Perşembe, Ağustos 25

La Battaglia di Algeri



Bu film sayesinde; aralarında binlerce kilomtre ve onlar sene olan farklı olayların birbirlerine ne kadar benzediğini yeniden hatırladım. Dünya tarihi bize o kadar çok olay sunuyor ki; bazı şeylerin benzerliği ne olursa olsun çok şaşırtıyor. Mesele her olayda benzer tarafta durabiliyor musunuz? Nelerin birbirine benzediğini söylemeyeceğim. Bu filmi izlerseniz belki fark edersiniz, belki de gözünüzün önündeki duvardan dolayı görememeye devam edersiniz. Mesela; bu film -La Batagglia di Algeri-1988'de İsrail'de gösterime girince Filistin meselesiyle ilgili paralellik kuranlar olmuş. Türkiye'de ise hiçbir zaman böyle bir tartışmaya neden olmamış. Ne de olsa Cezayir, Müslüman bir ülke olarak sömürgesine karşı bağımsızlığını kazanmıştı.

Ülke Cezayir, başkenti de Cezayir... Ne kadar ilginç... Cezayir'in eskiden Fransa'nın bir vilayeti gibi olmasının nedeni... Bir sömürge değil onlar için. Marsilya'dan farkı olmayan bir 'vatan toprağı'. İkinci Dünya Savaşı'nda beraber hareket etmişler ama sonrasında topraklarında beraber yaşadıkları Fransızlar ile aynı hakla sahip olmak isteyince çatışmalar başlamış. 

Fransızlar; şehrin zengin ve güzel mahallelerinde yaşıyor. Hemen yanlarında; ama yoksul semtlerde Cezayir'in çocukları. Yani ne öyle kıtalarca uzaktan gelen bir süper güç, ne de ülkenin bir kesiminde bir grup, diğer tarafında diğer grup... Cezayir çocuklarının ilk isyanları başlarda bir bağımsızlık savaşı emaresi olarak gözükmüyor. Birkaç çatışma, birkaç terör olayı... Ne zaman "İç savaş" kalıbı kullanılmaya başlanıyor olay değişiyor. Fransa'nın bazı dönem aydınları; 'Madem iç savaş biz de istediğimiz tarafı seçebiliriz' diyerek Cezayir'in bağımsızlığından yana oluyorlar. Sonrasında da gidişat değişiyor. Film de bunları anlatıyor. Bir belgesel kıvamında ilerliyor. Ama boğucu bir belgesel değil. İlgiyle izlenecek akıcı bir sinema filmi olarak görüyoruz. Bazı yerlerde zihinlerde şimşekler çakabilir.

Mesela, Cezayir halkının FNL önderliğinde greve gidip kepenk kapatması ve Fransa ordusunun grevi baskıyla bitirmeye çalışması, grev yapanları terörist olarak adlandırması, bunun için güçlü bir şekilde basını kullanması hem çok şaşırtıyor hem de hiç şaşırtmıyor!

Tam o esnada FNL'nin önde gelen ismi M'hidi; silahlı mücadeleye devam etmek isteyen Ali la Pointe ile konuşmasında şu cümleleri kullanıyor: 

"Öfke ile savaşları kazanamazsın. Ne savaşları ne de devrimleri. Başlarda terörizm işe yarar. Ama sonra halkın kendisi harekete geçmelidir. Grevin arkasındaki neden bu. Tüm Cezayirlileri harekete geçirmek, onları saymak, gücümüzü saptamak"

Ali la Pointe filmin önemli bir karakteridir. İlk sahneden itibaren bizimle beraberdir ama devamlı değişir. Filmin ilk önemli sekansı o nedenle muazzamdır, bir kısa özet gibidir. Ali la Pointe; önce adi bir suçludur. Polisten kaçarken bir Fransız tarafından aşağılanır. O da polisten kaçışını noktalar ve Fransıza yumruk atar. Yola devam etseydi kaçacaktı. Ama öfkesine yenik düşer. Bu yüzden polise yakalanır, hapse girer, orada siyasi suçlularla temas eder, politik bilinç kazanır ve hem filmin hem de FNL'nin en önemli isimlerinden biri olur. İşte o ilk sahne üzerine sosyolojik tez bile yazılır.

Filmde İtalyan parmağı var. İtalyanlar ve Cezayirliler ortak yapıyorlar. Hatta bağımsız Cezayir tarihinin ilk sinema filmi olarak yer ediniyor. Fransızlar'ın toprak kaybettikleri savaşın hemen ardından bu yapımın içinde olmak istememeleri normal. İtalya'nın bu olaya sinema üzerinden müdahil olması da Fransa cephesinde tepki görüyor. Ama filmde aşırı bir Cezayir propagandası veya Fransa eleştirisi yok. Her iki taraf da eleştirilmiş. Ama tabi ki Fransa biraz daha fazla; olması gerektiği gibi... Bu yüzden Fransa'da yasaklanıyor. Tabi hemen "sansürcü Avrupa'' diyebilirsiniz ama bu yasak süreci sadece 5 sene sürüyor. Yol'un yaşadığı bir yasak gibi değil yani.

O zaman bir de Fransa tarafına bakalım; filmin en öne çıkan karakteri olan albay; kendisini ve yöntemlerini yoğun olarak eleştiren gazetecilere karşı şunu diyor ve insan ne kadar anti-militarist olsa da karşı çıkarken zorlanıyor: 

"Bana inanın beyler, bu pis bir döngü. Saatlerce boşuna konuşabiliriz çünkü sorun bu değil. sorun şu! FLN bizi Cezayir'den atmak istiyor ve biz kalmak istiyoruz. Farklı görüşler olabilir ama sanırım hepiniz kalmamız gerektiğini kabul edersiniz. Ayaklanma başladığında görüş farklılıkları yoktu. tüm gazeteler, solcu olanlar bile, onun bastırılmasını istedi. O yüzden buraya yollandık. Biz ne deli ne de sadistiz. Bize faşist diyenler çoğumuzun Direniş'te ne yaptığını unutuyorlar. Bize 'Nazi' diyorlar ama bazılarımız Dachau ve Buchenwald'tan sağ kalanlar. Biz askeriz. Görevimiz kazanmaktır. O nedenle, açığa kavuşturmak için ben size bir soru soracağım. Fransa Cezayir'de kalmalı mı? Eğer yanıt hala 'evet' ise bunun gereklerini kabul etmelisiniz"

Cezayir'in eleştirilen yöntemi; sivillere yaptığı saldırılar. Filmde de sıkça var. Fakat bununla ilgili bir diyalog da mevcut. M'hidi, gazetecilerin bu eleştirilerini karşılarken şöyle bir diyalog yaşanır.

Muhabir: Masum kurbanlara saldırmak için kadınların sepetlerini bomba koyarak kullanmak alçakça değil mi?

M'hidi: Korumasız köylere napalm bombaları atarak binlerce kişi öldürmek, daha alçakça değil mi? Uçaklarımız olsaydı bizim için daha kolay olurdu. Bize bombardıman uçaklarını verin, o zaman sepetler sizin olsun.




Hiç yorum yok: