Pazartesi, Kasım 16

Kötü Anılar Biriktirdik




Babam bana devamlı "Büyüyünce beni anlayacaksın'' derdi. Ben de ilerleyen zamanlarda; en azından onun yaşına geldiğim zaman onu anlayacağımı biliyordum. Dünya tarihi büyüyünce babalarını anlayan çocuklar sayesinde yazılıyordu. Bunun farkındaydım. Bütün kitaplarda öyle yazıyordu zaten. Fakat o günlerde sinirlendiğim bir nokta vardı; ben zaten büyümüştüm. Babamın bunu bana en çok söylediği dönemde ben 17, 18, 19 yaşlarındaydım. Çok büyüktüm, gerçekten!

Ama o laftaki 'büyümek' kısmını yeni yeni anlıyorum. Çok klişe gelebilir ama öyle. Zaten sinir bozucu olan da bu. Nasıl yetiştirildiysek, ya da biz dünyaya nasıl baktıysak, o gün söylenen her şey ve bu gün gördüğümüz çoğu şey bizi şaşırtmaya devam ediyor. O zaman da insan ister istemez isyan ediyor geçmişindekilere, 'Ulan o zaman, en azından biz 7-20 yaş arasındayken, bize ne bok öğrettiniz''

İnsan yaşayarak öğreniyor, yaşayarak büyüyor. Artık eminim ki, babamın istediği kadar büyüdüm. Hele bu sene, çok büyüdüm. Babamı yine de tam anlamıyla anlıyor muyum emin değilim. Tahminim, babamı babam bile zor anlamıştır. Ama birçok şeyi yaparken kendimi babam gibi yaparken buluyorum. En basit, gündelik şeylerde bile.. Evde yanan lambayı söndürürken veya markette alışveriş yaparken...

Şimdi burada size babamı falan anlatmayacağım tabi. Konu o değil. Bu akşamın meselesi; yaşamak zorunda olduğunu bilmek, hayatta kalmak zorunda olmak ve bunun için bedel ödemekle ilgili... Babam da bunu yapmıştı zamanında. O nedenle bu yazıda adı sıkça geçiyor. Başka birini gözlemlemiş olsaydım ondan bahsederdim. Yani, babalar ve oğullar yazısı değil. Sadece ortak bir kaygının ürünü olmamız bizi buluşturdu. Aslında Türkiye'deki çoğu erkek aynıdır. Hele belli bir standartın altında sıkışmışsa...

Neyse ki babam bir dönem sonra kendini biraz kurtardı. Şu anda mutlu, en azından huzurlu... Öyle söylüyor. Ama hiç değilse, yalan söylüyor bile olsa, eskisinden daha yumuşak bir hayat yaşadığını tahmin ediyorum. Bunda benim de payım olduğunu bilmek güzel. Zaten tek güzel şey de bu. Gerisi hayatla mücadele etmenin zorluğu. Bazen yıldığımı hissediyorum. 'Olmuyor' sancısı gelip saplanıyor. Babamı anladığım nokta da burası; o sancı geldiğinde ayakta durmak. Belki de balonun havalanması için bazı yükleri aşağıya atmak.

Kısır döngü. Aşağıya attığın bütün yükler, senin hareket etmeni sağlıyor ama onlardan kurtulamıyorsun. Baktığın her yerde onları görüyorsun. Anılar ve insanlar... İnsanın bu kadar anı biriktirip, bu kadar olayı geride bırakıp, bir gün ölecek olması çok fena.

İnsan, günün sonunda o günü değil, geçmişindeki anılarını anlatacağı birilerini yanında istiyor. Ben de öyle en azından. Belki de sırf bu yüzden evleniyor. Evlendiği kişiye anlattıkları bitince bu sefer çocuklara sıra geliyor. En sonunda hafızası yeterse torunlara... Bencillik diz boyu ama başka türlü de çıkış yolu bulamazsın. Yoksa kendine hapsoluyorsun. Hedefsiz ve amaçsız.

Hiç yorum yok: