James Bond serisini de aksiyon filmlerini de çok sevmem. Bu fikri 1990'ların sonunda edinmiştim. Yani henüz 15 yaşında bile değildim. Şimdi geriye dönüp bakınca, haddinden fazla iddialı bir düşünce olmuş. Teknolojinin ve imkânların arttığı bir döneme denk gelmesi üzücü olmuş.
Adamlar baya baya izletiyor. Koşuyorlar, atlıyorlar. Bunlarda sıkıntı yok. Bana da artık eskisi kadar inandırıcılıktan uzak da gelmiyor. Şaşılacak durumlar "Ulan bu da olmaz be" denilecek sahneler azalmış sanki. Ayarını tutturmuşlar herhalde.
Bu film de öyle; James Bond karakteri de kusursuz değilmiş. Hem dayak yedi, hem kadınların tuzağına düştü. Bunlar filmi sevmemize neden olan hadiseler.
Bond filmlerini yakından takip edenler bazı ayrıntıları yakalamıştır. Mesela ben uzak kaldım. İçki tercihine bile dikkat ediliyor. Bizim için o detaylar mühim olmadığı için, sakin sakin izleyebildik.
Büyük bir Bond hayranı olmadığım için Daniel Craig'in oynaması da beni çok rahatsız etmedi. Bu arada bence bu adam gerçekten çirkin. Ama fizik iyi... Eva Green'i de çözemiyorum. Vamp kadın mı saf kız mı belli değil. Mads Mikkelsen de ayrı bir katkı zaten...
Filmin başında Madagaskar sahnesi efsane; filme kolayca bağlanmamı sağladı. Siyah adam (aslen dublör olan Sebastien Foucan) kusursuzca engelleri aşarken Bond'un tökezlemesi falan benim hoşuma gitti. Zaten o kovalamaca da görüntüler ve renkler de şahaneydi. Muhakkak serinin daha çok sevilen filmleri vardır ama bu da keyifli bir cumartesi akşamı için bana yetti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder