Salı, Haziran 13

Başarı ve Başarısızlık

Fenerbahçe'de son dokuz senenin birikimi had safhada. O nedenle tribünlerden gelen tepkilerin şiddeti gayet anlaşılabilir. Fakat spor basını tabloyu aynı şekilde okumak zorunda mı? Eve pencerenin dışından bakıp, ona göre bir değerlendirmek zor mu? Gerçi bu seçenek biraz zor olabilir ama iletişim araçlarının esas misyonu bu değil mi peki?

Gerçi biz de kimden neyi bekliyoruz?!

Zaten bu sezon Fenerbahçe taraftarının yaşadığı hayal kırıklığının en büyük sebebi spor basını ve kendi basınıdır. Kendi basınını açalım; kanaat önderi olarak kitleleri peşinden sürükleyen, taraftar kisvesi altında cukka yapanlar.

Neden bunlar sebep oldu? Zira takım o kadar iyi değilken bile son 60 yılın en iyi takımı olduğunu iddia etmişlerdi. Türkiye her zaman sonuç odaklı yorumların merkezi olmuştur ama artık iş o raddeyi geçti. Artık Türkiye, kitlelerin sonuçlara verdiği tepkiler odaklı yorumların merkezi... Futboldan siyasete her alanda böyle. Çünkü satış önemli, satış için de satın alacak kitlenin istekleri ve duyguları göz önünde bulunmalı. Aksini söylerseniz, kim sizi tüketir ki?!

Süper Lig'de ikincilik, Türkiye Kupası'nda şampiyonluk, Avrupa'da son 16 turunda şampiyona elenme. Hiç fena bir karne değil. Tabi bunu önemli bir başarı olarak sunacak değiliz. Fakat tam da son maçın üzerinden 24 saat geçmemişken hocasız kalmış ve ilk transferini yapmış bir takımın dikkat etmesi, sırtını çevirmemesi gereken bir karne. Belli ki yine yeniden yeni bir yapılanmaya gidilecek. O zaman, o yeni yapılanmadan istenen de bundan daha iyisi olacak. Oysa eskisinin üzerine gidilse daha iyisini yapma ihtimali daha çok olmaz mıydı?

Fenerbahçe 80 puanla ikinci oldu. Bu puan ve ortalaması, birçok eski sezonda Fenerbahçe'yi şampiyon yapardı. Fakat Galatasaray 88'e çıkınca sarı-lacivertliler geride kaldı. Galatasaray'ın sezon ortasındaki muhteşem galibiyet serisi bize bir şeyler anlatıyor. Mesela ligin kalitesinin ve rekabet seviyesinin ne kadar düşük olduğunu.. Biraz gaza basınca lig tarihinin en uzun serisini yaşıyorsunuz. Gordon Milne'in Beşiktaş'ının, Karadeniz fırtınası Trabzonspor'un ve 96-2000 Galatasaray'ın dahi başaramadığı bir seri var ortada. Bu seneki Galatasaray onlardan çok daha iyi değildi. Fakat rakipler çok daha yumuşaktı.

İşin ironik tarafı Fenerbahçe ve hatta Beşiktaş da benzer seriler yakaladılar. Fenerbahçe son 21 maçında sadece üç kere yenildi. Bu üçü de derbilerdi.

Yani aslında ligin kaderini derbiler tayin etti. Lig bir daha oynansa ve bütün maçlar aynı şekilde sonuçlansa ama sadece üç takımın kendi arasında oynadığı maçları ev sahipleri kazansa; Fenerbahçe şampiyon olur. Yani en azından ikili averaja kalırdı ama en azından genel averajda Fenerbahçe üstün olurdu.

Üstelik bahsettiğimiz senaryo hiç de ütopik değil. Sonuçta her derbinin doğal favorisi kendi sahasında oynayan takımlardır.

Fenerbahçe'nin küme düşen iki takıma yedi puan kaybetmesi ise bir başka mevzu...

Tabi ki tam bu noktada "Fenerbahçe aslında çok iyiydi" demeyeceğiz. Fakat Katar dönüşünün ardındaki dönemde bahsedildiği kadar da kötü değildi. O kadar yıkım yaratan derbinin ardından toparlanıp lige bir şekilde devam etmeyi de başardılar. Esas sıkıntı; Katar öncesi de bahsedildiği kadar muhteşem değillerdi.

Fenerbahçeliler, Kadıköy'de 4-5 gol atarak maçları kazanınca ligi tamamladıklarını düşünüyorlardı. Buna medya da buna çanak tutuyordu. Gol rekorunun kırılacağından bahsediliyordu. Oysa İstanbul dışına ilk çıktığında (ki onda da rakip Konyaspor deplasmandaydı; maç Eskişehir'deydi) Fenerbahçe yenilmişti. Katar öncesi oynanan 13 maçta İstanbul dışına sadece iki kere çıkmışlardı.

Belki de o zamanlarda daha dikkatli olsalardı, öz güven laubaliliğe dönüşmeseydi (birçok futbolcuda gözlemledik bunları) daha farklı sonuçlar çıkabilirdi. Ya da en azından bu günkü hayal kırıklığı daha yumuşak olurdu.

Jorge Jesus'un isteksiz tavırlarını ve saçma açıklamalarını bir kenara bırakırsak, hocayı ve taraftarı uzun vadeli bir projeye inandırmak o zamanlar daha kolay olabilir ve bugün taşların üzerine taşlar ekleyerek yola devam edilebilirdi. 2018'den bu yana kazanılan tek kupanın, başından itibaren tek hocayla geçirilmiş sezonun sonunda gelmesi de bir şeyler anlatmıyor mu?

Başarı ve başarısızlık kavramları; sportif alanlarda hem nettir hem de aldatıcıdır. Saha içi çok nettir. Zira rakamlar, skor tabelası, puan durumu, kupalar çok fazla göz önündedir. Başarı elde edeni hemen görürsünüz.

Fakat profesyonel futbol 11'er kişinin çarpışmasından ibaret değildir. Daha fazlasına ihtiyaç duyarsınız. Bir yapı inşa etmek zorundasınız ve aslında başarınızı da bu hedeflere uygunluk belirler. Puan durumuna bakmak yetmez, dönüp sezon başında hedefleri yazdığınız kağıda bakmanız gerekir. 

Yolun sonuna ne kadar sürede gitmeyi düşünüyorsunuz, molalarda geriye dönüp baktığınızda hedefe ne kadar yaklaştınız? Bunları ölçmek o kadar kolay değil. Bunun için işin uzmanlarına ihtiyaç var. Hele kitleler peşinizdeyse sabırsızlık daha da artar. Yani o hedefleri bir de kitlelere önceden anlatma sorumluluğu var.

Fakat siz planlar, hedefler, uzmanlar, takvimler yerine YouTube'da bomboş sıkanlara kulak verirseniz işiniz kolay olmaz.

Zaten onların kavramlarını baz alacaksanız, yine onları dinlemeye gerek kalmaz. Sonuç zaten ortada, onların dediği kadarını okuma yazma bilen herhangi bir çocuk bile söyler:

Onun yerine de ben söyleyeyim; ikinci oldunuz; o zaman başarısızsınız! Diğer 18 takım gibi...

 

Hiç yorum yok: