Pazartesi, Aralık 29

Deux Jours Une Nuit



Cannes'da Kış Uykusu'nun geçtiği filmlerden biri... Kış Uykusu'nu henüz izlemedim ama Bir Zamanlar Anadolu referansıyla ödülü hakettiğine inanıyorum. Henüz izlemesem de kafamda ulaştığı bir noktası var. Yarıştığı filmlerin de en azından bu seviyede olmasını bekliyordum. Deux Jours Une Nuit o açıdan hayal kırıklığı yarattı.

Ama genel olarak, kötü bir film olduğunu söylemek haksızlık olur. Efsane film Los Lunes Al Sol'u ve onun sloganı haline gelen ''Bu film yaşanmış bir hikayeden alınmamıştır, binlercesinden alınmıştır" cümlesini hatırlatıyor.

Yine de bir sosyal gerçeklik filmi demek mümkün mü emin değilim (Böyle bir kategori var mı onu da bilmiyorum). Benım algıma göre yol filmi şifrelerine göre çekilmiş bir film. Tabi ki bu filmde güzel ve eşşiz manzara sahneleri yok. Hatta ara ara rahatsız eden anlar mevcut. Ama başroldeki Marion Cotillard'ın canlandırdığı Sandra karakterinin, iki gün boyunca, çıkarıldığı işine geri dönmek için 16 tane çalışma arkadaşıyla görüşmesi, bir yol felsefesi doğuruyor. 16 tane farklı karakter karşınıza geliyor film boyunca. Sosyolog refleksi herhalde, film o şekilde ilerledikçe Sandra'nın dertlerinden ve kaygılarından uzaklaştım. 16 tane farklı karkatere yoğunlaştım.

Kavga edenler, ağlayanlar, kapıyı kapatanlar, eşiyle kavga edenler.. Hepsinin vicdanları farklı. Hepsi çok farklı düşünüyor. Kendi içlerinde çatışıyorlar ve son tahlilde hepsinden farklı bir sonuç/cevap çıkıyor.

Filmi kapitalizm eleştirisi olarak yorumlayanlar çok fazlaydı. Haklılık payları var ama karşı çıkılacak noktası da var. Ekonomik sıkıntının öne geçtiği her durumda kapitalizmi eleştirmek ya da o sorunun altını çizmeyi sistem eleştirisi olarak okumak biraz kolaya kaçmak oluyor sanki. Bu sefer ağırlıklı olarak bir sistem sıkıntısından bahsedilmiyor sanırım. Verdiği kararlar nedeniyle insani değerlerinden uzaklaşan ve bunun farkında olduğu için kendini haklı çıkarmaya çalışan insanlar var. Bahaneleri kapitalizm. Geçerli mi? Belki. Ama tamamen değil.  Kapitalizmden en büyük darbeyi yiyen göçmenlerin, yaşanan durum karşısında hemen bize göre "doğru"ya yönelmesi demek ki sadece kapitalizm ile alakalı bir durumla karşı karşıya olmadığımızı gösteriyor. Türk olduğunu sandığımız Timur, onun İspanyol arkadaşı ve çamaşırhanedeki Senegalli göçmen çocuk bunun en önemli örnekleri.

Filmin sonu da aslında bir yol filmi durumu... Sandra geldiği son noktada işini  kazanıyor. Fakat o iki gün içinde yaşadıkları nedeniyle işini kazanmayı tercih etmiyor ve aslında bir kez daha kazanıyor. Yolun sonuna geldiğinde, başlangıçtaki hedefe ulaşmış değil. Fakat önemli olan bir yere gitmek değil, yola çıkmak, yolda gördükleri ve edindiği tecrübe ise Sandra bunu başarıyor. Depresyonla başlayan yolculuk huzurla tamamlanıyor.

Bazı arkadaşlar aynı repliklerin defalarca döndüğünü, aynı durumların defalarca yaşandığını ve bunun da filmi kötüleştirdiğini söylüyor. Onlar da kendi çaplarında haklı ama bence film bu açıdan tam olarak böyle olmalıydı. Sandra'nın filmin sonunda yakaladığı o mutluluğunu, daha doğrusu huzurunu anlamak için bu tekrarların önemli olduğunu düşünüyorum. Tekrar tekrar aynı soruları sormak, aynı cevapları duymak, umutsuzluğa kapılmak, pes etmek, arada umutlanmak ve tekrar aynı döngüde devam etmek...

Filmin havada kalan kısımlarından biri ise Sandra'nın yaşadığı depresyon. Normaldir, olabilir. Fakat bunun nedeni çok havada kalmış gibi duruyor. Biz onun hayatına bir cuma günü giriyoruz ve o nedenle depresyonun nedenini anlamıyoruz. Çağımız toplumunun en büyük sorunu diyerek üzerinde durmuyoruz fakat buna rağmen depresyonun seviyesi pazar günü intihar edecek kadar ilerliyor. O zaman da soru işaretleri artıyor. Filmin benim açıdan zayıflama nedeni de biraz buralar. Pazartesi günü binadan çıkarken mutlu olan, bir gün önce intiharı seçen bu kadının derdi kapalı kutu olarak kaldı. Bunun sadece işini kaybetmekle alakalı bir durum olmadığını filmin sonunda daha net anlıyoruz ama yine de tam çözemiyoruz. Yönetmenlerin bu konuyu açmak gibi bir derdi de olmamış.

Üstelik işsizlik, işini kaybetme korkusu ve buna benzer durumlar bizim için çok yakında.. Fakat Belçika'da da durum aynı mı emin değilim. Sandra'nın işşsizlik maaşı almak istememesi veya eşi Manu'nun arabasıyla hareket edebiliyor olmaları bizim gibi ülkelerdeki işsizleri kıskandırmıştır.

Öte yandna yine filme dair popüler yorumlardan birine daha katılamayacağım. Cotillard'ın oyunculuğunu sevemedim. Sanki, bir Hollywood yıldızının sosyal sorumluluk projesi gibi kalmış. Özensiz bir şekilde hazırlanmış, üstünden geçerek halletmiş gibiydi.

İyi film mi emin değilim. Çok fazla eksiği olduğunu düşünüyorum. Ama çok önemli bir artısı var, derdini anlatmış. Bu nedenle kesinlikle izlenmesi gereken bir film.

Hiç yorum yok: