Pazartesi, Mayıs 23

Ülke Kıta Ada



Futbolda bazen sembol hedefler oluşur. Bazı istekler, bazı başarılar, bazı eylemler büyük anlam kazanır. Türkiye, yıllardır İngiltere'ye gol atmayı bekledi. Kazanmak bile ikinci planda kaldı. Gol atalım da ne olursa olsun. Golü kim atarsa tarihe geçecekti.

Bu uğurda geçen yıllarda çok şey oldu. Onlarca şey... Bambaşka bir futbol, bambaşka bir ülke, bambaşka bir dünya var artık.

30 sene önce Türkiye'de yabancı futbolcu yok denecek kadar azdı. Sonradan gelmeye başladılar. Çoğalarak geldi. Türk futbolunun Avrupa'ya entegre süreci. Bir dönem tarihin en başarılı kuşağı çıktı, geldi. Bir oyuncu grubu muhteşem başarılara imza attı, ama İngiltere'ye gol atamadı. UEFA Kupası geldi, Dünya Kupası'nda üçüncülük geldi ama gol gelmedi.

Yabancılardan sonra gurbetçiler de gelmeye başlamıştı. Onlardan beklentiler de başkaydı. Yurt dışında eğitimlerini alacak, sonra vatanlarına hizmet edeceklerdi. İlk yıllar buna uygundu. Mehmet Scholl isyanını saymazsak, gözünü Avrupa'da açan her gencin amacı, hedefi Türkiye için oynamaktı. Oynadılar, Süper Lig'e de geldiler. Ama zaman geçince bağlılıklar azaldı. Doğalı ve normal olanı buydu. Almanlar o özenerek yetiştirdikleri yeteneklerini kaptırmak niyetinde değildi. Mesut Özil'in Almanya tercihi büyük bir krize neden oldu. Sonra Hakan kaldı...

Yazının ilerleyişi, fotoğrafı, zamanlaması; az çok belli etmiştir. Hakan'ın İngiltere'ye golü meselemiz. Daha doğrusu İngiltere'ye gol atanın Hakan olması. Ama mesele İngiltere'ye gol atan oyuncudan daha fazlası. İngiltere'ye biri gol atacaktı zaten. O da tarihe geçecekti. Fakat; böyle bir olayın üçüncü kuşak bir gurbetçiye denk gelmesi... 30 sene için güzel bir özet!

Türkiye ile İngiltere ilk maçlarını 1986 yılında oynadı. Hakan'ın doğumuna sekiz sene var. İlyas Tüfekçi Schalke'den, Erdal Keser, Borussia Dortmund'dan Türkiye'ye gelmiş, O İngiltere ile oynanan ilk maçta onlar da sahadaydı. Üzerlerinden yıllar geçti...

Şimdi bir yere bağlamak gerekiyor. Şu olabilir. Bu golün bana göre çok büyük anlamı yok, olmaması lazımdı. Fakat ülke tarihine geçtiği bir gerçek. Yıllarca bu konuşuldu, bu beklendi. Bu tip toplumsal istekler, hedefler, korkular, düşünceler benim ilgimi çeker. Filmi bile çekilebilir aradaki 30 senenin. O nedenle bu 30 seneyi bitiren golü bir gurbetçinin atması oldukça yakıştı hikayeye. Çünkü tam 30 senenin gündemlerinden biri. Şu anda bile Türkiye'deki seçimleri yurt dışından gelen oylar belirliyor. Siyasi hamleler -hem orada hem burada- yapılmadan önce, gurbetçilerin varlığı nedeniyle iki kere düşünülüyor.

Üstelik, Hakan ve diğerlerinin yetiştiği ekol; bu tarz 'ilk gol'lere çok büyük anlam yükleyen tarzı sevmez. Ama Türkiye bu tarz muhabbetleri sever. Hakan ve diğerleri, bu iki arada sıkışanları temsil ediyor. O nedenle bu golün onlardan birine denk gelmesi oldukça manidar, ironik, ilginç.. Adını her ne koyarsanız...

Zaten Bayrampaşa Dream'in atacağı gol değildi. Krezuberg Merkez'e daha çok yakıştı sanki.

Pazar, Mayıs 22

2010'ların Klibi



Galiba eskiden müziği sınıflandırmak bizim için çok daha kolaydı. Ya da biz çocuk olduğumuz için çok basitten ilerliyorduk. Büyüdükçe tarzları adlandırma ve anlamlandırma pratiğini kazandık herhalde. Veya gerçekten de dünya değişiyordu ve her şey ama her şey çeşitleniyordu. Futbolda da öyle mesela. Eskiden 3-4 taktik üzerinden konuşulurken şimdi neler neler yazılıyor.

2000 yılında; yani ben ergenken, ikisi de yaşanmış olabilir. Hem ben büyümeye başladım hem de müzik ilerledi. O dönem en çok çalan şarkılardan biriydi Modjo, Lady. Gruba dair de bir bilgimiz yoktu. Zaten o dönem bilgiye ulaşmak da pek kolay değildi. Yine de Number One gibi her eve giren müzik kanallarında çalan bir şarkı dönemin en popülerleri arasına giriyordu. Sonradan öğrendik ki bu grup Fransızmış. Aynı dönemde Daft Punk da vardı oralarda. Bizim çevreden takip edenler ve bilenler vardı ama ben çok hakim değildim. O tarza ilgim de kısıtlıydı zaten. 

Şimdi Daft Punk'ın geldiği yere bak! Modjo ise kısa sürede dağıldı. Daft Punk'ın müziği de çok gelişti, çok başka bir şeye dönüştü. Başka bir sound'dan besleniyor.  Ama zamanın ilerleyişi de bu gelişime katkıda bulundu. Çağa ayak uydurdular, çağı da belirlediler.

İlk paragraftaki kaygı da bu noktada başlıyor. Tarza sınıf bulmak! House, dance, electro-house, nu-disco. Sonuncusu, en sonuncusu zaten. Ve aslında gayet de dinleniyor. Ben bile dinliyorum. O dönemin Daft Punk'ına dahi burun kıvıran biri olarak, şimdi çoğuna dahil olmaya çalışıyorum.

Bu yazının konusu bu değil gerçi. Müzik tarzları değil meselemiz, klip tarzları. Sadece nu-disco da değil, birçok tarzda hakim olan bir klip çeşidi. Ama oralardan çıktı. Hatta direkt Lady'den.

Farkettiyseniz, son dönemde benzer klipler çoğaldı. Materyaller belli. Araba, yol, batan güneş, doğa, gençler, belki bir iki kriminal hadise, biraz seks ama çoğunlukla sınırları aşan geleneklerle oynayan şekilde...

Eskiden böyle değildi. Müzik kanallarını açtığınız zaman daha farklı bir klip tarzı vardı. Evde parti yapan gençler veya gece kulübünde birbirleriyle yakın temasa giren gençler. Kapalı mekanlar, bol seksi kızlar, karizmatik erkekler. Kriminal olay Snopp Dogg'ın ve onun gibilerin çeteciliğinden ve köşeyi dönem hissinden gelirdi. Cinsellik aşırıydı ama sınırları belliydi. Erkek ve kızın karşılıklı cilveleşemleri. Çok nadir birbirine yakınlaşan iki kız. Doğa, güneş, deniz görmek mümkün değildi. Varsa da sigara dumanından göremiyorduk! Daha çok siyahi rapper'ların yön verdiği tarzdı bu. 2000'lerin ilk 10 yılı böyle geçti.

Sonra bir anda bir şey oldu ve klipler değişmeye başladı. Avicii, Seek Bromance ile listelere girdi ama klibi daha ilgi çekiciydi. Güzel kız, sevimli adamlar yine burada da var. Tip olarak güzellerdi, fakat diğerleri gibi ulaşılmaz hissi yoktu. Sokaktaki güzel gençlerdi sadece. Ve daha farklı bir şey yapıyorlardı. Kapalı mekanlarda, lüksün, pahalı zevklerin içinde bunalmak yerine kendilerini yola veriyorlardı. Üzerlerinde pasaklı kıyafetler, arada ot içiyorlar. Devamlı yoldalar, garip motellerde kalıyorlar, lokantada hesabı ödemeden kaçıyorlar. Konfordan uzak bir hayat. Hatta zorlasalar modernizmden de kaçacaklar ama o kadar da değil. Benzin alacak paraları olmuyor ama bir sonraki sekansta Las Vegas'a gidebiliyorlar. Kumarhaneden atılmak onlar için eğlence. Oysa eski kliplerde mekana bodyguard'ın buyur ettiği ağır adamlar revaçtaydı. Klibin son kısmında cinsellik de değişiyor, sınırlar açılıyordu.

Buna benzer bir kırılma klibi olarak Asaf Avidan ve One Day geldi karşımıza. Aynı şeyler burada da vardı. Gerçi buradaki elemanlar kapalı mekanlara, club'lara, barlara daha çok giriyordu. Alemlere akıyorlardı. Zaten ben bu klipteki elemanlara çok uyuz olmuştum ama şarkı dinletiyordu kendini ve klip de açık kalıyordu. Sonra diğerleri de geldi. Şimdi bakıyorum Ocean Drive'dan (orada sadece boş bakan güzel kızlar var) Supergirl'in yeniden yorumlanan klibine, Imany'den Don't be so shy (klibin bir kısmı Türkiye'de) ve diğerlerine kadar hepsi benzer bir arka planla çıkıyor televizyona.

Şimdi soru şu: Bir komplo teorisi vardır ya. MTV ve diğer müzik kanalları, yayınladıkları kliplerle toplumu, gençleri yönlendirir, onları etkilemeye çalışır. Bu klipler sayesinde istenilen duruma özenen gençleri dejenere ve apolitik hale getirip isyanları azaltılır (ne alakaysa), hem de gençlerin ticareti hareketlendirmesi sağlanır (bu mantıklı olabilir). Son 20 yılda yapılan kliplere bu gözle bakan hatırı sayılır sosyal bilimci vardı. Peki o zaman bu değişen klip anlayışı neyin yönlendirmesi? Bence kesin bir yönlendirme var çünkü hepsinin bu kadar uzun sürede devamlı arka arkaya gelmesi tesadüf olamaz.

Bu soruyu ortak attık ama yine de Modjo'nun hakkını vermek lazım. Her şey onlarla başladı ama ortada bir komplo teorisi varsa her şeyin sorumlusu onlar değil. Zaten kısa sürede piyasadan çekildiler, kendilerine de somut bir faydası olmadı. Fakat Lady, gerçekten sağlam şarkıydı. Seneler sonra tekrar dinleyince bile sound'da yer alan o temizlik belli ediyor kendini. Büyük ihtimalle Fransız, daha doğrusu Avrupalı olmalarının etkisi var; hem şarkıda hem klipte. Birileri öncülük eder ve ortaya çıkarır, diğeri onu defalarca taklit edip önünüze koyar. Dünya tarihi, medeniyet son birkaç yüzyıldır böyle ilerledi.

Bu arada Lady'nin alternatif bir klibi var. Şuradan izlenebilir.  İki sene önce koymuşlar Youtube'a. Aslında başka bir şarkının klibi ama Lady'e, ama "klipler tarihini" irdelediğimizde baya oturuyor Lady'e.

Belki de komplo teorilerine girmemek lazım; gençlik arayıştadır. 40 senedir kapalı mekanlara sıkışmanın ardından kendini dışarıya salıyordur. Umarım öyledir.

Perşembe, Mayıs 19

The Goods: Live Hard, Sell Hard



Entourage'in Ari Gold'u olarak tanınan Jeremy Piven'in 2009 yılında çektiği bir komedi filmi. Büyük beklenti olmamasına rağmen büyük hayal kırıklığı. Belki beş altı arkadaş oturup arkada açılacak eğlenceli bir film arıyorsanız, gideri var. Onun dışında; yok!

Çarşamba, Mayıs 18

Beşiktaş'ta Bayram Sabahı




Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor? 

Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!.. 
Adalar'dan mı? Tunus'tan mı, Cezayir'den mi? 
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi 
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor; 
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor? 

(Süleymaniye'de Bayram Sabahı / Yahya Kemal Beyatlı)

Bazı şeyleri görüp, görmezden gelerek yaşamaya devam etmek daha huzurlu bir yaşamın habercisi. Pazar eklerinde "99 yaşına gelin, ama badem-ceviz yiyerek genç kalın" önerisi veren doktorlar gibi başladık lafa.

Yahya Kemal Beyatlı'nın bu şiirinin hikayesini hiç araştırmak içimden gelmedi. Lisede edebiyat dersinde okur okumaz, aklıma kurduğum o hayali tabloyla hatırlamak istedim hep.

Ki hayatta değer verdiğim çoğu şeye böyle yaklaşıyorum bu günlerde ya.

Sonra yıllar geçti, bu şiir meydanlarda okundu, farklı anlamlar yüklendi, üzerinden saatlerce Yeni Türkiye-Neo Osmanlıcılık tarzı kavramlar tartışıldı haber kanallarında.

Oysa benim dünyamda çok safçaydı bu şiir. Google yok o zamanlar. Ana Brittanica'dan hemen bir biyografi hazırlamıştım İşleniş için. Orada "Doğum-Üsküp /Ölüm-Fatih" görmüştüm.

Fatih'ten maaile, komşular falan bir bayram sabahı Süleymaniye'ye yürüdüler. Oranın o "imparatorluk" atmosferi etkiledi ve secdede bu şiir çıktı diye düşünmüştüm. Hatta seneler sonra bu atmosferi yaşayabilmek için sabahın köründe Süleymaniye'ye gitmişliğim de vardır. Tabi hayal kırıklığıydı. O ayrı bir yazı konusu.

Dedim ya, hatırlamak istediğimiz gibi hatırlıyoruz bazı şeyleri.

Beşiktaş'ta öyle benim için. İlk yarı 2-0'ken çektim bu resmi. İçimde hep bir kuşku. Ne olur ne olmaz. Alışmamışız ki. En kötüsü doping muhabbetlerinden iptal ederler şampiyonluğu, UEFA soğanımızı çalar, FIFA şarabımızı döker.

Görme işte değil mi, görme o satır aralarını, görme o yanlışları, hatırlama işte eskileri, özleme artık miyadı dolmuş naftalin kokan anıları.

Herkesin elinde telefon, anlamlandıramadığım bir yabancılık, hani tezkere denen beyaz kağıdı aldıktan sonraki ruh hali gibi.

"Asıl askerlik şimdi başlıyor" kafa sikmelerinin haklılığının anlaşılmadığı zamanlar...

Galiba ruh halim bu yüzden karmaşık. "Ya ne olacağıdı, Şampiyonlar Ligi'nde abuk bir  ölüm grubu çıkar, yine lige dönülür, yine kaos, yine kendi çöplüğümüzde kısır çekişmeler olur" 

Asıl lig şimdi başlıyordur.

Tam bu Üsküdar motorlarının (isme gel) kalktığı yerden karaya çıkmış bir balık olarak gezinirken, yıllardır önünden geçip hiç dikkat etmediğim bir detay gözüme çarptı. Barbaros heykelinin arkasında şiir olduğunu ilk kez görüyordum.

1944 yılı yazılıydı heykelde. Açılış tarihiymiş. İsmet İnönü tarafından açılmış zamanında.

1944'ü ben nerede gördüm bugün diye düşünürken, İstanbulkart yokken Beşiktaş-Üsküdar vapurlarında kullanılan jeton düştü. Eurovizyon'da birinci olan parçaydı.

Vardı yine bir işaretler ya da ben sinekten yağ çıkarmaya çalışıyordum. Kırım-Ukrayna-Boyko-Lucescu...

Derken 3 oldu, şampiyonluk geldi.


Yazan: Refet

Salı, Mayıs 17

Milanlı Lothar



Kariyerinde dört sezon Inter forması giyen Lothar'ı Milan formasıyla görmek... Acaba kimin formasını aldı?

Pazar, Mayıs 15

The Homesman



Tommy Lee Jones'un ilginç filmleri var. Bu da onlardan biri. İlgi çekici bir hikaye var. Fakat iş bunu film haline getirince hafiften çuvallamışlar. Hillary Swank, çok beğendiğim isimlerden biri değil ama filmin büyük bir kısmında filmi izlenir kılıyor. 

Yeni dönem western'ler böyle ve hoşuma gidiyor. Buna western denir mi ona da emin değilim ama terim 'west'ten türüyorsa, doğru noktadayız. Artık daha az çatışma ve kovalamaca var. O dönemin karakterlerinin iç dünyasına daha çok giriliyor. Belki de çatışmalar, rajonlar, düellolar yeteri kadar tüketildi. Veya artık sinema yapan nesil aksiyonlu filmler çekmek istediğinde 200 sene öncesinden değil teknolojiden, uzaydan, fantastik dünyadan veya süper kahramanlardan besleniyor. Tabi bu genelleme bu filme dahil olamaz, çünkü yönetmen ve senarist şu an 70 yaşında olan, film yapıldığında da 68'inde olan Tommy Lee Jones... Fakat akımlar bulaşıcıdır, gençler; genç kalmak için üretmeye devam edenleri etkilemekte genelde başarılı olurlar.

Bu durumdan memnunum da...  Homesman, kopuk kopuk anlatılıp büyük boşluklarla karşımıza çıksa da sonuna kadar izletiyor. Bir daha dönüp izlemem. Ama bu referans ile hala izlemediğim The Three Burials of Melquiades Estrada ilgimi daha çok çekmeye başladı. Herhalde onu izleyene kadar da iki sene geçer.