karagümrük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
karagümrük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Haziran 11

Sezonun 11'i

Ara ara yaptığımız sezon 11'ini bu sezon bir kez daha oluşturalım. Ama uyaralım; ağır bir Galatasaray hakimiyeti olacak.

Öncelikle geçen sezonun 11'i için TIKS

İlk olarak Galatasaray'ın ideal 11'ini yazalım. Zira eksik parçaları bu 11'e göre şekillendireceğiz. Burada bir sol bek eksiğimiz olduğu aşikar. Öyleyse 10 futbolcu yazalım.

Fernando Muslera, Sacha Boey, Abdülkerim, Nelsson, Torreira, Sergio, Mertens, Milot, Kerem, Icardi...

Bu 10 futbolcudan daha iyilerinin çıkıp çıkmayacağına bakacağız. Öncelikle tartışmasız olanların yerini ayıralım.

Boey, Nelsson, Torreira, Kerem ve Icardi beşlisine karşı çıkacak herhangi biri olduğunu sanmıyorum. Bu beşlinin tamamı önümüzdeki sezon Avrupa'nın en iyi beş liginde oynarsa şaşırmayız zaten.

O zaman kaleye geçelim. Fernando Muslera; en iyi sezonlarından birini geçirmedi belki ama son yıllardaki en iyi sezonunu yaşadı. Özellikle sezon başında, daha takımın atanı yokken, takımın tutanı olarak takımı yarışta tuttu. Sezon sonu talihsiz bir Beşiktaş maçı oynadı ama zaten Dolmabahçe onun geleneği oldu artık. Nazar boncuğu diyelim.

Muslera bir referans noktası. Ondan daha iyi bir kaleci var mı bu sezon? Mert Günok belki zorlardı ama son maçtaki hatalarıyla şansını kaybetti. Uğurcan kötü değildi ama Muslera kadar da iyi değildi. Ve tabi biraz şanssızdı. Muslera'nın televizyon kadrajına girmediği maçlar olurken, Uğurcan'ı devamlı sağa sola uçarken gördük. Trabzonspor bu sezon 54 gol yedi. Bu Uğurcan'ın değil, takım savunmasının zaafı. Fakat bu kadar gol yemiş bir kaleciyi de ilk 11'e yazamayız. Fenerbahçe zaten kendi kalecilerinden memnun değildi. Başakşehir, Volkan Babacan'a fazla güvendiği için yarışta geri düştü. İstanbul dışına bakınca Ertaç ve Sehiç bu sezon iyi işler çıkardılar ama bir Muslera değillerdi. Yani; yine Muslera... Döndük dolaştık ve 1 numarayı ona verdik.

Sol stoperde de ben Abdülkerim'den vazgeçmeyeceğim. Ona alternatif olabilecek tek oyuncu Saiss'ti ama ben tercihimi Marcao'yu unutturan, sezona da talihsiz bir hatayla başlayan ama buna rağmen kısa sürede toparlayarak mental açıdan da gücünü gösteren Abdülkerim'den yana kullanıyorum.

Sergio'nun ve Mertens'in temposu zaman zaman sorunlar çıkardı. Merkez orta sahada bu iki oyuncudan daha iyisini arayabiliriz. Çıkar mı? Bu arada Sergio'nun 34, Mertens'in 33 maç oynadığını ekleyelim. Yani maç içinde tempo sorunları yaşamış olsalar da sezonun neredeyse tamamında sahadalardı.

Yani taraftarın ittire ittire oynattığı ve sadece 11 maçta ilk 11'de sahaya çıkan Arda Güler, buraya girme şansını pek kullanamaz gibi.

Öte yandan Sergio'ya bu kadroda yer vermek adil olmaz. Gümüş 11 yapan olursa, orayı doldurur. Biz buraya yine bir Portekizli yazacağız ve aslında her Galatasaray taraftarının bitmek tükenmek bilmeyen hayalini yeniden kurgulayacağız. Yani Torreira'nın yanına Gedson'u ekleyeceğiz.

Karagümrük bu sezon sıklıkla 4-3-3 oynadı. Bizim kadromuz ise 4-2-3-1. Yani bir tane 10 numara özellikli orta sahaya ihtiyacımız var. Borini, Diagne'nin iki kenarında gezen bir oyuncuydu. O formasyonda yeri orasıydı. Birçok sezon 11'inde de onun ismini gördüm ama 4-2-3-1'in ve 4-4-2'nin sağ ve sol kenarlara konmuştu. Bence 4-2-3-1'te, forvetin arkasında, bu sezon oynadığı role daha benzer bir konumda olur. 19 gol - 8 asist yapmış bir oyuncuyu da rakip kaleden fazla uzaklaştırmamak lazım. O nedenle Borini de kadromuzda... Bu arada o bölge için bir diğer alternatifim de Younes Belhanda. Fakat onun da devamlılıkla ilgili kalıtsal problemleri "en iyi" olmasını biraz zorlaştırdı. Yine de bu sezon çok iyi bir Belhanda izlediğimizin altını çizmek gerek.

Geldik Milot'un yeri olan sağ kenara...  Burada Milot'a alternatif tek isim Redmond. İki oyuncu da birbirine hem benziyor hem biraz farklı. İstatistikler denk. Aslında daha fazla üretseler fena olmaz. Milot'un savunma katkısı çok değerli. Redmond ise hücumda daha ciddi tehdit. İkisi de sezonun ikinci yarısı başlarken takımlarının ilk 11'lerine yerleştiler ve onlar 11'e girdikten sonra takımları yükselmeye başladı. Karar vermek zor. Fakat Kadıköy'deki Fenerbahçe derbisi, burun farkıyla Redmond'ı öne çıkaracak gibi. Zira istatistikleri yetersiz olan bu iki oyuncudan en azından bir büyük maç damgası beklemek hakkımız. Onu da sağlayan Redmond oldu.

Geldik sol beke. Geçen sezon yer verdiğimiz Guilherme, bu sezon buranın daha bir hakimi gibiydi. Alternatifi pek yoktu. Bir yandan da sağ bek oynayan Ferdi'nin hakkını verebilmek adına, onu sol beke mi yerleştirmeyi düşündüm. Hatta geçen sezon da aynı ikileme düşmüştüm. Fakat Ferdi bu sezon daha az sol bekte oynadı. Sezon boyunca sol bekte oynamış Guilherme'^ye haksızlık olacaktı. Bir de bek olarak dokuz asist yapmış bir oyuncuya (özellikle Konyaspor gibi bir takımda) yer vermek gerekirdi.

Yani özetle kadromuz budur. Ligin gol kralı Enner Valencia'nın kadroda olmaması ise benim ayıbım değil gibi!





Perşembe, Kasım 18

Topun Oyunda Kalması ve Tempo

Türkiye futboluna dair son dönemde yapılan tartışmaların önemli bir maddesi, topun oyunda kalma süresidir. Süper Lig'deki kalite düşüklüğünün önemli bir göstergesi olarak, topun oyunda az kalması öne sürülüyor. Bu savı güçlendiren 'saha gelenekleri' de mevcut. Oyuncular maç içinde devamlı sakatlanıyor veya sakatlanma numarası yapıyor, özellikle önde olan takımlar zaman geçirmeye çabalıyor, hakemler oyunu çok sık durduruyor.

Rakamlara geçmeden önce kabul etmek gerekir, ligin oyun kalitesinde bir sorun var. Oyun akmıyor. Bazı maçlarda oyunun çok fazla durduğu da bir gerçek. Peki top oyunda kalınca sorun çözülecek mi? Veya belki de top zaten oyunda kalıyordur ama yine bir sorun vardır. Önce sorunu tespit etmek gerekir.

Süper Lig ile ilgili istatistiklerde, kıyasların sadece beş büyük ligle yapılmasını yadırgarım. Mesela bir kaleciyi övmek için "5 büyük lig ve Süper Lig'de en çok kurtarış yapan kaleci" kalıbı kullanılır. Anlamsızdır. Zira bahsedilen ligler birbirinin dengi değildir. Zorluk dereceleri farklıdır. Belki Portekiz'de, Rusya'da, Belçika'da, Hırvatistan'da daha çok kurtarış yapan kaleciler vardır. Buradan doğru bir eşleşme ve kıyas çıkmaz.

Fakat topun oyunda kalma süresi hakkında istatistik verirken, kıta futbolunun referans noktalarını dikkate alabiliriz.

Süper Lig'de topun oyunda kalma süresi 54.44 dakika... Premier Lig ile hemen hemen aynı. Şampiyonlar Ligi, Süper Lig'in üstünde. La Liga ve Serie A ortalaması ise Süper Lig'in altında.

Maç başı faul Süper Lig'de 24.5 civarında. Birçok ligde daha az. Fakat La Liga ve Serie A yine Süper Lig'in üstünde faul sayısına sahip. Rakamlara buradan bakılabilir.

Tabi ki buradan "Bakın Süper Lig ne kadar kaliteli" önermesini çıkarmayacağız. Tam tersi... Bir sorunumuz, hatta birden fazla sorumumuz olduğu aşikar ama topun oyunda kalma süresi, bizim öncelikli sorunumuz olmayabilir.

Fakat topun oyunda kalma süresini çok ciddiye alan grubun, bu sezonki en önemli sığınağı Farioli oldu. Onun Karagümrük'e oynattığı topa sahip olma oyunu, Süper Lig'in yeni devrimi olarak gösteriliyor. Bizce biraz abartı var. Karagümrük'ün eksikleri ve artılarını değerlendirmeyeceğiz. Fakat Karagümrük - Galatasaray maçını dikkate almak lazım.

Mücadele öncesinde futbolseverler çok hevesliydi. İki takım arasında sağlam bir mücadele ve akıcı bir oyun göreceğimizi bekliyorduk. Olmadı. Karşılaşmanın özellikle ilk yarısı görsel açıdan sıkıntılıydı. Top oyunda kalıyordu. Hatta 37-38 dakika boyunca faul bile olmadı. Buna rağmen, topun akmasına rağmen pozisyon göremedik. İsabetli tek şut Halil Dervişoğlu'nun Viviano'ya takılan kafasıydı. Pazar günü saat 16.00'da oynanan bir maç için hoş değildi.

Demek ki topun oyunda kalması her şey demek değilmiş, güzel maçın garantisi de olamazmış.

Esas mesele tempoydu. Premier Lig'i ve Şampiyonlar Ligi'ni diğerlerinden ayıran, onları bir adım öne çıkaran tempoydu. Oyun durabilir. Fauller olabilir. Fakat top oyunda olduğunda, oyuncular oyuna hız kazandırmak zorunda. Hemen bir pozisyon, ardından bir pozisyon daha, bir pozisyon daha... 

Tabi izlenebilir olmak istiyorlarsa... Avrupa Süper Ligi projesine kalkışanlardan, çağımızın sosyolojik araştırmalarına kadar birçok söylem aynı kapıya çıkıyor: İnsanların vakti kıymetli, futbol ise artık uzun. Bu vakti dolduracak bir oyun sunmak, kaçınılmaz bir zorunluluk.

Karagümrük - Galatasaray maçını değerlendirdiğimiz Youtube yayınında da benzer bir değerlendirme yaptım. Top oyunda kaldı ama maçın özellikle ilk yarısı tatmin etmedi. Sinan Yılmaz, bunun nedenini iki teknik direktörünün birbirini kitlemesi olarak açıkladı. Doğruydu. O da maçı yavan bulmuştu.

Gelen izleyici yorumlarından biri ise ilginçti: Yaptığımız değerlendirmeyi yüzeysel bulmuş ve eklemişti: "Futbolu sadece gol ve pozisyon üzerinden izleyecekseniz Hollanda ya da Belçika ligi sizin için daha uygun. Eşleşmeler ve taktiksel açıdan gayet keyifliydi ilk yarı. Talihsiz bir açıklama olmuş."

Tabi ki futbol sadece gollerle ve pozisyonlara açıklanamaz. Ya da sadece oraya sıkıştırılmaz. Hollanda ve Belçika liglerini pek izlemiyorum ama geçmiş tecrübelerimden arda kalan düşünceme göre zaten oradaki gol bolluğu, savunma organizasyonlarının zayıflığı ve bireysel hataların çokluğu ile anlatılabilir. Fakat Premier Lig, Serie A, Şampiyonlar Ligi; izleyenlere çok fazla aksiyon göstermesi sayesinde izleniyor. Tabi kaliteyi de es geçmemek lazım. Ve hatalardan ziyade, oyuna kazandırılan tempo bu işin temelinde...

Zaten futbol özünde bir spordur. Ve spor demek fiziksel performans demektir. Fiziksel performanslar, aksiyonların bir araya gelişiyle anlam kazanır. Her şey atletin/sporcunun hareketiyle başlar ve onun çıkışıyla şekillenir. Hareket... Bir kişinin hareketinden, 11 kişinin hareketine... Oradan 22 kişinin hareketlerine. Ve en önemlisi topun hareketine. Bu uyum ve çatışma oyunu izlenir kılar. 

Eşleşmeler ve taktikler muhakkak önemlidir. Zira oyun kazanmak üzerinedir ve kazanan olmak için bir plan olmalı. Günümüz futbolunda her takımın bir planı var. Hangi planın daha güçlü olduğunu anlamamız bile zor, zira en güçlü plan bile bazen kazanmaya yetmeyebilir. Öte yandan taktikleri, aksiyonlara tercih etmek; satrancı futbola tercih etmekle eş değer olabilir. Satrancı küçümsemek haddimiz değil ama satranç satrançtır, futbol futboldur. Futbolu ayıran aksiyon,ve performanstır.

Planları biri size anlatabilir. Önünüze getirebilir. İzlemediğiniz maça dair tüm planları önünüzde bulabilir, onları değerlendirebilirsiniz. Mesela FM gibi oyunlar bunu size veriyor. Planlar, değerlendirmeler, güçler, notlar... Hepsi önünüzde. Peki oynadığınız veya izlediğiniz futbol mudur? Tabi ki değil! Hatta sanal hali bile değildir. Bir anlatıdır sadece. Oyun ise anlatıdan daha fazlasıdır.

Bazen bir mahalle maçını izlemek de çok keyifli olabilir. Peki, o maçta üstün taktikler var mıdır? Ya da o heyecanlı maçtan keyif alan birine "Bu futbol değil" diyebilir misiniz?

Oyunu izlenir kılan taktikler değil pozisyonlardır. Görselliktir. Bu görsellik de topun oyuna girmesiyle başlar. Topun dönmesiyle devam eder. Top ve topa yön verenler, oyunun akıcılığını belirler. Tabi ki bunun için topun oyunda kalması gerekir. Fakat diğer yandan artık 90 dakikalık bir oyundan topun oyunda kalmasından daha önemli bir nokta vardır. Topun oyunda hızlı hareket etmesi...

Bu hız kim için gereklidir? Yeni kurulan ve tam hazır olmayan bir takımın teknik direktörü için olmayabilir. Anlaşılabilir. Rakibinden daha zayıf olduğunu sezen futbolcu için de olmayabilir. Anlaşılabilir. Eve ne olursa olsun üç puanla dönmek isteyen bir tutkulu taraftar için de öncelik olmayabilir. Anlaşılabilir.

Ben bir teknik direktör değilim. Futbolcu değilim. Tutkulu bir taraftar da değilin. Öte yandan tutkulu bir taraftarın da izlediği maç sayısı, takımının sezon boyunca oynadığı maç sayısından daha fazladır. Yani her tutkulu taraftarın, bir de televizyonda keyif almak için izlediği maçlar vardır.

Yani önemli bir çoğunluğun isteği keyifli bir futbol izlemektir. Bu da pozisyonla, aksiyonla kendini gösterir. Tüm pozisyonların kale önünde olması gerekmez. Fakat pozisyon önemlidir. Pozisyon için topun oyunda kalması gerekir ama yeterli şart değildir. Bir de topun hız kazanması gerekir. 

Karagümrük - Galatasaray maçı bu manada bize bekleneni veremedi. Aynı zamanda bir ezber üzerinde yeniden düşünmemizi sağladı. Diğer yandan bu maçı da çöpe atacak değiliz. Her 'kilitlenen' maç, yeni bir tecrübe demektir. 

Kötü maçlar olmadan, iyi maçların değerini anlayamayız. 

Salı, Temmuz 21

Kim Gelsin #2020


İki sene önce, play-off maçlarının başlamasına birkaç gün kala böyle bir yazı yazmış, Süper Lig'e çıkacak üçüncü takımın gönlümüze göre olmasını istemiştik. O yılın dört takımına da mesafeliydim ama en mesafeli olduğum iki takım Ümraniye ve Gaziantep (o zamanlar Gazişehir) çıkamamıştı. Gerçi Gazişehir de ertesi sene çıktı. Belki de geçen sene böyle bir yazı yazmadığım içindir!

O finalde; o döneme kadar 'ligin yenisi' gözüyle baktığım Hatayspor, sempatimi kazanmıştı. Bu sezon işi şansa bırakmadan ilk sıradan çıktılar. İkinci sıradan da Erzurumspor bir kez daha lige yükseldi. Türk futbolunun yeni asansörü hayırlı uğurlu olsun! Peki üçüncü takım kim olacak? Ya da kim olsun?

Bu sene takımlar çok iyi. Köklü ve tarihi kulüpler ağırlıkta. Başakşehir'in altıncı şampiyon olduğu sene, beşinci şampiyon Bursaspor play-off oynayacak. Tarihin ilk Süper Lig sezonunda (1959) yer alan Karagümrük yeniden dönmek için mücadele edecek. Adana Demirspor, Adanaspor'un düştüğü sene lige çıkarsa ezeli rekabette farklı bir sayfa açacak. Son iki senede Türkiye Kupası finali oynayan (birini kazanan) Akhisarspor da tekrar geri dönmek için son dörtte ter dökecek.

Bu sefer dört takım da sempatik. Ama yavaş yavaş eleme yapalım. Önce Karagümrük. Kırmızı-Siyahlı takım çıkmasını en az istediğim kulüp. Aslında Karagümrük'ü ve İstanbul'un diğer semt takımlarını severim. Fakat yine de hızlı yükselişleri sevmem. Buralarda biraz zaman geçirmek gerektiğine inanıyorum. Biraz acıları görmek, çileleri çekmek gerek. Boluspor'un 13 senedir ne düştüğü ne çıktığı, aralıksız olarak kaldığı bir ligde bir sezon geçirip yukarı çıkmak haksızlık olur sanki... 

İkinci sırada; yani en çok istediğim üçüncü takım konumunda Bursaspor var. Aslında Bursaspor, bir zamanlar (Baliç) çok sevdiğim bir takımdı. O yaşlarda taraftarı olmayı dahi istemiştim ama bize değişiklik yapmak yakışmazdı! Ardından çok uzun seneler geçti. Takım, tribün, lige kattığı renk her zaman önemliydi. Fakat son dönemde inanılmaz işlere imza attılar. Bir kulüp bu kadar yönetilir! Üstelik sadece yöneticiler de değil; taraftarlar da kulübe çok yardımcı olmadı. Sabırsızlık, emek veren profesyonelleri beğenmemek, hatta bir dev aynasına takılı kalmak kulübün ezberi oldu. Süper Lig'den düşmeleri kaçınılmazdı. Hatta bu sezon bile aynı tarzda devam ettiler. Üç ayrı teknik direktörle çalışarak sezonu bitirecekler. Sanki hâlâ ders alınmamış gibi. O yüzden bana göre en doğrusu bu ligde biraz daha cefa çekmeye devam etmek...

En çok istediğim iki takımdan biri; Adana Demirspor. Aslında Adana Demirspor  benim tüm şartlarıma uyuyor. Köklü takım, çok iyi bir tribünü var, uzun zaman boyunca bu ligde zaman harcadı. Bir kere play-off finali, üç kere play-off yarı finali oynadılar. Hatta tarihte ilk defa sezonu yedinci bitiren takım play-off oynadı; o da Adana Demirspor'du. Diğer yandan iki sezonda ciddi ciddi küme düşme korkusu yaşadılar. Yani bu ligde geçirdikleri sekiz sezon boyunca her tecrübeyi edindiler. Artık zamanları geldi.

Fakat bu sezonun takımı en soğuk Adana Demirspor'du. Başkanları  Murat Sancak! En negatif kısım burası. Fakat kadronun kalitesi de çok üst düzey. Bu ligin üzerinde. Para harcandı ve Süper Lig ayarında bir kadro kuruldu. Hücum hattı inanılmaz. Mehmet Akyüz, Volkan Şen, Erkan Zengin, yabancılar... Aslında ilk ikiden çıkması gereken bir takımdan bahsediyoruz. Fakat bu 'üstünlük' de futbol seyircisinin her zaman hoşuna gitmiyor. Biz Davut-Golyat hikayelerini seviyoruz. Gerçi bu dört takım arasında öyle bir Davut yok ama Adana Demirspor fazla bir Golyat. Üstelik bu ağırlığına rağmen de rahat maç kazanamadı. Yani süper güçlerine rağmen 'korkutucu' bir Golyat da değil.

Geriye Akhisarspor kaldı. "Asansör takımları sevmiyoruz" dedik ama geçen sezon düşen Akhisarspor'a bir kez daha çıkması halinde asansör sıfatını vermek haksızlık olur. Zira Süper Lig'de geçirdikleri yedi sezonda güzel bir iz bırakmışlardı. Finaller oynadılar, Avrupa'ya gittiler, mütevazı bütçelerle birçok takıma örnek olacak kadro kurdular. Akhisar'ı sevmiştik. Bu sevgide özellikle Hamza Hamzaoğlu döneminin payı büyüktü. Geçen sezon küme düşmeleri ise bir bedeldi. Avrupa kupası oynayan Anadolu kulüpleri, o sezon ligi çok kötü geçiriyor. İki kulvarı bir arada götüremiyorlar, kadro planlamasında sıkıntılar yaşıyorlar. Daha önce Konyaspor direkten döndü, Malatyaspor bu sezon kabus yaşadı. Geçen sezon da bu diyet Akhisaspor'a denk geldi. O nedenle bir telafiyi hak ediyorlar.

Gerçi bu sezon genelinde çok iyi bir futbol oynadıklarını ifade edemem. Hatta bir dönem; oynadıkları dokuz maçtan sadece birini kazanabilmişlerdi mesela. Sezonun dörtte birlik bölümünde böyle bir seri yakalayan bir takımın lige çıkacak noktaya gelmesi bile ilginç. Fakat burası 1.Lig. Her şey mümkün.

Sonuç olarak gönlümüz daha çok Akhisaspor'dan yana. Fakat diğer takımlar da Süper Lig'e renk katacak kapasitede. Bu sezon play-off'ta içimiz daha rahat.

Çarşamba, Eylül 28

Gümrük, Paşa, Karşı



Bugün Kasımpaşa - Karşıyaka maçı var. Kısmetse stadyumda olacağız. Yerinde izlemek gerek. Biri 1921'de kurulmuş, diğeri 1912'de. İki köklü takım. İkisinin arasında rekabet var. Hatta ikisinin arasında düşmanlık var.

Tam olarak nasıl nereden başladı sorusunun cevabı yok. Daha doğrusu cevap çok. Hikaye çok. Hangisi doğru bilemiyoruz. 2 sene önce Ankara'da oynanan Play-Off finalinin etkisi ve maç sonu çıkan olayların etkisi büyüktür muhakkak. Fakat bu ikilinin arasında yer alan, kritik bir semtin varlığı çok önemli: Karagümrük

Şu an amatör ligde de olsa Karagümrük semti, İstanbul'un futbol anlamında en köklü, tribün anlamında da en sağlam semtlerinden biridir. Karagümrük'ün ezeli rakibi, kanlı-bıçaklısı Kasımpaşa'dır. Karagümrük'ün canı ciğeri, kardeşi ise Karşıyaka'dır.

İşte bugünkü maçın önemli ayrıntısı da buradadır. İstanbul'daki semt çekişmelerinin, rekabetinin güzelliği de. Kasımpaşa ile Karagümrük yıllardır birbirlerine rakip olamıyor. Ama rekabet üçüncü takımlar üzerinden devam ediyor.

Yukarıdaki küpür de ilginçtir. Maç öncesi-sonrası olaylar, sahaya çıkamamalar iki semt arasında her zaman var olmuştur. Ama yine müdahil olanlar var. İki takımın teknik direktörleri. Biri İsmail Demiriz, diğeri Şenol Çorlu. Biri Galatasaray'da yıllarca oynamış futbolcu, diğeri Fenerbahçe'nin unutulmazlarından.

Maçın hakemi Hasan Güneş de Sarıyerli'ymiş. Orası da İstanbul'da, İstanbul futbolunda ayrı bir hikayedir.

Bugün güzel atışmalar olacak, inşallah büyük olaylar çıkmaz.