Sükut Evi, aslında çok sık işlenen ama gişede ve popüler kültürde alıcısı pek olmasa da kendine has bir kitlesi olan bir konuya sahip. Daha doğrusu konu oldukça evrensel ve örnekleri ana akımda da var. Fakat tarz ve içerik biraz kıyıda kalmaya mahkum.
Kendine yabancılaşan bir karakterin tesadüfler silsilesi sonucu bir köyde 'mahsur' kaldığını, bu köyden çıkmak için çabaladığını, bunu başaramadıkça oldukça yavaş bir şekilde olsa da köye adapte olduğunu ve zamanla kendisini tanımaya başladığını görüyoruz.
Aslında bu açıdan bakınca hikayemiz güzel. Üstelik görsel bakımdan da oldukça başarılı bir iş kotarmış. Fakat ana fikri güzel olan hikaye, ilerleme aşamasında biraz eksik kalmış. Detaylara girilmemiş. Karakterler, özellikle de Mehmet Özgür'ün oynadığı Adem karakteri oldukça didaktik bir figür olarak kalmış. Hatta esas karakter dışındaki tüm karakterler biraz sönük kalmış, derine inememiş. Hepsinin bir şeyleri temsil ettikleri aşikar, hatta neyi temsil ettiklerini de anlıyoruz ama bir noktadan sonra o karakterler sadece temsil heyeti gibi filmde yer ediniyor. Bir karakter olarak varlıkları yok, sadece bir semboller. Fakat o sembollerin sembol olduğu sık sık vurgulansa da, sembollerin ne anlatmak istediği verilememiş. Oysa biz son ana kadar onun merakıyla filme tutunmuştuk.
Öykü akıyor. Akarken izleyiciyi de içine çekiyor. İsminden, manzarasına kadar bir 'sır', bir 'gizem', bir 'ulvilik', bir 'ruh' bizi besliyor ama bunu güçlendirecek ögelerden eksik kaldığını ancak filmin sonuna geldiğimizde anlıyoruz. Yani beklentilerimiz boşa gidiyor. O huzur veren güzel görüntüler bize artı olarak kalıyor.
Aslında ironik bir şekilde film, köye düşen yabancının düştüğü duruma düşüyor. Manayı ararken, daha doğrusu manayı anlatırken, tüm cümlelerini üstün körü ve yüzeysel bir şekilde kullanıyor. Bir nevi kendi kazdığı kuyuya kendi düşüyor. Yazık olmuş demekten kendimizi alamıyoruz.
Fakat üçüncü kez yazmaktan sıkılmadan; ciddi anlamda başarılı bir görsellik başarısı var. Dip not, film Aksaray'da çekilmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder