Pazartesi, Aralık 4

Demolition


Demolition, şahane fragmanıyla hasta olduğumuz ve merak ettiğimiz filmlerden biriydi. 2015 yılında daha gösterime girmeden fragmanını izlediğimde tutulmuştum. Yönetmeninin C.R.AZ.Y'den tanıdığım Jean Marc Vallee olduğunu öğrendiğimde merakım ikiye katlanmıştı. Dallas Buyers Club ve Wild gibi en popüler ve tutan işlerini hâlâ izlemedim. Fakat sonuç olarak önümde heyecan verici bir fragman vardı. Hatta, fragman sayesinde o kadar heveslendim ki bir tane yancı bulsam sinemaya bile gidecektim. Fakat denk gelen bir yoldaş olmadı. Bir de bizim halı sahalar falan vardı o dönem. Yoğun bir fikstürden geçiyorduk... Neyse; çok geciktirmeden 2017 yılında da olsa bir şekilde izleyebildik. Peki o heyecan, merak ve tutkuya değdi mi?

Maalesef...

Daha izlemeden IMDB'deki 7 puanı görünce sinirlerim hoplamıştı. Bu insanlara gerçekten sinemadan anlamıyorlardı. Ben kaliteyi fragmandan anlamıştım ama onlar izledikleri 100 dakikaya hak ettikleri değeri vermemişti.

İzleyince yaşadığım utancı ve hayal kırıklığı anlatamam. Oysa genel toplamda bu utanç ve hayal kırıklığını yaşatacak bir film de değildi. Ama beklentiler büyük olunca, düşüşler de sert hissediliyor. Filmin baş karakteri Davis gibi belki de...

Film güzel aslında. Ama bir yerde tıkanıyor. Sertleşmek ile naifleşmek arasında kalması en büyük sorunu. Özellikle ikinci yarıda bu kaygılar daha fazla öne çıkıyor. Biraz gişeye, gelire, seyirciye oynanmış sanki. Bir de eşcinselliğin bazı filmlerde 'olmak için sokulması'na çok üzülüyorum. Burada da öyle olmuş. Bu kafa karışıklıkları, arada kalmışlıklar, 'bu da olsun'lar filmin bütün vuruculuğunu düşürmüş. Karakterlerin derinliği vaadedilen kadar verilememiş. Keşke biz izleyici olarak Davis'in yaşadığı yıkımı izleyen olmasaydık da direkt hissedebilseydik. Öte yandan  Jake Gyllenhaal yine şahane iş çıkarıyor. Kesinlikle filmin en başarılı unsuru. Judah Lewis de umut veren küçük oyuncular kuşağının son isimlerinden. Duruşu ve fiziksel görünümüyle umut veriyor. Bakalım kariyeri nasıl ilerleyecek?

Oyuncular çok iyi, kurgu fena değil film de o kadar kötü değil zaten. Biraz iyi şeylerden bahsetmek lazım. Mesela filmin gerçekçiliğine kimse laf söylememeli. Bunu hayatında en az bir kere dibe vuranlar anlayabilir. Bazen dibe vurursunuz ve en olmadık, en beklenmedik zamanda hayatınıza biri(leri) veya bir şey(ler) girer. Ondan sonra her şey değişmeye başlar. Yükselme değildir o değişim.

İnsan dibe vurmadan, bir şeyler kaybetmeden kendini tanıyamıyor. İnsan kendini keşfedemeyince hayatta hem başkalarıyla hem de hayatın kendisiyle mücadele edemiyor. İnsan bu sayede özgürleşir. Özgürleşmeyen insan kalabalık bir sokağın ortasında dans edemez ve ondan sonra da ölüp gider. Yani aslında bütün mesele yüklerden kurtulmaktadır. Önemli olan özgürleşmektir. Kolay bir laftır ama büyük cesaret gerektirir. Bu cesareti elde edebilmek için kaybetmek ve dibe vurmak gerekiyor maalesef. Bir de güç verecek biri veya bir şey. Tek bir kişi olsa dahi yeter!

Filmden böyle mesajlar çıkarmak çok mümkün. Hoşumuza da gidiyor. Bunları duymak ve görmek isteriz. O duyguyu da alıyoruz ama yine de beklentimiz daha fazlasıydı. Üzüntümüz bundan kaynaklanıyor. Keşke daha sert ve vurucu olsaydı, o zaman başucu eseri dahi olabilirdi.

Ama yine de hem fragmandan hem filmden bize arda kalan bir Crazy on you var ki, her şeye değer.  Zaten soundtrack şahane. Film La Boheme ile bitiyor. Vallee'nin içinde büyük bir Charles Aznavour sevgisi var herhalde. Ne de olsa C.R.A.Z.Y'de de ailenin babası her yaş gününde Emmenez Moi söylüyordu. Hatta bir de Hier Encore sahnesi vardı. İkinci kere anmışken söylemem lazım; uzun zaman önce izlediğim ama hâlâ aklımda yer eden C.R.A.Z.Y. sanırım bundan çok daha iyiydi.


Hiç yorum yok: