Cumartesi, Eylül 28

Pendikspor 0-3 Turgutluspor


Sezonun ilk maçı için, son dönemde sık başvurduğum adreste; Pendik'teyiz. Kağıt biletle girebildiğimiz nadir stadyumlarından birinde Türkiye Kupası maçı izliyoruz.

Geçen sezon yakından takip ettiğimiz Pendikspor, yaz döneminde birçok oyuncusunu üst liglere yolladı. Yine de 2. Lig'in güçlü ekiplerinden biri. Gerçi sezona kötü başladılar. Kulüp genel olarak genç oyuncularla oynamayı seviyor. Bu maçta da yine ilk defa karşımıza çıkan oyuncular oldu. Almanya'dan gelen 22 yaşındaki savunma oyuncusu Enes Aydın, Beşiktaş altyapısından çıkan Marlon, 19 yaşındaki hücum oyuncusu Semih Kayan benim radarıma ilk kez katılan isimlerdi. Ayrıca sezon içinde sık sık şans bulamayan isimler de kupa maçında şans bulmuştu.

Skordan da belli olduğu üzere, bu noktada ev sahibi ekipten beğendiğimiz bir oyuncudan bahsetmemiz zor. Zaten takım halinde de Pendikspor etkili bir oyun ortaya koyamadı. Topa daha çok sahip oldu ama bunu genç oyunculardan kurulu 3.Lig takımı Turgutluspor karşısında bir yaratıcılığa dökemedi. Gerçi maçın ilk yarısında çok önemli fırsatlar yakaladılar ama özellikle Ozan bunları cömertçe harcadı.

Ozan Papeker, beğendiğim oyunculardan biri. Maçtan önce; onu izleyecek olmak beni heyecanlandırmıştı. Fakat bekleneni veremedi. Hatta tribünde saç baş yoldurdu. Ozan gibi yetenekli bir oyuncunun neden üst liglere çıkamadığını merak ediyordum. Turgutluspor maçı bir referans olabilir. Çok bencil. Çok fazla  top tutuyor. Çok fazla zoru deniyor. Başaramayınca daha çok deniyor ve en sonunda takımına zarar veriyor. Geçen sezondan gözüme kestirdiğim 24 yaşındaki Ahmet Yazar da sahadaydı. Sol tarafın savunma kısmında oldukça başarısızdı. Öne geçtiğinde de iyi gününde olmadığını gösterdi. Yaşını da düşününce bu sezon da esas patlamasını yapamayacak ve bu liglerde kalacak gibi duruyor. 

Turgutluspor neredeyse tamamı altyapısından çıkan oyuncularıyla kurulu ilk 11'iyle oldukça olgun bir oyun ortaya koydu. Onlar da bir yaratıcılık gösteremedi ama en azından sahada doğru durmayı becerdiler. Bu sayede 0-0 biten ilk yarının ardından üç gol atarak tur atlamayı başardılar. Özellikle oyuna sonradan giren 19 yaşındaki Ferhat Katipğlu'nun golü enfesti.

Pendikspor rotasyon yaptı diye bir alt lige takımına elendiğini düşünebilirsiniz. Fakat 3.Lig'de sezona iyi başlayan ve şampiyonluk hedefleyen konuk Turgutluspor da rotasyona gitmişti. Ve buna rağmen Pendikspor'un gücü yetmedi. İşler kötü gidince bu sezon ligdeki 4 golü de atan Oktay Balcı bile oyuna girdi ama o da bekleneni veremedi. Pendikspor'un yedekleri oynayıp kendilerini gösterecekleri bir plaftordam eksik kaldılar. Onlara üzüntü vermesi gereken bir müsabaka...

Benim açımdan da kötü bir skordu, zira ben Pendikspor'un yola devam etmesini ve bana gidilecek birkaç maç fırsatı daha vermesini beklerdim. Olmadı... Diğer yandan Turgutluspor tribününde sadece bir kişi vardı. Hafta içi gündüz maçına gelecek çok insan olmaması normaldi ama bir kişi nedir? Bu ülkede tutkuyla sevilen futbolu kimler izliyor? Kimse izlemiyorsa bu organizasyonlar neden yapılıyor!

O arkadaş için sevindim. O takımını bir maçta daha destekleme şansını bulacak. Ben ise hem kötü sonuçla hem de tatsız bir maç izlemenin üzüntüsü ile Pendik semtinden ayrıldım.

Bu maçtan iki gün önce Beşiktaş - Başakşehir maçı oynanmıştı. Birçok kişi Dolmabahçe'deki karşılaşmanın çok kötü olduğunu söylüyordu. Pendikspor - Turgutluspor maçını stadyumda izledikten sonra ise Beşiktaş - Başakşehir gibi maçların değeri benim gözümde daha da artıyor....

Geumul


Uykumun geldiği ama uyumak istemediğim bir aksam yapılacak en iyi iş film izlemek değildi. Filmin yarısında sızabilirdim ve bu hiç hoşuma gitmezdi. Ya direkt uy, ya da açtığın filmi sonuna kadar izle. Peki ne izleyecektim? Karşıma Kim Ki Duk'un Geumul (Ağ) filmi çıkınca biraz meraklandım. Fakat bu da pek doğru karar gibi durmuyordu. Ne de olsa filmin ağır olma ve uykulu birini uyutabilme potansiyeli çok yüksekti. O gece o kondisyonu kaldıramayabilirdim.

Evet, film fazla aksiyon barındırmıyordu ama iki saate yakın süreyi soluksuz izledim. Bu da zannımca yönetmenin başarısıdır. Sonuç olarak, gece yatağa son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden birini düşünerek girdim. 

Filmin öyküsünden kısaca bahsedelim. Kahramanımız Nam Chul, Kuzey Kore'de yoksul bir balıkçı. İçi vatan ve aile sevgisi ile dolu. Vatan sevgisi ona öğretilmiş mi yoksa içinden mi geliyor emin olamıyoruz ama aile sevgisi bariz bir şekilde gönlünde. Bu adam bir gün her zamanki gibi balığa çıkar ama denizin üzerinde ağı motora takılır ve motor bozulur. Yanlışlıkla Güney Kore sularına girer. Tabi Güney tarafı bu işin yanlışlıkla olduğunu düşünmez ve ajan olduğundan şüphe dahi duymaz.

Ondan sonra uzun bir sorgulama süreci baslar. Hem Güney Kore Nam Chul'u, hem de Nam Chul kendisini sorgular. Gerçi ikincisi çok uzun sürmez. Filimin esas kısmı da bundan sonra başlar. Güney'in vicdansız teklifleri, kahramanımızın sadakati, Kuzey'in şovmenliği, Güney'in sahte ve ışıltılı yaşamı... Hepsi gözümüzün önüne gelir film boyunca.

Yönetmen Kim Ki Duk, Güney Koreli ama filmde acımasız ve tek taraflı bir Kuzey eleştirisi yapmıyor. Güney de payına düşeni alıyor. Tipik bir 'filler tepişir çimenler ezilir' hikayesini ajitasyona girmeden, holiganlık yapmadan, göze sokmadan sunuyor. Bu sayede iki tarafın tüm artılarını ve eksilerini kısa sürede seyirciye en net şekilde anlatarak aradan çekiliyor. Bütün dünyanın gözünün üstünde olduğu ayrımda yorumu seyirciye bırakıyor ve soruyor: Hangisi?

Filmin adının Ağ olması da tek başına puan kazandıracak bir ayrıntı. Bir balıkçının en önemli nesnesinin yarattığı olaylar silsilesi, aslında kendisinin ağa takılan bir balık olduğunu gösteriyor. Fakat balıkçının dışında da ağa takılan  çok insan var. Sorgudaki 'iyi polis' veya hayat kadını genç kız Güney'in adaletsiz hayatında ağa takılanlardan.

Güney Kore sineması yine bizi yanıltmadı ama bu film Kore'den ziyade Kim Ki Duk'a ait. Onun filmdeki imzası ülke sinemasının geleneğinden daha belirgin. Bunun esas nedeni alışık olmadığımız kamera kullanımları. Özellikle Nam Chul'un Güney Kore sokaklarında olduğu dönemde adeta bir el kamerası ile çekiyormuş gibi görüntüler izliyoruz. Bu da filme bir belgesel; hatta daha ziyade bir kişisel anı havası getiriyor. Usta bir kurguyu, amatör bir havaya sokuyor ama ikisi de birbiriyle çatışmıyor.

Film de tekrar tekrar izlenmeyi hak ediyor.