Hatta son kısımda büyüyen çocukları görmesek 'Solomon'un bir yılı'.dahi diyebilirdik.

Önemli mi peki? 1 yıl veya 12 yıl ne fark eder? Bir insan hayatının bir anda çalınması ve köleliğe terk edilmesinin acımasızlığı için uzun yıllar mı gerekir? Tabi ki gerekmez. Film boyunca insani tüm duygular kabarıyor. Fakat filmin adı, bir süre vadinde bulunca bizim de aklımız karışıyor. Öyküyü veya karakteri küçümsemiyoruz ama bir yerde hata yapıldığına ikna oluyoruz. Sanırım yönetmen Steve Mcqueen'in "Bu filmi 35 günde tek kamerayla çektik" cümlesinin altında bazı işaretler yatıyor olabilir.

Önemsiz bir detay belki de... Çok güçlü bir yapım olması birçok defoyu örtüyor. Oyunculuklar muazzam. Filmin yapımcılarından Brad Pitt'in kendine torpil geçmesi ve en karakterli şahsı oynaması gözlerden kaçmadı. Yüreği yeten Fassbander gibi Erol Taş cesaretine sahip olurdu! Onun dışında irili ufaklı birçok rolde ünlü isimler var. Bu da aslında filme dair bir gösterge. Tanıdık isimler önümüze gelip giderek, muhteşem yetenekleriyle bizi etkiliyorlar ama filmin kendisi çok da orijinal bir kıvama gelemiyor. Ünlü oyuncular sayesinde popülerleşip, popüler ödüllere göz kırpıyor ama ödülleri kazanınca da beklentileri yukarıya çekiyor. Beklenti yaratmak gişede işe yarayabilir ama popüler kültürün bir diğer arenası seneler sonra bile sizi değerlendirmek için hazır bekliyor. İnternet, forumlar, sözlükler, bloglar, seneler sonra sizi yerecek insanlara yer açmaya devam ediyor. Ve onlar da "Beklentileri karşılayamadı" diyebiliyor. Sinemanın çelişkili dünyasına hoşgeldiniz... Gişe ve ödüller mi yoksa seneler sonra iyi hatırlanacak eserler mi?


Hiç yorum yok: