Perşembe, Kasım 18

Topun Oyunda Kalması ve Tempo

Türkiye futboluna dair son dönemde yapılan tartışmaların önemli bir maddesi, topun oyunda kalma süresidir. Süper Lig'deki kalite düşüklüğünün önemli bir göstergesi olarak, topun oyunda az kalması öne sürülüyor. Bu savı güçlendiren 'saha gelenekleri' de mevcut. Oyuncular maç içinde devamlı sakatlanıyor veya sakatlanma numarası yapıyor, özellikle önde olan takımlar zaman geçirmeye çabalıyor, hakemler oyunu çok sık durduruyor.

Rakamlara geçmeden önce kabul etmek gerekir, ligin oyun kalitesinde bir sorun var. Oyun akmıyor. Bazı maçlarda oyunun çok fazla durduğu da bir gerçek. Peki top oyunda kalınca sorun çözülecek mi? Veya belki de top zaten oyunda kalıyordur ama yine bir sorun vardır. Önce sorunu tespit etmek gerekir.

Süper Lig ile ilgili istatistiklerde, kıyasların sadece beş büyük ligle yapılmasını yadırgarım. Mesela bir kaleciyi övmek için "5 büyük lig ve Süper Lig'de en çok kurtarış yapan kaleci" kalıbı kullanılır. Anlamsızdır. Zira bahsedilen ligler birbirinin dengi değildir. Zorluk dereceleri farklıdır. Belki Portekiz'de, Rusya'da, Belçika'da, Hırvatistan'da daha çok kurtarış yapan kaleciler vardır. Buradan doğru bir eşleşme ve kıyas çıkmaz.

Fakat topun oyunda kalma süresi hakkında istatistik verirken, kıta futbolunun referans noktalarını dikkate alabiliriz.

Süper Lig'de topun oyunda kalma süresi 54.44 dakika... Premier Lig ile hemen hemen aynı. Şampiyonlar Ligi, Süper Lig'in üstünde. La Liga ve Serie A ortalaması ise Süper Lig'in altında.

Maç başı faul Süper Lig'de 24.5 civarında. Birçok ligde daha az. Fakat La Liga ve Serie A yine Süper Lig'in üstünde faul sayısına sahip. Rakamlara buradan bakılabilir.

Tabi ki buradan "Bakın Süper Lig ne kadar kaliteli" önermesini çıkarmayacağız. Tam tersi... Bir sorunumuz, hatta birden fazla sorumumuz olduğu aşikar ama topun oyunda kalma süresi, bizim öncelikli sorunumuz olmayabilir.

Fakat topun oyunda kalma süresini çok ciddiye alan grubun, bu sezonki en önemli sığınağı Farioli oldu. Onun Karagümrük'e oynattığı topa sahip olma oyunu, Süper Lig'in yeni devrimi olarak gösteriliyor. Bizce biraz abartı var. Karagümrük'ün eksikleri ve artılarını değerlendirmeyeceğiz. Fakat Karagümrük - Galatasaray maçını dikkate almak lazım.

Mücadele öncesinde futbolseverler çok hevesliydi. İki takım arasında sağlam bir mücadele ve akıcı bir oyun göreceğimizi bekliyorduk. Olmadı. Karşılaşmanın özellikle ilk yarısı görsel açıdan sıkıntılıydı. Top oyunda kalıyordu. Hatta 37-38 dakika boyunca faul bile olmadı. Buna rağmen, topun akmasına rağmen pozisyon göremedik. İsabetli tek şut Halil Dervişoğlu'nun Viviano'ya takılan kafasıydı. Pazar günü saat 16.00'da oynanan bir maç için hoş değildi.

Demek ki topun oyunda kalması her şey demek değilmiş, güzel maçın garantisi de olamazmış.

Esas mesele tempoydu. Premier Lig'i ve Şampiyonlar Ligi'ni diğerlerinden ayıran, onları bir adım öne çıkaran tempoydu. Oyun durabilir. Fauller olabilir. Fakat top oyunda olduğunda, oyuncular oyuna hız kazandırmak zorunda. Hemen bir pozisyon, ardından bir pozisyon daha, bir pozisyon daha... 

Tabi izlenebilir olmak istiyorlarsa... Avrupa Süper Ligi projesine kalkışanlardan, çağımızın sosyolojik araştırmalarına kadar birçok söylem aynı kapıya çıkıyor: İnsanların vakti kıymetli, futbol ise artık uzun. Bu vakti dolduracak bir oyun sunmak, kaçınılmaz bir zorunluluk.

Karagümrük - Galatasaray maçını değerlendirdiğimiz Youtube yayınında da benzer bir değerlendirme yaptım. Top oyunda kaldı ama maçın özellikle ilk yarısı tatmin etmedi. Sinan Yılmaz, bunun nedenini iki teknik direktörünün birbirini kitlemesi olarak açıkladı. Doğruydu. O da maçı yavan bulmuştu.

Gelen izleyici yorumlarından biri ise ilginçti: Yaptığımız değerlendirmeyi yüzeysel bulmuş ve eklemişti: "Futbolu sadece gol ve pozisyon üzerinden izleyecekseniz Hollanda ya da Belçika ligi sizin için daha uygun. Eşleşmeler ve taktiksel açıdan gayet keyifliydi ilk yarı. Talihsiz bir açıklama olmuş."

Tabi ki futbol sadece gollerle ve pozisyonlara açıklanamaz. Ya da sadece oraya sıkıştırılmaz. Hollanda ve Belçika liglerini pek izlemiyorum ama geçmiş tecrübelerimden arda kalan düşünceme göre zaten oradaki gol bolluğu, savunma organizasyonlarının zayıflığı ve bireysel hataların çokluğu ile anlatılabilir. Fakat Premier Lig, Serie A, Şampiyonlar Ligi; izleyenlere çok fazla aksiyon göstermesi sayesinde izleniyor. Tabi kaliteyi de es geçmemek lazım. Ve hatalardan ziyade, oyuna kazandırılan tempo bu işin temelinde...

Zaten futbol özünde bir spordur. Ve spor demek fiziksel performans demektir. Fiziksel performanslar, aksiyonların bir araya gelişiyle anlam kazanır. Her şey atletin/sporcunun hareketiyle başlar ve onun çıkışıyla şekillenir. Hareket... Bir kişinin hareketinden, 11 kişinin hareketine... Oradan 22 kişinin hareketlerine. Ve en önemlisi topun hareketine. Bu uyum ve çatışma oyunu izlenir kılar. 

Eşleşmeler ve taktikler muhakkak önemlidir. Zira oyun kazanmak üzerinedir ve kazanan olmak için bir plan olmalı. Günümüz futbolunda her takımın bir planı var. Hangi planın daha güçlü olduğunu anlamamız bile zor, zira en güçlü plan bile bazen kazanmaya yetmeyebilir. Öte yandan taktikleri, aksiyonlara tercih etmek; satrancı futbola tercih etmekle eş değer olabilir. Satrancı küçümsemek haddimiz değil ama satranç satrançtır, futbol futboldur. Futbolu ayıran aksiyon,ve performanstır.

Planları biri size anlatabilir. Önünüze getirebilir. İzlemediğiniz maça dair tüm planları önünüzde bulabilir, onları değerlendirebilirsiniz. Mesela FM gibi oyunlar bunu size veriyor. Planlar, değerlendirmeler, güçler, notlar... Hepsi önünüzde. Peki oynadığınız veya izlediğiniz futbol mudur? Tabi ki değil! Hatta sanal hali bile değildir. Bir anlatıdır sadece. Oyun ise anlatıdan daha fazlasıdır.

Bazen bir mahalle maçını izlemek de çok keyifli olabilir. Peki, o maçta üstün taktikler var mıdır? Ya da o heyecanlı maçtan keyif alan birine "Bu futbol değil" diyebilir misiniz?

Oyunu izlenir kılan taktikler değil pozisyonlardır. Görselliktir. Bu görsellik de topun oyuna girmesiyle başlar. Topun dönmesiyle devam eder. Top ve topa yön verenler, oyunun akıcılığını belirler. Tabi ki bunun için topun oyunda kalması gerekir. Fakat diğer yandan artık 90 dakikalık bir oyundan topun oyunda kalmasından daha önemli bir nokta vardır. Topun oyunda hızlı hareket etmesi...

Bu hız kim için gereklidir? Yeni kurulan ve tam hazır olmayan bir takımın teknik direktörü için olmayabilir. Anlaşılabilir. Rakibinden daha zayıf olduğunu sezen futbolcu için de olmayabilir. Anlaşılabilir. Eve ne olursa olsun üç puanla dönmek isteyen bir tutkulu taraftar için de öncelik olmayabilir. Anlaşılabilir.

Ben bir teknik direktör değilim. Futbolcu değilim. Tutkulu bir taraftar da değilin. Öte yandan tutkulu bir taraftarın da izlediği maç sayısı, takımının sezon boyunca oynadığı maç sayısından daha fazladır. Yani her tutkulu taraftarın, bir de televizyonda keyif almak için izlediği maçlar vardır.

Yani önemli bir çoğunluğun isteği keyifli bir futbol izlemektir. Bu da pozisyonla, aksiyonla kendini gösterir. Tüm pozisyonların kale önünde olması gerekmez. Fakat pozisyon önemlidir. Pozisyon için topun oyunda kalması gerekir ama yeterli şart değildir. Bir de topun hız kazanması gerekir. 

Karagümrük - Galatasaray maçı bu manada bize bekleneni veremedi. Aynı zamanda bir ezber üzerinde yeniden düşünmemizi sağladı. Diğer yandan bu maçı da çöpe atacak değiliz. Her 'kilitlenen' maç, yeni bir tecrübe demektir. 

Kötü maçlar olmadan, iyi maçların değerini anlayamayız. 

Hiç yorum yok: