Cumartesi, Haziran 12

Açılış


- Dünya Kupası başladı. Hayırlı uğurlu olsun.

- İlk gol Tshabalala'dan. Güzel vurdu çocuk. Yalnız ben şu dakikaya kadar Pieenar sanıyordum.

- Gözler Gio kardeşimizdeydi, iyi oynadı. Bir şutu vardı, gol olsaydı klas olurdu. Maç boyunca her hareketiyle fiyat analizi yaptık. Şu an 7 milyon olmuştur. Olmuş mudur?

- Maçı da çok iyi izlemedik aslında. Güzel muhabbet vardı, güzel insanlar vardı.

- Vuvuzela da duymadım, Ömer Üründül de.. Güzel oldu, Ömer Çatkıç'a yollanan selam Dünya Kupası'nın renklerinden biri olacak.

- Marquez güzel gol attı. Güzel değil aslında, bizim Capone tarzı ama biralarımı bedavaya getirdi kaptan.

- Maçı izlediğimiz yerdeki Afrikalılar da ayrı bir kafa yaşıyorlardı. İlk defa kupa onların mahallesinde, onlar bizim mahallede.

Cuma, Haziran 11

Onun Oyunu


"Beyler buna top derler. Bu topun dilinden en iyi ben anlarım. Benim adım Diego, ben bu oyunun kralıyım"

O da Kanguru




John Travolta, Avustralya atkısıyla kampı ziyaret etmiş. Harry ve Lucas = Jules ve Vincent

Böyle Kahpedir Dünya Kupası


1994 Dünya Kupası'nda ilkokul 3.sınıftaydım. Hayattan bir beklentim yoktu, mutluydum, futbolu seviyordum. Dünya Kupası'nı sevmedim ama. Sıkıcıydı. Brezilya'yı hele hiç sevmedim. İtalya'ya çok üzülmüştüm. Baggio güzel adamdı.

1998 Dünya Kupası'nda orta okuldaydım. Almanca öğreniyordum, dünyaya açılıyordum. Bazı beklentiler oluşuytordu. Bir de ergenlik dönemi başlıyordu. Ufak ufak kıpırdanmalar. Mutluydum, futbolu daha da çok seviyordum artık. Dünya Kupası'na uzaktım ama hoştu. Brezilya'nın kaybetmesine sevindim, İtalya'ya yine üzülmüştüm. Di Biagio kötü adamdı.

2002 Dünya Kupası'nda lise 2'den lise 3'e geçiyordum. ÖSS'ye bir kala. Sınıfı zor geçiyordum. Hayattan korkmuyordum. Yine de mutluydum. 2002 Dünya Kupası muhteşemdi. Nedeni belli. Çin, Japonya, Senegal. İlhan Mansız, Hasan Şaş, Ümit Davala. Hep beraber oturup maç izleme. Güzeldi. Dünya Kupası'nı çok sevmiştim. İtalya'ya yine üzülmüştüm, G.Kore kollanıyordu.

2006 Dünya Kupası'nda üniversiteydim. Çok saçma bir seneydi. Tek güzel tarafı mayıs ayında gelen o mucize şampiyonluktu. Okulu bitirmekle uğraşıyordum. Çok mutlu değildim ama şampiyonduk ya işte, mutsuz olmaya hakkım yoktu. Dünya Kupası güzeldi. Ama çoğu maçı tek izledim. Bir önceki turnuvanın havası yoktu. Sonunda İtalya şampiyon oldu, güzel oldu. 2 ayda 2 mucize şampiyonluk.

1994'ün açılış maçında Bodrum'da bir atari salonundaydım. Bazen jeton alıp Kick Off oynuyordum, bazen maça bakıyordum.

1998'in açılış maçında okuldan eve gelmiştim. Kendime iki tost yapmış yanında da çay içmiştim. Maçtan sonra sokakta top oynamıştım.

2002'nin açılış maçında lisedeyedim. Son derste maç başladı, İstiklal Marşı'ndan önce Senegal'ın gol haberi geldi. 3.Dünya ülkesiyiz sevindik biz de.

2006'nın açılış maçını evde izledim. Keyifsiz. Final dönemi. Kupadan bir bok anlamadan. Cepte 5 kuruş olmadan. Elde iddaa kuponuyla. Okul bitince herşey iyi olur diye düşünürken.
2010 Dünya Kupası. Mutsuzum. Hayattan beklentim yok. Ve tam bu anda karşımıza çıkıyor Dünya Kupası. Nası geçer bilmiyorum. Hikayesi sonra yazılacak. Hafızamızın yüzde 90'ı çöp. Gereksiz bilgiler. Oysa sana ne Kick Off'tan, 1998 yılında yediğin tosttan. Dün Peralta ile ortak cümlemiz oldu Gripin şarkısı. Bugün kupa başlıyor. Hayat devam ediyor. Futbol hayat hikayemizin alt metni.

Perşembe, Haziran 10

Schuster, Rijkaard, Guiza


Geçen sene Schuster için çok heyecanlanmıştık. O gün dediklerimizi şimdi diyemezsek ayıp olur. Gerçi o günlerde forumlarda bir çılgınlık hali vardı. Bir gün Schuster'i öven 167 paragraflık yazılar okuyorduk, sonra Houiller'ın Fransız futbolunda yarattığı devrimin hikayesini dinliyorduk. Hal böyle olunca adı geçen herkes için ilah gözüyle bakıyorduk. Ardından bir sabah uyandık ve kıvırcık çıktı karşımıza.

Schuster iyi bir hocadır. Fakat burada iyi bir hoca olması yetmeyecek. Real Madrid'i şampiyon yapan hoca etiketi 2.planda, hatta 3.planda kalacak. Real Madrid'i ben de şampiyon yaparım diyenler, onu Real Madrid'den kovulan hoca olarak anacak. Schuster'in Türkiye'de çalışan diğer kariyerli teknik adamlardan en büyük fazlası ufak takımları çalıştırıp, başarılı olması. Bunlardan biri de Getafe'dir.

Getafe ile 2007 yılında Barcelona ile oynadığı kupa yarı finali önemlidir. İlk maçı Barcelona Nou Camp'da kazanır. Hem de 5-2. Kupa finali Barcelona'ya çok yaklaşmıştı. Üstelik bu seneki CL finali gibi, final Madrid'de oynanacaktı ve finalde Katalanlar'ın kupa kazanması Madrid cemaatini rahatsız edecekti.

Getafe'nin sahasında yani yine Madrid'de oynanan bir maçta Schuster ile Rijkaard karşı karşıya gelir. Fazla uzatmaya gerek yok. Şuradan izlersiniz. Schuster, Rijkaard'ı, Getafe, Barcelona'yı 4-0 mağlup ederek finale çıkar. Bu sene Bursaspor bunu Fenerbahçe'ye yapıyordu, ramak kalmıştı. Ama son dakikada Guiza sahneye çıkınca o hikaye yazılamadı. İşin ilginç ve güzel yönü, Getafe'ye tur için gereken 4.golün Guiza'dan gelmesi. Guiza o maçta 2 gol atıyordu.

Başa dönersek, Schuster iyi bir hocadır. Mustafa Denizli kadar iyidir. Mustafa Denizli de iyi bir hocadır. Rijkaard'da iyi bir hocadır. Ama sanki tıpkı Galatasaray-Rijkaard ilişkisi gibi Beşiktaş-Schuster ilişkisi kimya olarak uyuşmayacak gibi. Aslında İnönü Stadı'ndakiler için Rijkaard'ın tiki takası, parçalıyı giyenler için ise Schuster'in savaşan oyun anlayışı sanki daha cazipti.

Sankiler, belkiler, önemli değil. Son 3 senede ülkemizde gelen 3.La Liga patentli hoca olacak Schuster. Kimse söylemeden ben söyleyim: "Burası Köln değil, İstanbul.. Ayık ol hoca, B Planın cebinde olsun."

Salı, Haziran 8

Genç Türk Futbolcu


"Sekiz yabancı futbolcunun fazla olduğu görüşündeyim ama şu anki sayıya da razıyım. Yeter ki daha fazla artmasın. Eğer sayı artarsa Türk futbolu için çok kötü olur. Büyük takımlarda hep yabancı futbolcular oynar, Türk futbolcuları zor görev alır. Bir de şu gerçek var ki, yabancı oyuncular çok profesyonel oluyor. Bizde de Ivesa ve Nadareviç var örneğin. Her gün sabah saat 08.00'de kalkıyorlar. Takımın kahvaltısı saat 10.00'da ise daha önce kahvaltı etmek için hocadan izin alıyorlar. Ardından yürüyüş yapıyor ve takımın kahvaltısında arkadaşlarını yalnız bırakmıyorlar. İdman olan her günde 2-3 saat fitness salonunda çalışma yapıyorlar. Ivesa ile oda arkadaşlığı yaptığım için biliyorum. Örneğin, antrenmanlardan iki saat önce yoga yapıyor, idman bitiyor, odaya geliyor, bir saat daha yapıyor. Kendilerine çok iyi bakıyorlar. Türk oyuncularımız maalesef kendilerine onlar kadar özenli davranmıyor. Onlardan profesyonellik anlamında öğreneceğimiz çok şey var. Ben de onları örnek alıyorum. Kendime "Onlar 30 yaşında, sense 19. Onlardan daha fazla çalışmalısın" diyorum."

Bu sözler Eskişehirspor'un genç orta sahası Alper Potuk'a ait. Olay şu, yabancı sayısı konusunda herkes bir ezber cümleye takılmış; "Türk oyuncular zor görev alır." diyorlar. Ama Türk oyuncular yabancı futbolcuların sporcu yaşantılarına, mental özelliklerine sahip değil. Tartışma uzar gider, kısa kesiyorum: Yabancı futbolcu sayısı hakkındaki görüşlerim Türk futbolcusunun düşünce yapısına göre değişir. Şu anda "artmalı" diyorum. Üstelik 6+2+2 gibi matematik yapark değil, daha kesin sayılarla.

Sürpriz Açılış



Bugün dünya kupası Afrika'da düzenleniyorsa bu maçın önemi fazladır. 1990 yılında İtalya'da düzenlenen Dünya Kupası'nın açılış maçı. 1986'da dünya futboluna Diego adını kazıyan Arjantin, son şampiyon sıfatıyla Diego'nun top oynadığı İtalya'ya gelir. Karşısında ise Afrika'dan isimsiz topçularla gelen Kamerun'u bulur.

Papa'nın tribünden izlediği maçta tabi ki favori Arjantin'dir. Ama beklenen gelişmeler yaşanmadı. Son şampiyon, Kamerun'a 1-0 mağlup oldu. Omam Bıyık'ın 67. dakikada attığı gol dünya futboluna da yavaş yavaş bir değişiklik getirecekti. Üstelik Kamerun bunu yaparken sahada 9 kişiydi.

Kamerun'un bu galibiyeti tesadüf olmadı ve çeyrek finale çıkmayı başardı. Çeyrek finalde ise İngiltere'ye çok dramatik bir şekilde yenildi. 2002'de Senegal bu hikayenin benzerini yaşadı. Rakibi son şampiyon Fransa'yı 1-0 yendi, çeyrek finalde altın golle yenildi. Sonuçta Akdeniz'de Latinlerle Afrikalıları karşı karşıya getiren bu maç önemli bir maçtır ve tam bugün o maçın üzerinden 20 sene geçmiştir.

Sapanca'da Derbi Var


Bu hafta sonu işi gücü olmayanlar Sapanca'ya gitsin. Türkiye Kürek Şampiyonası bu hafta sonu yapılacak. Galatasaray ve Fenerbahçe yine en iddialı iki takım. Sezon içinde Türkiye Kupası'nı Galatasaray kazanmıştı.

Bu branş iki takım için de önemlidir. Ayrı bir havası vardır. Ezeli rekabetin en çok hissedildiği branşlardan biri olduğunu düşünüyorum. Belki dışarıya pek yansımıyordur ama kulüplerin içinde baya önem arz ediyor.

Kürek sporu da bana göre topla yapılmayan en zevkli ikinci spordur (ilki bisiklet). Kürek, Sapanca, Galatasaray ve Fenerbahçe. Güzel bir dörtlü. Gitmek isterdim ama mümkün değil. İmkanınız varsa gidin.

Pazartesi, Haziran 7

İdol


"Karakter ve futboluyla kendime örnek aldığım futbolcu Carlos Valderrama'dır. Bizim ülke futbolumuzun en büyük figürü, fenomeniydi. Hala da öyle. Çocukluğumda özel zamanlar vardı. Fransa'da oynayıp Juniors'a döndüğünde maç günleri stada gitmek için can atardı. Bilet bulamayınca stada girmek için türlü türlü çılgınlıklar yapardık. Valderrama'yı bir dakika görebilmek için tellere tırmanırdık. Onu görebilmek hayaliyle yaşardık. O benim için hem saha içinde hem saha dışında gerçek bir idoldü. Hayatım boyunca da öyle kalacak."

Trabzonsporlu Teofilo Gutierrez

Kamp Yeri


2010 Dünya Kupası'ndaki tuttuğum takım Avustralya. Sebebi malum. Lucas ve Harry abilerim önderliğindeki diğer kanguru abilerim burada kamp yapıyor. Muldershift buranın adı. İnsan ister istemez, "Semi-final is out there" diyerek kötü espiri yapıyor.

Che Maradona

Daha önce yazdık. Milli takım teknik direktörleri, özellikle Dünya Kupası zamanı ulusal lider haline gelirler. Arjantin için bu daha da anlamlı. Ernesto'yu yetiştiren, Diego ile Dünya Kupası kazanan bir milletin, böyle bir pankart hazırlaması şaşırtıcı olmazdı zaten.

Che'yi oynayan, Maradona'yı da oynaması gereken B.Del Toro, bu pankartı kendi kişisel sitesinde kullansın.

"Boca Juniors altyapısının idman sahasında "Maradona olabilirsin ama Che asla!" yazar" diyerek yorum bırakanların adını not ediyorum, fişliyorum..

Natural Born Winners

Henrik Larsson
Zinedine Zidane - Robbie Williams - Luis Figo

Alan Shearer


Woody Harrelson

Nadas

Rafael Nadal, geçen seneyi çok götü geçirdi. Olabilir. Henüz 23 yaşındaydı. Üst klasmanda yer alan bir tenisçi, bir sporcu bunu bütün kariyerini en üst seviyede sürdüremez. Arada inişler olacaktır. Önemli olan o bekleyişin, o sessizliğin kısa sürmesidir. Nadal, geçen sene kendini nadasa bıraktı ve yeniden kazanmaya başladı. Söderling beklenen zorlamayı yapamadı. Nadal çok iyidi, Nadal konsantrasyon pankartını zihninde açtığı zaman yenemeyeceği tenisçi yok.

Nadal'ı seviyorum, beğeniyorum. Kazandığı için mutlu oldum. Bir de şu Shakira kliplerinde falan oynamasa ne güzel olur.

Aşağıdaki fotoğraf da ne güzeldir. Dolu tribünler her branşa fazladan keyif katar.

Cumartesi, Haziran 5

Arjantin Niye Kazanır


Messi: Anlatmaya gerek var mı?

Maradona: Bu şahsiyeti de anlatmaya gerek yok ama biraz anlatalım. Çünkü ona duyulan güven çok az. Tabi ki Arjantin dışında böyle. Oysa Arjantin'de hala baştacı. Şöyle bir örnek vereyim. Geçtiğimiz aylarda biryerlerde Messi'nin annesiyle yapılmış bir röportaj gördüm. Burada ilk soru Messi'nin milli takımda bekleneni verememesi üzerineydi. Anne, sakin cevaplarla "ona zaman verilsin, daha genç, gerekeni yapacak" tadında cevaplar veriyordu. Diğer soru ise Maradona ile ilgiliydi. Anne burada daha sert konuşuyordu. Maradona herşeyin en iyisini bilir minvalinde yaklaşıyordu. Diego'ya Arjantin halkı böyle bir güven duyuyor. 100lerce futbolcu denemiş, gruptan zor çıkarmış bir teknik direktör olarak görülmüyor. O herkes için daha fazlası. Tabi ki kadrodaki futbolcular için de.

Kusursuz Hücum Hattı: Lisandro Lopez gibi sezona damga vuran forvetlerden birinin kadroya giremediğini hatırlatalım. Barcelona ile şampiyon olan Messi, A.Madrid ile Avrupa Kupası kazanan Agüero, Real ile puan rekoru kırmaya yeltenen Higuain, İnter ile 3 kupa kaldıran ve 3 kupayı da getiren golü atan Milito, City'i EPL'nin başaltına taşıyan Tevez. En silik adamın adı bile Martin Palermo. Bir halk kahramanı.

Zorluklarla Gelmek: 2006 şampiyonu İtalya, turnuva öncesi şike skandalıyla karışmıştı. 2002 şampiyonu Brezilya eleme grubundan zar-zor çıkmıştı. 1998 şampiyonu Fransa ev sahibiydi ama taraftarı etnik kökenlerin kalabalıklığından rahatsızlık duyuyordu. Her şampiyonun turnuva öncesi durumu sancılıydı. Şampiyonluk biraz da bunu gerektiriyor. Zor durumlara düşüp çıkabilen takımlar, turnuva zamanı ivmeyi yakalayorlar. Arjantin'in iyi bir başlangıcı, turnuvanın devamında bir şampiyonluk hikayesi yazılmasına neden olabilir.

Sakatlık Yok (Henüz): İngiltere'de Rio sakat. Almanya revire döndü. İtalya'da Rossı sıkıntı. Hollanda Robben'i kaybetti. Ama Arjantin hala Maradona'nın istediği kadroyla.

Müşteri Memnuniyetsizliği


Takımların sahibi taraftarlardı eskiden. Yani ben takım tutma ibadetimi tribüne doğru taşımaya başladığım yıllarda böyle söyleniyordu. Fakat o yıllar aynı zamanda bir geçiş dönemiydi. Özellikle İstanbul'da.

Fenerbahçeli'nin Dereağzı'nda idman izleyip "Efsane Maraton"a koşan kitlesi, yeni yapılan bir stadyuma şahit oluyordu. 14 seneyi büyüklerden dinleyip, "Galatasaray Ruhu" sözünü kafasına kazıyan bizler UEFA Kupası ile hayallere dalarken bu sefer "Galatasaray Markası" sözünü anlamaya çalışıyorduk.

Beşiktaş, hep diğerlerinden farklı bir büyüklüğü taşırken, artık diğerlerine benzeme çabasına giriyordu. İstanbul'un en güzel kaybeden takımıyken (bunu küçümsemek için söylemiyorum) hedefini diğerlerinin yanında olmak olarak belirliyordu.

Bunlar olabilirdi, ama bu yol seçilirken kimse de bize sormamıştı. Sordukları kişiler kongre üyeleriydi. Taraftarın söz hakkı yoktu. (Özellikle Galatasaray'da hiç yoktu).

Şimdi geldik 2010'a. Bize dünyanın en büyük takımı olmayı vaadeden zihniyet 3 büyük takımın da başında. Ve gördüğümüz Bursaspor'un şampiyonluğu. Başka bir takımın şampiyonluğu Türk futbolu için oldukça güzel. Romantik bir tarafının olması da ayrı bir hoşluk. Ama İstanbul'da iyi giden hiçbirşey yok. İleriye umutla bakan bir taraftar bulamıyoruz. Yani kulüp yöneticilerinin tabiriyle müşteriler memnuniyetsiz. Bu sadece saha içi bir durum değil. Takımla ilişki kurmak için gerekli olan o kahramanlara yer verilmiyor artık. Son örneğidir Mustafa Denizli olayı.

Bize bakıyorum. Kewell diyoruz, gidiyor. Gerets sevildi, İliç sevildi, Mondragon sevildi hepsi gitti.

Fenerbahçeliler (biri de bu blogdan Peralta) Zico'ya aşık oldu. Gönderilmesi uzun sürmedi. Tuncay takımdan koptu, Appiah gitti. Hepsi iyi futbolcudan öte, takımın ruhu olan isimlerdi.

Beşiktaş bu konuda en geniş listeye sahip ama işte en tazesi Mustafa Denizli. Belki hocayı sevmeyen, beğenmeyen çoktur ama benim çevremdeki Beşiktaşlılar'ın hepsi bıkmış bir durumda. Yıldırım Demirören'in icraatlarını herkes biliyor zaten.

Bu saydığımız isimler işlerini iyi yapan isimler olarak sevilmedi. Bir süper star değillerdi. Olsalar bile, taraftarla kurdukları ilişkide o özelliklerini kullanmadılar.

Taraftar cemaatinin çoğu bizim gibi değil, kabul edelim. Onlar başarı ister. Ama ortada başarı da yok. Bunun yanında bir de takıma sahip çıkmak için ihtiyacımız olan o somut kahramanlar da yok ortada. Birini seviyoruz, ilişki kuruyoruz ve en yakın zamanda gittiğini görüyoruz. Onlar böyle olmasını istemiyor, bizler istemiyoruz ama nedense istemediğimiz oluyor.

Şimdi bu durumda aklıma tek bir soru katılıyor. Eskiden forma satın almak için hiçbir neden duymazdık. Şimdi forma satın almak, arkada yazan isimle anlamlaşıyor. Bunu sağlayan zihniyet kulüpleri yönetiyor. Peki o formaları hangi müşterilerine nasıl satacak? Arkasında Kewell yazmayan formayı, önünde Zico olmayan tişörtü kim alacak? Üstelik bu sene İstanbul'da iki kupa değil 1 kupa kazanan bile yokken..