Pazar, Şubat 21

Araf



Garip bir hafta oldu. Her şey üst üste geldi. Böyle olmasını beklemiyordum. Aslında üst üste gelen bir şey de yok. Gündelik yaşamın doğal akışıydı hepsi. Aslolan, üst üste gelen, hatıraların kısa aralıklarla çakışmasıydı.

Önce 2001'deki Lazio maçı televizyonda denk geldi. Şaka gibi. 15 sene öncesi. 15 sene... 15... Takım tutmaya başlayalı 10 sene olmamıştı daha. İlk kombinemi almama henüz iki sene vardı. Lise 1'deydim ve dünya tarihi o gün baştan yazılmıştı. Takım tutmak da, dünya siyaseti ile ilgili teoriler üretmek de çok heyecanlıydı. Konuşulacak bir şeyler oluyordu. Konuşacak birileri vardı yanımıza. Usame bin Ladin'in nerede saklandığını çözdükten sonra, Ümit Karan'ın yanında oynayacak santrforu belirliyorduk. Öyle yıllardı...

Sonra bir foto gördüm tesadüfen. Onu da buraya koydum. Alakasız bir şekilde denk geldi. Bir Avrupa maçı oynanacaktı ve buna rağmen ne kadar heyecansız, ilgisiz olduğumu fark ettim. Çok üzüldüm. Gerçekten üzüldüm. ''Ah dünya değişiyor, o saflık kalmadı, nerede eski günler'' üzüntüsü değildi. Bunu kabullendim sanırım. Veya bunun yalnızlaşmaya dair bir bahane olduğunu fark ettim. Sonuçta ''Ne kadar uzak kaldı o günler'' aydınlanması daha başka bir şey.

Başka bir evreye giriyor insan. Yıllar geçiyor, öncelikler değişiyor, bir akışa kapılıyor. Kıyıdan denize girersin, sonra kafanı suya dalıp yüzmeye başlarsın. Yüzersin. yüzersin, Yüzersin. Yüzdüğünün farkında olursun, bazen keyif alırsın bazen yorulursun. Hedefin kıyının tam karşısında belirlediğin noktaya gitmektir. Sonra bir ara verirsin, kafanı çıkarırsın rota şaşmıştır. Meğer, düz gitmemişsindir. Kaymışsın biraz. Artık farklı bir yoldasın ve üstelik kıyıdan uzaklaşmıssın. Tüm yorgunluğunu ve tüm yolculuğunu hissedersin... Baskın gelen senin ruh halini belirler.

Tesadüf bu ya; maç akşamı, beni Galatasaraylı yapan insanlardan birinin ölümünden bir yıl bir gün sonra, Gayrettepe tarafına geçtim. İnsanın içi acımıyor. Bir kırılma, gücenme de yok. Sadece geçen zaman aklına geliyor. Kalan zamanı zaten bilmiyorsun. Burası bu gece çok kalabalık olabilirdi. Belki ben daha heyecanlı olabilirdim. Belki de hiç bunlara bulaşmadan bir hayat yaşayabilirdim. Böylece bambaşka tecrübeler edinmiş olabilirdim. Bambaşka bir noktada olabilirdim. İyi veya kötü... 

Sık sık bombaların patladığı, adi suçların yükseldiği, doğal afetlerin sıradanlaştığı bir ülkede ne kadar zamanın kaldığını hiç bilemiyorsun. O nedenle panik daha yoğun başlıyor. O nedenle geçmişle hesaplaşmalar daha sık oluyor.

Haftanın sonu; bir koreografi. Yapılan tüm koreografiler heyecanlandırırdı eskiden. Günlerce beklenirdi, acaba ne çıkacak diyerek. Bazen karşıdan bakardın, bazen altına girerdin. Bu heyecan dalgasına kapılınca en yakınında olan biteni unutur, görmezden gelirdin.

Bütün bunları şimdi şimdi fark ediyorsun. Galatasaray, Lazio ile oynarken evde oturduğun ve MTV izlediğin bir akşamda... 15 sene önce, Lazio'ya atılan gole evde bağırarak sevindiğin için kızan babaya inat kafana ''Bundan sonra hayatımın sonuna kadar her sezon kombine olacağım, ve her maçı stadyumda izleyeceğim'' isteğini yüklediğini hatırladığın bir akşamda... O Lazio maçındaki koreografiyi ilk yarının bitmesine dakikalar kala telefonuna gelen bir mesajla görüyorsun. Mesajı yollayan, Yeni Açık'ın baca tarafında maçı izlerken bir anda ''Baba olduğumuzda kombineleri Numaralı'dan alırız, çocukları da öndeki sete koyarız'' diyenlerden. 

Bir koreografiye ne kadar kısa bakılırsa o kadar kısa baktım. Ne oradaki çocuk kadar küçüksün, ne oradaki amca kadar yaşlısın. Arada kalmışsın, yolunu bilmiyorsun. Üstelik onlar da yolunu bilmiyor!. Stadyum sağda onlar sola gidiyor. Eğrisi doğrusuna denk geliyor.

Hiç yorum yok: